EĞİTİM - 10 Mayıs 2025 Cumartesi 13:02

Eğitim Gücü-Sen Engelsiz Eğitim Çalışanları Üst Kurulu, MEB ve YÖK bünyesinde görev yapan engelli öğretmen ve eğitim çalışanlarına yönelik anket çalışması gerçekleştirdi

A
A
A
Eğitim Gücü-Sen Engelsiz Eğitim Çalışanları Üst Kurulu, MEB ve YÖK bünyesinde görev yapan engelli öğretmen ve eğitim çalışanlarına yönelik anket çalışması gerçekleştirdi

Eğitim Gücü-Sen Engelsiz Eğitim Çalışanları Kurulu, 2 bin 590 engelli öğretmen ve eğitim çalışanına yönelik çalışma hayatlarındaki mevcut durumu tespit etme açısından anket çalışması gerçekleştirdi. Ankette, ders materyallerine erişim konusunda yüzde 46,6’lık kesimin uygun içeriklere ulaşabildiği, yüzde 34,6’sının hiç erişemediğini ve yüzde 18,8’inin yalnızca bazen erişim sağlayabildiği anlaşıldı.


Eğitim Gücü-Sen Engelsiz Eğitim Çalışanları Kurulu, Millî Eğitim Bakanlığı(MEB) ve Yükseköğretim Kurulu (YÖK) bünyesinde görev yapan 2 bin 590 engelli öğretmen ve eğitim çalışanına yönelik, çalışma hayatındaki mevcut durumu tespit etmeye yönelik 21 soruluk bir anket çalışması gerçekleştirdi. Ders materyallerine erişim konusunda yüzde 46,6’lık kesim uygun içeriklere ulaşabildiğini belirtirken, yüzde 34,6’sının hiç erişemediğini ve yüzde 18,8’inin yalnızca bazen erişim sağlayabildiğini ifade etti. Bu ankette pedagojik eşitliğin sağlanamadığını ve engelli eğitimcilerin öğretim sürecinde sürekli dezavantajlı bırakıldığı anlaşıldı.


Elde edilen verilerin, okullardaki ve kurumlardaki tabloyu tüm açıklığıyla ortaya koyduğunu belirten Eğitim Gücü-Sen Engelsiz Eğitim Çalışanları Kurulu, anketin engelli eğitim çalışanlarının karşılaştığı sorunların ciddiyetini gözler önüne serir nitelikte olduğunu aktardı.


Ankette katılımcıların yalnızca yüzde 35,1’inin kurumlarında yeterli fiziksel erişim düzenlemesinin bulunduğunu ifade etmesi, kamusal alanlarda engelli haklarının hâlâ ihmal edildiğinin ve bu eksikliğin eğitim kurumları gibi temel yapılarda dahi görmezden gelindiğinin açık göstergesi olduğu ifade eden Eğitim Gücü-Sen Engelsiz Eğitim Çalışanları Kurulu, ders materyallerine erişim konusunda yüzde 46,6’lık kesimin uygun içeriklere ulaşabildiğini belirtti. Kurul, yüzde 34,6’sının hiç erişemediğini ve yüzde 18,8’inin yalnızca bazen erişim sağlayabildiğini ifade etmesi, pedagojik eşitliğin sağlanamadığını ve engelli eğitimcilerin öğretim sürecinde sürekli dezavantajlı bırakıldığını gözler önüne serildiğini vurguladı.


Katılımcıların yüzde 35,5 oranının, kurumlarında engelli personele yönelik ayrımcılık yapıldığını gözlemlediğini belirttiğini ifade eden kurul şu ifadelere yer verdi:


"Eğitim ortamlarında bile ayrımcı zihniyetin sürdüğünü ve kapsayıcılık anlayışının lafta kaldığını ortaya koymaktadır. Mobbing durumlarında yalnızca yüzde 30,6 oranında idari destek alınabildiği, buna karşılık yüzde 40,5 oranında destek alınamadığının beyan edilmesi, engelli çalışanların karşılaştığı psikolojik şiddet karşısında kurumların büyük ölçüde sessiz kaldığını ve bu sessizliğin kurumsal düzeyde bir duyarsızlığa dönüştüğünü göstermektedir. Görevde yükselme ve unvan değişikliği mülakatlarında engelli olduğu için önyargıya maruz kaldığını düşünenlerin oranı yüzde 23,7 iken, eşit değerlendirilmediğini hissedenler ve "bazen" işaretleyenlerle birlikte bu oran daha da yükselmekte, bu da liyakat ilkesinin engelliler söz konusu olduğunda sistematik biçimde ihlal edildiğini göstermektedir. Mevcut mevzuatların engelli çalışanların haklarını yeterince koruyup düzenlediğini düşünenlerin oranı yalnızca yüzde 2,3’te kalırken, yüzde 72,3 gibi ezici bir çoğunluk bu düzenlemeleri yetersiz ve dışlayıcı bulmakta, bu da hâlihazırda yürürlükte olan tüm yasal çerçevenin revizyona muhtaç olduğunu açıkça ortaya koymaktadır."


Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin döneminde engelli personele yönelik gerçekçi ve çözüm odaklı politikalar geliştirildiğini düşünenlerin oranının yalnızca yüzde 4,1 iken, yüzde 65,8 oranında katılımcı bu yönde hiçbir politika geliştirilemediğini belirttiğini aktaran Eğitim Gücü-Sen Engelsiz Eğitim Çalışanları Kurulu "Bu da mevcut yönetimin engelli çalışanlara dair sahaya dayalı etkili politikalar üretmediğini kanıtlamıştır. Tüm bu veriler birlikte değerlendirildiğinde, engelli eğitim çalışanlarının yalnızca fiziksel şartlarda değil; mevzuat, ayrımcılık, psikolojik baskı, liyakat ve yönetsel irade bakımından da derin bir eşitsizlikle karşı karşıya olduğu ve kamu idaresinin bu alanda sınıfta kaldığı net biçimde görülmektedir" ifadelerine yer verdi.


Bunlar Da İlginizi Çekebilir
İstanbul L’oréal Türkiye genç bilim kadınlarını ödüllendirmeye devam ediyor Tekno-güzellik şirketi L’Oréal Türkiye’nin UNESCO Türkiye Milli Komisyonu iş birliğiyle yürüttüğü "Bilim Kadınları İçin" programı 23 yıldır devam ediyor. Program, bugüne kadar Türkiye’den 128 bilim kadınını destekledi. Bu yıl Boğaziçi Üniversitesi Biyomedikal Mühendisliği Enstitüsü’nden Doç. Dr. Banu İyisan, Üçlü Negatif Meme Kanseri için tamamen doğal biyomalzemelerle akıllı ve hedefli nanoilaç teknolojileri geliştirmeyi amaçlayan projesiyle ödüllendirildi. Türkiye’nin önde gelen kurumsal sosyal sorumluluk programlarından biri olan "Bilim Kadınları İçin" programında, bu yıl ödül alan bilim kadınları L’Oréal Türkiye’nin ev sahipliğinde gerçekleştirilen tören ile duyuruldu. Bu kapsamda Boğaziçi Üniversitesi Biyomedikal Mühendisliği Enstitüsü öğretim üyesi Doç. Dr. Banu İyisan, tamamen doğal biyomalzemeler kullanarak Üçlü Negatif Meme Kanseri (ÜNMK) tedavisinde hedefli ve akıllı nanoilaç sistemleri geliştirmeyi amaçlayan projesiyle öne çıkıyor. Kadınlarda en sık görülen kanser türü olan meme kanserinin agresif alt türlerinden Üçlü Negatif Meme Kanseri’ne yönelik bu çalışma, mevcut tedavilerin sınırlılıklarını aşmayı hedefleyen önemli bir yaklaşım sunuyor. Eğitim ve araştırma yolculuğu: Almanya’dan Türkiye’ye uzanan bilim kariyeri Programın uluslararası ayağı olan L’Oréal-UNESCO For Women in Science, 140’dan fazla ülkede 4 bin 700’den fazla bilim kadınını desteklemiş ve bu isimlerden 7’si daha sonra Nobel Ödülü’ne layık görülmüştü. Türkiye, bu programın en aktif yürütüldüğü ve en çok destek veren ilk beş ülkeden biri olarak öne çıkıyor. İstanbul Teknik Üniversitesi Kimya Mühendisliği bölümünde lisans ve yüksek lisansını tamamlayan Doç. Dr. Banu İyisan 2012 yılında doktora eğitimi için Almanya’ya taşındı. Leibniz Polimer Enstitüsü’nde biyomedikal nanomalzemeler, kontrollü ilaç salım sistemleri, sentetik biyoloji ve biyosensör uygulamaları üzerine çalıştı; 2016’da Dresden Teknik Üniversitesi’nden doktora derecesini aldı. Doktora sürecinde International Helmholtz Research School for Nanoelectronic Networks (IHRS NANONET) programında nanoteknoloji ve malzeme bilimi üzerine eğitim alan araştırmacı, 2017-2020 yılları arasında Max Planck Polimer Araştırma Enstitüsü’nde yürütülen bir AB projesinde, meme kanseri teşhisi için nanofotonik sistemler geliştirmeye yönelik doktora sonrası çalışmalar yaptı. 2023 yılında Max Planck Partner Grup Lideri seçilerek, MPIP ile uluslararası iş birliğini güçlendirdi. Üçlü negatif meme kanserine yönelik yenilikçi tedavi yaklaşımı Yürüttüğü akıllı hibrit nanoilaç teknolojisi projesiyle, meme kanserinin en agresif alt türlerinden biri olan Üçlü Negatif Meme Kanseri’nin hedefli tedavilere yanıt vermemesi ve mevcut kemoterapi ilaçlarının ciddi yan etkilere yol açması nedeniyle ortaya çıkan ihtiyaca çözüm sunmayı amaçlayan İyisan, proje kapsamında tamamen doğal biyomalzemeler kullanarak Üçlü Negatif Meme Kanseri hücrelerini seçici biçimde hedefleyebilen ve pH gibi çevresel uyarılara duyarlı çalışan akıllı hibrit nanoilaç taşıyıcılarının tasarlanmasını hedefliyor. Bu yaklaşım, tedavi etkinliğinin artırılmasına ve yan etkilerin önemli ölçüde azaltılmasına katkı sağlamayı amaçlarken, sürdürülebilir teknolojilerle geliştirilen sistemin gelecekte farklı agresif kanser türlerinde de uygulanabilir olması hedefleniyor. 2020 yılından bu yana Boğaziçi Üniversitesi Biyomedikal Mühendisliği Enstitüsü’nde görev yapan Doç. Dr. Banu İyisan aldığı fonlarla Biyofonksiyonel Nanomalzeme Tasarım Laboratuvarı’nı kurarak araştırmalarını burada sürdürmeye devam ediyor.
Erzincan Erzincan’da 111 bin tuz çalısı toprakla buluşturuldu Erzincan’da 3 köyde 1000 dekarlık mera alanına dikilen tuz çalısı, erozyonla mücadele ve hayvancılıkta kaba yem ihtiyacına katkı sunacak. Erzincan İl Tarım ve Orman Müdürlüğü tarafından yürütülen proje kapsamında, kent genelinde mera kalitesini artırmak ve hayvancılıkta kaba yem açığını azaltmak amacıyla bir çalışma hayata geçirildi. Bu kapsamda Erzincan’da 3 köyde toplam 1000 dekarlık mera alanına 111 bin adet Atriplex Halimus (Tuz Çalısı) fidanı dikildi. Son yıllarda hem hayvan beslenmesinde hem de erozyonun önlenmesinde etkin şekilde kullanılan tuz çalısı bitkisi, özellikle kurak ve tuzlu topraklara uyum sağlamasıyla dikkat çekiyor. Erzincan Tarım ve Orman İl Müdürlüğü de bu özelliklerinden dolayı tuz çalısını meraların ıslahında yaygınlaştırarak, hayvancılığın sürdürülebilirliğine katkı sağlamayı hedefliyor. Proje kapsamında Mollaköy Mahmutlu Mahallesi’nde 300 dekarlık alana 33 bin 300 adet, Pınarönü köyünde 450 dekarlık alana 49 bin 950 adet ve Aydoğdu köyünde ise 250 dekarlık alana 27 bin 750 adet tuz çalısı fidanı toprakla buluşturuldu. Tarım ve Orman Bakanlığı Bitkisel Üretim Genel Müdürlüğü tarafından finanse edilen projenin toplam maliyeti ise 2 milyon TL olarak açıklandı. Proje sahasında incelemelerde bulunan Erzincan Tarım ve Orman İl Müdürü Alper Koçaker, Erzincan’ın yüzölçümünün yaklaşık üçte birinin meralardan oluştuğunu belirterek, bu alanların verimliliğinin artırılmasının hayvancılık açısından büyük önem taşıdığını ifade etti. Hayvancılık sektörünün ihtiyaç duyduğu kaba yemin önemli bir bölümünün meralardan karşılandığını vurgulayan Koçaker, özellikle küçükbaş hayvancılığın meralara bağımlı olduğuna dikkat çekti. Erzincan’da her yıl ortalama 3 meranın ıslah ve amenajman projelerine dahil edildiğini belirten İl Müdürü Koçaker, tuz çalısı projelerinin de bu çalışmaların önemli bir parçası olduğunu söyledi. Tuz çalısının derin ve kazık kök yapısı sayesinde toprağı tutma kapasitesinin yüksek olduğunu ifade eden Koçaker, bu özelliğiyle erozyonla mücadelede etkili bir bitki olduğunu kaydetti. Koçaker açıklamasında, "Tuz çalısı kuraklığa dayanıklı, iklim değişikliği ve çölleşmeye karşı dirençli, sorunlu ve tuzlu topraklarda bile yetişebilen çok önemli bir bitkidir. Kış mevsiminde yaprağını dökmemesi ve yoncaya eş değer besin değerine sahip olması hayvancılık açısından büyük avantaj sağlamaktadır. Hayvanlar tarafından sevilerek tüketilen tuz çalısı, tuzlu yapısı sayesinde hayvanların tuz ihtiyacını da doğal yoldan karşılamaktadır. Mahmutlu, Pınarönü ve Aydoğdu köylerimizde 111 bin adet tuz çalısı fidanını toprakla buluşturduk" ifadelerini kullandı. Hayata geçirilen proje ile birlikte Erzincan’da meraların verimliliğinin artırılması, erozyonun azaltılması ve hayvancılıkta sürdürülebilir yem kaynaklarının güçlendirilmesi hedefleniyor.