- 21 Kasım 2017 Salı 12:44

Türk doçentler milli yazılım geliştirdi, yıllık 30 milyon TL içeride kaldı

A
A
A
Türk doçentler milli yazılım geliştirdi, yıllık 30 milyon TL içeride kaldı

Fırat Üniversitesi’nde 3 doçent, kurdukları ekiple milli ve yerli İntihal (benzerlik) programını geliştirerek ABD ve İsveç’e ödenen 30 milyon liranın içeride kalmasını sağladı.

Fırat Üniversitesi’nde 3 doçent, kurdukları ekiple milli ve yerli İntihal (benzerlik) programını geliştirerek ABD ve İsveç’e ödenen 30 milyon liranın içeride kalmasını sağladı.


Fırat Üniversitesi öğretim üyelerinden Doç. Dr. Ahmet Bedir Özer, Serdar Yavuz ve Doç. Dr. Özcan Bayrak, Türkiye’deki üniversitelerin dünyada bulunan 2 intihal yazılım şirketine yaklaşık her yıl 30 milyon TL verdiklerini öğrendi. Bunun üzerine çalışmalara başlayan 3 doçent, Teknokent’te Asos Eğitim Bilişim Danışmanlık ve Otomosyon Ltd. şirketini kurdu. 17 kişilik ekibi ile çalışmalara başlayan doçentler, büyük bir başarıya imza atarak milli ve yerli İntihal (benzerlik) programını geliştirdi. Doçentler, ‘İntihalnet’ adıyla hayata geçirdikleri program için şimdiden 20 üniversite ile ön anlaşma yaparak, Türkiye, Katar ve Kıbrıs’taki üniversitelere sattı. Program aynı zamanda Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde de kullanılmaya başlandı.



"Sadece ABD ve İsveç’de var"


2 öğretim üyesi arkadaşıyla bir yazılım yapmaya karar verdiklerini belirten Fırat Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ahmet Bedri Özer, “İntihal, bir başkasının çalışmalarından alınan ve izin alınmadan kullanılan veriler demek. Günümüzde makaleler, tezler, kitaplar, projeler, başkaları tarafından kendi çalışmaları gibi gösteriliyor. Bunu engellemek için kanunlar çıktı. YÖK bu tür intihal programları kullanma zorunluluğu getirdi. Biz bu programları gördüğümüzde şuna dikkat ettik. Türkiye’de iki tane program kullanılıyor. Bunlardan biri Amerika diğeri İsveç yapımı program. Türkiye her yıl 30 milyon TL civarı bu iki ürüne ücret ödüyor. Bu her yıl ödenmektedir” dedi.



"Yurt dışına da satılmaya başlandı"


"Bu programı nasıl milli yapabiliriz" diye düşündüklerini dile getiren Doç. Dr. Özer, “2016 Ocak ayında projemizi başlattık ve 2017 Kasım ayı itibariyle bitti. Satışa hazır hale de geldi. Biz bu iki ürüne muadil bir ürün yaptık. Ürünümüzün adı ‘İntihalnet’ Biz bu ürünü Türkiye’deki üniversiteler için hazırlamıştık. Ama pazarın çok büyük olduğunu gördük. Geçen ay Katar ve Kıbrıs’taki bir üniversiteye verdik. Şu an Azerbaycan’daki iki üniversiteyle görüşmelere devam ediyor. Türkiye’de ise 40 üniversite deneme sürümümüzü kullanıyor. 20 tanesi ile ön anlaşmamızı yaptık” diye konuştu.



“Ülkemizde katkı sağlarsak ne mutlu bize”


Kendilerine farklı kurumlardan da teklifler geldiğini vurgulayan Özer, “Diyanet İşleri Başkanlığımızın böyle bir program aradığını duyduk ve görüşmelerimiz sürüyor. Yine Milli Eğitim Bakanlığımız müfredatı değiştirdi. Yeni müfredatta okutulacak kitapları bir benzerlik programından geçirmek istiyor. Oraya da talip olduk. Kültür Bakanlığının da kitaplar basılırken böyle bir çalışma yaptığını duyduk. Biz 200 üniversiteyi hedeflemiştik ama bir baktık ki pazar çok büyük. Bu pazarda hiçbir milli yazılım yok. İlk yazılım bizim yazılımımız. Yazılım gerekli testleri geçti. Şu an kullanılıyor. Ülkemizde katkı sağlarsak ne mutlu bize” şeklinde konuştu.



“Her yıl dışarıya 30 milyon TL ücret verildiğini duyduğumuzda içimiz acıdı”


TBMM’de şu an programlarının kullanıldığını aktaran Özer, şöyle devam etti:


“TBMM ile 14 aylık bir anlaşma imzaladık. TBMM’nin süreli yayınları var. İlk olarak burada kullanıyor. Mesela bakanlar ve milletvekilleri danışmanları aracılığıyla konuşmalar hazırlıyorlar. Bunlar halkın karşısına sunulmadan önce bizim programdan geçiriliyor. Böylece başka bir yerden alıntı olup olmadığını anlıyorlar. Ticari bir kuruluşuz ama millilik gerçekten ön planda. Biz her yıl dışarıya yaklaşık 30 milyon TL ücret verildiğini duyduğumuzda içimiz acıdı.”

Bunlar Da İlginizi Çekebilir
İzmir ‘Deprem kara kutu sistemi’ afet esnasındaki 4 risk faktörünü engelleyecek İzmir’de Türk Mühendislerden oluşan bir ekip, ‘Deprem Kara Kutu Sistemi’ projesini geliştirdi. Geliştirilen proje ile deprem öncesi, sırası ve sonrasında risk oluşturacak 4 faktör engellenerek; muhtemel tehlikelerin önüne geçilmesi amaçlanıyor. İzmir’de Türk Mühendislerin yer aldığı 10 kişilik bir ekip, uçaklarda bulunan ve uçağın düşmesini engelleyen ‘kara kutulardan’ esinlenerek ‘Deprem Kara Kutu Sistemi’ni geliştirdi. Geliştirilen sistem ile deprem öncesi, sırası ve sonrasında oluşacak 4 risk faktör tespit edilerek, muhtemel tehlikelerin engellenmesi amaçlanıyor. Sistem sayesinde, binada bulunan kişilerin yerleri de daha önceden kayıt altına alınıp, bu veriler Afet Koordinasyon Merkezi’ne iletilecek. Bu sayede enkaz altında bulunan kişilerin hayatta kalması hedefleniyor. Veriler araştırmacılarla ücretsiz paylaşılacak Projenin çıkış aşamasını anlatan 9 Eylül Üniversitesi Deprem Merkezi Kurucusu Prof. Dr. Zafer Akçığ, “Ülkemizin yüzde 90’ı deprem bölgesi. Kentsel dönüşümü de tamamlamak için çok uzun bir süreye ihtiyaç var. Depremden kaçamıyoruz, şimdilik yıkımlardan da kurtulamıyoruz. O zaman tespit ettiğimiz önemli bir aksaklık 6 Şubat depremlerinde çıktı. İnsanlar enkaz altında canlı olarak kalıp, maalesef ilk 72 saat ulaşılamadığı için ‘onları nasıl kurtarırız?’ ‘nasıl canlı çıkarabiliriz? fikrini düşündük. Projede hem deprem öncesi hem sırası hem de sonrası var. Öncesinde, daha iyi yapılacak mikro bölgeleme ve çalışmaları, bilimsel verilere ışık tutacak bilgileri elde ediyoruz. Bu bilgileri araştırmacılar yararlanabilsinler diye kamuoyuyla ücretsiz paylaşıyoruz. Deprem anında ise eğer bina yıkılmadıysa, deprem büyüklüğüne göre bir ölçek belirliyoruz” dedi. 4 risk faktörüne müdahale ediyor İki tane kara kutunun bulunduğunu aktaran Akçığ, “Bu kara kutulardan bir tanesi zeminde, bir tanesi çatıda. Aşağıdaki kara kutunun; depremi algıladığı zaman yaptığı dört tane işlem var. Önce alarm veriyor. Sonra suyu kesiyor. Daha sonra doğalgazı kesiyor. İlk planda asansörleri stabil hale getirip insanların orayı kullanarak sıkışmamaları için onları park haline getiriyor. En sonunda ise ana vanadan apartmana kalan mesafedeki doğalgazı kesiyor. Dolayısıyla yangın ve su basması gibi tehlikelerinde önüne geçmiş oluyoruz” ifadelerine yer verdi. Canlıların yerini tespit ediyor Sistem beklediğini ve binada bir yıkım yoksa 10 dakika sonra tekrar çalışır hale geldiğini söyleyen Prof. Dr. Akçığ, şunları kaydetti: “Cihaz bir yıkım algıladığı zaman, her ihtimale karşı bir tane de çatıda aynı özellikleri taşıyan bir aparatımız daha var. Ne olur ne olmaz düşüncesiyle aşağıdaki kara kutu kendini kapatıyor ve görevini yukarıdaki kara kutuya devrediyor. Her dairede sensörlerimiz var. Yukarıdaki kara kutu o sensörlerle devreye giriyor. Kara kutular insan nefesine ve nem basınç değişimlerine, karbondioksit tüketimine duyarlı. O nedenle canlı olma ihtimali olan yerleri ve paralelde GPS’leri de içinde olduğu için yaklaşık 25-50 santim hata payı ile canlıların yerini bulup aşağıya gelen kurtarma ekiplerine bilgi veriyor. Baygınlar da olabiliyor. Onların da yerleri tespit edilebiliyor.” Prof. Dr. Akçığ, sistemin enerjisini kendi kendine sağladığını belirterek, 72 saate kadar da dayandığını ifade etti. Sözlerini sürdüren Akçığ, sistemin dayanıklılığını 98 saate kadar çıkarma çalışmalarının devam ettiğinin altını çizdi. Binaya giren ve çıkan kişi sayısı kayıt ediliyor “Sistem dahilinde daha önceden yapılan çalışmalarla, yapıdaki kişi sayıları da baştan belli” diyen Akçığ, “Giriş-çıkışlardan dolayı gelen ve çıkanların sayısından apartmanda kimlerin olduğunu biliyoruz. Örneğin deprem bir tatil zamanı olduysa, bir iş hanı önceliğini yitiriyor. Bu da çok sayıda insanın binada olmamasından kaynaklanıyor. Öncelikle nerede yoğunluk var onları bulmayı amaçlıyoruz” şeklinde konuştu. “Öncelik canlılar ve baygınlar” Deprem sırasında önceliğin canlılar ve baygınlar olduğunu ifade eden Zafer Akçığ, sözlerine şunları da ekledi: “Dolayısıyla 72 saat veya 96 saatten sonra canlı kavramı ortadan kalktığı andan itibaren de amacımız naaşları bütün çıkarabilmek. Enkazdan kol bacak parçalarının çıkmasını asgariye indirmek için çabalıyoruz. Bu çalışmaların temelinde yatan ana fikir de budur.”
Adana Kocasını öldüren, kendini yatalak bırakan katile 16 yıl hapis cezası verilmesine isyan etti Adana’da klima tamiri nedeniyle kocası öldürülen kendisi de yatalak bırakılan kadın, katile iyi hal uygulanarak 16 yıl hapis cezasın verilmesine tepki gösterip, “Biz ömür boyu hapis beklerken bu karar ile bir kez daha yıkıldık” dedi. Olay, merkez Seyhan ilçesi Denizli Mahallesi’nde 19 Ocak 2022’de meydana geldi. İddiaya göre, İbrahim Koğa (45) evindeki kliması bozulunca tamirat için aynı mahallede oturan Murat T’yi çağırdı. Eve gelen Murat T’nin (28) tamirini yaptığı klimadaki arıza devam edince Koğa, bu kez de servis ekibi çağırdı. Servis elemanları klimada bir parçanın eksik olduğunu söyledi. Koğa ise Murat T’ye "Klimamdan malzeme çalmışsın" diye tepki gösterdi. Olaydan bir gün sonra Murat T., kebap yemek için İbrahim Koğa’nın evinin bulunduğu sokağa gitti. Burada karşılaştığı Koğa ailesiyle tartışmaya başlayan Murat T., belindeki tabancayı çıkarıp ateş etti. Silahtan çıkan kurşunlar İbrahim Koğa’nın göğsüne, eşi Hayat Koğa (45) ile oğlu Şehmuzcan Koğa’nın (18) ise bacaklarına isabet etti. Koğa ailesi kanlar içerisinde yere yığılırken, zanlı Murat T. ise olay yerinden kaçtı. Çevredekilerin ihbarı üzerine olay yerine çok sayıda polis ve sağlık ekibi sevk edildi. Sağlık görevlileri, ilk müdahalelerini yaptığı yaralılardan İbrahim ile eşi Hayat Koğa’yı ambulansla Seyhan Devlet Hastanesi’ne, Şehmuzcan Koğa’yı ise Adana Şehir Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne götürdü. Olayla ilgili çalışma yapan Cinayet Büro Amirliği ekipleri, Murat T.’yi evine yapılan baskında yakaladı. İşlemlerinin ardından adliyeye sevk edilen Murat T., çıkarıldığı mahkemece tutuklandı. Yaralılardan Hayat Koğa ile oğlu Şehmuzcan Koğa taburcu edilirken, İbrahim Koğa tedavi gördüğü hastanede hayatını kaybetti. Hayat Koğa ise olayda sonra sakat kalıp yatağa mahkum oldu. Sanık Murat T. ise müebbet hapis cezası istemiyle yargılanmaya başladı. Yargılanma sonucunda Murat T. iyi hal indirimi alarak ömür boyu hapis cezası yerine 16 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Olaydan sonra diz kapağından yaralandığı için yatalak kalan Hayat Koğa, ”Mahkeme gerçekleşti, kızlarım mahkemeye gittiler ben dayanamadığım, tansiyonum yükseldiği için gitmeme izin vermediler. Mahkemede hakimin kalpten konuşmadığını düşünüyorum eğer kalpten konuşmuş olsaydı bugün o katile iki müebbet verirlerdi. Müebbetin birini eşim için diğerini de benim ayağım için verirlerdi. Demek ki adalet sistemi yokmuş, adalet olmuş olsaydı benim elimden tutardı, benim gibi nice insanlar var. Benim eşimi vurdu, kasten öldürdü. Çınar ağacımı öldürdü parçaladı, sonra oğluma sonra bana çevirdi gözünü. Koğa, şöyle devam etti: “Eşimin ölümünün cezası 16 sene, adalet bu mu 16 sene mi? 16 sene boyunca cezaevinde yatacak sonra çıkacak elini kolunu sallayarak dışarda gezecek. Ben gerçekten adalet istiyorum. Oğlumu vurdu, oğlum sakat kaldı, doktorlar ayağı kesilecek dedi. Kızımın kafasına kabza ile vurdu, kızımın kafasını paramparça etti, kızım hala acı çekiyor bu yüzden. Diğer kızım ağlaya ağlaya gözleri küçüldü, çocuklarım olayın olduğu yere gitmiyor, oraya baktıkça babalarını hatırlıyorlar. Gerçekten benim içim acıyor, eşim için adalet istiyorum. Ne kelime kullanacağımı bilmiyorum. O kadar kötü davrandı ki devlet bana, ben sadece adalet istiyorum. Ayağım için bir sene vermiş hakim, cinayetten dolayı 11 sene vermiş. Adalet bize çok kötü davrandı, ben müebbet istiyorum, en az iki müebbet istiyorum. Bütün anneler bana destek olsun, benim gibi böyle yarası olan anneler destek olsun bana. O katil çıkmasın içerden. Ben iki çocuğumla tehdit ediliyorum halen, karşı taraf beni ve çocuklarımı tehdit ediyor hala. Ben hayatım boyunca desteksiz yürüyemeyeceğim artık. Ayağıma her baktığımda içim acıyor. Bana para teklif ettiler. 5 milyon Türk lirası, ev, araba teklif ettiler bana. İnsan hayatı bu kadar ucuz mu?”