GENEL - 26 Mart 2012 Pazartesi 17:46

2011 YILI UYUŞTURUCU RAPORU AÇIKLANDI

A
A
A
2011 YILI UYUŞTURUCU RAPORU AÇIKLANDI

Emniyet Genel Müdürlüğü, Uyuşturucu ve Uyuşturucu Bağımlılığı İzleme Merkezi (TUBİM) 2011 yılı Türkiye Uyuşturucu Raporunu açıkladı. Rapora göre, Türkiye`deki HIV/AIDS vaka sayısı son 10 yılda yaklaşık 4 misli artış göstererek, 2010 yılında toplam 4525`e ulaştı.
Emniyet Genel Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Dairesi Başkanlığı bünyesinde faaliyetlerini sürdüren, Avrupa Uyuşturucu ve Uyuşturucu Bağımlılığı İzleme Merkezi`nin (EMCDDA ) Türkiye Ulusal Temas Noktası olan Türkiye Uyuşturucu ve Uyuşturucu Bağımlılığı İzleme Merkezi (TUBİM ) koordinesinde yetki sorumluluğu olan çok sayıda kuruluşlardan temin edilen verilerle 2010 yılı verileri kullanılarak hazırlanan "Türkiye Uyuşturucu Raporu 2011" yayınlandı.
22 İLDE TEDAVİ MERKEZİ VAR
Raporda, Türkiye`de genel sağlık sigortası kapsamında olan kişilerin sözleşmeli sağlık hizmeti sunucularındaki madde bağımlılığına ilişkin ayak ve yatarak tedavi giderleri Sosyal Güvenlik Kurumunca karşılandığı belirtildi. Madde bağımlılığı tedavisinin Sağlık Bakanlığı, üniversiteler ve özel sektöre bağlı, 13 ilde bulunan 22 tedavi merkezinde toplam 525 yatak kapasitesi ile yürütüldüğü kaydedildi.
TEDAVİ GÖREN SAYISI ARTTI
2010 yılında yatarak tedavi gören hasta sayısı, 2009 yılına (2594) oranla yüzde 11,79`luk bir artışla 2900`e yükseldi. Ayaktan tedavi başvuru sayısı ise 2009 yılına (106093) göre yüzde 26,57`lik bir artışla 134287`ye ulaştı. 2010 yılında tedavi görenlerin yüzde 57,14`ü daha önce tedavi görürken, yüzde 41,38`i ilk kez tedavi gördü. Tedavi gören kişilerin yüzde 66,45 oranında ilk ve ortaokul mezunu oldukları görüldü.
2009 yılında yatarak tedavi görenlerin yüzde 56,67`si eroinden tedavi görürken, bu oran 2010 yılında yüzde 68,07`ye çıktı. 2010 yılında yatarak tedavi gören her üç hastadan ikisi ise eroin bağımlısı gözüktü. 2010 yılında yatarak tedavi gören hastaların yaş ortalaması 28,34 oldu. En küçük kişinin yaşı 12, en büyük kişinin yaşı 66 olarak tespit edildi. İlk kullanım yaşı ortalaması ise 21,5. Tedavi gören hastalar, tedavi gördükleri maddeyi ilk kullanım yaşları bakımından incelendiğinde; yüzde 10,72`sinin 15
yaşından küçük, yüzde 31,59`unun 15-19, yüzde 28,55`inin 20-24, yüzde 14,17`sinin 25-29, yüzde 6,97`sinin 30-34 ve yüzde 4,83`ünün ise 35-59 yaşları arasında olduğu görüldü.
Rapora göre, Türkiye`deki HIV/AIDS vaka sayısı son 10 yılda yaklaşık 4 misli artış göstererek, 2010 yılında toplam sayı 4525`e ulaştı. Bunun yüzde 3,25`inin (147) bulaşma yolunun damar içi madde kullanımı olduğu değerlendirildi. 2010 yılında Türkiye`de 3099 Hepatit B ve 604 Hepatit C vakasına rastlanmıştır. Ancak bu vakalardan kaçının damar içi madde kullanıcısı olduğu tespit edilemedi. 2010 yılında yatarak tedavi gören damar içi madde kullanıcılarından HIV testi uygulanan 644 hastadan 0,47`sinin (3),
HBV testi uygulanan 618 hastadan yüzde 3,56`sının (22) ve HCV testi uygulanan 666 hastadan yüzde 32,88`sinin (219) sonucu pozitif tespit edildi.
DOОRUDAN ÖLÜMLER AZALDI
2009 yılında 153 olan doğrudan madde bağlantılı ölüm (MBÖ) sayısı 2010 yılında yüzde 17,6`lık bir düşüşle 126 olarak gerçekleşti. Ölümlerin yüzde 24,6`sını (31) yabancı uyruklular oluşturdu. Yaş ortalamasının 34,2 (min:16-max:65), en sık oranın ise 25-29 yaş grubunda olduğu belirlendi.
EN FAZLA ÖLÜM İSTANBUL`DA
En fazla ölüm olayının meydana geldiği ilk beş il sırasıyla; İstanbul (57), Antalya (15), Adana (14), Gaziantep (9) ve Ankara (4) olarak tespit edildi.
2010 yılında Türkiye genelinde toplam 81 bin 960 uyuşturucu olayı meydana geldiği, bu olaylarda 126 bin 099 şüpheli yakalandığı belirtildi. Meydana gelen 81960 uyuşturucu olayının yüzde 89`u (72826) uyuşturucu madde kullanma/bulundurma, yüzde 11`i (9134) ise satma/kaçakçılık/imal suçlarından oluştu. 2010 yılında Türkiye`de 4155 eroin, 74168 esrar, 1249 kokain, 1371 ecstasy ve 154 captagon olayı meydana geldi.
CEZAEVLERİNDE UYUŞTURUCU KAYNAKLI SUÇLARDAN 25 BİN KİŞİ VAR
Uyuşturucuya bağlı suçlardan ceza infaz kurumlarında bulunan kişi sayısı 2005 yılında 4125 iken, 2010 yılında bu sayı yüzde 504 artışla 24 bin 925`e ulaştı. 2010 yılı itibariyle, ceza infaz kurumlarında bulunanlar arasında uyuşturucu suçları, toplam sayının yüzde 20,7`si ile ilk sırada yer alıyor.
ARKADAŞ ETKİSİ
Rapora göre, madde kullanıcılarının maddeye başlama nedeni olarak, merak ve arkadaş etkisi her yıl ilk sıralarda geliyor. Madde kullanıcıları maddeyi en çok terk edilmiş yerlerde, ardından da kendi evlerinde kullanıyor. Madde kullanımı evlilere oranla bekarlar arasında daha yaygın gözüküyor. Türkiye`de en fazla kullanılan madde ise esrar. Kullanım sırasına göre, ilk sırada sigara ve ikinci sırada alkol gibi legal maddeler gelirken, illegal maddeler arasında ilk sırada esrar geliyor. Buna göre sigara ve
alkol kullanımının, illegal madde kullanımına geçişte ilk adım olduğu değerlendiriliyor.
TERÖR GRUPLARINA DARBE
Güvenlik güçleri tarafından PKK/Kongra-Gel terör örgütünün yanı sıra DHKP/C, TKP-ML, DEVSOL ve ASALA terör örgütleriyle bağlantılı olduğu tespit edilen, 1984 yılından 2011 yılı Nisan ayına kadar narko-terörizm kapsamında yürütülen 363 operasyonda 839 şahıs yakalandı. Bu operasyonların 60`ında PKK/Kongra-Gel hücre evleri ve sığınaklarında yüksek miktarlarda uyuşturucu yakalandı. Terör örgütlerine karşı yapılan operasyonlarda 4253 kg eroin, 22830 kg esrar, 4305 kg bazmorfin, 8 kilo afyon sakızı, 710 kg
kokain, 337412 adet sentetik uyuşturucu, 26190 litre asetik anhidrit ve iki imalathane ele geçirildi.
AFGANİSTAN`DA ÜRETİM DÜŞTÜ, TÜRKİYE`DE YAKALAMA AZALDI
Emniyet Genel Müdürlüğü`nün verilerine göre, Türkiye`de afyon ve türevlerinin illegal üretimi yapılmıyor. Türkiye`ye ulaşan afyon, baz morfin ve eroinin temel kaynağı Afganistan gözüküyor.
2010 yılında Afganistan`daki afyon üretiminde yaşanan yüzde 48`lik düşüş Türkiye`deki eroin yakalama miktarlarında da bir düşüşe yol açtı. Buna rağmen, Balkan Rotası üzerinde bulunan Türkiye`de önemli miktarlarda eroin yakalamaları devam etti. 2010 yılında Türkiye`de 12690 kg eroin ele geçirildi. Eroin yakalamalarındaki düşüş 2009 yılına oranla yüzde 21 oranında gerçekleşti.
EN ÇOK KOKLAMA İLE KULLANILIYOR
2010 yılında yatarak tedavi gören hastaların kullandıkları maddeler kullanım yoluna göre incelendiğinde; yüzde 35,69`u (1035) koklama, yüzde 23,48`i (681) sigara, yüzde 23,45`i (680) enjeksiyon, yüzde 10,69`u (310) yeme/içme şeklinde maddeleri kullandıklarını belirtirken, yüzde 6,69`u (194) ise maddeyi kullanım yöntemini belirtmedi.
TEDAVİ OLMAK İSTEMİYORLAR
Madde kullanıcılarının yüzde 58,8`inin "tedavi olmak ister misiniz?" sorusuna hayır cevabı verdikleri görüldü. Kullanıcıların yarısından fazlasının tedavi olmak istemediklerini ifade etmelerinin en önemli nedenlerinden birisinin de, kullanıcılar arasındaki esrarın zararsız ya da daha az zararlı olduğu şeklindeki yaygın ve yanlış inanış olduğu değerlendirildi.
Bunlar Da İlginizi Çekebilir
İstanbul L’oréal Türkiye genç bilim kadınlarını ödüllendirmeye devam ediyor Tekno-güzellik şirketi L’Oréal Türkiye’nin UNESCO Türkiye Milli Komisyonu iş birliğiyle yürüttüğü "Bilim Kadınları İçin" programı 23 yıldır devam ediyor. Program, bugüne kadar Türkiye’den 128 bilim kadınını destekledi. Bu yıl Boğaziçi Üniversitesi Biyomedikal Mühendisliği Enstitüsü’nden Doç. Dr. Banu İyisan, Üçlü Negatif Meme Kanseri için tamamen doğal biyomalzemelerle akıllı ve hedefli nanoilaç teknolojileri geliştirmeyi amaçlayan projesiyle ödüllendirildi. Türkiye’nin önde gelen kurumsal sosyal sorumluluk programlarından biri olan "Bilim Kadınları İçin" programında, bu yıl ödül alan bilim kadınları L’Oréal Türkiye’nin ev sahipliğinde gerçekleştirilen tören ile duyuruldu. Bu kapsamda Boğaziçi Üniversitesi Biyomedikal Mühendisliği Enstitüsü öğretim üyesi Doç. Dr. Banu İyisan, tamamen doğal biyomalzemeler kullanarak Üçlü Negatif Meme Kanseri (ÜNMK) tedavisinde hedefli ve akıllı nanoilaç sistemleri geliştirmeyi amaçlayan projesiyle öne çıkıyor. Kadınlarda en sık görülen kanser türü olan meme kanserinin agresif alt türlerinden Üçlü Negatif Meme Kanseri’ne yönelik bu çalışma, mevcut tedavilerin sınırlılıklarını aşmayı hedefleyen önemli bir yaklaşım sunuyor. Eğitim ve araştırma yolculuğu: Almanya’dan Türkiye’ye uzanan bilim kariyeri Programın uluslararası ayağı olan L’Oréal-UNESCO For Women in Science, 140’dan fazla ülkede 4 bin 700’den fazla bilim kadınını desteklemiş ve bu isimlerden 7’si daha sonra Nobel Ödülü’ne layık görülmüştü. Türkiye, bu programın en aktif yürütüldüğü ve en çok destek veren ilk beş ülkeden biri olarak öne çıkıyor. İstanbul Teknik Üniversitesi Kimya Mühendisliği bölümünde lisans ve yüksek lisansını tamamlayan Doç. Dr. Banu İyisan 2012 yılında doktora eğitimi için Almanya’ya taşındı. Leibniz Polimer Enstitüsü’nde biyomedikal nanomalzemeler, kontrollü ilaç salım sistemleri, sentetik biyoloji ve biyosensör uygulamaları üzerine çalıştı; 2016’da Dresden Teknik Üniversitesi’nden doktora derecesini aldı. Doktora sürecinde International Helmholtz Research School for Nanoelectronic Networks (IHRS NANONET) programında nanoteknoloji ve malzeme bilimi üzerine eğitim alan araştırmacı, 2017-2020 yılları arasında Max Planck Polimer Araştırma Enstitüsü’nde yürütülen bir AB projesinde, meme kanseri teşhisi için nanofotonik sistemler geliştirmeye yönelik doktora sonrası çalışmalar yaptı. 2023 yılında Max Planck Partner Grup Lideri seçilerek, MPIP ile uluslararası iş birliğini güçlendirdi. Üçlü negatif meme kanserine yönelik yenilikçi tedavi yaklaşımı Yürüttüğü akıllı hibrit nanoilaç teknolojisi projesiyle, meme kanserinin en agresif alt türlerinden biri olan Üçlü Negatif Meme Kanseri’nin hedefli tedavilere yanıt vermemesi ve mevcut kemoterapi ilaçlarının ciddi yan etkilere yol açması nedeniyle ortaya çıkan ihtiyaca çözüm sunmayı amaçlayan İyisan, proje kapsamında tamamen doğal biyomalzemeler kullanarak Üçlü Negatif Meme Kanseri hücrelerini seçici biçimde hedefleyebilen ve pH gibi çevresel uyarılara duyarlı çalışan akıllı hibrit nanoilaç taşıyıcılarının tasarlanmasını hedefliyor. Bu yaklaşım, tedavi etkinliğinin artırılmasına ve yan etkilerin önemli ölçüde azaltılmasına katkı sağlamayı amaçlarken, sürdürülebilir teknolojilerle geliştirilen sistemin gelecekte farklı agresif kanser türlerinde de uygulanabilir olması hedefleniyor. 2020 yılından bu yana Boğaziçi Üniversitesi Biyomedikal Mühendisliği Enstitüsü’nde görev yapan Doç. Dr. Banu İyisan aldığı fonlarla Biyofonksiyonel Nanomalzeme Tasarım Laboratuvarı’nı kurarak araştırmalarını burada sürdürmeye devam ediyor.
Erzincan Erzincan’da 111 bin tuz çalısı toprakla buluşturuldu Erzincan’da 3 köyde 1000 dekarlık mera alanına dikilen tuz çalısı, erozyonla mücadele ve hayvancılıkta kaba yem ihtiyacına katkı sunacak. Erzincan İl Tarım ve Orman Müdürlüğü tarafından yürütülen proje kapsamında, kent genelinde mera kalitesini artırmak ve hayvancılıkta kaba yem açığını azaltmak amacıyla bir çalışma hayata geçirildi. Bu kapsamda Erzincan’da 3 köyde toplam 1000 dekarlık mera alanına 111 bin adet Atriplex Halimus (Tuz Çalısı) fidanı dikildi. Son yıllarda hem hayvan beslenmesinde hem de erozyonun önlenmesinde etkin şekilde kullanılan tuz çalısı bitkisi, özellikle kurak ve tuzlu topraklara uyum sağlamasıyla dikkat çekiyor. Erzincan Tarım ve Orman İl Müdürlüğü de bu özelliklerinden dolayı tuz çalısını meraların ıslahında yaygınlaştırarak, hayvancılığın sürdürülebilirliğine katkı sağlamayı hedefliyor. Proje kapsamında Mollaköy Mahmutlu Mahallesi’nde 300 dekarlık alana 33 bin 300 adet, Pınarönü köyünde 450 dekarlık alana 49 bin 950 adet ve Aydoğdu köyünde ise 250 dekarlık alana 27 bin 750 adet tuz çalısı fidanı toprakla buluşturuldu. Tarım ve Orman Bakanlığı Bitkisel Üretim Genel Müdürlüğü tarafından finanse edilen projenin toplam maliyeti ise 2 milyon TL olarak açıklandı. Proje sahasında incelemelerde bulunan Erzincan Tarım ve Orman İl Müdürü Alper Koçaker, Erzincan’ın yüzölçümünün yaklaşık üçte birinin meralardan oluştuğunu belirterek, bu alanların verimliliğinin artırılmasının hayvancılık açısından büyük önem taşıdığını ifade etti. Hayvancılık sektörünün ihtiyaç duyduğu kaba yemin önemli bir bölümünün meralardan karşılandığını vurgulayan Koçaker, özellikle küçükbaş hayvancılığın meralara bağımlı olduğuna dikkat çekti. Erzincan’da her yıl ortalama 3 meranın ıslah ve amenajman projelerine dahil edildiğini belirten İl Müdürü Koçaker, tuz çalısı projelerinin de bu çalışmaların önemli bir parçası olduğunu söyledi. Tuz çalısının derin ve kazık kök yapısı sayesinde toprağı tutma kapasitesinin yüksek olduğunu ifade eden Koçaker, bu özelliğiyle erozyonla mücadelede etkili bir bitki olduğunu kaydetti. Koçaker açıklamasında, "Tuz çalısı kuraklığa dayanıklı, iklim değişikliği ve çölleşmeye karşı dirençli, sorunlu ve tuzlu topraklarda bile yetişebilen çok önemli bir bitkidir. Kış mevsiminde yaprağını dökmemesi ve yoncaya eş değer besin değerine sahip olması hayvancılık açısından büyük avantaj sağlamaktadır. Hayvanlar tarafından sevilerek tüketilen tuz çalısı, tuzlu yapısı sayesinde hayvanların tuz ihtiyacını da doğal yoldan karşılamaktadır. Mahmutlu, Pınarönü ve Aydoğdu köylerimizde 111 bin adet tuz çalısı fidanını toprakla buluşturduk" ifadelerini kullandı. Hayata geçirilen proje ile birlikte Erzincan’da meraların verimliliğinin artırılması, erozyonun azaltılması ve hayvancılıkta sürdürülebilir yem kaynaklarının güçlendirilmesi hedefleniyor.