GÜNDEM - 23 Şubat 2017 Perşembe 21:27

Ahmet Mücahid Ören merhum babası Enver Ören'i anlattı

A
A
A
Ahmet Mücahid Ören merhum babası Enver Ören'i anlattı

Bize çok önemli bir miras ve çok kıymetli bir isim, hepsinden önemlisi çok zor ele geçecek bir terbiye bıraktı.

Geçen 4 yıla rağmen yüreklerimizde ayrılık acısı taze olan Enver Ören Ağabey’i en yakınındaki isimden, İhlas Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Mücahid Ören’den dinledik… Enver Ağabey’in çektiği sıkıntıları, hizmetlerini, binbir emekle kurduğu şirketlerine yapılan kumpasları ve en mühimmi de nasıl bir zat ve aile ferdi olduğunu hiç duyulmamış hatıralarla Mücahid Bey’den öğrendik…

Öncelikle şuradan başlamak istiyorum; Enver Ağabey’in vatan sevgisi ve devletine bağlılığı hakkında neler söylersiniz?

Enver Bey’in vefatının ardından 4 yıl geçti… Böyle bir sohbet yapalım diye hep niyetlendik ama nasip bu seneyeymiş. Siz bu soruyu sorarken rahmetli babamın bir hatırası aklıma geldi. Babam Denizli, Honaz doğumlu. Nazif dedem de yıllarca Devlet Demir Yolları’nda çalışmış az gelirli bir vatandaş. Enver Bey anlatırdı: Bir gün babamın çalıştığı treni karşılamak için heyecanla Denizli’ye gittik. Kömürlü lokomotifte çalışan babam, elleri kara içerisinde çıkageldi. Ben de yanına koştum ama elini yıkarsa öperim diye bekledim. Babam önce bana baktı, sonra bilet gişesinden dönüş biletimi alarak, eve dönmemi söyledi. Ardından da “Bak evladım, bu eller vatana, devlete hizmet etmek ve sizlere iyi bir hayat sunabilmek için çalışıyor. Sen elimi bu hâlde öpme. Bu sana bir ders olsun” demiş… Vatan, millet sevgisi gibi mühim değerler, çocuk yaşta kazanılır. Sonradan benimsenmesi zor şeylerdir. Bu hadiseden yıllar sonra, İhlas Haber Ajansı’nda çalışan arkadaşlar terörist başı Abdullah Öcalan’la bir röportaj imkânı yakaladılar. Uzun bir seyahatin ardından Suriye’de saklandığı kampa gittiler. Çok ilginç bir röportaj yapılıp dönüldükten sonra havalimanında devletin istihbarat birimleri arkadaşları karşılamışlar. Düşünün, bir haber ajansı o dönemde en mühim hadiselerin odağındaki şahısla, çok özel bir röportaj yapıyor. İstihbaratçılar demişler ki: Bu röportajı yaptığınızı biliyoruz ama önce bizim görmemiz lazım. O arkadaş da “Bir dakika, buna ben kendim karar veremem!” deyip Enver Bey’i arayarak durumu izah etmiş. Enver Bey’in verdiği cevap şu olmuş: Bizim medyamız da, varlığımız da devletimiz için. Verin, onlar ne uygun görürse biz öyle devam ederiz… O gün röportajı yapan arkadaşlar “Bu ancak İhlas Medya’da olur. Hiçbir medya kuruluşu bu kadar önemli bir hadisede ‘Devletimiz ne söylüyorsa olsun!’ demez, herhangi bir şekilde mücadele eder” diye konuşmuşlardı. Sonra o röportaj yayınlanmadı tabii…

Ahmet Mücahid Ören merhum babası Enver Ören'i anlattı

İLKESİ DEĞİŞMEYEN TEK GAZETE

Bugünlerde “millî medya” tabiri çok sık kullanılıyor ama İhlas her zaman millîydi. Sürekli devletini ve milletini önceliyordu. Bu yüzden de her zaman yandaşmış gibi algılanıyordu. Doğru mu efendim?

Evet yandaştık ama bu, iktidarlara değil, devletimize olan yandaşlıktı. Biz doğru olana yandaşlık yapmaya çalıştık. Burası 47 yıllık bir haber kuruluşu. Bu ülke için doğru olan neyse sürekli onu yapmaya çalıştık. Şunu söylemek lazım, Türkiye gazetesi, 47 senedir sahipliği, yayın ilkeleri, içeriği değişmemiş belki de tek gazete. Dolayısıyla bu anlayış, sonradan olma bir şey değil. Bu, “Rüzgâr nereden esiyorsa oraya göre pozisyon alayım” demek de değil. Enver Bey, millî hislerle büyüyüp, sonra çalışma arkadaşlarına bunu doğru aşıladığı için İhlas Medya’nın yıllardır duruşu ortada.

Para kazanacak çok şey varken, Enver Ağabey’in işe medyadan başlamasının sırrı neydi acaba?
Türkiye gazetesi, “Hakikat” ismiyle 1970’te kuruldu. 1972’de şimdiki ismini aldı. Gazetenin bir özelliği var… Enver Bey, 1960’ların sonlarındaki o karanlık günleri yaşayan, o devirde üniversitede hocalık yapan biriydi. Kendisi “Arkadaşlarımın, üniversitenin basamaklarında vurulup, öldürülmelerine şahit oldum. Sabah derse giren öğrencilerin ertesi gün gelmediklerini görmeye başladım” derdi.

Bir şeylerin anlatılmasına ihtiyaç vardı. Bir fikir mücadelesi için yola çıkıldı, ticaret için değil… Peynir ekmek satsanız, medyadan daha çok para kazanırsınız. O dönem ülke yanlış bir yere giderken birilerinin ortaya çıkıp doğruları anlatması lazımdı. Enver Bey derdi ki: Biz o kadar zor şartlar altında okuduk ki, gazete alıp okumaya paramız yoktu. Nerede gazete sahibi olacağız!.. Dolayısıyla bir idealiniz varsa bu yola girersiniz. Bu işin başlangıcı da öyle oldu.

TEHDİT: o sayfayı kaldırın

Komünizmin parladığı o dönemde, tek parti iktidarından kalan manevi bir boşluk vardı. Sanırım Enver Bey, o boşluğu da doldurmaya çalıştı…

Türkiye gazetesinin neredeyse 47 yıldır tanıtım sloganı, “Huzur veren gazete”… Huzurun en önemlisi de insanın içerisinde olandır. Bunun kaynağı da inançtır. O günler, komünizm ve terörizmin hızla yaygınlaştığı günlerdi. Bu süreç Türkiye’yi “80 İhtilali”ne doğru götürdü. İnanç boşluğu, her türlü kötülüğün başıydı. Bu boşluğu dolduracak başka bir mecra görmedikleri için Türkiye gazetesi kuruldu. Ortasındaki bir sayfa da her zaman Allah’tan, Peygamberimizden, dinimizin güzelliklerinden, âdetlerimizden ve tarihimizden bahseden köşelerle dolu olarak bir gün aksamadan günümüze geldi.

Düşünün, Türkiye 1970’ten bugüne bir sürü badireler atlattı. 28 Şubat sürecinde birisi Enver Bey’e telefon açıp “Sen artık orta sayfayı kaldır!” demiş. Enver Bey de “Bu gazete o sayfa için çıkıyor. Ya gazetenin tamamını kaldıralım ya da bana karışmayın!” diye cevap vermiş. Biliyorsunuz 28 Şubat bu tür müdahalelerin çok olduğu bir dönemdi. Dolayısıyla bu iş için bir maksadınızın olması lazım. Türkiye gazetesinin maksadı, başından sonuna kadar insanlara huzur vermekti. Bugün de onu yapmaya çalışıyoruz.

FETÖ, İhlas’a KUMPAS kurdu

İhlas, hızla büyüyen bir Anadolu sermayesiydi. 20 bin kişiye iş sağlayan bu şirket, 28 Şubat sürecinde bir el tarafından batırılmak istendi. Bu el kimdi?

Bu, artık çok rahat konuşulabilen, kendi içlerinde yer almış şahısların da itiraf ettiği bir gerçek. FETÖ, bugün terör örgütü olduğu gibi, 30 sene evvel de terör örgütüydü. Metotları farklıydı ama düşünceleri aynıydı. Başından beri İhlas’ın büyümesini engellemek hedefleriydi. Biz bunu çok iyi biliyorduk. Rahmetli babam yıllar evvel “Evladım bunların ne olduğunu, bizlere ne yapmaya çalıştıklarını biliyoruz. Şimdi konuşulmuyor ama -ben görürüm veya göremem- bunların konuşulduğuna sen şahit olacaksın” diye defaatle söyledi. Nitekim öyle de oldu…

İhlas Finans’a yaptıklarını kendi içerisinde bulunanlar anlattı. Türkiye gazetesinin, TGRT’nin ve İhlas Haber Ajansı’nın da kurulmasını hiçbir zaman kabullenemediler. Çünkü kıymet verdiğimiz inançlarımızı en iyi şekilde anlatmaya çalışıyorduk. Bu örgütün de en başta inançlarımıza olan düşmanlığını bugün çok net bir şekilde görüyoruz. Bu mücadelede biz bir taraf isek, onlar da diğer taraftı. Bizi kendi tezlerini yıkabilecek en tehlikeli düşman olarak gördükleri için, bütün çirkeflikleriyle saldırdılar. Yaptığımız her işin bir benzerini kurarak bizi engellemeye çalıştılar. Gazetede, finansta, sigorta şirketinde, pazarlamada yaptıklarımızı bire bir kopyaladılar.

Mesela, İhlas Haber Ajansı, (İHA) haber satarak ticaret yapan bir kuruluş. O yıllarda bir haber malzemesi bularak müşterilerine pazarlamaya çalışıyordu. FETÖ’nün Cihan Haber Ajansı da ürünün benzerini bulup bedavaya veriyordu. Bedavayla mücadele edilmez. Onlar bunu sadece bize zarar vermek için yapıyorlardı. Buna benzer her şeyi denediler. Özellikle İhlas Finans’a çok büyük tuzaklar kurdular. Fakat mutlak adalet, hep haklı olanın yanındadır. Bu, dünyada olduğu gibi kıyamette de ortaya çıkacak.

BİZİ BATIRMAK İÇİN HER ŞEYİ DENEDİLER

FETÖ’ye bulaşmamış tek kuruluş İhlas’tır

Türkiye gazetesi ve TGRT’yi de zayıflatmak için yaptıkları pek çok şey var. Üç Türkiye gazetesi abonesini bıraktırıp, Zaman’a abone yaptırana altın hediye etmek gibi... Doğru değil mi?
Her şeyi denediler. Küçük esnafı “seninle ticaret yapmayacağız” diye tehdit ettiler. Ellerinden geleni yaptılar.

Biz 28 Şubat’ta çok büyük problemler yaşarken FETÖ, Genelkurmay’da ağırlanıyormuş. Bazıları İhlas’ı batırmak için çabalarken, onları güçlendirmeye çalışıyormuş. FETÖ’nün en büyük mağduru Enver Ağabey’dir diyebilir miyiz?

FETÖ’nün en büyük mağduru elbette Türkiye Cumhuriyeti’dir. Türkiye’de en uzun süre hedefi olan şirketlerden biri de İhlas Grubu’dur. Gerçekleri bildiği için bu terör örgütüyle hiçbir şekilde temas kurmamış, her zaman uzak kalmış belki de tek kuruluş İhlas’tır. Evet, zorlu bir süreç yaşandı ama bu kadar erken bir mücadele İhlas’ın bütün çalışanlarını bu örgütten korudu. Eminim ki İhlas’ın içinde olup da o örgütle teması bulunan hiçbir çalışanımız yoktur. Varsa zaten hiçbir zaman bizim arkadaşımız olamamıştır.

İhlas Finans’a kumpas kurulduğunda, banka şubeleri önünde kalabalığı provoke edenlerin Zaman gazetesi muhabirleri olduğu tespit edilmiş. Gazeteci olarak biz de bunu biliyoruz. O dönemde size de bu yönde gelen raporlar var mıydı?

Bunları, o dönem şubelerde çalışanlardan biz de dinledik. Şubelerin önünde bağırıp çağıranların birçoğuna “Kardeşim protesto etmekle bir şey olmaz. Buyurun içeride konuşalım. Hesabınız nerede?” denildiğinde, hesapları olmadığı, provokasyon için gönderildikleri anlaşıldı. Biz bunu çok iyi biliyoruz. Ama bu işin sonuç kısmıydı, daha önce kurum içerisinde süreç hazırlanmıştı. Demek ki bazı şeylerin anlaşılması için bunların yaşanması gerekiyormuş.  

“Enver Bey hayatını ‘Her Allah’ın kulu özünde mutlaka şereflidir, ben onun daha iyi olması için ne yapabilirim?’ prensibi üzerine kurmuştu. İnançlı olsun olmasın, insanlarda kötülük tarafını aramayan bir yapısı vardı. Enver Bey’deki insan sevgisini başka kimsede görmedim.”

Hüseyin Hilmi Efendi’nin prensipleri en önde...

Enver Ağabeyler kıymetli dedeniz için nasılbir talebeydi, sizin için nasıl babaydı? Bunun dışında nasıl bir patron, eş, dede ve kayınpederdi?

Bir hususiyeti bütün bunlara cevap veriyor. “Ben kırılayım, karşımdakinin kalbi kırılmasın” düşüncesini kendisine hayat prensibi edinmişti. Dedem Hüseyin Hilmi Efendi’ye muazzam bir hürmet ve sevgisi vardı. Her şeyini, liseden beri hocası, sonrasında kayınpederi olan Hüseyin Hilmi Efendi’ye borçlu olduğu için, onun gösterdiği prensipleri daima en önde tutardı. Dolayısıyla iş tercihleri ikinci plandaydı. Bütün ailesine, anneme, kayınvalidesine, kız kardeşlerine ve akrabalarına hep böyle merhametliydi.
Bana “Babanın evladına duası, Peygamber’in ümmetine duası gibidir. Her evlat babasının elini öper ama sen üç defa öpeceksin. Birincisi senin babanım, onun hakkı... İkincisi sana dinini öğrettim, bu da hoca hakkı… Üçüncüsü ise patron hakkı, çünkü sana maaş veriyorum. Al sana fırsat!” derdi. Sayısız defa hayır duasını aldım. Elini açıp “Yâ Rabbî, ben Mücahid’den razıyım, sen de razı ol…” diye dua ederdi.

KÂMİL BİR İNSAN…

Kendinden önce karşısındakinin iyiliğini düşünürdü. Yıllar önce bir hadise anlatmıştı. İstanbul’daki bir İlahiyat Fakültesinin yöneticileri kendisini ziyarete geliyorlar. Diyorlar ki: Biz iki tane KIA minibüs alacağız. İndirim yapıldı ama biraz daha yapılabilir mi sormaya geldik… Enver Ağabey bu arabalarla ne yapacaklarını soruyor, üniversitede kullanacaklarını söylüyorlar. Enver Ağabey ikisini de hediye ediyor. “Böyle kuruma küçücük bir katkım olmuş, lafı bile edilmez.” diyor. Gelen kişiler de cuma günü Enver Ağabey’i fakülteye davet ediyorlar. Beraber yemek yedikten sonra cuma namazı kılınıyor. O zatlardan biri hutbede Enver Ağabey’in yaptığı iyiliği anlatıyor. Sonra da Resûlullah Efendimizin şu hadisi şerifini okuyor: “Bir kişi verdiği zaman alandan daha fazla seviniyorsa, onun imanı kâmildir...” O zat sonra kürsüde şunları söylüyor: Ben bunu bugün bizzat yaşadım. Biz indirim için gittik Enver Bey hediye etti.
Karşısındakini mutlu etmek konusunda kimse onunla yarışamazdı. Böyle düşündüğünüz zaman çevrenizdeki herkes mutlu olur. Alınan yerde kavga çıkar verilen yerde huzursuzluk olmaz ki...

Enver Ağabeyler çok yoğun bir tempoyla çalıştılar. Çocukken onunla yeterince vakit geçirebildiniz mi?
Tabii ilk çocukluk dönemimde gazetenin kuruluş yoğunluğu yaşanıyordu. Çok geç saatlere kadar çalışılıyordu. Güzel hatıralarımız oldu ama kendisiyle çok fazla birlikte vakit geçirebildiğimi söyleyemem. Çünkü şartlar öyleydi. Ama ben iş yerine küçük yaştan itibaren gitmeye başladım. Ortaokulda okurken, okul bittiğinde doğru gazeteye gelirdim. Yazı işlerinin havasını koklamak benim için büyük bir zevkti. O ortamda belki evden daha fazla vakit geçirmeye başladım. Sonrasında zaten tam zamanlı çalışmaya başladım. Böylece beraber olma fırsatına kavuştum . En kıymetli hatıralar burada cereyan etti. Çok sıkıntılı günleri de çok güzel anları da beraber yaşadık. Birlikte mühim kararlar aldık. Bu tecrübe ne okumalarla ne üniversitelerle hiçbir şeyle elde edilemez. Tabii ayrı olmanın hüznü başka ama o günleri hatırlayınca insan çok gurur duyuyor.

HAKKINI ÖDEYEMEYİZ

Baş başa geçirdiğiniz vakitler çok oldu mu efendim? Yurt dışı seyahatlerine veya tatile çıktınız mı?

Pek tatil yapmazdı. Tatile gidilse de iş yapardık. Yurt dışı seyahatlerimiz de oldu, hafta sonlarını beraber geçirirdik. İşin dışında da evde olsak yine ya medyayla ilgili ya diğer işlerimizle ilgili çok özel sohbetlerimiz olurdu. Şimdi geriye doğru düşününce onlardan o kadar çok şey öğrendiğimi görüyorum. Bunlar bir hoca-talebe ilişkisi gibi değildi. O sohbet ortamlarında, baş başa olan konuşmalarımızda tecrübelerini, Türkiye ve gelecekle ilgili düşüncelerini o kadar çok anlatmış ki; şimdi bir hadiseyle karşılaştığımda “Ben bunun cevabını biliyorum. Çünkü bana böyle demişlerdi” diyorum

Cenab-ı Hakk’a ne kadar şükretsek hiçbir şekilde onun hakkını ödeyemeyiz. Bir baba olarak, bir hoca olarak, bir patron olarak, sadece ben değil kurduğu bütün müesseseler, çalıştırdığı insanlar, bütün Türkiye’ye katkılarıyla… Cenab-ı Hakk’a şükürler olsun ki, hayatı boyunca kendisini hiç üzmedim. Çok da hayır duasını aldım.

Bize çok önemli bir miras ve çok kıymetli bir isim bıraktı. Daha doğrusu hepsinden de önemlisi çok zor ele geçecek bir terbiye bıraktı. Şimdi bunlar yok. Gençler böyle yetişmiyor. Birçok şey unutuldu. Beni eşim bilir, çalışma arkadaşlarım bilir; rahmetli babam hayattayken telefonla arasa oturduğum yerden kalkarak konuşurdum. “Telefonun ucundaki seni görüyor mu?” derlerdi. Tabii telefonun ucundaki görmüyor ama Allah görüyor. Ben ona nasıl davranırsam benim de çocuklarım bana öyle davranacak. Bunlar unutulan değerler. Sadece bana değil çalışanlarına, iş arkadaşlarına, üniversiteden tanıdıklarına, bütün herkese bu şekilde sadece bu dünya için değil hakiki âlemde lazım olacaklarla alakalı ne biliyorsa anlatmaya çalıştı. İnsanlara bu şekilde faydalı olmaya çalıştı. Başta da konuştuk.

Türkiye gazetesi niçin kuruldu, bu yayınlar niye yapıldı, bu şirketler niye bu hâle geldi?..

Ahmet Mücahid Ören merhum babası Enver Ören'i anlattı

YERİ DOLDURULAMAZ

Bunlar sadece para kazanmak için değil. Hepimiz bir vefat hadisesi yaşıyoruz. Kabre gittiğimizde hesap cüzdanlarının, çek defterlerinin, kredi kartlarının bir kıymeti olacak mı?.. Dolayısıyla sizin iyilikleriniz ve sizden sonra bıraktıklarınızın iyiliklerinin orada kıymeti var.
Enver Bey, yeri doldurulamayacak bir insandı. Bu öğrettiklerini, yetiştirdiklerini inşallah biz de sonraki nesillere aktaracak şekilde çalışmalıyız. Çok gayret göstermeliyiz. Miras, mal mülk değildir. Bu bırakılan asıl hakiki mirasa dört elle sahip çıkmalıyız. Bunu bütün arkadaşlarıma anlatmaya çalışıyorum. Hepimiz aynı düşünceler içindeyiz. Onun için İhlas kurulduğu günden beri değerleri bakımından çok güçlü bir şirket. Önü çok açık, geleceği çok parlak... Başka türlü bir varlıkla ikame edilemeyecek bir mirasa sahibiz. Bunun kıymetini bilmeye çalışıyoruz. Biliyoruz diye düşünüyorum inşallah…

ALLAH SENDEN RAZI OLSUN EVLADIM

Taziyesi 5-6 saat sürdü. Cenazesini kaldırdık. O gece ayaktaydık. Sabah namazını kıldıktan sonra uyumuşum. Rüyama girdi. “Hay Allah senden razı olsun” dedi.

Enver Ağabey ilkleri başardığı için FETÖ tarafından taklit edildi. İlkleri yapmak riskli değil miydi?

Tabii. Düşünün, üniversite hocalığından gazete sahipliğine… Rahmetli Turgut Özal’ın başlattığı yeniden yapılanmayla birlikte inşaat sektöründe, gazetede abone sisteminin kurulmasında, pazarlama gibi faaliyetlerin hepsinde şöyle düşünüldü: Herkesin gittiği yoldan gitmenin bir manası yok. Biz farklı bir yöne yol bulalım dedik.

Enver Bey, o yıllarda İhlas Haber Ajansı’nı kurma planını kime sorduysa herkes karşı çıktı. “Anadolu Ajansı var, devlet bu işi yapıyor” denildi. Hâlbuki bugün İHA, dünyanın en büyük haber ajanslarından biri. Kârlı ve çok başarılı bir şirket. Orta Asya’dan Amerika’ya kadar İhlas Haber Ajansı’nın ismini duymayan kalmadı. Keza TGRT’nin kurulma safhasında da aynı şeyler yaşandı… O zaman bütün medya kuruluşları Cağaloğlu’ndaydı, oraya yakın bir otelin salonlarında sayısız toplantı yapıldı. Sağ kesimi temsil eden düşünürler ve iş adamları geldi. Sonuçta Enver Bey’in söylediği şu oldu: Ben yola çıkıyorum, en fazla bana yapacağınız yardım, reklam vermek olur. İyi bir fikriniz varsa söyleyin ama böyle konuşmaya devam edersek biz bu işin içerisinden çıkamayacağız.

Rahmetli Sakıp Sabancı, babamı ve beni çok severdi. Bir gün İzmit tarafındaki fabrikalarını gezdirmek için bizi davet etti. Büyük bir VIP otobüsüyle yola çıktık. Yolda sohbet ederken bana “Seninle biz sonradan geldik. Senin baban ve benim babam ortada bir şey yokken yola çıktılar” dedi. Hemen Enver Bey müdahale edip “Kuruluşu yapan o, ama siz de İstanbul’a gelerek Sabancı Holding’i bu duruma getirdiniz” dedi. Sakıp Bey “Biz bir şeyleri aldık devam ettirdik. Sen de devam ettirirsin. Başlangıcı yapanların hakkı hiçbir zaman ödenmez. Onların feraseti gibi hiçbir şey olamaz” diye cevap verdi. Hiçbir şey yokken bir fikir üzerinden ortaya çıkıp cesaretle yürümek, herkesin harcı değil.

Biliyoruz ki muhafazakâr kesim, kültür-sanata çok değer vermiyor. Özellikle Gezi sürecinde, karşı tarafa ses çıkaracak bir sanatçı göremeyince bunun eksikliğini hissettik. Enver Ağabey bu konuya önem verdi. Buradaki amacı neydi?

Türkiye gazetesinin bir orta sayfası var. Orada dinimizi, kültürümüzü, tarihimizi anlatan yazılar tefrika ediliyor. Görsel medyaya geçilince de televizyondan sonra kurulan şirket İhlas Film Prodüksiyon AŞ (İFPAŞ) oldu. Bu şirketin görevi, burada yazılmış eserleri görsele çevirmekti. Yanlış hatırlamıyorsam 50-60 tane film yapıldı. İstanbul’daki önemli zatların hayatları, tarihî hikâyeler, Anadolu’daki evliyalar bu filmlerle tanıtıldı. Aziz Mahmud Hüdayi hazretleri gibi az bilinen zatların kabirlerini TGRT’nin filmlerinden öğrenen insanlar bize teşekkür etti. Hatta babam “Rol icabı da olsa TGRT sayesinde Yeşilçam’da namaz kılmayan kalmadı” diye espri yapardı. Sadece o yönüyle değil kültürümüzü, tarihimizi anlatan birçok eser hazırlandı. TGRT’nin yayınlarında da Anadolu’yu gezen ekipler kurularak oradaki değerlerimiz anlatan binlerce saatlik materyal üretildi. Enver Bey hem bunlara inançlarımız açısından önem veriyordu hem de kaybolacak diye kayıt altına aldırtıyordu. Bu eserler hâlâ yayınlanıyor.

ONLAR HAKİKİ ÂLEMDE

Efendim, ben soracağım hemen hemen bütün sorularımın cevabını aldım. Son olarak sizin anlatacağınız bir şeyler varsa onları dinlemek isterim.

Cenazesinde defin çok uzun sürmüş, akşam vakti de yaklaşmıştı. Kabristandan ayrılırken oradaki arkadaşlarımız taziye için Holding’e çok kişinin gittiğini ve gelmemizin iyi olacağını haber verdiler. Holding binasına geldik. Birkaç lokma bir şeyler yedik. Namazdan sonra holdingin bodrum katındaki büyük mescidimizde, birkaç kelam ettim. Sonra taziye kabulü yapmaya başladık. 5-6 saat sürdü herhâlde. Çalışan arkadaşların söylediğine göre taziye için 7 bin kişi gelmiş. Düşünün, günün bütün yorgunluğu, cenaze namazı ve defin, uzunca bir süre o taziye kabulünün yorgunluğuyla eve geldik. Tabii gece de uzun müddet ayakta kalındı. Sabah namazını kıldıktan sonra uyumuşum. Rüyamda Fatih’te doğduğum büyüdüğüm eve girdim. Yukarıdaki misafir odamıza çıktım. Divanda babam yatıyordu. İçeri girince hemen şöyle doğruldu “Hay Allah senden razı olsun” dedi. Uyandım ve gözü yaşlı bir şekilde Cenab-ı Hakk’a şükrettim. Dedim ki: Dünyadayken rızasını çok aldım, bu sözü çok duydum, şimdi ahiretten de duydum.

Rüyada gördüm ama o bir rüya değil çünkü onlar hakiki âlemdeler. Resûlullah Efendimizin hadîs-i şerifi var: “İnsanlar uykudadırlar. Ölünce uyanırlar.” Bu âlem geçici, biz bu dünyada uykudayız. Onlar hakiki âlemdeler. Dolayısıyla her ikisinden de rızasını ve duasını aldım diye sevinerek uyandım. Eşime ve anneme anlattım. 

Ahmet Mücahid Ören merhum babası Enver Ören'i anlattı

Önce torununa dua ederdi

“Babam, kızımı iki buçuk yaşına kadar gördü. Enver Bey “Sabah namazından evvel kalkarım, önce torunuma dua ederim, sonra size… Onun yeri başka” derdi. Tabii torun sevgisi farklı bir güzellik.

Bunlar Da İlginizi Çekebilir
Aydın CHP’li Başkana gelen tebrik çiçekleri Abdurrahmanlar imamına ev oluyor Mart ayında gerçekleştirilen yerel seçimlerinde Germencik Belediye Başkanı Seçilen CHP’li Burak Zencirci’ye gelen tebrik çiçekleri ilçeye bağlı Abdurrahmanlar Köyü imamına ev oluyor. Mazbatayı aldıktan sonra Belediye Binası’na gelen yüzlerce tebrik çiçeği özel bir firmaya satılarak geliri Abdurrahmanlar Köyü Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği’ne bağışlandı. Cuma günü akşamı mesai bitiminden sonra Belediyeye gelen çiçekçiler, belediyenin girişinden başkanlık makamının bulunduğu 3. kata kadar sıralanan yüzlerce çiçeği topladı. Amaçlarının hem farkındalık oluşturmak hem de çiçeklerin kamuya yararlı bir işte kullanılmasını sağlamak olduğunu belirten Germencik Belediye Başkanı Burak Zencirci, çiçeklerin atışından elde edilen geliri makbuz karşılığı dernek yönetimine bağışladı. Belediye Başkanı Zencirci’ye anlamlı davranışından dolayı teşekkür eden Abdurrahmanlar Köyü Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği Başkanı Hasan Hüseyin Kara ve Köy Muhtarı Akif Şahan, “Başkan köye geldiğinde söz vermişti. Sağ olsun sözünü yerine getirdi. Bu bağış, köyümüzde görev yapacak imama lojman yapımında kullanılacak” diye konuştular. Germencik Belediye Başkanı Burak Zencirci, "Seçimlerden önce muhtar beye bu sözü vermiştik. Köyümüzün bazı sıkıntıları var. O sıkıntıları gidermek adına seçimden 25 gün önce muhtarımıza, ’Seçimi kazandıktan sonra Mayıs ayının ilk haftası geleceksin. Değerli dostlarımızdan ve vatandaşlarımızdan gelen tebrik çiçeklerimizi çiçekçiye satıyoruz. Buradan elde ettiğimiz geliri de derneğe bağışlıyoruz. Dernek de o sıkıntılı buradan elde edilecek gelirle karşılayacak’ demiştik. Bugün de bu sözümüzü tutuyoruz. 30 bin TL civarında bir gelir elde ettik. Bu rakam derneğimiz için fena bir rakam değil. Bu son olmayacak. Köy derneklerimize elimizden geldiğince bu yardımlarımız devam edecek" diye konuştu.
Gaziantep 4 Mayıs Dünya Ankilozan Spondilit Günü SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı, Romatoloji Bölümü Öğr. Üyesi Prof. Dr. Bünyamin Kısacık, iltihaplı bel ve kalça romatizmasının (Ankilozan Spondilit) en belirgin özelliğinin sabahları ortaya çıkan bel ve kalça ağrısı olduğunu bildirdi. 4 Mayıs Dünya Ankilozan Spondilit Farkındalık Günü nedeniyle açıklama yapan Prof. Dr. Kısacık, “Mayıs ayının ilk cumartesi günü, Dünya Ankilozan Spondilit Günü olarak kutlanır. Tüm dünyada kutlanan Ankilozan Spondilit Günü’nde bu yıkıcı hastalığa dikkat çekerek, hastalığın etkilerini anlamak ve toplumu bilgilendirmek amaçlanmaktadır” dedi. Kronik iltihaplı bir romatizmadır Ankilozan spondilitin öncelikle omurgayı etkileyen kronik iltihaplı romatizma olduğunu hatırlatan Prof. Dr. Kısacık, toplumlar arasında sıklığı değişmekle birlikte her bin kişiden 1-10’unda bu hastalığın görülebildiğine vurgu yaptı. Ankilozan spondilitin en belirgin özelliğinin sabahları ortaya çıkan bel ve kalça ağrısı olduğunu hatırlatan Prof. Dr. Kısacık, geceleri hastayı uykudan uyandıran bel ağrılarının da belirtiler arasında bulunduğuna dikkat çekti. Genellikle 20-30 yaşlarında ortaya çıkan bu hastalıkta diz ekleminde ağrı şişlik, topuklarda ağrı, gözde üveit olarak adlandırılan iltihabi durumların da ortaya çıkabildiğini ifade eden Prof. Dr. Kısacık, şu bilgileri paylaştı: “Hastalık tanı konmadığı zaman maalesef şekil bozukluğu, erken emeklilik ve iş gücü kaybına neden olabilmektedir. Tanı için hastalarının şikayetlerinin yanı sıra ilgili eklemlerin manyetik rezonans (MR) ya da röntgen gibi yöntemlerle görüntülenmesi gerekmektedir.” Tedavi “Ailesel geçişi oldukça yüksek olan bu hastalık, erken tanı sonrası çok başarılı şekilde tedavi edilmektedir” diyen Prof. Dr. Kısacık sözlerini şöyle tamamladı: “İlaç tedavisinin yanı sıra egzersiz, kilo kontrolü gibi genel yaşam önerileri de büyük önem taşımaktadır. Ankilozan spondilit hastalarının doğru bilgi edinebilmeleri için bu konuyla yakından ilgilenen Romatoloji Uzmanları, ilgili hasta dernekleri ve Romatoloji Derneklerine ulaşmaları en sağlıklı yol olacaktır.”
İstanbul Türkiye’de çocukların yüzde 30’u toksik ebeveyn ile karşı karşıya Son zamanlarda sıklıkla duyulan toksik ebeveynlik kavramı hakkında bilgilendiren İstanbul Arel Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Psikoloji Bölümü Dr. Öğr. Üyesi Ayşe Su Kocayörük, Türkiye’de yüzde 20-30 oranda çocuğun toksik ebeveyne maruz kaldığını söyledi. Bunun sonucunda depresyonun en fazla görülen hastalık olduğuna işaret eden Kocayörük, “Depresyon hastalarının yüzde 50’sinde travmatik çocukluk yaşantıları söz konusudur. Ülkemiz için de aynı şey geçerli. Genelde depresyon görüntüsü altında olan kişilerin de toksik ebeveynlere maruz kaldıklarını biliyoruz” dedi. Son dönemlerde oldukça yaygınlaşan ‘toksik’ kavramı birçok alanda karşımıza çıkıyor. Bunlardan biri de ‘toksik ebeveynlik’ kavramıdır. Bu kavram; ebeveynlerin çocukları için en iyisini istese de bazen onları fazlaca sıkmaları ya da özgür bir birey olmalarını kısıtlamaları anlamına geliyor. Anne babaların da aslında toksik ailelerden geldiğini belirten Dr. Öğr. Üyesi Ayşe Su Kocayörük, “Bu yüzden ilişki ve bağlanma şekilleri aslında çocuklarını da etkiliyor. Hatta çocuklarının da ilerde kuracakları ilişki yine toksik şekilde devam edebiliyor. Nesilden nesle aktarılıyor. Burada suçlu aramak yerine çözüme odaklanmalı” açıklaması yaptı. “Küçümseyici, aşağılayıcı tavır takınmaları, negatif geri bildirimler vermeleri toksik ebeveynliktir” Toksik ebeveyn davranışlarını sıralayan Dr. Öğr. Üyesi Kocayörük, “Küçümseyici, aşağılayıcı tavır takınmaları, negatif geri bildirimler vermeleri, sürekli çocuğu didiklemeleri, sınırları aşmaları, çocuğun birey olduğunu kabul etmekten ziyade kendilerinin bir uzantısı olduğunu görmeleri toksik ebeveynliktir. Örneğin bu ebeveynler; çocuğu sınavda 99 notu aldığında ‘neden 100 almadın’ diye eleştirirler, çünkü hiçbir şeyle yetinmezler. Sürekli çocuk üstünde baskı, otoriter kurarlar. Bunun en büyük nedenleri arasında ise ailelerin çocuklarına empati yapamaması, çocuğun ihtiyaçlarını göremeyip anlayamaması yer almaktadır. Tabii bunu bile isteye yapmıyorlar. Çünkü onların da kendi ihtiyaçları zamanında görülmeyerek onlara da bu şekilde davranıldı” dedi. “Değerlilik ihtiyacı karşılanmayan çocukların kendini geliştirmesi zordur” Tedavisinde ise terapistlere büyük iş düştüğünü belirten Dr. Öğr. Üyesi Kocayörük şunları söyledi: “İnsanlar kendilerinin farkında da olmalıdır. Ama genellikle bu durumun farkında olmazlar. Sevilmeyip sayılmayan, biricilik ve değerlilik ihtiyacı karşılanmamış çocukların kendilerini geliştirmesi oldukça zordur. Bu yüzden kendilerinden beklentileri de düşüktür. Dünyaya genellikle olumsuz bakarlar. En önemlisi de öğrendikleri bağlanma biçimini, hayatlarında benzer bağlamda gösterecekler. Örneğin; sevgili, eş, arkadaşlık ilişkilerinde bu tarz bağlanma ilişkisi olacak. Mesela aşağılayıcı bir bağlanma stili gördüyse etrafındakileri aşağılayacak. Toksik ebeveynler genellikle klinik tanı almamış olsa da çoğunlukla ruhsal bozukluğu ya da kişilik bozukluğu olan kişilerdir. Narsist bir ebeveynle birlikteyseniz narsist olma ihtimaliniz çok yüksek. Kaygılı bir ebeveynle büyüyorsanız kaygılı olma ihtimaliniz çok yüksek.” “Ailelerini olduğu gibi kabul edip sınır çizerek hayatlarına devam etsinler” Ailelere ve özellikle de çocuklarına önerilerde bulunan Dr. Öğr. Üyesi Kocayörük son olarak şunları söyledi: “Aileler açık iletişimde olmalı. Çocuğunu dinlemeyi öğrenen her aile, bu anlamda yol katedecektir. Çünkü çocukların ihtiyaçlarını öğrenebildiklerinde, hissedebildiklerinde zaten tutumlarını değiştirecekler. Anne babalar kendilerine şunu sorsunlar; ‘ben çocuğumdan ne istiyorum, o benim bir uzantım mı, ona gücümü mü göstereyim, o benim her dediğimi yapsın mı?’ Yoksa sadece o benim çocuğum ve o ayrı birey. ‘O da kendi başına bir birey olarak kendi hayatını ve kendi yolunu bulacak’ şeklinde mi düşünüyorlar? Bu tür ailelere maruz kalan çocukların tutunacak dala ihtiyacı vardır. Öğretmen ya da başka akrabadan özdeşim kuracağı birilerini bulabilirler. Bu onlara iyi gelecektir. Aileler çoğunlukla toksik olduğunu kabul etmez. Çocuklar toksik bir aileye sahipse onları olduğu gibi kabul edip kendi sınırlarını çizebilir. Ebeveyniyle kuracağı empatik ilişkide çocuk, öfkelenmeyi ve kızmayı bırakabilir. Öfke ve kızmayı bıraktığında da onları olduğu gibi kabul edebilir. Olduğu gibi kabul ettikten sonra da kendi yolunu çizebilir. Diğer türlü anne babasına tepkili hayat yaşamak onları; madde bağımlılığına, kötü arkadaşlar edinmeye, kendine zarar verici davranışlarda bulunmaya kadar götürür. Çünkü kızgınlık ve öfke buna iter. Ailelerini anlayabilirlerse ailesinin onu anlamasını beklemeden hayatlarına devam edebilirler.”