GÜNDEM - 24 Ağustos 2009 Pazartesi 14:26

Baykal'dan "Kürt açılımı" açıklaması

A
A
A
Baykal'dan "Kürt açılımı" açıklaması

CHP Lideri Baykal, "Kürt açılımı"yla ilgili beklenen açıklamasını yaptı.

İşte Baykal'ın CHP Genel Merkezi'nde yaptığı açıklamaları:

Hükümetin başlattığı tartışmalar yeni bir durum değerlendirmesi yapma ihtiyacını ortaya koymuştur. Değerlendirmelerimiz geçerli olmaya devam ediyor. Şimdi o günden bugüne yaşananlarla ilgili durumu uygun olacağını görüyorum. 

Bu yapılan çalışmanın Türkiye’yi bütünleştirip birleştirme bir yana, tam tersine Türkiye’yi olumsuz etkileyip karşılıklı kuşkuları artırmaya çok derin tartışmaların ortaya çıkmasına ve bir anlamda ulusal birliğin sarsılmaya başlamasına yol açmıştır.


Ortada henüz proje netleşmiş değildir. herhangi bir uygulama gerçekleşmiş değildir. Ama başlatılan çalışma ve tartışmalar, düşünceler görüşler Türkiye’yi olumsuz etkilemeye başlamıştır. Geldiğimiz noktada maalesef çok ciddi gerilim kendisini göstermeye başlamıştır. Bu gerilimin Başbakan’ını, MGK’yı kapsamı içine aldığını üzüntü içinde görüyorum. Bunların hepsi Türkiye’de gerilimin tarafı haline gelmeye başlamışlardır. 



Sanatçılar bölünmeye başlamıştır. Toplumun her kesimine mensup insanlarının sevdiği saydığı insanlar bu yaşanan sürecin içinde olumsuz etkilenmeye başlanmış ve birbirleriyle tartışır çekişir suçlamaların hedefi haline dönüşmeye başlamıştır.

Bu gelişmelerin altında ne yatıyor? Bunun altında 1 ay kadar önce hükümetin sanki bir dümeye basılmış gibi birden bire harekete geçirdiği bir süreç yatıyor. Bu süreç belli bir takvime bağlı bir süreç olarak takdim edilmiştir. Ucu açık bir süreçtir, kapsamı çerçevesi belirsiz bir süreçtir. Her düşüncenin, her kesimin, her iddianın rahatlıkla gündeme getirilebileceği bir süreçtir. Bu sürecin sonucunda müthiş gelişmelerin olacağı, anaların gözyaşının dineceği terörün sona ereceği, barış ortamının gerçekleşeceği ifade edilmektedir. Böyle bir bekleyiş yaratılmaktadır. Ancak bunun nasıl gerçekleşeceği konusunda hiçbir resmi açıklama yapılmamıştır.


Konu hala aydınlanmış değildir. bu çalışmalar gerçekten bu beklenen sonucu sağlayabilecek bir nitelikte midir? Yoksa yapılan çalışmalar anaların gözyaşı dinsin söylemi altında çok farklı gelişmelerin ortaya çıkacağı bir noktaya doğru mu Türkiye’yi sürüklemektedir kaygısı yaygınlaşmaktadır.


Toplum da giderek kendi içinde Türkiye’nin bölünmeye gidip gitmediği konusunda ciddi sorular sormaya başlamıştır. Türkiye’de bir etnik ayrışmanın bir etnik bölünmenin gündeme gelip gelmeyeceği duygusu düşüncesi kaygısı, insanlarımıza ulaşmaya başlamıştır.



Bir bölünme kaygısı telaşı Türkiye’de toplumsallaşmaya başlamıştır. Başbakan’ın küfür noktasındaki söylemler, bir süre sonra toplumun her kesiminde gerginliklerin derinleşmesine yol açabilir ve bir süre sonra bu belirsizlik, nereye bağlanmak istendiği belli olmadan gerçekleştirilen bu arayış, bir süre sonra insanlarımızı da çok tehlikeli gerginliklerin içine sürükleyebilir.


Bunun altında bu sürecin yanlış dizayn edilmesi ve yönetilmesi yatmaktadır. Hükümet bir şey yapmak istiyor ama adını koyamıyor. Koymayı uygun görmüyor. Yapmak istediğini söylemeye cesaret edemiyor, söyleyemediğini birilerinin ağzından topluma duyurmak istiyor ve bu haklı olarak tepki çekiyor. Takvimi yöntemi hedefi çerçevesi belli değil. Arayışın içinde halk ve toplum yok. İktidarın uygun gördüğü muhataplar var, bir kısmı STK’lar, bu tabloyu toplum göründe rahatsızlık duyuyor. Bu tablonun içine muhalefet partisi olarak bizi de sokmak istemişlerdir, biz reddetmişizdir. Bu çok açık net ve sağlam gerekçelere dayanıyor. Bu belirsizlikleri aydınlatmadan, ne olacağını neyle yapacağını, kendi kafasında netleştirmeden, o konu etrafında sanki bir destek varmış gibi bir izlenim vermek üzere, biz rotasını bilmediğimiz gemiye binmeyiz.


Şimdi tam iktidarın yapmak istediği de budur. Hep beraber yola çıkalım bir yere gideriz. Anaların gözyaşının dineceği bir noktaya gideceğiz. Bu bir aldatmacadır. O nedenle bu yöntem yanlıştır ve gerilim yaratmaya başlamıştır. 
Hükümet yapmayı düşündüğü şeyleri şimdi söylemeden, kabul ettirebileceğini sanıyorsa ciddi şekilde yanılıyor. 


Bu dönem içinde yaşananlar bize şu gerçekleri bir kez daha ortaya koymuştur. Birinci gerçek hükümetin bu meseleyi herkesten görüş alıyorum diyerek birileriyle müzakere yapıyor. Hükümet bir müzakere süreci içindedir. Bu süreç içinde bir muhatap tartışması yaşanıyor. Bu tartışmanın da gerçekte hiçbir anlam taşımadığı ortadadır. Biz bu sürecin başlangıcında da ifade etmiştik. Bu konuda
DTP’nin İmralı’nın yada Kandil’in birbirinden farklı, çelişen, değişik talepler ortaya koyabilecek durumda olmadığını, bunların hepsinin aynı kapıya çıktığını, herhangi birisiyle başlatılacak müzakerenin, bunların tümüyle müzakere etme anlamına geleceğini belirtmiştik. 


Geldiğimiz noktada bunlar arasında bir ayrımın olmadığı açıkça ortaya çıkmıştır.
DTP yetkilileri İmralı’yı muhatap alın demektedirler. İmralı DTP ve Kandil arasında bu süreçte bir anlayış beraberliği bulunduğu ortadadır. 


Şu görülmüştür ki PKK’nın projesi başlangıçta neyse şimdi de odur. İmralı’dan yapılan açıklamalar, ön görülen hedefin milleti ayrıştırmak olduğunu, bir ayrı millet örgütlemek olduğunu ve bu milletin silahlı kuvvetler eğitim dahil her alanda kendi kararını kendisi alarak, kendisini yönetme arayışı içinde olduğunu bize göstermiştir. 


Apo eski Apo değil, PKK’nın talepleri değişti söylemine dayalı olarak yaratılmak istenen atmosferin gerçekçi olmadığı açıkça görülmüştür. Hükümetin müzakere etmeye çalıştığı hangi muhatap olursa olsun, ortaya çıkacak proje milleti ayrıştırma projesidir.

Türkiye’de hükümetlerin, terör karşısındaki konumu terörle mücadele etmektir, terörü ortadan kaldırmaktır. Türkiye bu anlayışla yönetilmiştir. 1984’ten bu yana terör karşısında kararlı bir mücadeleyi sürdürmüştür. Türkiye bu süreçte çok acı yaşamıştır. Ama milletimiz hiçbir zaman terörle mücadeleyi bırakalım düşüncesine girmemiştir.


Ama şimdi hükümetin, terörle mücadele yerine terörle müzakere platformuna geçtiklerini görüyoruz. Bunu da yaygın temaslar yaparak yürütmeye çalışmaktadırlar. Tabi bu çalışmalar Türkiye’de ciddi şekilde tartışma çekmiştir. Terörle müzakere kolay iş değildir. Ben bu varken terörle, terörün sorumlularıyla sakın ha bir şey konuşmayın demiyorum.


Eğer terörün tamamen bitme noktasına geldiğini görüyorsanız, bir araya gelip konuştuktan sonra terörün gündemden kalkacağı konusunda güven anlayışı içindeyseniz, o zaman ben konuştum çözdüm dersiniz.


İktidar partisinin yetkili sözcüleri silahların bırakılması şart değildir müzakere içinde, silahların bırakılması konusunda ısrarlı olmak müzakereyi çıkmaza sokmaktadır diye değerlendirme yapıyorlar.


Bu müzakerenin amacı olarak anaların gözyaşına son vermek değil miydi? Bu ne demektir? Şiddete teröre şiddete son vermektir.


Hem müzakereye başlayacağız, hem de silahların bırakılması şart değil diyeceğiz. Hiçbir şekilde sizin muhataplarınız silahları bırakmayacaklarını söyleyecekler, ama siz yine de müzakereyi önemseyip temasları sürdüreceksiniz. Bu temasların getireceği nokta, teröre son verilmesi değildir. Bu açıkça ortaya çıkmıştır.


Nedir müzakerenin gerçek amacı? Amacı Türkiye’de etnik kimliklere bir siyasal milli kimlik kazandırma sürecini harekete geçirmektir. Müzakerenin amacı içeriği gerçeği budur. Türkiye’de yapılmakta olan ve bir süre sonra adımlarını göreceğimizi düşündüğüm konu, etnik kimliklere, belli bir etnik kimliklere, siyasi milli bir kimlik kazandırma girişimidir.



Türkiye uzun süre etnik kimliklere saygı gösterilmesini, etnik kimliklere özgürlük tanınmasını sağlamak için mücadele etmiştir. Türkiye’yi oluşturan insanlarımızın birbirinden ayrı etnik kimliklere sahip olması çok doğaldır.


Bizim bir araya gelip bir milli devlet kurmuş olmamız, Türkiye’nin bir başka temel gerçeğidir. Türkiye Anadolu’da sadece milli mücadele sonrası dönemini söylemiyorum, 1000 yıldan beri bir Anadolu Türk İslam kimliği anlayışı içinde bir kültür geliştirmiştir. Bu 1000 yıllık sürecin sonunda ortaya çıkmıştır. bu sürecin içinde çok önemli düşünürlerin, şairlerin, kültür insanlarının, filozofların ve onların düşüncelerini Anadolu’ya taşıyan pek çok öncünün gayreti ve çabası vardır. Hacı Bektaş-ı Veli, Yunus Emre bir tarafa bırakılarak Anadolu insanının kimliğini açıklanamaz.


Bu coğrafyanın bir kültür kimliği ve giderek siyasi kimliği haline dönüşmüştür. Osmanlı imparatorluğu, Selçuk, buradaki insanlara dışardan bakanlar Türk’lerdir demişlerdir. Buna Kürtler, Çerkezleri, Gürcüleri de dahil etmişlerdir. Onlar bu insanların tümüne Türkler demişlerdir. Bu milli kimliği ortadan kaldırma girişimi son olarak birinci dünya savaşından sonra denendi.


“Anayasa’daki bu Türk milli kimliği anlayışını kaldıralım”  bu düşünce arayışlar içinde dile getirilmektedir. Bunu değiştirip arkasından, etnik kimliklere kendi siyasi kimliklerini ifade etme çağrısı yapmak.


İkinci bir temel nokta, etnik kimliği bir milli kimlik haline dönüştürmek için, devleti belli bir etnik dili öğreten yaygınlaştıran bir konuma çekmek.


Şimdi en hassas olunması gereken noktaların başında bu gelmektedir. Bu sürecin içinde şu projeler ortaya çıkacaktır. Bunlar:


Üniversitelerde Ana Dil de eğitim. Okullarda ana dil öğretelim. Ana dil de eğitim yapalım. Yani tarihi biyolojiyi ana dil de öğretelim. Yani Türkçe olmayan ana dil de öğretelim. Bu üçüncü aşamadır. Bu işte Türkiye’yi ayrıştırma projesidir.


Demokrasi etnik parçalanmayı ön görmez. Elbette herkes ana dilini bilecektir, konuşacaktır. Ana dile tam bir özgürlük tanınacaktır tamam. Ama bu ayrı, ben devlet olarak ana dillerden birisini üniversitelerde bir eğitim konusu olarak alıp öğrencilere öğreteceğim. Sonra o öğrenciler okullarda seçmeli ders diye okullarda öğretecekler. Sonra o anadil de eğitim vereceğiz. Bütün bunların amacı bugün Türk toplumunun bir parçası olan insanlarımızı, gelecekte bu toplumun parçası olmaktan çıkarmak, onları başka bir siyasi kimliğe doğru yönlendirmektedir.


Batı demokrasilerinde herkes kendi dilinde eğitim yapsın diye bir şey yok. AB’de ülkeler ana dilleri okullarda öğretir, o dillerde eğitim yapar diye bir şey yok. Sadece ana dillerin öğrenilmesine yardımcı olmak engellememek yasaklamamak var. Herkesin kendi anadilini derneğiyle vakıfıyla öğrenmesi haktır tamam onu vereceksin.


Ama devletin görevi, bir başka etnik dili öğretmek eğitmek değildir. Anayasa’da çok net şekilde düzenleme yapılmıştır ve bu çok net ifadelerle yasaklanmıştır.


İktidarın kuşatmasıyla ele geçirilen
YÖK’te bu konuda adımlar atılacak, ana dil de eğitim verilecek bazı üniversitelerde. Sonra ikinci aşamada onlar seçmeli ders olarak öğretecek.


Bu proje hiç kuşku yok ki Türkiye’yi aşan bir ilgi konusu halindedir. Bu proje çok uzun bir süreden beri bu bölgenin yeniden düzenlenmesi anlayışı çerçevesinde dış güçler tarafından takip edilmektedir ve Türkiye’de etnik tartışmaların kapısı açılmak istenmektedir.


Müdahale
Irak’a yapıldı ama bugün geldiğimiz noktada Irak paramparçadır. Etnik kimlikler ortaya çıkmıştır. böyle bir tabloya girilmiştir, bu bir kan çatışma iç savaş tablosudur. Türkiye’de etnik kimliklerin kurcalanması, devlet eliyle teşvik edilmesi giderek ayrıştırılmasına yönelik eğitim süreçlerine getirilmesi Türkiye’yi tehlikeye sürükleyecektir.


Bazı temel uyarılarımı söylemek istiyorum.


- Bu ucu açık süreç bir an önce söylemelidir. Hükümet ne yapacağını utanmadan korkmadan açıkça çıkıp ilan etmelidir. Bu belirsizlik ülkeyi sıkıntıya sokuyor.


- Hükümet bu süreç içinde Türkiye’deki milli bütünlüğü milli siyasi kimliği zaafa uğratacak, zaman içinde çözünmesini ön gören, milli birliği dağıtmaya yönelik projeleri kesinlikle uygun görmeyeceğini kamuoyuna ifade etmelidir.


Yaşanan telaşın küfürleşmelerin altında yatan tablo budur. Kurnazca ortaya atılacak proje bundan sonra takip edilecek olursa, Türkiye’de huzurun tehlikeye gireceği açıktır.


Türkiye’nin milli siyasi kimliğiyle iktidar kesinlikle oynamamalıdır.


Türkiye’nin elindeki bu proje uzun süreden beri uluslar arası ilgi ve katkı ile şekillendirilmiş bir projedir. Bunun tartışılır bir tarafı yoktur. Çok açık yalın bir gerçektir. Siyasi hayatımızda bir rapor konuşuluyor. Ama onun 2009 tarihli bir raporu da var. Bu rapor Türkiye’nin bu konularıyla yüksek bir uluslararası ilginin ortaya çıktığını görüyoruz.


Atlantik konseyi bir
ABD kuruluşu. İçinde devlet yönetiminde sorumluluğu üstlenmiş çeşitli kişiler çalışıyorlar. En son 13-15 nisan 2009’da Washington’da toplantı yapıldı. Toplantıya katılanlar arasında Norveç’in Washington büyükelçisi de vardı ve Norveç hükümeti bu çalışmaların gerçekleşmesi için fon tahsis etti.


Açık toplum enstitüsü olarak bilinen enstitünün temsilcisi,
ABD ve İngiltere’nin eski Ankara büyükelçileri o toplantıda yer aldılar ve Eylül’de İstanbul’da bir toplantı daha olacak. Bu kişiler Türkiye’ye geldiler. Dışişleri Bakanlığı karşıladı ağırladı. Türkiye’den giden kişiler o konularda ciddi katkılar yaptılar.


Burada PKK üyelerine kademeli af çıkarılması önerildi.
DTP’li tutukluların serbest bırakılması önerildi. Anayasa’daki Türk kelimesinin çıkarılması önerildi ve yargının katı ve hesap vermeyen niteliğine son verilmesi istendi.


Ankara
Öcalan’la görüşmeyi kabul etmeyebilir ama DTP’liler bu meseleyi çözer denildi ve bu çerçevede yeni düzenlemelerin reformların yapılması istendi. Bu açık gerçek, örtülebilir tarafı yok.


Cumhurbaşkanı Gül’ün, “Başımıza başka işler açılır’ dediği herhalde budur.


Başbakan ağır hakaretler küfürler söyleyerek bu gerçek saklanamaz. Başbakan’ın telaşsı zaten bu konunun önemli olduğu ortaya çıkmıştır.


Türkiye bu konuyu başkalarının yönlendirmesiyle ele alırsa bu Türkiye’ye yarar getirmez. Bunun somut örneklerini herkesten çok daha iyi biliyoruz. O konuda üzerimizde düşeni de elbette yapıyoruz. Yapmaya da devam edeceğiz.


Bir defa şu çok iyi görülmelidir. Türkiye her türlük telkini baskıyı göğüsleyerek, bir yandan terörle mücadelesini en ciddi şekilde götürmelidir. Öte yandan da toplum içinde ayrışmaları ileri götürmek için değil, ortadan kaldırmak için, ayrışmaları kaynaşmaya dönüştürmek için üzerine düşenleri yapmalıdır. Bu konuda bizim çok ciddi hazırlıklarımız var. 20 yıl önce ilk kez etnik kimliklere özgürlük diyen parti biziz. İnsanların etnik kimliklerinin farklı olmasının, aynı milletin ferdi olmasına engel olmadığını ortaya koyan biziz. Bizim 89 tarihli o raporumuz ilgi haline geldi. Keşke 89’da o rapor bugünkü ilgiyle karşılansaydı da Türkiye bu noktaya gelmeseydi.


Eğer etnik dilde eğitim yapılacaksa, önerim derhal Milli Eğitim’in başındaki Milli’yi kaldırmalarıdır. Milli eğitim diyeceksiniz, etnik dil öğreteceksiniz.


Herkes üniter devlet diye başlamaktadır. Ama Üniter devlet sözü, milli kimliğin bölünmesi düşüncesini kamufle etmek için kullanılamaz, kullanılmamalıdır. Devlet Üniter ama millet parçalanmış.


Türkiye gerçekten tarihi bir dönüm noktasındadır. İmralı’dan yapılan açıklamalar, yapmakta olduğumuz iş, Atatürk’ün devlet kurmasına eşit değerdedir denmektedir.


Eğer Türkiye’de milleti çözülmek istenirse, bu Türkiye Cumhuriyeti anlayışının artık sonuna gelmiş oluşunu, yeni bir siyasi düzenin başlayacağına işarettir. Bu ayrışmanın sonunda barış demokrasi insan hakları çıkar diye düşünenler yanılmaktadır, bu sürecin sonucunda çatışma çıkar.


Herkese olağanüstü büyük siyasi sorumluluk düşüyor. Bu geldiğimiz noktada özellikle etnik dillerde eğitim yapılmasına yeşil ışık yakarak milleti ayrıştırma politikasına sahip çıkanlar, destek verenler, bu sürece göz yumanlar, bu süreci sorumluluğunu üstlenmeyi içlerine sürdürenler, bilinmelidir ki ister kişiler ister kurumlar olarak tarihi bir ayıbın vebalini üstlenmektedirler.



CHP olarak biz böyle bir ayrışma sürecinin parçası olmayız. Hiçbir şekilde bizi birbirimize karşı bir noktaya çekecek bir gelişmenin sorumluluğunu üstlenmeyiz.


Değerli yazar Yılmaz Özdil çok değerli bir şey söyledi. Bizi terör bölemez, bizi bölerse dil böler dedi. Fevkalade doğru bir gözlemdir. İşin temeli odur. Şimdi birileri bunu çok iyi bilerek Türkiye’de dili ayrıştırmaya yönelik, aslında Türkiye’yi ayrıştırmaya yönelmektedirler.


Geldiğimiz noktada pek çok çevrede diyebilir ki nerden biliyorsun bunlar söz konusu değildir. İnşallah söz konusu değildir. Ama bütün işaretler bize ciddiyetle bunu göstermektedir.


Resmi kurumlarda haritalar konuşuluyor. Şimdi biz gelmişiz dil ayrışması yapalım demeye başlamışız.


Herkes aklını başına alsın. Giderayak şimdi iç dış baskıları karşılayacağı diye kendilerine emanet edilecek Türkiye’yi perişan etmesinler.

Bunlar Da İlginizi Çekebilir
Erzincan Sahibinin ömrünü uzatan güvercin Erzincan’da bölgeye has endemik bir güvercin türü olan ve yetiştiricisinin ömrünü uzattığına inanılan Kelkit Tepelisi yöre insanının en büyük tutkusu. Yeryüzünde bulunan güvercinlerin ayrı ayrı barındırdıkları ırk, fiziki özellik, ses ve oyunculuğunu tek başına bünyesinde barındıran Kelkit Tepelisi, birçok güvercin meraklısı vatandaşın dikkatini üzerine çekiyor. Erzincan’da güvercin yetiştiricileri haftanın belirli günlerinde belirledikleri bir kahvehanede bir araya gelerek günün büyük bir bölümünü güvercinler üzerine sohbet ederek geçiriyorlar. Rivayete göre yetiştiricisinin ömrünü uzattığı ve üzerindeki bütün nazarı aldığı belirtilen Kelkit Tepelisi ile ilgili sohbetlere katılmak için meraklıları çevre illerden kilometrelerce yol kat ederek geliyor. Atalarından kalma bir gelenek olarak adlandırdıkları Kelkit Tepelisi yetiştiriciliğini sürdüren yetiştiricileri Halep’ten getirilen bir ırk olan Kelkit Tepelisinin zamanla bölgeye adaptasyonu sağlandığını ve Kelkit ve Erzincan bölgesine has bir ırk olduğunu söyledi. “Güvercin besleyen insanların ömürleri uzun olur derdiler” Bölgeye has Kelkit Tepelisi’ni Erzincan’da yetiştiren Murat Taşkın, “Babalarımızdan, dedelerimizden ve atalarımızdan görerek, sürekli bakıp beslediğimiz Kelkit Tepelisi bu bölgeye has endemik bir ırktır. Yeryüzünde birçok güvercin ırkı var, kimisi kostümlüyle, kimisi sesiyle, kimisi de oyunuyla ön planda. Hepsini içinde barındıran tek ırk ise Kelkit Tepelisi. Halep’ten getirilmiş bir ırk. Yıllar içerisinde kırılarak, iklimin ve havanın etkisiyle de burada evrim yaşamış bir ırk. Kelkit ve Erzincan bölgesine has bir ırk. Bu güvercin açık alanda da kapalı alanda da oyununu sergileyebiliyor. Bu özellikle de birçok güvercin severin dikkatini üzerine çekiyor. Biz hobi olarak bakıp, besleriz. Bu kahvehane Erzincan’da güvercin besleyen arkadaşların buluştukları bir mekan. Hiç birbirini tanımayan insanları güvercinler ortak bir paydada bir araya getiriyor. Herkes kendi güvercinini anlatıyor. En iyi renk bende, en iyi oyun kuşu bende diye. Kış aylarında özellikle bu güvercinin seyir turnuvaları yapılır. İlgi ve katılımı yüksek seyirler yapılır. Bu endemik kuş türü ona gönül vermiş insanların elinde onların çabasıyla yürütülmeye çalışılıyor.” dedi. Atalarından bu güvercinin iki özelliği olduğuna dair rivayetler olduğunu aktaran Taşkın, “Bu güvercini besleyen insanların ömürleri uzun olur derdiler. Biz bunu analiz ettik. Bütün güvercinlere bakan amcalarımız, büyüklerimiz hep emsallerinden daha geç öldüler. Halk arasında nazar dediğimiz bakışların, kem gözlerin sahibinin üzerinden çekip alıyormuş. Bunu da denediler. Bende 30 çift kuş var. Kedi içeriye girse en sevdiğimi alıp götürür. Atmaca girsin en değerli kuşumuzu alır. Hastalık girsin yine aynı şekilde en çok sevdiğimiz kuşu alıp götürür. Sahibinin üzerindeki nazarı kuş kendi üzerine alır derlerdi ve biz bütün kuşçular olarak tecrübe edindik” diye konuştu. “Kuşçu olan insanlar o kuşun içine girdiği zaman dünya ile irtibatı kesilir” Erzurum’dan sırf kuş sohbetine katılmak için vatandaşların Erzincan’a geldiğini söyleyen kuşçu Hasan Demirel de “11 yaşından beri kuş besliyorum. Büyüme çağlarında bizden eski abilerimizin anlatımıyla, eskiden kahve olmadığı için ahırlarda kuşu beslermişler eğlence diye. Şu anda da arkadaşlar buna gönül vermişler ama eskisi gibi değil. Şu an bu azaldı ama yine devam ediyor. Arkadaşlar ahır olmadığı için özel yerler yapıyorlar. Bu bir hobi ve sevgi. Tabiri caizse kuşçu olan insanlar kuşu iyi anlıyorsa o kuşun içine girdiği zaman dünya ile irtibatı kesilir. Yemek, içmek hiçbir şey aklına gelmez saatlerce. Bu böyle bir sevda. Gençlerimiz de bizden sonra devam ettiriyor.” ifadelerini kullandı.
Aydın Kiraz ağaçları son yılların en verimli sezonuna hazırlanıyor Türkiye, üretiminde dünya lideri olduğu kirazda bu yıl en verimli yıllarından birini yaşamaya hazırlanıyor. Kiraz üretimin en yoğun olduğu Aydın ve İzmir yaylalarında kiraz ağaçlarının dalları çiçekle dolup taştı. Yaylalardaki kiraz bahçeleri ağaçların çiçek açması ile birlikte renk cümbüşü oluştururken çiftçiler mutlu bereketli bir sezona hazırlanıyor . Aydın Efeler İlçesi’ne bağlı Yukarıkayacık, Köşk İlçesi’ne bağlı Sarıcam, Ahatlar, Sultanhisar ve Nazilli ilçesi ile İzmir’in ödemiş ilçesine bağlı yaylarda bulunan kiraz bahçelerindeki ağaçlar meyve ile doldu taştı. Aydın’ın Köşk ile İzmir’in Ödemiş ilçesi arasında kalan verimli yaylalarda bu yıl kiraz ağaçlarının oldukça verimli bir sezona hazırlandığını belirten Ödemiş ilçesine bağlı Hamamköy Muhtarı Mehmet Gelen, kiraz üreticisinin bu yıl sezondan umutlu olduğunu belirtti. Hamamköy’de her sezon kurulan meyve alım satım hali için bu yıl da hazırlıklarının sürdüğünü kaydeden Köy Muhtarı Mehmet Gelen, “Uzmanların çalışmalarına göre ülke genelinde mevcut olan yaklaşık 22 milyon kiraz ağacından 2024 yılı için 725 bin tonluk rekolte beklendiği belirtildi. Gerçekten bu yıl ağaçlarda çok güzel bir hazırlık var. İnşallah kalite ve fiyat da güzel olur. Üreticimiz emeğinin karşılığını alır. Hamamköy Muhtarlığı olarak bizler üreticimizin emeğinin karşılığını alabilmesi için elimizden geleni yapacağız. Tüccar ile üreticinin buluşacağı alt yapıyı hazırlıyoruz” dedi. Bu arada Türkiye’de 2023 yılında 55 ülkeye 83 bin ton karşılığı 215 milyon 796 bin dolarlık kiraz ihraç edildiği, ihracatta ilk sırada 95,5 milyon dolarla Almanya’nın yer aldığı belirtildi. Almanya’yı 43,8 milyon dolarla Rusya ve 14,2 milyon dolarla Avusturya’nın takip ettiği kaydedildi.
Ankara Dermatoloji Uzmanı Doç. Dr. Gürol Açıkgöz: "Yoğun kullanılan kozmetik ürünler, akneye neden olabilir" Medical Park Ankara Hastanesi Dermatoloji Uzmanı Doç. Dr. Gürol Açıkgöz, akneye sebep olan faktörler hakkında bilgilendirmelerde bulundu. Medical Park Ankara Hastanesi Dermatoloji Uzmanı Doç. Dr. Gürol Açıkgöz, akneye sebep olan temel faktörler hakkında açıklamalarda bulundu. Ergenlik döneminde görülen hormonal değişiklikler, yağ bezlerinde aktivite değişiklikleri ve genetik faktörlerin temel etkenler olduğunu ayrıca; stres, birtakım ilaçlar, kozmetik ürünler vb. birtakım kimyasal maddeler de akneye sebep olabileceğini belirten Açıkgöz, “Özellikle yoğun kullanıldığında kozmetik ürünler, akne gelişimine neden olabilmektedir. Bu yüzden kozmetik ürünlerin akne yapabilme potansiyelleri değerlendirilerek seçilmeleri daha uygun olur” ifadelerini kullandı. “Ergenlik dönemindeki gençlerin yaklaşık yüzde 85’inde akne görülüyor” Aknenin tanımına ve kimlerde daha fazla görüldüğüne değinen Doç. Dr. Açıkgöz, “Akne yüz, sırt ve gövdede yer alan, yağ bezlerinin aktivitesinden kaynaklanan aşırı yağ üretimi sonucu ortaya çıkan tablodur. Ergenlik ve erişkin aknesi olma üzere iki ayrı dönemde görülmektedir. Ailesinde şiddetli akne görülen bireylerde akne daha sık görülmektedir. Akne her yaştan insanda görülebilmekle birlikte, en yaygın olarak ergenlik dönemindeki gençlerde görülmektedir. Ergenlik dönemindeki gençlerin yaklaşık yüzde 85’inde akne görülmektedir. Hafif orta ve şiddetli tipleri vardır. Akne, siyah ve beyaz noktalar (komedon), iltihaplı/iltihapsız kabarıklıklar (papülopüstüler) veya daha büyük ve daha şiddetli kist ve nodüller şeklinde görülebilir” diye konuştu. “Akneyi tetikleyen sebepler” Aknenin neden olduğundan bahseden Doç. Dr. Açıkgöz, “Ergenlik döneminde görülen hormonal değişiklikler, yağ bezlerinde aktivite değişiklikleri, genetik faktörler temel etkenler olmakla birlikte; stres, birtakım ilaçlar, kozmetik ürünler vb. birtakım kimyasal maddeler akneye sebep olabilmektedir” dedi. “Kızartmalardan uzak durulabilir” Akne oluşumu ile yediğimiz yiyecekler arasında doğrudan bir bağlantı bulunamadığına değinen Doç. Dr. Açıkgöz, “Ancak, kan şekerini yükselten gıdaların, insülin direncinin bozulmasına ve birtakım hormonların hızla yükselmesine neden olarak akneyi tetiklediği bilinmektedir. Fast food gıdalar, kızartmalar, şeker, çikolata, patates gibi gıdalar bu süreçte etken olan gıdaların başında gelmektedir. Bu nedenle bu tür gıdaların tüketiminin azaltılması önemlidir. Ergenlik sonrası dönemde başlayan akne durumlarında adet düzensizliği, kilo artışı, vücut kıllanmasında artış bozukluğu da varsa; özellikle hormon bozukluğu, polikistik over hastalığı açısından değerlendirme yapılması önemlidir” şeklinde konuştu. “Akne sıkmayı önermiyoruz” Akneyi sıkmanın doğru olmadığını dile getiren Doç. Dr. Açıkgöz, “Doktor gözetiminde bazı durumlarda akne temizlenebilir. Enfeksiyon ve iz gibi durumlara yol açabileceğinden aknenin sıkılması önerilmez” dedi. “Kozmetik ürünlere dikkat edilmeli” Doç. Dr. Açıkgöz, güneş ışınlarının akne artışına neden olmadığı ve akneyi hafiflettiğini belirtti. Doç. Dr. Açıkgöz, “Özellikle yoğun kullanıldığında kozmetik ürünler akne gelişimine neden olabilmektedir. Kozmetik ürün seçilirken akne yapabilme potansiyelleri değerlendirilip ona göre ürün seçilmesi uygun olur” ifadelerini kullandı. “Akne tedavisi kişiye özel planlanmalı” Akne tedavisinin mümkün olduğunu dile getiren Doç. Dr. Açıkgöz, “Akne tedavisi, kişiye, sivilcenin türü ve şiddetine, iz bırakıp bırakmadığına göre değerlendirilip duruma/kişiye uygun tedavi seçilmelidir. Akne tedavisi bir süreçtir, zaman alabileceği iyi bilinmelidir. Akne tedavisine yaklaşık 3-4 ay gibi bir sürede yanıt olmaktadır” diye konuştu. “Aknede uygulanan tedavi yöntemleri” Akne için etkili çok sayıda tedavi seçeneği olduğunu kaydeden Doç. Dr. Açıkgöz, bu tedavi yöntemlerini şu şekilde sıraladı: “Krem tedavileri: İçerisinde antibiyotikler, benzoil peroksit, retinoit gibi içerikleri olan ürünler kullanılabilir. Ağız yoluyla kullanılan antibiyotik tedaviler: Tetrasiklin, eritromisin veya azitromisin grubu antibiyotikler ortalama 3-6 ay arası kullanılmaktadır. İzotretinoin tedavisi: Şiddetli aknelerde veya tedaviye yanıtsız aknelerde veya iz bırakma eğiliminde olan aknelerde tercih edilen A vitamini türevi ağızdan kullanılan ilaçtır. Dermatoloji uzmanı kontrolünde aylık takipleri ile kullanılan etkili bir ilaçtır. Mevcut aknelerin tedavisi yapıldığında muhtemel iz kalma ihtimali de düşmektedir. Diğer yöntemler: Lazer tedavisi, fototerapi gibi her iki cinste kullanılabilen yöntemler yanında kadınlarda oral kontraseptif kullanımı ile başarılı sonuçlar elde edilmektedir.” “Uygun temizleyici, nemlendirici ve güneş koruyucu krem kullanımı gerekebilir” Tedavi sonrasında dikkat edilmesi gereken durumlardan bahseden Doç. Dr. Açıkgöz, “Akne tedavisi sonrasında yeni akne oluşumunu engellemek, elde edilen düzelmenin devamını sağlamak açısından derinin temizliği ve bakımı da önemli yer tutmaktadır. Uygun temizleyici, nemlendirici ve güneş koruyucu krem kullanımı gerekebilir” dedi. “Psikososyal sorunlara neden olabilir” Akne oluşumunun psikososyal sorunlara neden olabildiğini vurgulayan Doç. Dr. Açıkgöz, “Ergenlik, fiziksel değişikliklerin olduğu bir dönem olduğu gibi psikolojik değişkenlikler kırılganlıklar da fazla olmaktadır. Ergenlik bir bakış açısıyla çok faktörlü bir uyum dönemidir. Fiziksel sorunların oluştuğu ve psikososyal etkilerin görüldüğü bu dönemde daha travmatik durumlar olabilmektedir. Dış görünüş bu dönemde daha da önem kazanmaktadır. Muhtemel bir bozukluk kişide kendine güvensizlik, içe kapanma, sosyal çekilme, dışlanmaya bağlı kişinin sosyal hayatı yanında eğitim hayatında bozulmalara ve yaşam kalitesinde düşmelere neden olur. Bu yüzden akne tedavi edilmesi önem arz eden bir hastalıktır” şeklinde konuştu.