SAĞLIK - 01 Ağustos 2014 Cuma 12:25

Diyabet sıklığı artıyor

A
A
A
Diyabet sıklığı artıyor

Endokrinoloji Uzmanı Doç. Dr. Duygu Yazgan Aksoy, “2030 yılı itibariyle tüm dünyada diyabet sıklığının yüzde 7,7 değerine ulaşacağı, 438 milyon bireyin bu hastalıkla yaşamak zorunda kalacağı öngörülmektedir” dedi.

Adını sık sık duymaya başladığımız diyabet hastalığının oluşmasında genetik sebepler kadar bireyin hayat tarzının rolünün de büyük olduğunu vurgulayan Acıbadem Ankara Hastanesi Endokrinoloji Uzmanı Doç. Dr. Duygu Yazgan Aksoy, gelecekte sağlığımızı daha da fazla tehdit edecek bu hastalık konusunda ayrıntılı bilgiler verdi. Diyabet (şeker hastalığı) hastalığının ortak özelliğinin kan şeker yüksekliği olan bir metabolizma hastalığı olduğunu ifade eden Doç. Dr. Aksoy, “Diyabet insulin hormonunun eksikliği veya etkin kullanılamaması sonucu ortaya çıkar ve ömür boyu sürer. Bu hormon pankreas isimli organdan salınır, yeterli fonksiyon görememesi kan şekerinin yükselmesine sebep olur. Tip 1 diyabet çocukluk ve gençlik döneminde ortaya çıkar. Hastalarda mutlak bir insülin yetersizliği olduğundan ömür boyu insülin hormonu dışarıdan (enjeksiyon yoluyla) verilmek zorundadır. Genel olarak toplumdaki diyabet vakalarının yüzde 10'unu Tip 1 diyabet vakaları oluşturmaktadır. İnsülin miktarında azalma veya organlarda insülin direnci olması sonucu ortaya çıkan Tip 2 diyabet ise 40 yaş ve sonrasında ortaya çıkar. Tüm dünyada kronik hastalıklar içinde giderek sıklığı artan ve hayat tarzı değişiklikleri ile önlenebilir olan diyabet, Tip 2 diyabettir” diye konuştu.

BELİRTİLERİ NELERDİR, UZUN DÖNEMDEKİ RİSKLERİ NELERDİR?
Aşırı susama, sık idrara çıkma, yorgunluk ve açıklanamayan kilo kaybının sık görülen belirtiler olmakla birlikte hiçbir açık belirtisinin olmayabileceğinin altını çizen Doç. Dr. Aksoy, “Görme bulanıklığı, cilt ve mantar enfeksiyonları diyabet habercisi olabilir. Başlangıçtan birkaç yıl sonra çeşitli diyabet komplikasyonları varlığıyla da teşhis edilebilir. Tip 2 diyabet yaşam süresini 5-10 yıl kısalttığı gibi, tüm dünyada kardiyovasküler hastalıkların, böbrek yetmezliğinin, erişkinlerde körlüğün ve travma dışı uzuv kaybının en önemli nedenidir. 2030 yılı itibariyle tüm dünyada diyabet sıklığının yüzde 7,7 değerine ulaşacağı, 438 milyon bireyin bu hastalıkla yaşamak zorunda kalacağı öngörülmektedir. Benzer şekilde son on yılda Türkiye’de de diyabet sıklığı artmış ve yüzde 13,7 oranına ulaşmıştır” ifadelerini kullandı.

NASIL TEDAVİ EDİLİR?
Diyabet tedavisinde amacın kan şekerini normal düzeyde tutmak olduğunu söyleyen Uzman Doç. Dr. Aksoy, şöyle devam etti:
“Bu ayarın sağlanması komplikasyonların gelişimini önlemek veya gelişmiş komplikasyonların seyrini yavaşlatmak için son derece önemlidir. Tip 1 diyabetli bireylerde tedavi yalnızca insülinle yapılabilir. Öte yandan Tip 2 diyabetli kişilerin tedavisinde en önemli unsur yaşam tarzının değiştirilmesidir. Sağlıklı beslenme, yaşa ve boya uygun kiloya inilmesi ve korunması, haftada 5 gün en az otuz dakika egzersiz yapılması, tuzun azaltılması, sigaranın bırakılması mutlaka sağlanmalı, tüm bunlara rağmen kan şekeri kontrolü sağlanamadığında düzenli hekim kontrolünde ağızdan ilaç ve gerekirse insülin tedavisi verilmelidir.”

DİYABET ÖNLENEBİLİR Mİ?
Tip 2 diyabetin kesinlikle önlenebilir bir hastalık olduğunu belirten Uzman Doç. Dr. Aksoy, “Diyabetin ortaya çıkmadan önlenmesi, riskli kişilerin diyabetten korunması da mümkündür. Günümüzde diyabeti önlemek amacı ile yapılan çalışmalarla, yaşam tarzı değişikliklerinin diyabet görülme sıklığını yüzde 58 oranında azalttığını göstermiştir. Diyabet açısından riskli bireylerde (aile öyküsü, gebelik şekeri, polikistik over hastalığı, trigliserid yüksekliği, kalp damar hastalıkları, hipertansiyonu olan bireyler) tarama testleri ile diyabet olup olmadığı araştırılmalıdır. Diyabetli bireylerin hastalığı konusunda bilgi sahibi olması ve tedavi sürecine katılımının sağlanması gerektiği unutulmamalıdır” şeklinde konuştu. 

ARZU TÜRKUÇAR
ANKARA 

ARZU TÜRKUÇAR
ANKARA (İHA) -
ARZU TÜRKUÇAR
ANKARA (İHA) -
Bunlar Da İlginizi Çekebilir
Adana Dede Korkut hikayeleri Türklerde kadının konumunu ortaya koyuyor Çukurova Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Refiye Şenesen, “Türk Kültüründe Dede Korkut Kitabı” adlı konferansında Dede Korkut hikayelerindeki kadının konum ve önemine değindi. Prof. Dr. Şenesen, Çukurova Üniversitesi Türkoloji Araştırmaları Merkezi’nde (ÇÜTAM) verdiği konferansta, Dede Korkut Hikayelerinde genel olarak Oğuzların birtakım mücadelelerinin yer aldığını ifade ederek, “Bu mücadelelerin ikisi Oğuzların kendi aralarında yaptıkları mücadelelerdir. Bunlardan birinde Dirse Han ve oğlu Boğaç Han arasında geçer. Bir başka mücadele ise İç Oğuz ve Taş Oğuz karşılaşır” dedi. Prof. Dr. Şenesen, şunları kaydetti: “Dede Korkut Hikayelerinde sağlam temellere oturtulmuş bir sosyal yapıyla karşılaşırız. Eski kültür hayatımızı ile ilgili zengin bilgiye bu hikayelerde rastlıyoruz. Hikayelerde toplumun başında hanlar hanı diye gösterilen Begil oğlu Emren Hikayesinde padişah olarak ifade edilen Bayındır Han vardır. Bayındır Han’ın hikayelerindeki rolü beylere akın izin vermek, divanı toplamak, yılda bir defa büyük bir ziyafet vermektir. Hikayelerde kahraman olarak görünmez.” Dede Korkut Hikayelerinde hemen hemen tüm hikayelerde kadının önemli bir yer tuttuğunu söyleyen Ç.Ü. Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Refiye Şenesen, “Kadın bir güzellik sembolü olmanın yanında sosyal hayat içinde erkeğin yanında onun eşi ve ortağı olarak yer alır. Kadın sosyal hayat içinde düşüncesi alınan, eş seçiminde özgür, vefa duygusu gelişmiş, anne, iffet sahibi, saygı duyulan biridir. Bu özelliklerinin yanı sıra ata biner, kılıç kullanır, ok atar ve erkeklerle yarışır” şeklinde konuştu. Konferans sonunda Prof. Dr. Refiye Şenesen’e teşekkür belgesi verilirken hatıra fotoğrafı çekimi de gerçekleştirildi.