POLİTİKA - 14 Temmuz 2020 Salı 16:02

İletişim Başkanı Altun'dan 15 Temmuz açıklaması

A
A
A
İletişim Başkanı Altun'dan 15 Temmuz açıklaması

İletişim Başkanı Prof. Dr. Fahrettin Altun, "Son FETÖ militanı da hak ettiği cezaya çarptırılıncaya kadar mücadelemiz sürecek" dedi.

İletişim Başkanı Prof. Dr. Fahrettin Altun, özel bir dergiye İletişim Başkanlığı'nın çalışmaları ve 15 Temmuz hain darbe girişimiyle ilgili açıklamalarda bulundu.

15 Temmuz’un en önemli yanının ordu içine sızmış FETÖ mensuplarının kalkıştığı darbe teşebbüsünün, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan liderliğinde kendi iradesine sahip çıkan Türk milleti tarafından püskürtülmüş olması olduğunu aktaran Altun, “Bu, Türkiye için olduğu gibi dünya için de emsalsiz bir zaferdir. Darbelerin, Türkiye’nin normali olduğunu düşündürmek için bilinçli olarak kullanıldığına inandığım, ‘Türkiye siyasi tarihi, darbeler tarihidir’ tezinin artık yıkıldığının ilanıdır 15 Temmuz” ifadelerini kullandı.

15 Temmuz’da milletin ortaya koyduğu destansı mücadelenin, Türkiye siyasi tarihi için yeni bir dönüm noktası olduğunu aktaran Altun, “15 Temmuz’daki sivil direniş, karanlık güçlerin Türkiye’ye biçtiği kalıbın millet eliyle yıkılmasıyla özgün bir nitelik kazandı. O gece millet, liderinin çağrısıyla istiklaline, bağımsızlığına ve demokrasisine sahip çıktı, egemenliğin sahibinin bizatihi kendisi olduğunu ilan etti. 15 Temmuz’un bir diğer özelliği de milletin darbeci teröristleri suçüstü yakalayarak adalete teslim etmesidir. Önceki darbelerin faillerinin milletin geleceğini karartmakla kalmayıp aynı zamanda cezasız kaldıkları da düşünüldüğünde bunun ne kadar önemli olduğu ortaya çıkıyor. 15 Temmuz direnişiyle milletimiz kendi iradesine, demokrasisine, liderine sahip çıkarken aynı zamanda siyaset kurumunun da itibarını korudu. Diğer taraftan 15 Temmuz, devletin yönetim sistemindeki değişim ihtiyacının artık çözülmesi gerektiğini ortaya koydu. Dünyada askeri darbelerin ardından yönetim sistemleri darbecilerin, cuntacıların lehine değişirken, 15 Temmuz’daki başarısız darbe teşebbüsünün ardından yönetim sistemi Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemiyle milletin lehine değişti” değerlendirmesinde bulundu.

"15 Temmuz, sadece Türkiye değil dünya tarihine de milletin sokaklara inerek önlediği bir darbe girişimi olarak geçti"

Geçmiş darbelere giden yolda büyük toplumsal olayların kurgulandığını anlatan ve 15 Temmuz’a giden yolun taşlarının FETÖ’nün 17/25 Aralık yargı darbesi, MİT tırları kumpası, Gezi kalkışması gibi ihanet girişimleriyle döşendiğini vurgulayan Altun, “Sayın Cumhurbaşkanımız ve AK Parti hükümetleri, FETÖ’nün ihanetlerinin başladığı ilk günden itibaren kararlı bir mücadele ortaya koydu. Bu mücadelenin tek destekçisi her zamanki gibi milletimiz oldu. 15 Temmuz, sadece Türkiye değil dünya tarihine de milletin sokaklara inerek önlediği bir darbe girişimi olarak geçti. Bu zaferle tüm dünyaya bir demokrasi dersi verdik. Söz konusu vatan, bayrak, devlet olunca tanklara, silahlara korkusuzca göğüs geren cesur bir halk gördü o gece dünya. Milletimizin canı pahasına ortaya koyduğu mücadele darbecilerin bütün hesaplarını alt üst etti. 15 Temmuz sadece bir darbe değil bir işgal girişimiydi. Buna geçit vermedik. İnanmış ve kenetlenmiş bir milleti hiçbir gücün yıkamayacağını gösterdik. Çanakkale ve Kurtuluş Savaşı’ndaki ruhtu bu. Bu zafer elbette her türlü işgale, zulme karşı mücadele veren ve verecek halklara ilham ve örnek oldu” aktarımında bulundu.

"(15 Temmuz mücadelesi) Yayın politikasını Türkiye düşmanlığı üzerine inşa eden medyanın da mücadeleyi hakkıyla yansıtmasını zaten beklemiyoruz"

Arap baharı, Wall Street işgali, Sarı Yelekliler, Hong Kong öğrenci direnişi, ABD’deki siyahilerin isyanları gibi direnişlerin kısa sürede yaygınlaştırılıp küreselleştirilmesine karşın, sivil halkın 15 Temmuz’daki benzersiz direnişine karşı uluslararası mecraların ve medyanın duyarsızlığından bahseden Altun, şunları kaydetti:
“Elbette bir stratejinin parçası olarak bu yayınları yapıyorlar. Amaçları da Türkiye’nin güçlenmesini, bağımsız politikalar izlemesini, milletin iradesinin ülke yönetimine tam olarak yansımasını ve kültür coğrafyasında yer alan ülkelere liderlik etmesini engellemek. 15 Temmuz’daki mücadele bir yandan da Türkiye’nin geleceği için umut besleyenler ile iradelerini başka ülkelerin kapısına bağlayanların mücadelesiydi. Bu yönüyle düşünüldüğünde yayın politikasını Türkiye düşmanlığı üzerine inşa eden medyanın da mücadeleyi hakkıyla yansıtmasını zaten beklemiyoruz. Konu Türkiye olunca demokrasiden, seçilmiş hükümetten yana değil, her zaman vesayet odaklarından, cuntalardan yana oldular. Bunu 15 Temmuz ve sonrasındaki yayınlarında gördük. Hatta o dönemde bile ‘hükümetin yaptıklarını eleştirecek’ birilerini aradıklarına şahitlik ettik. FETÖ elebaşının nasıl bir örgütü yönettiğini, ülkede nasıl terörist eylemler gerçekleştirdiğini görmezden gelen Batı medyası, yaptığı çarpıtmaları o kadar ileri götürdü ki 15 Temmuz’da ülkesi için sokağa çıkan vatandaşlarımızı yaftalamaya çalıştı. Sayın Cumhurbaşkanımız liderliğinde çok hızlı gerçekleşen atılımlar, her alandaki modernleşme ve gelişme, Türkiye düşmanlarının da hareketlenmesine neden oldu. Türkiye’de sivil siyaset güçlendikçe, demokrasi değer kazandıkça ve bunun simgesi de Recep Tayyip Erdoğan olunca Türkiye düşmanları telaşlandı. Yıllarca yavaş ve sinsice örgütlendikleri kurumlar, yapılar yerli ve milli unsurlarca yönetilmeye başlanınca sözde tarafsız Batı’nın medyası da yayınlarındaki saldırı dozunu artırdı.”

"Küresel güç merkezleri, Türkiye’nin içine kapanık, bölgesinde pasif, ekonomisi IMF’den sorulan, teknolojisi ve savunma sanayisi olmayan, üretmeyen, terörün her türlüsüyle uğraşarak atılım gerçekleştiremeyen bir ülke olmasını istiyorlar"

15 Temmuz darbe girişiminin hiç kuşkusuz Türkiye’yi kuşatma teşebbüsü olduğunu anımsatan Altun, “Küresel güç merkezleri, Türkiye’nin içine kapanık, bölgesinde pasif, ekonomisi IMF’den sorulan, teknolojisi ve savunma sanayisi olmayan, üretmeyen, terörün her türlüsüyle uğraşarak atılım gerçekleştiremeyen bir ülke olmasını istiyorlar. 2002’den sonra yapılan atılımlar, demokratikleşme çalışmaları, yerli ve milli savunma hamlesi, IMF’ye borcun kapatılması, siyasi ve ekonomik istikrar, bu güç merkezlerini ziyadesiyle rahatsız etti. Tüm bu gelişmeleri hayata geçiren seçilmiş iktidarın önünü kesmek için vesayet odakları devreye girdi. FETÖ, PKK, DEAŞ ve DHKP-C terör örgütleri devreye sokuldu. Gezi olayları, 17/25 Aralık yargı darbesi, MİT tırları kumpası, çukur terörü gibi yollara başvurdular. Ekonomik saldırılar gerçekleştirdiler. 15 Temmuz darbe girişimi de FETÖ’nün dış ve küresel güçlerin desteğiyle kalkıştığı bir işgal adımıydı. Türkiye’yi eskisi gibi dizayn edemeyeceklerini anlayanlar, senaryosunu yazdıkları ve içerdeki maşalarınca hayata geçirilen olaylarda ülkemizin atılımlarını durduramayınca bu sefer 40 yıldır sinsice besledikleri, heralanda aktif kullandıkları FETÖ militanlarınca kanlı darbe teşebbüsünde bulundular” ifadelerini aktardı.

"FETÖ’ye destek veren ülkeler bu örgütü sadece Türkiye’de değil, Ortadoğu, Asya ve Afrika ülkelerinde de etkin olarak kullandı"

Darbe teşebbüsünün ilk saatlerinde yaptıkları açıklama ve yayınlarla tarafını belli edenlerin, ilerleyen günlerde de darbecileri mağdur gösterme çabasına giriştiğine işaret eden Altun, “Bunlar da FETÖ’nün kimlerin güdümünde olduğunu açıkça gösterdi. FETÖ’ye destek veren ülkeler bu örgütü sadece Türkiye’de değil, Ortadoğu, Asya ve Afrika ülkelerinde de etkin olarak kullandı. Bunun farkına varan Türkiye, daha ilk günden itibaren FETÖ’nün etkili olduğu ülkeleri uyardı ve uyarmaya devam ediyor. Bir örgütün salt iç dinamiklerle bir ülkede darbeye teşebbüs etmesi elbette çok zordur. 15 Temmuz’da, Türkiye’deki meşru hükümete desteğini açıklamak yerine, sabahı bekleyip kimin kazanacağına bakarak hareket tarzı belirleyenleri, günler geçmesine rağmen darbe teşebbüsünü kınamayanları çok iyi biliyoruz” ifadelerini kullandı.

Türkiye Cumhuriyeti devleti yeni hükümet sistemiyle çok daha güçlü ve milletin iradesinin tek güç olarak konumlandığı bir devlet oldu"

15 Temmuz’un ardından, FETÖ’nün Türkiye’de bürokrasi ve askeriye başta olmak üzere tüm alanları nasıl kirlettiğinin daha net görüldüğünü anlatan Altun, şu ifadeleri kullandı:

“FETÖ’nün paralel devlet yapılanmasıyla nasıl bir ağ kurduğu, meşru devlet organizasyonunu nasıl baypas etmeye çalıştığı ortaya çıktı. Bu süreçte FETÖ’nün bürokrasi, medya ve STK’lardaki yapılanmalarıyla ülkenin gerçek meselelerinin çözümünü engellediği, terörle mücadeleyi sekteye uğrattığı, yapay gündemlerle ülkenin enerjisini boşa sarf ettirdiği görüldü. 15 Temmuz’dan sonra hız kazanan FETÖ temizliğiyle Türkiye temel meselelerine odaklandı. Siyasetten ekonomiye, dış politikadan terörle mücadeleye kadar birçok atılım hamleleri ardı ardına geldi. Sadece FETÖ değil, diğer tüm vesayet odakları yıllarca yapay bir korku propagandası üreterek Türkiye’nin kalkınmasını engelledi. FETÖ ile etkin yürütülen mücadeleyle birlikte tüm vesayet unsurları etki alanlarını kaybetti. Siyaset sahnesini kirleten FETÖ ve vesayet odaklarının püskürtülmesiyle oluşan bu zeminde, Türkiye ortak paydasında buluşan yerli ve milli unsurların ülkenin ve toplumun gerçek meseleleriyle hemhal olduğuna, bunlara çözümler üretmenin nasıl bir güç ve sinerji meydana getirdiğine şahit olduk. Sayın Cumhurbaşkanımızın vizyoner bakışıyla, Türkiye’nin önünde yeniden yapılanma için pozitif bir zemin mevcut oldu. Geçen 4 yıllık sürede çok önemli kazanımlar sağlandı. Millet iradesiyle devletin yeniden yapılandırılması talebi başarıldı. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, bu dönemin en önemli değişimlerinden birisi oldu. Türkiye Cumhuriyeti devleti yeni hükümet sistemiyle çok daha güçlü ve milletin iradesinin tek güç olarak konumlandığı bir devlet oldu. Güçlü siyasi irade, terörü kaynağında bitirme kararlılığıyla terörle mücadelede FETÖ’ye, PKK’ya, DEAŞ’a karşı etkin mücadele yürütme stratejisi belirledi ve çok önemli başarılar elde edildi.”

"Son FETÖ militanı da hak ettiği cezaya çarptırılıncaya kadar mücadelemiz sürecek"

FETÖ ile mücadeleyi başından beri yürüten ve takip eden kişinin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan olduğunun altını çizen Altun, “Ne yazık ki Cumhurbaşkanımıza yönelik hasmane tutumları nedeniyle FETÖ tehdidini görmezden gelenleri, bu terör örgütü ile mücadelenin önüne kendini siper edenleri gördük. Bu sinsi örgüt 40 yıldır başta siyaset, kamu yönetimi, adliye, askeriye, emniyet olmak üzere devletin birçok kurum ve kuruluşu ile medya ve STK’larda örgütlenmişti. Bu kadar uzun süre devlet organizasyonunun kılcal damarlarına kadar sirayet etmiş bir mikrobun boyutları elbette büyüktü. Ancak yürütülen etkin mücadeleyle FETÖ’nün sinsi ve kanlı planı boşa çıkarıldı, çıkarılmaya devam ediliyor. Her terör örgütüyle olduğu gibi FETÖ ile de mücadele kararlılıkla devam ediyor. Son FETÖ militanı da hak ettiği cezaya çarptırılıncaya kadar mücadelemiz sürecek. Bu hain terör örgütü mensuplarının başka örgütlerle de girift ilişkileri var. Bu zamana kadar ortaya çıkarılan verilerle örgütün kaçta kaçının deşifre edildiğini tespit etmek de mümkün değil. Çünkü, hala gizli kalmış hücrelerine ulaşılabiliyor. Bunlar yeni operasyonlarla gün yüzüne çıkarılıyor. 15 Temmuz darbe girişiminde suçüstü yakalanan FETÖ'cülerin ihanetlerini ve cinayetlerini gizlemek için söyledikleri bir merkezden üretilen yalanlar da bu teröristlerin ne kadar organize olduklarını gösteriyor. Ne yazık ki, cezaevlerinde bile bu şekilde organize olan bir örgütün 40 yıllık yapılanmasının çapını hafife almak mücadeleyi sekteye uğratır. FETÖ ile mücadelenin bir diğer önemli boyutunu da elbette bu örgütün yurt dışı yapılanması oluşturuyor. Bu noktada diplomatik ve hukuki yollarla gerekli adımlar atılmaya devam ediyor” aktarımında bulundu.

15 Temmuz’dan sonra yargının iktidar kontrolü altına girdiği, ordunun boşaltıldığı, parlamentonun etkisizleştirildiği, OHAL ve KHK’larla hukukun bypass edildiği, iktidarın otoriterleştiği gibi eleştirilerin muhaliflerin başlıca argümanları arasına girmesiyle ilgili değerlendirmelerde bulunan Altun, “Bu söylemler ile FETÖ’nün argümanlarının benzerlik göstermesini manidar buluyorum. Salt ‘Erdoğan karşıtlığı’ ile hareket eden, Türkiye’nin geleceği için vizyon geliştiremeyen, bugüne kadar millete faydası olmadığı gibi bundan sonra da olmayacağı belli olan kesimler, FETÖ ile mücadelemizi çarpıtma ve dezenformasyonlarla sulandırmaya çalışıyorlar. Bu sinsi örgütün adliyelerde, emniyette, bürokrasi ve diplomaside nasıl örgütlendiğini 15 Temmuz’dan sonra daha net gördük. Bu alanlardan birinde bir boşluğa yer vermek, mücadelenin tümüne zarar vereceği gibi, bu örgütün militanlarının tekrar mevzi almalarına neden olacaktır. Unutulmamalı ki; FETÖ ile mücadele, Türkiye’nin bir güvenlik meselesidir. Haksız ve çarpıtılmış yorumlar, bizi FETÖ ile mücadele kararlılığından asla vazgeçiremez. Batı’da bazı sokak olaylarına müdahalede OHAL ilan edilirken, Türkiye’de kanlı darbe teşebbüsü sonrasında bir terör örgütüyle mücadele sürecinde OHAL ilan edilmiş olmasını eleştirmek akla ziyan bir tutumdur. Basın özgürlüğü de FETÖ’nün en çok istismar ettiği kavramlardan biriydi. Hala benzer şekilde içeride ve dışarıda kara propaganda yapıyorlar. Bunların hiçbirisine prim vermeden mücadeleye devam edeceğiz” ifadelerini aktardı.

Darbenin ve saldırının hiçbir türüne fırsat vermeyeceklerini aktaran Altun, “Sayın Cumhurbaşkanımızın açık ve net şekilde ifade ettiği gibi, artık bu ülkede darbeler devri kapanmıştır. Milletimiz darbe heveslilerine cevabının ne olacağını 15 Temmuz’da göstermiştir. Devletimiz bu tehdide karşı da her türlü tedbiri aldı ve almaya devam ediyor. Darbenin, saldırının hiçbir türüne fırsat vermeyeceğiz. Yolumuz uzun. Demokrasimizi sağlamlaştırarak, ekonomimizi güçlendirerek hedeflerimize yürüyeceğiz” diye konuştu.

FETÖ ve arkasındaki güçlerin 15 Temmuz darbe teşebbüsünde ana hedeflerinin, “Erdoğansız bir Türkiye” özlemi olduğunu ifade eden Altun, şu ifadeleri kullandı:

“Sayın Cumhurbaşkanımızın olmadığı bir Türkiye, ülkemizin düşmanlarının tam da istediği bir Türkiye olacaktı. Çünkü kolay hükmedilen, vesayet odaklarının balans ayarı verdiği, medyanın milletin iradesine yön çizebildiği, hedefleri olmayan bir Türkiye istiyorlardı. Bu millet, 15 Temmuz’da bir lider etrafında kenetlenme hissini tam anlamıyla yaşadı. Milletimiz 15 Temmuz’da, devlete sahip çıkmanın Erdoğan’a sahip çıkmak, Sayın Cumhurbaşkanımızın yanında durmanın da devlete sahip çıkmak olduğunu net bir şekilde ifade etti. 15 Temmuz’daki direniş ruhu çok ötelerden gelen bir ruhtu. Bu direniş milletimizin mayasında var ve bunu ortaya çıkaran da yine Sayın Cumhurbaşkanımızın çağrısı oldu. Bu ruh 1071’de Anadolu’ya girerken, 1453’te İstanbul’un surlarını döverken, 1915’te Çanakkale’de topun ağzına mermiyi sürerken, 1920’de dualarla TBMM’yi açarken var olan ruhla aynıydı. Şimdi bu ruhu, bu hissi kaybetmeden 2023, 2053 ve 2071 hedeflerimize ilerliyoruz. Sayın Cumhurbaşkanımız da bu yolda gençlere olan inancını her konuşmasında yineliyor. Diğer taraftan milletle aynı hisleri paylaşmayanların, onun ruhuna seslenmeyenlerin 15 Temmuz’daki direnişi hala anlamadıklarını şahitlik edebiliyoruz. Bize düşen görev de vatan için can verenlerin aziz hatırasını, gayri milli unsurlara, Türkiye düşmanlarına karşı müdafaa etmektir. Milletin kıyamını, direnişini unutturmayacak, 15 Temmuz ruhunu her daim yaşatacağız. Bu direnişi hafife alanları, alay edenleri, mücadelemize zarar verenleri ve işbirlikçilerini milletimiz de tarih de affetmeyecek. 15 Temmuz’un üzerinden geçen 4 yılda ne yazık ki o destansı direnişe leke sürmek için çaba sarf eden kesimler oldu. 15 Temmuz’da o şanlı direnişi gösteren millet, daha sonra da bu duruşuna halel getirmemek için büyük bir mücadele verdi. Şükür ki, kazanan her daim 15 Temmuz ruhu oldu. Mücadelemizi, direnişimizi de her zaman ve zeminde anlatmak en başta şehitlerimize karşı borcumuzdur.”

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 15 Temmuz gecesi söylediği “Milletin gücünün üstünde bir güç tanımadım” sözünün, milletin iradesinin aşamayacağı hiçbir engelin olmayacağının idrakini net olarak gösterdiğini anımsatan Altun, “15 Temmuz’daki direniş, Sayın Cumhurbaşkanımızın liderliğinde ülkemizin ve milletimizin kazandığı bir zaferi anlatıyor bize. Milli iradeyi esas alarak yürüttüğümüz bu mücadele sayesinde geleceğe daha güvenle ve umutla bakabiliyoruz. Bu yolda en büyük gücümüz birlik ve beraberliğimizdir. 15 Temmuz günü can veren şehitlerimizin aziz hatırasını yaşatmaya, gazilerimizin kahramanlığını, milletimizin dik duruşunu anlatmaya devam edeceğiz” değerlendirmesinde bulundu.

İletişim Başkanlığı olarak Türkiye’nin yükselişine yakışır nitelikte ulusal ve uluslararası çalışmalar ortaya koymaya gayret ettiklerini belirten Altun, yaptıkları çalışmalardan bahsederek şunları aktardı:

“Bu doğrultuda devletin iletişiminin koordinasyonunu sağlamak ve söylem birliğini tesis etmek, kamu kurum ve kuruluşlarının kamusal iletişim standartlarını belirlemek, kamu diplomasisi faaliyetleri yürütmek, nitelikli bir medya alanı oluşturmak şeklinde gruplandırılabilecek fonksiyonlar altında birçok faaliyet icra ediyoruz. Milletimiz ve devletimiz arasındaki ilişkiyi yönetmek de yine kritik görevlerimiz arasında. Hatırlanacağı üzere, 15 Temmuz Demokrasi ve Milli Birlik Günü Anma Etkinliklerinin koordinasyon görevi İletişim Başkanlığımıza verilmişti. Anma programlarının genel iletişim stratejisinin oluşturulması, faaliyetlerin etkin ve verimli bir şekilde yürütülmesi, iletişim kanallarının oluşturulması ve etkinliklerle ilgili eş güdümün sağlanması, ilgili birimlerimizce gerçekleştiriliyor. Kamu kurumları ile sivil toplum kuruluşlarının müstakil şekilde yürüttükleri anma günü etkinliklerinin 15 Temmuz’un anlam ve önemine uygun şekilde bütünlüklü bir iletişim stratejisi çerçevesinde ve etkin bir koordinasyonla yürütülebilmesi gerekiyordu. Bu amaçla ilk olarak bir kılavuz niteliğindeki ‘Etkinlik İletişim Strateji Belgesi' geliştirildi. Bakanlıklar, kamu kurum ve kuruluşları, üniversiteler ve sivil toplum kuruluşları ile bir araya gelerek anma programlarının 15 Temmuz ruhuna uygun bir şekilde gerçekleştirilebilmesi ve halkı bütünüyle kucaklayan programların hayata geçirilmesi sağlanıyor. 15 Temmuz anma programlarının takip ve koordinasyonu için Başkanlığımız bünyesinde ‘15 Temmuz Proje Takip Sistemi’ kuruldu. Bu sistemle projelerin hazırlık, uygulama ve değerlendirme süreçleri dijital ortamda takip ediliyor. Bu noktada dikkat çekici bir rakamı da paylaşmak istiyorum. Geçtiğimiz yıl 15 Temmuz ile ilgili yurt içi ve yurt dışı toplamda bin 500 civarı program gerçekleştirilmişken, bu yıl bu sayının 3 bine yaklaştığını görüyoruz. Elbette sadece nicelik artışını değil, 15 Temmuz zaferinin ruhunu ve anlamını yansıtacak programlar olmasını hassasiyetle gözetiyoruz.

Bunların yanı sıra sürecin tümü hakkında paydaş kurum ve kuruluşların ihtiyacı olan materyallerin bulunduğu 15 Temmuz Koordinasyon ve İletişim Seti Başkanlığımızca hazırlanıyor.”

Öte yandan, 15 Temmuz Demokrasi ve Milli Birlik Günü Anma Etkinliklerinde faydalanılmak üzere kurumsal kimlik ve görsel materyal, logo, afişler, fotoğraflar, videolar, infografikler, kısa filmler ve animasyonların İletişim Başkanlığınca hazırlanan 15 Temmuz portalında yayınlandığını söyleyen Altun, “Bizzat Başkanlığımızın yürüttüğü 30’a yakın büyük çaplı 15 Temmuz projesi bulunuyor. Bunları da peyderpey milletimizle buluşturacağız.

Amacımız, FETÖ’cülerin 15 Temmuz’daki katliam ve ihanetlerine karşı aziz milletimizin ortaya koyduğu destansı direnişi unutturmamak ve bu zaferin hem bugünümüz hem geleceğimiz için önemini hafızalarımızda diri kalmasını sağlamak” diye konuştu.

Mevlüt Hasgül
 

Bunlar Da İlginizi Çekebilir
Kayseri Kadın kooperatifleri sayısı 43’e ulaştı Kayseri Büyükşehir Belediye Başkanı Dr. Memduh Büyükkılıç ile Kayseri Valisi Gökmen Çiçek’in özel önem vererek gerek büyükşehir gerek valilik gerekse diğer kurum ve kuruluşların destek verdikleri Kayseri Kadın Kooperatifleri’nin sayısı 43’e ulaştı. Kayseri’de, kadın girişimcilerin gelişmesi, girişimlerinin desteklenerek kentte üretim ile ticaretin birer halkası haline gelmesi için kurularak yaygınlaştırılması sağlanan Kayseri Kadın Kooperatifleri, sayısını arttırıyor. Kayseri Valiliği koordinasyonunda başta Kayseri Büyükşehir Belediyesi olmak üzere kentteki kurum ve kuruluşlar tarafından da desteklenen Kayseri Kadın Kooperatifleri, hem sayısını hem de üretimlerini çoğaltıyor. Vali Gökmen Çiçek önderliğinde kurulan Kayseri Kadın Kooperatifleri Koordinasyon Merkezi’nde faaliyetlerini yürüten ve Başkan Dr. Memduh Büyükkılıç yönetimindeki Büyükşehir Belediyesi olmak üzere kurum kuruluşların destek verdiği Kayseri Kadın Kooperatifleri’nin sayısı başta 22 iken, aradan geçen yaklaşık 2 yıllık süreçte ortalama iki kat artış göstererek 43’e ulaştı. Büyükşehir Belediyesi ile Kayseri Valiliği iş birliğinde kadın girişimini desteklemek ve kadın istihdamını arttırmak amacıyla kurulan Kayseri Kadın Kooperatifleri, her geçen gün büyürken pek çok alanda da üretim gerçekleştiriyor. Gıdadan el işlerine, giyimden ev eşyasına kadar pek çok konuda kadın eli üretimde söz sahibi olurken, istihdam da gerçekleştirilmiş oluyor. Kayseri Valisi Gökmen Çiçek’in önderliğinde kurulan ve Büyükşehir Belediye Başkanı Dr. Memduh Büyükkılıç’ın talimatları doğrultusunda ise Büyükşehir Belediyesi tarafından kuruluşunda yer tahsisinden, malzeme, ekipman ve pazarlama desteğine, ürün desteğinden bütçe desteğine kadar önemli desteklerin sağlandığı Kayseri Kadın Kooperatifleri’nin üyeleri ise her fırsatta Vali Çiçek ve Başkan Büyükkılıç’a söz konusu irade ve desteklerinden dolayı teşekkürlerini iletiyor. Sayıları artan Kayseri Kadın Kooperatifleri, her geçen gün üretimini de arttırarak ürün yelpazesini genişletiyor.
Ankara Kanserle savaşta DNA rehberliği: "Tümörün DNA’sı belirleniyor, kişiye özel tedavi uygulanabiliyor" Sigara kullanımı, alkol, obezite ve hareketsiz yaşam tarzının kanserin en önemli nedenlerini oluşturduğunu belirten Medicana Sağlık Grubu Medikal Onkoloji Uzmanlarından Doç. Dr. Mehmet Metin Şeker, yeni gelişmelerle birlikte tümör DNA’larının belirlenebildiğini ve kişiye özel kanser tedavileri kapsamında hastaya uygun olan en doğru ilacın verilebildiğini söyledi. Tarihi milattan önce 2500’lü kadar dayanan kanser hastalığı, günümüzde dünyada ölüm nedenleri arasında ilk sıralarda yer alıyor. Dünya Sağlık Örgütü’ne göre, her yıl dünya genelinde yaklaşık 10 milyon kişi kansere yakalanırken, yaklaşık 6 milyon kişi de kanser nedeniyle hayatını kaybediyor. En sık görülen kanser türleri arasında ise meme kanseri, akciğer kanseri, prostat kanseri ve kolorektal kanser yer alıyor. Dünya genelinde ölümlerin önde gelen nedenlerinden birinin kanser olduğunu açıklayan Medicana International Ankara Medikal Onkoloji Uzmanı Doç. Dr. Mehmet Metin Şeker, kanser nedenlerini ve geliştirilen yeni tedavi yöntemlerini anlattı. "Tek başına genetik nedenler tüm kanser hastalarının sadece yüzde 10’luk bir kısmını oluşturur" Kanserli hücrelerin oluşmasının birçok sebebi olduğunun altını çizen Doç. Dr. Mehmet Metin Şeker, genetik nedenlerin sanılanın aksine en sık sebeplerden birisi olmadığını söyledi. Doç. Dr. Şeker, “Tüm kanser hastalarının yaklaşık yüzde 90’ında sebepler sigara, alkol, fazla kilo (obezite), hareketsiz yaşam ve bazı enfeksiyonlardır. Tek başına genetik nedenler tüm kanser hastalarının sadece yüzde 10’luk bir kısmını oluşturur. Bu sebepleri düşününce kanserin yeni bir hastalık olmadığını, insanlık tarihi ile benzer bir tarihe sahip olacağını tahmin edebiliriz. Elbette ki saydığımız nedenlere bağlı olarak kanser sıklığı da zamanla artmaktadır” dedi. "Kanser hastalığının geçmişi milattan önce 2500’lere dayanıyor" Kanser hastalığının ve tedavisinin eldeki yazılı kanıtlara göre milattan önce 2500 yılına kadar uzandığını ifade eden Doç. Dr. Mehmet Metin Şeker, “19’uncu yüzyılın sonlarında anestezideki ve cerrahi yöntemlerdeki gelişmeler sayesinde daha başarılı kanser ameliyatları yapılmaya başlandı. Bu süreçte hastaların yaşam süreleri uzadı ancak birçok hastada ameliyat sonrası kanser yeniden oluştu. 20’nci yüzyılın başlarında ise radyoaktivitenin keşfi ile kanser tedavisinde yeni bir döneme geçildi ve radyoterapi kanser tedavisinde kullanılmaya başlandı. Bu sayede hastaların tedavi başarılarında artış sağlandı. O tarihten günümüze kadar radyoterapide de çok önemli gelişmeler yaşandı ve radyoterapinin kanserli bölgede çok daha etkin kullanımı sağlandı. Ayrıca gelişen teknolojik cihazlar ile radyoterapinin yan etkileri de çok ciddi düzeyde azaltıldı” diye konuştu. "Hedefe yönelik ilaçlar yaşam süresinin uzamasını sağladı" Kanser tedavisindeki esas gelişmenin ise kemoterapi ilaçların bulunması ile birlikte olduğunu ve artık günümüzde birçok kanser türlerinde ameliyat olmaksızın tam iyileşme sağlandığının görüldüğünü aktaran Doç. Dr. Şeker, konuşmasına şöyle devam etti: "Bu durum, ilaç araştırmalarının önünü açtı ve bu sayede birçok kanser türünde ve kanserin tüm evrelerinde etkili olan ilaçlar keşfedildi. 1990’lara kadar bulunan ilaçlar sadece kanserli hücrelere değil sağlıklı hücrelere de zarar veriyordu ve bulantı, kusma, saç dökülmesi, kan değerlerinde düşme gibi birçok yan etkiye sebep oluyordu. 2000’lerin başında yan etkileri çok daha az olan hedefe yönelik ilaçlar (akıllı ilaç) önce lenfoma, meme kanseri ve lösemilerde sonrasında ise tüm kanserlerde kullanılmaya başlandı. Hastaların yaşam sürelerinde çok ciddi uzamalar elde edildi ve o güne kadar ölümcül kabul edilen bu hastalıklar artık birer kronik hastalığa dönüşmeye başladı. O günden günümüze kadar kansere özgü yüzlerce hedef tespit edildi ve bu hedeflere yönelik ilaçlar geliştirildi." "İmmünoterapi kişinin bağışıklık sistemini çalıştırıyor" Kanser tedavisinde devrim niteliğinde olan immünoterapi tedavisinin son 14 yıldır kullanılmaya başlandığının altını çizen Doç. Dr. Mehmet Metin Şeker, "İmmünoterapi, kendisi doğrudan kansere saldırmayan, ancak kişinin bağışıklık sistemini çalıştıran ve bağışıklık hücrelerinin kanserli hücrelere saldırmasını sağlayan ilaçlardır. Bu keşif ile zaten hedefe yönelik ilaçlarla çok iyi noktalara gelen kanser tedavisi çok daha başarılı noktalara ulaştı" açıklamasını yaptı. "Tümör DNA’sı sayesinde hasta için en doğru ilaç belirlenebiliyor" Kanser tedavisinde gelinen son noktada ise insan DNA’sının daha iyi tanınması ve genetik testlerin daha ulaşılabilir hale gelmesiyle birlikte “Kişiye yönelik kanser tedavileri”nin mümkün hale gelmeye başladığına dikkati çeken Şeker, bu yöntemle hastaların tümör DNA’larının elde edilebildiğini vurguladı. Doç. Dr. Şeker, “Tümör DNA’ları elde edildikten sonra o kişiye faydalı olabilecek veya o kişiye fayda sağlamayacak ilaçlar tedavi öncesinde saptanabiliyor. Kişiye özgü kanser tedavileri, hastaların tedavilerinin daha etkili ve kişiselleştirilmiş olmasını sağlayabiliyor. Tümör DNA’sının kullanılmasıyla, hastaların tedaviye nasıl yanıt verebilecekleri daha önceden belirlenebilir, böylece gereksiz ilaç denemeleri ve yan etkilerin önlenmesi mümkün olabilirken, zaman ve maddi kayıpların da önüne geçilebilir. Bu yaklaşım, kanser tedavisinde önemli bir ilerleme olurken, hastalar için de umut verici bir gelecek sağlayabilir” dedi.