GÜNDEM - 17 Temmuz 2018 Salı 14:12

İstanbul Üniversitesi'nde '15 Temmuz Milli Birlik ve Demokrasi' paneli

A
A
A
İstanbul Üniversitesi'nde '15 Temmuz Milli Birlik ve Demokrasi' paneli

YÖK ve İstanbul Üniversitesi iş birliğinde düzenlenen 15 Temmuz Milli Birlik ve Demokrasi Paneli, İstanbul Üniversitesi Rektörlük Binası’nda gerçekleştirildi.

İstanbul Üniversitesi Rektörlük Binası’nda Yükseköğretim Kurulu (YÖK) ve İstanbul Üniversitesi iş birliği ile 15 Temmuz Milli Birlik ve Demokrasi Paneli düzenlendi. Panel, İstanbul Üniversitesi Basın ve Halkla İlişkiler Müdürlüğü tarafından hazırlanan 15 Temmuz Filmi'nin gösterilmesi ile başladı. Panelin açılış konuşması YÖK Üyesi Prof. Dr. Murat Tuncer tarafından yapıldı. 

“Bütünleşme duygusu galip geldi” 

Prof. Dr. Murat Tuncer konuşmasında böyle bir milletin ferdi olmaktan gurur duyduğunu ifade ederek, “15 Temmuz hakikaten çok önemlidir. Cumhurbaşkanımızın da belirttiği gibi, bugün başta Cumhurbaşkanımızın şahsına olmak üzere bütün Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceğine ipotek konulmak üzere düzenlenmiş bir konudur. Bu tip saldırılar, haince girişimler, vatan hainleri her zaman olacaktır. Bu sadece geçmişte var diye düşünmüyorum, bundan sonra da bu devam edecektir. İstiklal Savaşı’nda, daha önce Osmanlı'nın son dönemlerinde birçok kez bu senaryolar gündeme getirildi. Ama bizim halkımızın duyarlılığı vesilesiyle bütünleşme duygusu bunların hepsine galip geldi. 15 Temmuz da bunlardan biriydi. Onun için 15 Temmuz’u unutmamak gerekir” şeklinde konuştu.

Açılış konuşmasının ardından 15 Temmuz Milli Birlik ve Demokrasi Paneli oturumu, İstanbul Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mahmut Ak’ın başkanlığında gerçekleştirildi.

“Eğer sorumluluklarımızı layıkıyla idrak edemezsek boşlukları başkaları doldurur” 

İstanbul Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mahmut Ak oturum açılışını yaparken 15 Temmuz gecesi şehit olan 251 asker ve sivil vatandaşa Allah’tan rahmet diledi. 

15 Temmuz gecesinin bir milletin devletine sahip çıkma öyküsü olarak gururla hatırlanacak bir gece olduğunun altını çizen İstanbul Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mahmut Ak, “Eğer sorumluluklarımızı layıkıyla idrak edemez ve bu sorumlulukları yerine getiremezsek boşlukları başkaları doldurur. Hem de garip kılıklar ile din ve millet adına içine biraz tarih karıştırarak, gelenek karıştırarak dış mihrakların oyuncağı olacak şekilde bir grupla birliktelikler oluşturulabiliyor. Bu yönü ile FETÖ’den kaynaklanan bu ihanet girişimini kendi dinamikleri içerisinde öğrenecek olursak, buradaki tecrübemizin benzer sapık ve sapkın hareketleri de doğru şekilde algılayacağımıza imkan tanıyacağına şüphe yok. Bu yönüyle biz bu toplantıların sadece FETÖ’yü anlama değil, FETÖ ve benzerlerine karşı da hem kendimizi, hem toplumu koruma anlamında büyük tecrübeler kazandıracağı inancındayız. Zaten bu yönüyle de bizim bu toplantımızın konusu biçimlenmiş oldu” ifadelerini kullandı.

Ardından İstanbul Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mahmut Ak panele katılan konuşmacıları tanıtarak oturum hakkında bilgi verdi.

Oturumda İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Haluk Alkan “15 Temmuz Darbe Girişiminin Siyasal Etkileri”, İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı ve Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi Prof. Dr. Mürteza Bedir “15 Temmuz Darbe Girişimine İlahiyatçı Gözüyle Bakış”, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölüm Başkanı Prof. Dr. İsmail Coşkun ise “15 Temmuz Darbe Girişiminin Sosyolojik Etkileri” konularında değerlendirmelerde bulundu.

“FETÖ yapılanmasını anlayabilmek için vesayetçi anlayışın özellikleri anlaşılmalı” 

İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Haluk Alkan konuşmasında Türkiye’nin siyasi yapılanmasının temel sorunları üzerine durarak şunları dile getirdi: “Türkiye’de vesayetçi merkezci anlayış ile buna karşı toplumun tercihleri arasında derin bir açıklık vardır. ‘Türk demokrasisinin temel sorunlarından biri de budur’ deyimi doğru değildir. Türkiye demokrasinin yapısal bir sorununa işaret etmektedir.”

Vesayetçi anlayışın bazı özelliklerini anlamadan FETÖ ve Türkiye’nin karşı karşıya bulunduğu tehlikenin de tam olarak anlaşılamayacağını ifade eden Prof. Dr. Haluk Alkan, “Türkiye siyasetinde vesayetçi anlayışın bazı özellikleri var. Bu vesayetçi unsurların en önemli özelliği, yönetimi kendi sosyolojisine ve yönettiklerinin sosyolojisine yabancılaştırılmış gruplar eliyle hayata geçirmeye çalışmasıdır. Modern değişmecilik dediğimiz bir yönetim anlayışı Türkiye siyasetinde köklü bir yer edinmiştir. Bu nedenle yatılı okullar, uluslararası kurs sistemleri son derece önemli değiştirme mekanizmaları olarak hayata geçirilmiştir. İkinci özellik aşırı şekilciliktir. Bir siyasi yapıyı düşünün ki şekil üzerinden insanlara belirli kanallara ulaşma hakkı veriyor. İşte FETÖ’nün ikinci özelliği de budur. Türkiye’nin siyasi geleneği aynı şekilci mekanizmadan üretilmişse FETÖ bu şekilci mekanizmaları sonuna kadar kullanmış bir yapıdır. Siyasi yapımızın üçüncü özelliği bu azınlık grubun aktörleri belirleme ve kuralları belirleme inisiyatifini sürekli elinde tutmasıdır. Dikkat ederseniz Türkiye’de ekonomik aktörlerden tutun da sosyal ve mesleki aktörlere kadar her şey bizzat merkezi bürokratik elitin belirlediği kurallar çerçevesinde şekillenen bir mekanizma sonucunda ortaya çıkmıştır. Bunun en güzel göstergelerinden biri Türkiye’de çok partili dönem içerisinde bütün anayasaların askeri darbeler sonucunda hazırlanmış olması ve kuralın nasıl oynanması gerektiği de yine bu kesim tarafından belirlenmiş olmasıdır” dedi.

Türkiye’de seçimlerde bir boşluk oluştuğunu belirten Prof. Dr. Alkan konuşmasını şu şekilde sonlandırdı: “Bugüne kadar bu kadar dışlanan ve ötelenen ve o boşluğa bir türlü alınamayan toplumsal kesimlere karşı bizim çok önemli bir sorumluluğumuz var. O da bu boşluğun halkın tercihleri doğrultusunda doldurulması ve yeniden kurumsallaştırılmasıdır. 15 Temmuz'un en önemli sonuçlarından biri yeni bir toplum sözleşmesinin hayata geçirilmesi, çok partili hayata ilk defa siyasal kurumlara bir askeri darbe olmadan ulaşılması ve bu kurumların yeniden şekillenmesidir.”

“İllegal tarikatlar cemaat adını verdiğimiz yapıya dönüştü” 

Türkiye’deki dini yapıları anlamak için tarihsel arka planın önemli olduğunu vurgulayan İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Mürteza Bedir, “Dini duygu tüm dünyada bir şekilde ilgilenilmesi gereken güçlü, sağlam ve insanda var olan duygudur. Türk toplumu açısından da baktığınız zaman dini duyguları güçlü bir toplumdan bahsediyoruz. Böyle bir durumda biz cenaze imamının bulunmadığı yılları biliyoruz. Kuran öğretmek yasak olarak kabul edilen bir şeydi. Bu yıllarda bu illegal tarikatlar cemaat adını verdiğimiz yapıya dönüştü. Bu arada Türkiye bazı açılımlarla din eğitiminde mesafe almaya başladı. İlahiyat Fakültelerinin açılması, İmam Hatiplerin genişletilmesi. Din eğitimi aslında devletin ciddi anlamda yatırım yaptığı bir alan haline geldi. Din eğitimi böylece Türkiye’de mesafe aldı” şeklinde konuştu.

Cemaat yapılarının İmam Hatipler ve Diyanet arasında gerilimlerde olduğunu söyleyen Prof. Dr. Bedir, “Resmi okullar üzerinden dini alana yönelik projelerin yürümesi cemaatlerin geleneksel yapılarında pek hoş karşılanmadı. Bunlar devletin bizi bozmak için açtığı yapılardır dediler. İlahiyatlara hiçbir zaman iyi bakmadılar. 1980 sonrası dönemde bu problem azaltıldı. 1980 sonrasında cemaatlerde önemli bir dönüşüm oldu. Büyük göçler sonucu şehirlerde ortaya çıkan büyümeler cemaat yapılarını da çok farklı şekillerde büyüttü. Aslında halkın dini beklentilerini karşılamaya dönük özellikle tarikat türü 80 sonrasındaki toplumsal dönüşmelerle cemaat vasfıyla öne çıkmaya başladı ve örgütlü yapılar olmanın avantajını yaşadılar. Birer sivil toplum yapısı olarak gelişmeye başladılar ve başlangıçtaki dini duyguları tatmin etmenin ötesine geçip örgütlü siyasi yapılara dönüştüler. Bu yapılar ilginç bir şekilde her zaman milliyetçi ve muhafazakar çerçevede kaldılar. Ancak 1980 sonrası dönüşümde uluslararası güçlerin de bu yapılar dikkatini çekmiş olmalı ki uluslararası güçler bu yapıları kontrol etmeye yöneldiler. FETÖ’nün özellikle bu anlamda geliştiği anlaşılıyor. İlahiyat ve diyanet bu nedenle bu gruba her zaman şüpheyle yaklaşmıştır. Türkiye’de din-devlet ilişkileri hala ciddi anlamda hukuki-siyasi alt yapısını bulmuş değil. Eğer biz bu dini yapıların daha şeffaf ve denetlenebilir olmasını istiyorsak hukuki alt yapıyı belirlememiz gerekir. Ben bu konuda daha çok mesafe alınacak şeyler olduğunu düşünüyorum. Bunlar Türkiye’nin hassas noktası ve bunları bilip buna göre politikalar geliştirmemiz gerekiyor” ifadelerinde bulundu.

“Türk Silahlı Kuvvetleri ve istihbarat dahil tüm kurumlar mücadeleyi seçtiler” 

15 Temmuz darbe girişiminin sosyolojik etkilerinden bahseden İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölüm Başkanı Prof. Dr. İsmail Coşkun, “Daha önceki Türk siyasetinde ve bürokrasisinde, siyasetin ve bürokrasinin toplumla ilişkisinin doğası değişmiş durumda. Tamamıyla toplumu güçlendirici sosyal politikalar geliştirilmesi, toplumun güç kazanması, kendi kaderinde rol oynaması, mekanizmasının gelişmesi söz konusu. Devlet aygıtının da ciddi bir biçimde başka türlü toparlanması ve liderliğin performansı, sadece halkla kurduğu siyaset dili sürekli ona yaslanan, ondan bildikleri özdeşliği yakalayan ve siyasetin içinden gelen bir liderlik söz konusu. Bunlar birleştiği zaman kitlenin kendi talebine yoğun biçimde sahip çıktığını görüyoruz. Hem devlet toplum ilişkileri hasarlı, kopukluk boyutu çıkması, hem liderliğin kendi insanı ile kurduğu ilişkinin, dilinin değişmesi, dönüşmesi söz konusu. Ayrıca her halükarda kararlı bir biçimde yani risk alıcı bir liderlik söz konusudur” şeklinde konuştu.

15 Temmuz gecesi halkın kendi kaderleri üzerinde sözü olduğunu, iddiası olduğunu, kaderine sahip çıkacak performansı olduğunu gösterdiğini söyleyen Prof. Dr. Coşkun konuşmasını şu şekilde sürdürdü: “Türk Silahlı Kuvvetleri ve İstihbarat dahil tüm kurumlar mücadeleyi seçtiler. Özellikle halkın kararlılığı başka düzeyde. Darbenin boşa çıkmasını getirdi. Bu çok kıymetli bir şey. İlk defa kitle, halk, toplum kendi kaderleri üzerinde sözü olduğunu, iddiası olduğunu, kaderine sahip çıkacak performansı olduğunu göstermiştir. Bunun özenle korunması ve yeni kurulmakta olan Cumhurbaşkanlığı Sisteminde genel çıkarın kamu çıkarının, liyakatin açıklığı, şeffaflığı öne çıkması son derece önemlidir.”

Konuşmaların ardından İstanbul Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mahmut Ak oturum hakkında genel bir değerlendirme yaptı. Panelde katılımcılara YÖK tarafından hazırlanan ve içerisinde İstanbul Üniversitesi’ne ait bir bölümün olduğu “15 Temmuz ve Türk Yükseköğretimi” adlı kitap dağıtıldı. Kitapta YÖK’ün darbe girişiminin hemen ardından yurt içi ve yurt dışında yaptığı faaliyetler ve aldığı tedbirler anlatıldı. Ayrıca YÖK bünyesinde ve pek çok üniversitede yapılan faaliyetler ve bu faaliyetlere ilişkin görseller paylaşıldı, darbe teşebbüsünün toplumsal etkilerinin ele alındığı makaleler yer buldu. Panel toplu fotoğraf çekiminin ardından son buldu.  

Bunlar Da İlginizi Çekebilir
İstanbul Savaş arenasında modern saldırılar ile ilkel savunma stratejileri bir arada kullanılıyor Rusya ve Ukrayna arasında devam eden savaşta modern saldırılar ile ilkel savunma stratejileri bir arada kullanılıyor. Savaş arenasında 300 dolarlık ev yapımı droneların saldırısına karşı çatı sacı gibi basit çözümler ile tankların sıra dışı kalkanı dikkat çekiyor. Rusya ile Ukrayna arasında iki yıldır devam eden savaş, sahada da çeşitli modernizasyonları beraberinde getiriyor. Her iki ülke de savaş meydanın en etkili silahlarından tankları ve konvansiyonel silahları ev yapımı FPV droneların (yarış droneları) saldırılarından korumak için çatı sacı gibi ilkel yöntemlerle ile önlem alıyor. Modern saldırılara ilkel çözümler Gelişen teknolojinin etkisiyle kamikaze saldırılarına karşı konvansiyonel silah sistemlerinin korunması için basit ancak etkili modernizasyonlar dikkat çekiyor. Özellikle tankları ve zırhlı araçları giderek artan kamikaze saldırı tehditlerine karşı korumak amacıyla çeşitli önlemler görülüyor. Bu önlemler arasında, araçların üzerine yerleştirilen çatı sacı gibi basit ancak etkili kalkanlar öne çıkıyor. Rusya’nın sahada kullandığı kalkanlar ilk bakışta gecekonduya benzetilse de basit ama etkili modernizasyon olarak şu an için mevcut tehditlere karşı önemli bir savunma sağlıyor. Ukrayna’da 300 dolara üretilen ev yapımı FPV dronelar ile elektronik savaşlar Son zamanlarda Ukrayna’nın mühimmat sıkıntısı yaşaması, yeni çözüm arayışlarını da beraberinde getirdi. Önceleri keşif için kullanılan bin dolarlık DJİ marka dronelar artık cephenin en ön saflarında saldırı için kullanılıyor. Yukarıdan bomba bırakmak için kullanılan DJİ dronelarının yerini düşük maliyetli ev yapımı FPV kamikaze dronelar aldı. Özellikle 2024 yılının başı itibariyle Ukrayna ordusu ev yapımı kamikaze drone saldırılarına ağırlık verdi. Her iki ülke askeri de düşük maliyetle üretilen FPV yarış dronelarını kamikazeye dönüştürerek 20 km uzaklıktaki tanklar ve diğer hedefleri yüksek hassasiyetle etkisiz hale getirebiliyorlar. Hız konusunda diğer dronelara oranla avantajlı olan FPV’ler ani manevralar yaparak düşman birliklerini hazırlıksız yakalayabilecek kadar küçük olması nedeniyle de tercih ediliyor. FPV dronelarının savaş meydanındaki etkisi ve üstünlüğü, her iki ülkenin bu yeni silahın ne kadar önemli olduğunu fark etmesine yol açtı. YouTube üzerinden savunma sanatı; halk teknolojiyi silahlaştırıyor Ukrayna’da halk, internet üzerinden parça sipariş vererek FPV droneler üretiyor ve bunları orduya bağışlıyor. Kamikaze droneları ortalama 300 dolara mal eden siviller, Youtube’da, dronelerın nasıl üretileceği ve nelere dikkat edilmesi gerektiği konusunda eğitim videoları paylaşarak geniş kitlelere ulaşıyor. Sahada yaşanan bu gelişmeler ise teknolojinin savaşta ve savunmada nasıl kullanılabileceği konusunu gözler önüne seriyor.
İstanbul Kadıköy’de kanoya çarpan deniz taksi kaptanı adli kontrolle serbest Kadıköy Kalamış açıklarında deniz taksi ve kanonun çarpışması sonucu kanoda bulunan iki kadın da yaralanmıştı. Adli kontrol şartıyla serbest bırakılan deniz taksi kaptanı, “Kano, radar reflektörü olmadığı için cihazımda temas olarak gözükmedi” dedi. Kadıköy Kalamış açıklarında 27 Nisan tarihinde iddiaya göre denizde seyir halinde olan deniz taksi ile, üzerinde iki kadının bulunduğu kano çarpıştı. Çarpmanın etkisiyle iki kadın yaralanarak denize düştü. Yaralanan kadınlar hastaneye kaldırıldı. Olayın ardından gözaltına alınan deniz taksi kaptanı Ahmet Özkan ise adliyeye sevk edildi. “Kano muhtemelen radar reflektörü olmadığı için cihazımda temas olarak gözükmedi” Şüpheli kaptan Ahmet Özkan savcılık ifadesinde, “ ‘SH-FLORYA’ isimli deniz takside kaptan olarak görev yapmaktayım. Çatışma anında mevcut radar ve harita sistemimiz çalışmaktadır. Fakat çatıştığımız kano suya yakın ve çok küçük olduğu için radarın çalışma prensibi nedeni ile kano muhtemelen radar reflektörü olmadığı için cihazımda temas olarak gözükmedi. Seyir esnasındaki hızımız ise 15 KTS olup çatışma anında 14 KTS’ dir. Çatışmayı yaşadığımız esnada bir gürültü duydum. Duyduğum gürültü üzerine arıza yaptığımı düşünerek makineyi boşa aldım ve kanoyu arka tarafımda tespit ettim. Denizde bulunan bir kano yolcusunu kurtarmak için 180 derece dönerek kurtarma manevramı yaptım. Onu kurtarırken 20-25 metre açıklarında bilinci kapalı ve can yeleği olmadığı için kafası su içinde ikinci bir kano yolcusu olduğunu fark ettim” dedi. “İlk yolcunun bir aciliyeti bulunmadığından tekneyi gemicime bırakarak denize atladım” Şüpheli Özkan ifadesinin devamında, “İlk yolcunun bir aciliyeti bulunmadığından tekneyi gemicime bırakarak denize atladım. Bilinci kapalı kano yolcusuna ulaşıp başını suyun üzerine çıkardım ve civardaki bir yattan yardım istedim. Bahsedilen mevkiinde genellikle yelkenliler mevcut olduğu için hali hazırda dikkatli ve emniyetli seyir yapıyorduk. Hava poyraz akıntı ve rüzgar sağ tarafımızdan geliyordu. Kuvvetle muhtemel kano akıntı, rüzgar ve kürek gücünün etkisiyle bordamızdan gelip arka tarafımızdan çıktı. Üstüme düşen her şeyi yaptım. Kanonun etrafında herhangi bir güvenlik botu bulunmamaktadır” dedi. Hakimlik, suçun niteliği, her ne kadar kuvvetli suç şüphesi mevcut ise de şüphelinin uzun süredir aynı adreste oturuyor olması ve delillerin büyük oranda toplanmış olması nedeniyle şüpheli Ahmet Özkan’ın ’Taksirle birden fazla kişinin yaralanmasına neden olma’ suçundan adli kontrol şartıyla serbest bırakılmasına karar verdi.
Ağrı ’Çilek Abla’ köy okulu öğrencilerini baharla süslenmiş çileklerle buluşturdu Daha önce hiç çilek tatmamış çocukları çilekle buluşturduğu için “Çilek Abla” lakabıyla tanınan Zeynep Taşdemir, Kocaeli’den Ağrı’ya iyilik köprüsü kurarak onlarca çocuğa unutamayacakları bir gün yaşattı. Köy okulu öğrencilerine yardım etmek amacıyla geçen yıl Ağrı’ya gelen ve burada gittikleri bir köy okulunda okuyan öğrencilerin daha önce hiç çilek yemediklerine şahit olan Zeynep Taşdemir, hem öğrencilere çilek tattırmak hem de onlara unutamayacakları bir gün yaşatmak için arkadaşlarıyla beraber Kocaeli’den Ağrı’ya doğru yola çıktı. Ağrı merkeze bağlı Doğutepe köyüne doğru yola çıkan gönüllüler, kasalar dolusu çileklerle çocuklara ulaştı. Çocukların kahkahalarının havada uçuştuğu etkinlikte pastalar kesildi, oyunlar oynanıp müzisyenler eşliğinde şarkılar söylendi. Etkinliğin sonunda çeşitli hediyeler alan öğrencilerin mutlulukları ise yüzlerinden okundu. Bütün çabasının çocuklara çileği tattırmak ve onlara unutamayacakları bir gün yaşatmak olduğunu söyleyen Zeynep Taşdemir, "Kocaeli’de yaşıyorum. Bugün buraya tekrar gelmemin nedeni çocukluktan hayalim olan ve geçen sene de katılım sağladığım köy okulunda çocukların hiç çilek yemediğini ya da pastaların içerisindeki çilekler için kavga ettiklerine şahit oldum. Bugün de bu hikaye ile tekrar buraya adım attım. Böyle büyük bir şenlik düzenlemek istedim. Bugün gelen misafirlerimin çoğu benim gibi Kocaeli’den, farklı şehirlerden gelen iyilik dostlarımızdı. Ve onlar da çocukların bire bir gözündeki ışıltıya şahitlik ettiler. Onların çocuklarıyla kendi çocukları kaynaştı. Böyle bir projede olduğum için ve yanımda destekçim oldukları için çok mutluyum. Bundan önce sosyal sorumluluk projelerinde de bulundular. Kitap çıkarttım bu alanda ve bu kitabı çıkarttığım zaman nasıl bir destek aldıysam şu anda da aynı destek devam ediyor. Bunlar her zaman benim içimi kıpır kıpır eder ve çocuklarınla mutluluğuna, o çilek abla demelerine şahit oluşum beni çok mutlu ediyor. Bunların da devamlılığı olması adına istiyorum, devam etsin her zaman farklı şehirlerde farklı yerlerde bu tarz etkinlikler olsun ve çocukların mutluluğuna orada şahitlik edelim. Bugün burada farklı keyifler yaptık, gelenekler köy şenliği gibi oldu aslında. Köydeki o güzel geçmişe dayalı oyunlar, şarkılar, türküler; müzisyen arkadaşlarımızla çocuklarla beraber söyledik ve bu çok güzel bir şeye şahitlik etti. Çocuklar gelip ’Abla ilk defa işte bu tarz şeylerle karşılaştık, ilk defa dron gördük’ diyen çocuklar oldu, bu beni çok mutlu etti. Bugün buraya gelen iyilik dostlarımızdan kimisi kadın girişimcilerdi ve bunlar kurabiyeler yapıp gelenler oldu, çilek sepetiyle gelenler oldu, oyuncaklarla gelen gelenler oldu ve bu beni çok mutlu etti. Hayalimdeki projeyi kendim yaptım ama beni yalnız bırakmayarak buraya gelip kendi çocuklarıyla okuldaki çocuklarla oynamalarına şahitlik etmek ekstra beni mutlu etti" diye konuştu.