DÜNYA - 27 Şubat 2020 Perşembe 16:31

Karantinadaki Codogno halkı endişeli

A
A
A
Karantinadaki Codogno halkı endişeli

Avrupa’da koronadan en fazla ölümün yaşandığı İtalya’da durum endişe verici. Ülkenin karantina altına alınan Codogno kentinde yaşayanlar endişeli. Neredeyse hayalet kente dönen Codogno’da halk markete dahi maske ile gidiyor.

Çin’in Wuhan kentinden dünyanın pek çok ülkesine sıçrayan korona virüsü Avrupa ülkelerini tehdit ediyor. Pek çok Avrupa ülkesi, İtalya bağlantılı ilk korona virüsü vakalarının görüldüğünü duyurdu. Avusturya, Hırvatistan ve İsviçre ilk korona vakalarının tespit edildiğini ve söz konusu vakaların İtalya’da bulunan kişiler olduğunu açıkladı. İtalya, 300 vaka ve 14 ölü sayısı ile Avrupa’da korona virüsünden en fazla etkilenen ülke oldu. Ancak komşu ülkeler İtalya ile sınırları kapatmanın “orantısız” olacağını savunuyor.

Codogno karantina altında
İtalya’da korona virüsü nedeniyle şu ana kadar 14 kişi hayatını kaybetti. 21 Ocak’ta Çin’den dönen bir arkadaşı ile görüşen 38 yaşındaki İtalyanda korona virüsü tespit edilmişti. 14 Şubat’ta durumu kötüleşen İtalyana grip teşhisi konuldu. Durumunun giderek kötüleşmesi üzerine hasta bir kez daha hastaneye başvurdu. Ancak yapılan testlerde korona virüsüne rastlanmadı. Gerekli önlemlerin alınmaması üzerine hastada tespit edilemeyen korona virüsü önce hastanın hamile eşine, ardından da arkadaşlarına bulaştı.

Maskesiz sokağa çıkmıyorlar
Bölgede ölü sayısının artması üzerine Codogno karantina altına alındı. Hayalet şehre dönen Codogno’da yaşayanlar ise endişeli. Maskelerini takmadan dışarı çıkamayan halk, virüsün daha fazla ölüme neden almasından endişe ediyor. Codogno’da yaşayan Anzivino Giuseppe, evden çalıştıklarını ve vakitlerinin büyük bir kısmını evde, bahçede geçirdiklerini söyledi.

Karantina altındaki halk, virüsün daha fazla yayılmaması adına markete giderken de maske kullanıyor. Sokakların neredeyse boş olduğu kentte endişe hakim.

Cogona’da hastanelere denetim
İtalya’nın Lombardiya bölgesine bağlı Cosogna ilinde bulunan hastanelerde gece boyunca denetim gerçekleştirildi. İtalyan polisi, Başbakan Giuseppe Conte’nin, ilk vakaya yapılan korona virüsünün negatif çıkmasının ardından ihmal olabileceği gerekçesi ile soruşturma talimatı vermesinin ardından harekete geçti.

Avrupa’ya korona İtalya’dan yayılıyor
Avusturya’nın Tirol kentinde yaşayan bir İtalyan çiftte korona virüsüne rastlandı. Çiftin evi mühürlenirken, birinin çalıştığı otel ise karantinaya alındı.

İsviçre’nin İtalya sınırında bulunan Ticino kentinde yaşayan 70’li yaşlardaki bir kişide de korona virüsü tespit edildi. Söz konusu kişinin 15 Şubat’ta İtalya’nın Milano kentinde bir etkinliğe katıldığı kaydedildi.
Hırvatistan’da ise İtalya’dan yakın zamanda dönen bir kişide korona virüsü tespit edildi.

İspanya’nın Tenerife adasında da bin müşterisi bulunan bir otel, İtalyan bir doktorda ve eşinde korona virüsü tespit edilmesi sonucu karantinaya alındı.

Fransa ve Almanya da ilk korona virüsü vakalarının görüldüğünü açıkladı.

Bunlar Da İlginizi Çekebilir
İstanbul Araştırmacı - Yazar Osmanlı mezar taşlarındaki sırları anlattı Osmanlı mezar taşlarındaki sembollerin anlamları hakkında bilgi veren Araştırmacı-Yazar Fatih Çavuş, “Osmanlı mezar taşlarının barındırdığı işaretleri, o dönemde halk biliyordu. Osmanlı’da heykel yapmadığı için bunu dine uygun bir şekilde hem güzel bir hat sanatıyla hem de Kuran’da geçen, Türk kültüründe olan motifleri dine ters düşmeyecek bir şekilde mezar taşlarına işlemişti” dedi. Tarihi mezar taşlarını araştıran yazar Fatih Çavuş, üniversite yıllarında Osmanlı ve Cumhuriyet dönemi mezarlarını gezmeye başladı. Meşhur simaların mezarlarını keşfeden 42 yaşındaki Çavuş, harap olan mezar taşlarının korunması için yetkililere bilgi vererek tarihi mezar taşlarının gelecek nesillere aktarılması için çalışıyor. Genç yaştan itibaren yaptığı araştırmalarla 3 kitap hazırlayan Çavuş, mezar taşlarındaki sembolleri aydınlatıyor. Osmanlı mezar taşlarındaki sembolleri, o dönemde halkın yorumlayabildiğini ifade eden Fatih Çavuş, sanatlı ve edebi taşları anlattı. “Türk-İslam geleneğinde heykel yapmak yoktur, Osmanlı motifleri mezar taşlarına işlemişti” Osmanlı’nın mezar taşlarına Türk kültürüne uygun motifler işlediğini söyleyen araştırmacı - yazar Fatih Çavuş, “Üniversitede öğretmenlik okurken, yazarların mezarlarını merak edip Osmanlı ve Cumhuriyet mezarlıklarını gezerdim. Bu sırada, Osmanlı mezar taşlarıyla alakalı arkadaşlar çeşitli bilgiler söylerdi. Ben de okuduğum zaman anlatılan kulaktan dolma bilgilerin, benim okuduğumla aynı olmadığını fark ettim. Bundan dolayı da Osmanlı mezar taşlarını araştırmaya başladım. Bu süreçte de ortaya 3 tane kitabım çıkmış oldu. Osmanlı mezar taşlarının barındırdığı tasavvufi işaretler vardır. Bunları o dönemde halk biliyordu. Bir lale olduğu zaman bunun Allah’ı temsil ettiğini, bir gül olduğu zaman Hz. Peygamberi temsil ettiğini insanlar anlayabiliyordu. Yazıyı okuyamasa bile halkta dini bir yaşantı olduğu için daha bilinçliydi. Bu yüzden yapılan sembolleri halk yorumlayabiliyordu. Bir kişi yazıyı okuyamasa bile, bir çocuk bile olsa bu, tabak içinde bir meyve gördüğü zaman bunun bir cennet meyvesi, Kuran-ı Kerim’de geçen bir meyve olduğunu ve bunun bir dua niyetine geçtiğini anlayabiliyordu. Veya bir mezar taşında biz bir kandil motifi görüyoruz. Kandil o devir de ne işe yarar? Aydınlatmaya yarıyordu. Aynı şekilde bir gönderme yapılıyordu; ‘Allah’ım burada yatan kişinin kabrini nurlandır’ anlamında dua niyetine geçen sembollerdi. Türk-İslam geleneğinde heykel yapmak yoktur. Osmanlı’da heykel yapmadığı için bunu dine uygun bir şekilde hem güzel bir hat sanatıyla hem de Kuran’da geçen, Türk kültüründe olan motifleri dine ters düşmeyecek bir şekilde mezar taşlarına işlemişti” ifadelerini kullandı. “Fesin şeklinden, büyüklüğünden veya durumundan hangi padişah döneminde yattığını anlayabiliyoruz” Sultan 2. Mahmud döneminden itibaren kullanılan feslerin mezar taşlarına işlendiği hakkında bilgi veren Çavuş, “Klasik dönem dediğimiz dönemde, 15-16-17 ve 18. yüzyılda insanların taktıkları başlıklar onların rütbelerini gösteriyordu. Mesela padişahlar veya sadrazamlar kallavi bir kavuk takıyorlardı. İlim adamları örfi kavuk dediğimiz, kavuklar takıyorlardı. Tarikatlarda bulunan kişilerde, tarikatlarına ait olan başlıklar takıyorlardı. Hatta bu tarikatlardaki başlıkların her birinin de dilimleri farklıydı. Bu dilimlere göre de o tarikatın mensubiyetini anlayabiliyorduk. 12 dilimli olduğu zaman biz bunu Bektaşi tarikatı mensubu olduğunu anlıyorduk. Bir Mevlevi sikkesi gördüğümüz zaman Mevlevi tarikatına bağlı mürid veya şeyh olduğunu anlıyorduk. Bunlarda aynı zamanda birebir mezar taşlarına yansıtılmış. Sultan 2. Mahmud ile beraber bir fese geçiş var. Fesle beraber biz kavuk tiplerini göremiyoruz. Tamamen fesleri görmeye başladık. 2. Mahmud kendi fesini oluşturmuş. Sonra oğlu Sultan Abdülaziz’de kendi fes türünü oluşturmuş. Sonra gelen padişah Sultan 2. Abdülhamid’de kendine göre bir fes şekli geliştirmiş. Biz şu an baktığımızda fesin şeklinden, büyüklüğünden veya durumundan hangi padişah döneminde yattığını anlayabiliyoruz. Aynı zamanda genel olarak da fese baktığımız zaman Sultan 2. Mahmud’dan sonra yaşadığını anlıyoruz. Çünkü 2. Mahmud’dan önce daha farklı başlıklar kullanılıyordu” şeklinde konuştu. “Mezar taşları için ileri seviyede Osmanlıca bilmek gereklidir” Mezar taşlarını okumak için ileri seviyede Osmanlıca bilinmesi gerektiğini belirten Fatih Çavuş, “Mezar taşlarının kendi içerisinde bir hususiyeti var. Matbu Osmanlıca bilmek ne yazık ki yetmiyor. Burada mezar taşı yapılırken özellikle, özel mezar taşlarında bir şaire, şiir ısmarlanıyor. O kişi hakkında şair, bir şiir yazıyor. Hattat da bu şiiri hat sanatıyla yazıyor. Yazılan hat mermer ustasına gidiyor. Mermer ustası da o hattı mermere geçiyor. Çeşitli işlemlerden sonra mezar taşı ortaya çıkmış oluyor. Kendi içerisinde hem edebi üslup barındırdığı için hem de o dönemin makamlarını anlattığı için mezar taşlarını okumak kolay değil. Burada bir de hat sanatında istif dediğimiz harflerin iç içe geçmesinden kaynaklı da bir zorluk vardır. Mezar taşları için ileri seviyede Osmanlıca bilmek gereklidir. “İstanbul’daki en büyük mezar taşı olan hazire” Şeyhülislamların mezar taşlarının gösterişten uzak silindir şeklinde yapıldığını aktaran Çavuş, aynı zamanda İstanbul’un en büyük mezar taşı hakkında “Hoca Saadettin Efendi’nin mezarının başındayız. Büyük olan mezar taşı İstanbul’un en büyük tek parça mezar taşlarından biridir. 3 metreyi aşkın bir uzunluğu vardır. Kendisi Şeyhülislamdır. Sultan 3. Mehmed Edirne seferine gittiği zaman yanında bulunuyor. Hatta bir ara ordu bozguna uğrar gibi olmuş. Padişah geri çekilir gibi olunca bizzat padişahı yüreklendiren kişidir. Peygamber Efendimizin (S.A.V.) hırkasını alan padişahı gören ordu manevi olarak güçlendiği için düşmanın üstüne yürüyor. Ve Meydan Muharebesini Osmanlı kazanmış oluyor. Aynı zamanda böyle bir unvana sahiptir. Bıraktığı eserler ve tarihi kitaplar hala okunur. Kendisi Yavuz Sultan Selim’in de dostu olan Hasan Can’ın da oğludur. Hem İslam dünyasında hem de Türk tarihinde yeri olan önemli bir yere sahip şeyhülislamdır. Yanında bulunanlarda kendi oğludur. Yine onlardan da şeyhülislamlar çıkmıştır. Bu hazirede yine İstanbul’daki en büyük mezar taşı olan hazire olarak geçer” diye konuştu. “Keşke bu mezar taşının altında yatan ben olsaydım” Osmanlı mezar taşlarının estetiğini anlatan Fatih Çavuş, “Osmanlı mezar taşlarında görebileceğimiz en güzel hatlardan biridir. Sultan 2. Mahmud’un da hat hocası olan Mustafa Rakım Efendi’nin yazmış olduğu bir mezar taşının başındayız. Bu mezar taşının en önemli özelliği, Mustafa Rakım gibi büyük bir hattatın bize bırakmış olduğu güzel bir yazıdır. Bunu tabii ki hattatlar daha iyi anlar ama bakıldığı zaman harflerin iç içe geçişi yani istifi noktasında hattatların bizlere aktardığı en güzel yazılı mezar taşlarından bir tanesidir. Sonrasında gelen yine dönemin meşhur hattatlarından, Hattat Sami Efendi der ki; ‘Bir daha böyle mezar taşı yazılamaz, yazarım diyenin alnını karışlarım’. Aynı zamanda şunu ilave ettiği söylenir; ‘Keşke bu mezar taşının altında yatan ben olsaydım’” dedi.
Mersin Çölyak hastası aileleri farkındalık etkinliğinde buluştu Mersin Büyükşehir Belediyesince, çölyak hastalığına dikkat çekmek ve destek olmak amacıyla ‘Çölyak Farkındalık Etkinliği’ düzenledi. Sosyal Hizmetler Dairesi Başkanlığı tarafından Kongre ve Sergi Sarayı Kır Bahçesinde düzenlenen etkinlikte, Mersin’in yöresel ve lezzetli yiyeceklerinden tantuni ve ayran, tatlı olarak ise burma baklava ikram edildi. Her bir yiyeceğin ve içeceğin glütensiz bir şekilde sunulduğu etkinlikte, ailelerin ve çocukların eğlenmesi için de belediyenin Kent Orkestrası sahne aldı. Canlı müzik eşliğinde güzel havanın ve ambiyansın tadını çıkaran aileler, etkinlik sayesinde keyifli zaman geçirdi. Çölyak hastası aileleri ve çocukları bir araya getiren etkinlik sayesinde hem çölyak hastalığı ile ilgili toplumsal bilinç oluşturmak hem de hastalıkla mücadele eden bireylerin sosyal hayata daha çok karışmasını sağlamak amaçlandı. “Etkinliğin bu yıl ikincisini düzenledik” Mersin Büyükşehir Belediyesi Sosyal Hizmetler Dairesi Başkanlığında sosyolog olarak görev yapan Nurten Kılıç, bu yıl ikincisini düzenledikleri etkinlik hakkında bilgi vererek, “‘Çölyak Farkındalık Günü’ olarak gerçekleştirdiğimiz bu etkinliği geçen yıl başlatmıştık. Bu yıl farklı bir konsept olarak, Mersinimizin ünlü bir yemeği olan tantuniyi glütensiz bir şekilde vatandaşlarımıza sunduk. Hepsi çok memnun kaldılar. Bunun yanında tatlı olarak da yine glütensiz bir şekilde burma baklavayı vatandaşlarımıza servis ettik. Çocuklarımıza da müzik ve dans etkinliği hazırladık. Hepsi etkinlikten çok memnun bir şekilde ayrıldılar” dedi. Aileler, yapılan bu tür farkındalık etkinliğini çok seviyor Etkinliğe katılan ve çölyak hastası bir kızı olduğunu ifade eden Gülsüm Yıldırım, “Kızım 2006 yılından beri çölyak hastası. Ürünlere ulaşmada önceden çok sıkıntı yaşıyorduk ama Büyükşehir Belediyesi tarafından bir farkındalık oluşturuldu. Özellikle başkanımızın burada çok büyük rolü var. Düzenli olarak her yıl etkinliklerimiz yapılıyor. Mesela bu yılki etkinlikte tantuni vardı ve kızım çok mutlu oldu. Çünkü dışarıda böyle bir yemek ihtiyacını karşılayamıyor. Birçok kişinin çölyağı bilmemesinden kaynaklı, farkındalık anlamında da çok güzel bir etkinlik olduğuna inanıyorum” ifadelerine yer verdi. 2 çocuğunun da çölyak hastası olduğunu belirten Ümit Kara ise “Başkanımız Vahap Seçer’den çok memnunuz. Düzenlenen çölyak etkinliğinden de memnunuz. Başkanımız her kesimi, her konuda destekliyor. Bizleri rahatlatıyor ve her zaman destek sağlıyor” diye konuştu. Mersin Büyükşehir Belediyesi Sosyal Hizmetler Dairesi Başkanlığı tarafından çölyak hastası vatandaşlara ayda 1 kez 16 adet (250 gramlık) glütensiz ekmek ve 3 kilogram glütensiz un dağıtımı yapılıyor.
Gaziantep Mahsum Altunkaya DEİK Yönetim Kurulu Üyeliğine seçildi Altunkaya Şirketler Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Mahsum Altunkaya Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın katılımıyla gerçekleştirilen 37. Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK) Olağan Seçimli Genel Kurulu ve Ustalara Saygı Ödül Töreninde DEİK Yönetim Kurulu üyeliğine seçildi. Üretimi, yatırımları, istihdam ve ihracatıyla ülke ekonomisine büyük katkılar sağlayan Altunkaya Şirketler Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Mahsum Altunkaya Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK) Yönetim Kurulu üyeliğine seçildi. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın katılımıyla Lütfi Kırdar Kongre Merkezi’nde gerçekleştirilen 37. Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK) Olağan Seçimli Genel Kurulu ve Ustalara Saygı Ödül Töreni’nde yapılan seçimde Nail Olpak yeniden yönetim kurulu başkanlığına seçilirken, Mahsum Altunkaya’da yönetim kurulu üyeliğine seçildi. Türk iş ve sanayi dünyasının önde gelen isimlerinin yer aldığı yönetim kuruluna Altunkaya’nın da seçilmesi bölge sanayici ve iş dünyası tarafından sevinçle karşılandı. Lütfi Kırdar Kongre Merkezi’nde düzenlenen genel kurula T.C. Ticaret Bakanı Prof. Dr. Ömer Bolat, T.C. Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mehmet Fatih Kacır, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Başkanı ve aynı zamanda Dünya Odalar Federasyonu (WCF) Başkanı M. Rifat Hisarcıklıoğlu, DEİK Başkanı Nail Olpak, İstanbul Sanayi Odası (İSO) Yönetim Kurulu Başkanı Erdal Bahçıvan ve İstanbul Ticaret Odası (İTO) Yönetim Kurulu Başkanı Şekib Avdagiç katıldı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve kongreye katılan protokol üyeleri DEİK Yönetim Kurulu üyeliğine seçilen Mahsum Altunkaya’yı kutlayarak yeni görevinde başarılar diledi. Benim için onurlu bir görev Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın katılımıyla Lütfü Kırdar Kongre Merkezi’nde gerçekleştirilen 37. Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK) Olağan Seçimli Genel Kurulu ve Ustalara Saygı Ödül Töreninde DEİK Yönetim Kurulu üyeliğine seçilen Mahsum Altunkaya, böyle bir göreve seçilmenin kendisi için büyük bir onur kaynağı olduğunu önceki dönemlerde olduğu gibi ülke ekonomisinin gelişmesi ve kalkınması için gerekli her türlü çalışmayı yapmaya devam edeceğini ifade ederek, Türkiye’nin uluslararası pazarlarda daha etkin olabilmesi yönündeki çalışmalarında içerisinde yer almaya devam edeceğini sözlerine ekleyerek kendisine destek veren DEİK üyelerine teşekkür etti.
Eskişehir 81 yaşındaki üniversite öğrencisinin azmi gençlere taş çıkarıyor Eskişehir’de Anadolu Üniversitesi Açık Öğretim Fakültesi Kültürel Miras ve Turizm Bölümü’nde öğrenim gören 81 yaşındaki emekli öğretmen Ayşe Yıldız, “Ben okuyorum deyince, hafif bir gülümseme oluyor. ‘Yani ne gerek var? Niye yapıyorsunuz’ diyorlar. Hâlbuki onun zevkini tatsalar herkes okur” dedi. Eskişehir’de yaşayan 81 yaşındaki emekli ilkokul öğretmeni Ayşe Yıldız’ın okuma aşkı adeta gençlere taş çıkarıyor. Burdur Eğitim Yüksekokulu’ndan 1987 yılında mezun olan Yıldız, öğretmenlik mesleğinden emekli olduktan sonra kendini sanata adadı. Daha sonra resimler yapan emekli öğretmen birçok kez de sergi açtı. Son olarak Anadolu Üniversitesi Açık Öğretim Fakültesi Kültürel Miras ve Turizm Bölümü’nü kazanan Ayşe Yıldız, gerçekleşen açık öğretim sınavlarına girdi. 81 yaşında olmasına rağmen lisan eğitimi almaya devam eden Yıldız, Anadolu Üniversite’sinin verdiği eğitimden oldukça memnun olduğunu ve imkânlar el verirse tekrar bir bölüm okumayı hedeflediğini belirtti. “Boş durmayı seven bir insan değilim” Öğretmenlik yılları ve emeklilik hayatında neler yaptığından bahseden Ayşe Yıldız, “Ben işte çok boş durmayı seven bir insan değilim. 1987 yılında Burdur Eğitim Yüksekokulu’nu bitirdim. Emeklilikten sonra tekrar göreve başladım. Emekli oldum fakat boş durmadım. Kurs hocalığı yaptım az bir süre. Ondan sonra kurslara katıldım. Halk Eğitim kurslarına. Daha sonra ressam oldum sanat derneği üyesiyim, sergiler açtım. Çalışmalar kurslar bittikten sonra kendini bir boşluk hissettim” dedi. “Ben okuyorum deyince hafif bir gülümseme oluyor,” Anadolu Üniversitesi’nin Açık Öğretim Fakültesi’ne sınavsız girilebildiğini duyduktan sonra direkt kaydolduğunu belirten 81 yaşındaki öğrenci şu ifadeleri kullandı: “Duydum ki imtihansız alınıyormuş, iki yıllık bölümü. Biz üç arkadaş karar verdik ve girdik. Kültürel Miras ve Turizm Bölümü’nü okuyor. Çok keyifli bir bölüm, çok da hoşuma gidiyor. Yani tabii ki mezun olmak isterim ama ders önemli değil, öğrenmek önemli. Ben okuyorum deyince, hafif bir gülümseme oluyor. ‘Yani ne gerek var? Niye yapıyorsunuz’ diyorlar. Hâlbuki onun zevkini tatsalar herkes okur herhalde. Biraz daha saygılı davranıyorlar sınavda. Bilmiyorum artık 83 yaşında olacağım. Allah nasip eder mi etmez mi? Ederse de okurum, devam ederim. Gençler okusunlar, belli bir yere gelsinler inşallah. Ümidimiz gençler, çocukları seviyorum. Gençleri çok seviyorum. Bol kitap okusunlar, hani var ya boş çuval bir dik durmaz diye. Herkes üniversite okumak zorunda değil tekrar yaşında. Ama kitap okusun ve kendini geliştirsinler. Boş vakit geçirmesinler.”
Gaziantep 5 metrekare dükkanında 65 yıldır teknolojiye direniyor Gaziantep’te Bakırcılar Çarşısı’ndaki 5 metrekare dükkanında 65 yıldır dede mesleğini yaşatmaya çalışan 75 yaşındaki Tahir Demirci, el yapımı çanta yapıp satarak teknolojiye direniyor. Gaziantep’te yaşayan çanta ustası Tahir Demirci, oğluyla beraber dede mesleği olan el yapımı çantaları büyük bir özenle hiçbir teknolojik alet kullanmadan yaparak mesleğini yaşatıyor. Mesleği gelecek nesillere aktarabilmek için büyük bir çaba sarf ettiğini söylüyor. Oğlunun da bu mesleği yaşatabilmek için çalıştığını ifade eden usta Tahir Demirci, “Biz teknolojiye direniyoruz. Fabrikalar çok fazla üretim yapılabiliyor. Fakat el emeği yapan yok. Bu meslek ölüyor. Keşke oğlumla beraber bir kişi daha bu mesleği yaşatsa ama maalesef ki yok” dedi. “Tamamen el işinden yapıyoruz” Çantaları teknoloji olmadan tamamen el emeğiyle yaptığını söyleyen Demirci, “Dede mesleğimiz olan çantacı mesleğini oğluma bıraktım. Fakat çırak olmadığı için yeniden başladım. Ben oğluma yardım ediyorum. Bu çantaların hepsi oğlumun tasarımı. Tamamen el işinden yapıyoruz çantaları. Usta çırak ilişkisiyle yapılan bir iştir. Zahmetli bir iştir. İğneyle kuyu kazmaktır. Fakat bu sanat ölmek üzeredir. Meslek bitti diyebilirim. Devlet bizi destekliyor. Bu zanaat ölmesin diye bizden vergi almıyor. Satışlarımız genellikle turistlere oluyor. Çantayı özel isteyen çanta severler alıyor. Geçimimizi bu şekilde yapıyoruz. Bence insanlar her yaşta çalışmalıdır. Torunlarıma ve gelecek nesillere bu mesleği elbette bırakmak isterim. Fakat bu mesleğe heves eden yok. Ben oğluma gücüm yettiği kadar yardım edeceğim. Oğlumun yalnız kalması bu mesleği daha da zora sokacak” dedi. “Fiyatı ise 2 bin 500 TL’dir” Çanta ile ilgili bilgi veren Demirci, “Bunlar tabaktan çıkan deriler. Ham deridirler. Bunlar özellikle bu çanta için üretilir. Badem yağıyla düzeltilir. Badem yağı ve boyayla ikinci bir işlem yapılıyor. O çantayı koruyor. Graf adı denilen çanta bu çok zahmetli bir iştir. Bunu Türkiye’de birkaç kişi ancak yapar. Deriyi kabartarak ve döverek yapılıyor. Ham iken çizilir, ıslatılır. En zor işi budur. Bu çantalara klasik çanta denir. Çantanın yapımı 2 gün sürer. Fiyatı ise 2 bin 500 TL’dir” diye konuştu.