ASAYİŞ - 20 Mart 2017 Pazartesi 15:06

Ömer Halisdemir davasında dördüncü celse başladı

A
A
A
Ömer Halisdemir davasında dördüncü celse başladı

FETÖ’nün 15 Temmuz darbe girişimi sırasında darbeci general Semih Terzi’yi vurarak darbe girişiminin seyrini değiştiren Astsubay Ömer Halisdemir’in şehit edilmesine ilişkin görülen davanın dördüncü celsesi başladı.

Ankara 14. Ağır Ceza Mahkemesinde görülen davaya tutuklu sanıklar, müştekiler ve taraf avukatları katıldı. Mahkeme heyeti davaya müdahillik taleplerini aldı. Nedim Şahin’in oğlu Enes Şahin ile Ömer Halisdemir’in kız kardeşi davaya müdahillik talebinde bulundu. Mahkeme Başkanı İsmail Ademoğlu, bir önceki celsede tanık olarak ifadesi dinlenme kararı alınan Özel Kuvvetler Komutanı Zekai Aksakallı’nın duruşma günü Ankara dışında olduğunu beyan etmesi üzerine celse arasında ifadesinin alındığını söyledi. Müdafi avukatları bu duruma itiraz ederek, ifadesinin duruşma salonunda alınmasını istedi. Daha sonra tanık ifadelerine geçildi.

Tanıklardan Binbaşı Volkan Vural Bal, 15 Temmuz akşamı karargah nöbetçi subayı olarak görev yaptığını söyledi. Saat 21.30’a kadar herhangi bir terslik olmadığını belirten Bal, "Sonra harekat şube müdürü olan Albay Ümit Bak aradı. Bana ’nöbetçi amir yanıma gelsin’ dedi. Bunun üzerine ben de nöbetçi amir olan Yarbay Ümit Koçak’a bunu ilettim. Ümit Koçak, Albay Ümit Bak’ın yanına gitti ve geri döndüğünde oldukça heyecanlı ve telaşlıydı. Bana ’Olağanüstü bir durum oluyor, nizamiyedeki tedbirleri arttıralım’ şeklinde emir verdi. Bana başka bilgi vermedi, ben de herhangi bir şey sormadım. Bu emir üzerine nizamiyeyi aradım, güvenlik tedbirlerinin arttırılmasını ve dikkatli olunmasını söyledim. Bana tehdidin niteliği hakkında herhangi bir şey söylenilmemişti, ancak ben tehdidin canlı bomba olabileceğini değerlendirerek nizamiyeye dışarıdan yaklaşacak kişilere karşı dikkatli olunması gerektiğini söyledim. Bir süre sonra Yarbay Ümit Koçak yeniden geldi, Ani Reaksiyon Timi (ART) ve Kobra aracı Zekai Aksakallı Paşa’nın spor okuluna istediğini söyledi. Bu emir üzerine bende ART’ye talimat verdim. Ayrıca ART timini taşımak üzere bir adet araç istedim. Aracın gelmesi gecikince Ümit Koçak’a ’Nizamiyeye gidip duruma refakat edeyim’ dedim ve ardından da nizamiyeye gittim" diye konuştu.

Nizamiye bölgesinin dış giriş bölgesiyle karargah binasının ortasında bir orta kontrol noktasının mevcut olduğunu anlatan Bal, nizamiyeye gitmek için kendisinin de orta kontrol noktasından geçtiğini kaydederek, "Orada Kurmay Başkanı İcra Astsubayı Turgay Uslanmaz’ı gördüm. Kendisi tam teçhizatlıydı, elinde de piyade tüfeği vardı. Ben nizamiyeye doğru ilerledim. Heykeli geçtikten sonra yolun her iki tarafında bulunan kulelerde sivil kıyafetli, tam teçhizatlı olan Üsteğmen Serkan Ak’ı gördüm. Ardından ben nizamiye bölgesindeki ART timine yaklaştım. Yanlarına aldıklarını söyledikleri mühimmatın yetersiz olduğunu söyledim. Ayrıca timi taşıyacak minibüsün de gelmemesinden yararlanarak daha fazla mühimmat almaları emrini verdim. Ardından nöbetçi amirin beni aradığını söylemeleri üzerine orta kontrol noktasına girdim. Kurmay Albay İcra Astsubaylardan Fatih Uysal ve Şenol Soylu’yu gördüm. Her ikisi de tam teçhizatlıydı ve piyade tüfeği ellerindeydi. Ben telefonu aldım, Yarbay Ümit Koçak ile irtibat sağladım. Kendisi bana ’Nizamiyeden içeriye kimseyi almayacağız. Israr eden komutanlarımız olursa kibarca geri çevirin’ dedi. Ayrıca Ümit Koçak, ’İkinci Kobra aracının nerede olduğunu öğren, bana bildir’ emrini vererek telefonu kapattı. Ben telefonu kapatınca nizamiyedekilere nöbetçi amirin emrini ilettim. Üsteğmen Serkan Ak bana hitaben ’Harekat merkezi ile teyit ettiniz mi?’ diye sordu. Ben de ’Sen kimsin, burada ne işin var’ dedim. O da bana Albay Ümit Bak tarafından görevlendirildiğini söyledi ve yeniden ’Harekat merkezi ile teyit ettiniz mi?’ diye soru yöneltti. Ben de sinirlendim ’Git kiminle teyit edersen et’ diyerek cevap verdim. Komutanın emri üzerine ikinci Kobra aracın nerede olduğunu sordum. Orta kontrol noktasının hemen yanında olduğunu tespit ettim. Oraya doğru gittiğimde Muhafız Takım Komutanı olduğunu söyleyen Mustafa isimli üsteğmen ile karşılaştım. Bu kişinin şu an için soy ismini hatırlamıyorum, ancak Koyuncu olabilir. Mustafa Üsteğmen bana ’İkinci aracın mürettebatı yok, bu araç ile ben gideceğim’ dedi. Ben de ART timinde ve kobralarda subay olmadığını görünce onun gitmesinin faydalı olacağını düşündüm. Daha sonra ART timini spor salonuna gönderdim" şeklinde konuştu.

Bal, orta kontrol noktasında 32. Tabur görevlilerine alarm emri verildiğini öğrendiğini belirterek, bu emrin kim tarafından verildiğini bilmediğini, teyit de etmediğini anlattı. Zaman zaman taburlara bu şekilde alarm verildiğini ifade eden Bal, "Bu emir üzerine ismini bilmediğim bir astsubay yanıma gelerek 32. Taburun personel astsubayı olduğunu söyledi. Personel listesinin içeride bulunduğunu, listeyi alıp 32. Tabur personelini uyarması gerektiğini söyledi ve içeriye girdi. Nizamiye bölgesine farklı zamanlarda 3 adet sivil araç geldi. Bunlardan birinde Yüzbaşı İsa Karabulut vardı, diğerinde Astsubay Mustafa Canbaz vardı. Diğerini hatırlamıyorum. Bu kişilerin 32. Tabur personeli olduğu düşüncesi ile içeriye aldım" dedi.

"ALBAY ÜMİT BAK’A ’BARİYERİ ZORLAYAN ARAÇLAR VAR, TEMASA GİRECEĞİZ’ DEDİM"

Orta kontrol noktasındayken bu kez de nizamiyeye 4 araçlı bir konvoyun geldiğini anlatan Bal, nizamiye bariyerleri hemen açılmadığı için bu kişilerin bariyerleri zorladığını gördüğünü söyledi. Birlik personelinin bariyerleri zorlamasının kendisini şaşırttığını belirten Bal, "Hızlıca girmeye çalışıyorlardı. Bu sırada havada gördüğüm taarruz helikopteri de 4 aracın bulunduğu bölgeye ateş etmeye başladı. Ben atışı görür görmez nizamiye bölgesinde bulunanlara mevzi almaları emrini verdim. Ardından nöbetçi amiri haberdar etmeye çalıştım, ulaşamadım. Aradan harekat merkezini aradım onlara da ulaşamadım. Bunun üzerine orta kulede bulunan personele ’Bekleyin emir alıp geleceğim’ dedim. Önce Acil Müdahale Mangası’na (AMM) gittim. Amacım oradan silah almaktı. Ama oradakiler silah kalmadığını söyledi. Çok şaşırmıştım. ’Nasıl olur kime verdiniz’ diye sordum. Buna cevap vermediler. Ardından karargah binasına gittim. Nöbetçi amiri sordum, Albay Ümit Bak’ın yanında olduğunu söylediler. Hemen içeriye girdim, o sırada Ümit Koçak Yarbay, ’Zekai Paşa’nın emri var. Oğuz Tozak Albay’ı içeriye almalıyız’ diyordu. Ben de sözün arasına girmiş bulundum ve Albay Ümit Bak’a ’Bariyeri zorlayan araçlar var, temasa gireceğiz’ dedim. Bunun üzerine Ümit Bak ’O araçlar bizden, onlar alarm için gelmiş’ dedi. ’Ama komutanım bariyeri zorluyorlar’ diye cevap verince aynı şekilde bana hitap etti" ifadelerini kullandı.

Nizamiye bölgesine gitmek için hareket ederken Başçavuş Ahmet Karaaslan’a rastladığını dile getiren Bal, Karaaslan’ın üzerinde eşofman olduğunu, ancak boynunda M-16 piyade tüfeği bulunduğunu söyledi. Bal, AMM’den silah alamadığı için Ahmet Karaaslan’ın kendisine faydalı olacağını değerlendirdiğini belirterek, "Onu da yanıma alarak nizamiye bölgesine gittim. Nizamiyeye vardığımızda dışarıda bariyerleri zorlayan 4 aracın içeriye girdiklerini gördüm. Yavaşça seyir halindeydiler. Ben de kimlerin geldiğini öğrenmek için her araca eğilerek baktım. İlk araçta Serkan Coşkun ve Uğur Demirtaş’ı gördüm. İkinci araçta Sezgin Güneyli, Ahmet Müfit Küçük’ü gördüm. Üçüncü araçta ise Yakup Akkuş ve Eşref Çıtak’ı gördüm. Dördüncü araçta ise Ramazan Kılıç’ı gördüm. Bunlar araçların önünde oturuyorlardı, arkada oturanların kim olduğunu fark edemedim. Her 4 araçtaki tüm şahıslar tam teçhizatlıydılar. Üzerlerinde operasyon kıyafetleri vardı. Timlerin kullandığı silahlarla kuşanmışlardı. Hatta son araçta Ramazan Kılıç olduğunu görünce, aynı bölükte çalışmamız nedeniyle kendisine ’Senin ne işin var burada’ diye sordum. Bana sadece ’komutanım’ demekle yetindi, yüzüme dahi bakmadı, başka da cevap vermedi. 4 araç içindeki personel bu şekilde kışlaya girdi. Bu olamayacak bir durumdu. Operasyon kıyafetlerini dışarıdan giyip, tam teçhizatlı bir şekilde kuşanmış olarak birliğe giriş yapıldığını ilk defa gördüm. Ahmet Karaaslan ile ben çok şaşırdık. Ahmet Karaaslan ’Bunlar ne için böyle gelmişler?’ diye sordu. Bu durumu ikimizde anlamlandıramadık. ’Hemen çıkalım, burada garip şeyler oluyor’ dedik. Nöbetçi amire bilgi vermek için hemen oradan ayrıldık" diye konuştu.

"YARBAY MEHMET ALİ ÇELİK BANA VE ÜMİT KOÇAK’A DÖNEREK ’TARAFINIZI SEÇİN’ DEDİ"

"Nizamiye bölgesinden karargaha doğru geçtim, karargah binasına girerken biraz önce nizamiyeden geçen 4 ayrı araçla gelen şahısların bir yerde toplanıp kendi aralarında bir şeyler konuştuğunu gördüm" diyen Bal şunları kaydetti:

“Onlarla temas kurmaksızın nöbetçi amirliğe girdim. Nöbetçi amir yerinde yoktu, nerede olduğunu sordum, Ümit Bak Albayın yanında olduğunu öğrendim. Oraya çıkmak için turnikeden geçerken dışarıda grup halinde konuşan kişilerin de turnikenin üzerinden atlayarak koridorda ilerlediklerini gördüm. Her şey bir garip ilerliyordu. Duruma anlam veremiyordum. Bu nedenle nöbetçi amirin yanında bulunduğu Albay Ümit Bak’ın odasına girdim. Şaşkınlığımı da belirtecek şekilde ’Komutanım adamlar dışarıdan tam teçhizatlı ve silahlı geldiler’ dedim. Benim bu sözüme nöbetçi amirim Ümit Koçak şaşırdı ve ’Nasıl olur’ diye sordu. Bu sırada Albay Ümit Bak çok telaşlıydı ve telefonla birileriyle irtibat kurmaya çalışıyordu. Bu sırada odada Yarbay Mehmet Ali Çelik ve ismini bilmediğim bir muhabereci albay da vardı. Bu albay birliğe yeni tayin olduğu için ismini hatırlamıyorum. Biz aynı odanın içinde bulunduğumuz sırada Özel Kuvvetler Komutanımız Zekai Aksakallı Paşa’nın Harekat Merkezinde Ümit Bak ile telefonla görüşmek için beklediği haberi geldi. Ben bunun üzerine dışarı çıktım, Harekat Merkezine gittim. Telefonla konuşmak için Ümit Bak Albay gelmedi. Hatta Agah Yüzbaşı elinde telefon ile bekliyordu. Bunun üzerine tekrar Ümit Bak’ın odasına gittim. Kendisine ’Komutanımız telefonda bekliyor görüşmeyecek misiniz?’ diye sordum. Bunun üzerine orada bulunan herkes ile birlikte Harekat Merkezine geçtik. Ümit Bak yine telefonla konuşmak istemiyor gibi davranışlar sergileyince ben kendisine ’Komutanımızla telefonla görüşün, emrini alın’ dedim. Bunun üzerine Ümit Bak istemeyerek de olsa telefonu eline aldı, kısık bir sesle ’Emirleri uyguluyoruz’ gibi bir takım şeyler söyledi. Karşı taraftan Zekai Aksakallı Paşa küfretmiş olacak ki ona ’Küfretmeyin’ diye cevap verdi ve telefonu kapattı. Ardından Ümit Bak bana ve Yarbay Ümit Koçak’a dönerek ’Gelen emirler var, bu emirlere yönelik hareket edeceğiz’ dedi ve elinde bulunan iki beyaz kağıdı gösterdi. Ben de ’O emirlerin doğru olduğunu nereden bileceğiz’ dedim. Bunun üzerine Yarbay Mehmet Ali Çelik ’Bu emirler Silahlı Kuvvetler Komuta Harekat Merkezinden geldi. Bunları uygulayacağız’ dedi. Ardından da bizim ikna olmadığımızı anlayınca telefon ile birini aradı. Karşıdaki kişinin sesini dışarıya vererek karşıdaki kişiye ’Arkadaşlar emirlere uymuyorlar, tereddüt yaşıyorlar’ dedi. Karşıda kim olduğunu bilmediğimiz kişi de ’Arkadaşlar bu saatten sonra bu emirler geçerlidir. Bu emirlere göre hareket edeceksiniz’ dedi ve telefonu kapattı. Bunun üzerine bende Mehmet Ali Çelik’e dönerek ’Kiminle konuştunuz, ben nereden bileyim, burada yanlış şeyler oluyor, kafamda soru işaretleri oluştu’ dedim. Yine tekrardan telefon çaldı. Zekai Paşa telefondaydı. Nöbetçi amir ile görüşmek istediğini telefonu açan astsubaya iletti. Biz de telefonda yapılacak konuşmayı merak ettiğimiz için o yöne döndüğümüzde kapıda iki silahlı personel belirdi. Her ikisi de silahları atışa hazır hale getirip namluyu bana ve Ümit Koçak’a çevirdiler, hiçbir şey söylemediler. Bu sırada Ümit Koçak yüksek bir sesle hatta olduğunu bildiği Zekai Paşa’ya sesini duyurmak için ’Komutanım konuşamıyorum’ diye birkaç kez seslendi. Silahlı personellerden biri telefonu alarak kırdı. Bize silah doğrultan iki personelin Nedim Şahin ve Muzaffer Han olduğunu öğrendim. Mehmet Ali Çelik bana ve Ümit Koçak’a dönerek ’Tarafınızı seçin’ dedi. Ben de tarafımın TSK ve Türk Özel Kuvvetleri olduğunu söyleyerek cevap verdim."

"KİM OLDUĞUNU BİLMEDİĞİM BİR KİŞİNİN DE ’TELEFONLARA BAKMAYACAKSINIZ’ DİYE BAĞIRDIĞINI DUYDUM"

Bal, bu olaylarından ardından Ümit Bak’ın "Semih Paşamız yolda, o gelsin durumu değerlendireceğiz" dediğini aktararak, "Benim yanımda tabancam vardı. Tabancamın hazır olduğunu Ümit Koçak’a ilettim, o da sakin olmamı söyledi. Ardından nöbet yerime geçmem gerektiği için oradan ayrıldım. Odadan çıkınca bize silah doğrultan Nedim Şahin de peşimden geldi. Kim olduğunu bilmediğim bir kişinin de ’Telefonlara bakmayacaksınız’ diye bağırdığını duydum. Bu şekilde nöbetçi amir odasına gittim. Ardından Yarbay Ümit Koçak geldi ve bana ’Bu adamlar bizi tehdit olarak algılarlar, silahlarımızı çıkartalım aksi halde bizi yaşatmazlar, biz sabaha kadar sağ kalacağız ve gördüklerimizi, yaşadıklarımızı anlatacağız’ dedi. Ben de bunun üzerine silah kılıfını çıkarttım, tabancama mermiyi sürdüm, atışa hazır hale getirip çekmeceye koydum. Bir süre sonra Zekai Paşa’nın emri ile yola çıkan ART ve zırhlı aracın spor okulunda bir taarruz helikopteri tarafından vurulduğunu, yaralıların bulunduğunu, hatta bir personelin bacağının koptuğunu öğrendik. Ardından personelimizin durumunu öğrenmek için değişik yerlerle telefonla konuştuk. Sonrasında Zekai Paşa’nın emir astsubayını aramak aklıma geldi. Kendisine durumu anlattım, başımızda silahlı bir adamın olduğunu söyledim" diye konuştu.

Bal, nöbetçi amirlik odasında neler olup bittiğini anlamak için televizyon izlediklerini kaydederek, önce Başbakan Binali Yıldırım’ın, ardından Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın konuşmalarını dinlediklerini, bir darbe teşebbüsünün olduğunu o zaman anladıklarını söyledi. Bal, darbeci general Semih Terzi’nin yanında olduklarını söylemeleri nedeniyle Albay Ümit Bak, Yarbay Mehmet Ali Çelik ve kendilerine silah doğrultan kişilerin darbeci olduklarını anladıklarını belirtti.

"OKUL KOMUTANIM ’FATİH ŞAHİN’E SAKIN GÜVENME’ DEDİ"

Daha sonra Görüntü İzleme Odasına gittiğini anlatan Bal şöyle devam etti:

"Oradakiler bize bir helikopterin yaklaştığını söylediler. Saat 02.15 sıralarında helikopter indi. Çok kısa süre sonra 45-50 merminin atıldığı bir çatışma yaşandı. Çatışma nedeniyle güvenli olduğunu düşündüğümüz noktalarda mevzi aldık. Çatışma durunca tekrar kalktım, Görüntü İzleme Odası’ndaki şahıslar bu sefer komutan girişinde yerde bir kişinin yattığını söylediler. Ardından bir ambulans geldi. Ben ambulanstakilere yardımcı olmak için çıkmak istediğimde karargah içesinde mevzi almış tim personelleri olduğunu gördüm. Onlara hitaben ’Nöbetçi subayım, vurmayın’ diyerek ellerimi havaya kaldırıp karargahtan dışarıya çıktım. Yerde yatan bir kişi vardı. Yanına yaklaştığımda bu kişinin şehidimiz Ömer Halisdemir olduğunu gördüm. Nabzını kontrol ettiğimde sanki nabız yok gibiydi. Ancak ambulans ile gelen sağlık personeli kontrol ettiğinde hafif nabız olduğunu söyledi. Ömer Halisdemir’in bir tarafında ben, bir tarafında sağlık personeli vardı. Sağlık personeli hafif nabız var deyince ben yeniden nabız ölçmek istedim. O sırada Ömer Halisdemir’in ayak ucunda bulunan Üsteğmen Mihrali Atmaca ’Komutanım çekilin’ dedi. Ben ve sağlık personeli geri çekildik. İki el Ömer Halisdemir’in vücuduna doğru ateş etti. Ömer Halisdemir’in bulunduğu yerin yakınında mevzilenmiş vaziyette olan ve sonradan isminin Hasan Aksoy olduğunu öğrendiğim tim personeli Mihrali Atmaca’ya ’Komutanım vurmasaydınız, hesap verseydi’ dedi. Ben de iki kez atış yapıldıktan sonra Ömer Halisdemir’in öldüğü düşüncesiyle ’Örtü getirin’ dedim. Üstünü örttürdüm. Ömer Halisdemir’in şehit edilmesi olayına tanık oldum. Ondan sonra karargaha girdim. Karargaha girerken bir grup karargahtan çıkıyordu. Başlarında Binbaşı Fatih Şahin vardı. Kendisi ile göz göze geldik, ancak aramızda konuşma olmadı. Nöbetçi amirliğe geri döndüm. O sırada Okul Komutanı Ömer Faruk Bozdemir aradı. Bende kendisine 12. Taburun birlik içinde olduğunu, başlarında Fatih Şahin olduğunu, ayrıca Ömer Halisdemir’in şehit olduğunu söyledim. O da üstüne basa basa ’Fatih Şahin’e sakın güvenme’ dedi ve beni uyardı. Ardından Ümit Koçak’a Okul Komutanı Ömer Faruk Bozdemir’in söylediklerini aktardım. ’Komutanım bunlar bizi öldürecekler, karargah binasından çıkmaya hazır olun’ dedim. Ümt Koçak ise sakin olup fevri hareket etmememiz gerektiğini söyledi."

Bal, bir süre sonra karargah binasından 5-6 el silah sesi duyduğunu söyledi. Albay Ümit Bak’ın Üsteğmen Mihrali Atmaca tarafından derdest edildiğini gördüğünü ifade eden Bal, bu aşamadan sonra Ümit Bak’ın derdest edilmesi sebebiyle umutlandığını vurguladı. Ümit Bak’ın darbeci olduğunu düşündüklerini kaydeden Bal, onun derdest edilmesi timin kendileri ile hareket ettiğini gösterdiğini belirtti. Mihrali Atmaca’nın kendisine seslendiğini dile getiren Bal, "Bana ’Komutanım, okul komutanı ile görüştük, sizinle aynı taraftayız, karargahın emniyetini alacağız’ dedi. Ondan sonra turnike bölgesinden iki tane personel geldi. Onların desteği ile ve silahlı himayesi ile karargahta bulunan tüm personeli bulunduğumuz yere çağırdık, üzerlerini aradık. Yaklaşık 30 kişi vardı" dedi.

Bal, Mihrali Atmaca ve timi ile birlikte karargahta güvenliği sağladıklarını, derdest edilenleri bir odaya taşıdıklarını söyledi. Mahkeme Başkanı İsmail Ademoğlu, tanık Bal’a Mihrali Atmaca ve timinin karargah binasının kontrolünde etkisi olup olmadığını sordu. Bal, "Üsteğmen Mihrali Atmaca ve timi olmasaydı karargah binasının kontrolünü alamazdık" dedi.

Abdullah Sarıca

Bunlar Da İlginizi Çekebilir
Giresun Pembe kimlikle 38 yıl yaşayan Kumral Bodur’un hayatı film oluyor Giresun’da nüfus memurunun yaptığı hatadan dolayı pembe kimlik verilen ve 38 yıl boyunca erkek olduğunu ispatlamaya çalışan 52 yaşındaki Kumral Bodur’un hayatı beyaz perdeye ilham kaynağı oldu. Yazar Aziz Nesin’in filmlere de konu olan “Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz” romanının ardından, nüfus müdürünün hatası nedeniyle nüfusa kadın olarak kaydedilen Kumral Bodur’un 38 yıl boyunca erkek olduğunu ispatlamaya çalıştığı hayat hikayesi de filme konu oluyor. Filim yapımcılarının kendisini aradığını anlatan Kumral Bodur, “Trajikomik bir film hikayesi için hayatımın bir film senaryosuna ilham kaynağı olmuş. Bununla ilgili filmin yönetmenliğini yapacak olan Abbas Karatekin ve Yapımcısı Ulaş Karadeniz beni aradılar ve projelerinden bahsettiler. Ben de olumlu yaklaştım. Önümüzdeki günlerde Giresun’a gelip senaryo yazımı için detaylı görüşmeler yapacağız” dedi. 15 hakim, 19 savcı değişmiş, kimliği değişmemişti Giresun’un Bulancak ilçesinde yaşayan 52 yaşındaki Kumral Bodur nüfus memurunun yaptığı hatadan dolayı nüfusa kadın olarak yazılmış ve pembe kimlik verilmişti. Ancak yapılan hatanın düzeltilmesi ise tam 38 yıl sürmüş bu süre içerisinde evlenip çocuk sahibi olmasına rağmen ne resmi evlilik yapabilmiş ne de çocuklarını nüfusuna yazdırabilmişti. Çocuklarını kardeşlerinin nüfusuna yazdıran Kumral Bodur, sigortalı bir işe girip çalışamamış ve askerlik görevini de yapamamıştı. 15 hakim, 19 savcının değiştiği hukuk mücadelesi ise tam 38 yıl sürmüştü. Kumral, mahkeme sürecinde yaşadığı psikoloji sorunlar nedeniyle aldığı hapis cezasını da, kadın kimliğiyle, erkek cezaevine girdiğinde ise yanlışlığın fark edilmesi sonucu cezaevinden dışarı çıkartılmıştı.
Amasya Amasyalı öğrenciler okulda ata tohumu ekip fide yetiştirdi Amasya’nın Taşova ilçesinde Emine Bursalı İmam Hatip Ortaokulu öğrencileri ve öğretmenleri okulda ektikleri ata tohumlarından fide yetiştirdi. Çileklerin ve diğer sebzelerin hasadı yapılırken ata tohumu domates fideleri de okul bahçesinde oluşturulan seraya dikildi. "Ata tohumlarını burada yetiştiriyoruz" Fen ve teknoloji laboratuvarında yetiştirilen ata tohumları, ‘Eğitimde Rehberlik ve Destekleme Modeli (ERDEM) Destek 2022 Programı’ çerçevesinde sağlanan 25 bin liralık destekle okul bahçesinde oluşturulan 25 metrekarelik seraya taşınarak öğrencilerin elinde toprakla buluştu. Çok heyecanlandıklarını belirten 7. sınıf öğrencisi Abdullah Ensar Sarıbaş, “Getirdiğimiz ata tohumlarını burada yetiştiriyoruz. Burada çilek, marul, maydanoz gibi bir sürü çeşit bitki bulunuyor” dedi. Arkadaşı Tuğçe Naz Aşık da, “Köyümüz uzak olduğu için git, gel yapamıyoruz. Okulumuzda bunun gibi sera olduğu için tarımdan da yararlanabiliyoruz. Laboratuvarda üretiyoruz. Sonra gelip buraya dikiyoruz” diye konuştu. "Amacımız akademik başarının yanı sıra evlatlarımızı hayata da hazırlamak" Çalışmanın öğrencilerinin gelişimi için fırsat olduğuna işaret eden Fen Bilimleri Öğretmeni Bayram Atalay, “3 sene önce kurulan serada çilek, domates, salatalık, karnabahar, roka yetiştiriyoruz. Çocuklara eğitim, öğretim faaliyetinin haricinde yaparak ve yaşayarak öğrenmeyi de öğretiyoruz” şeklinde konuştu. Amaçlarının akademik başarının yanı sıra evlatlarını hayata da hazırlamak olduğunu vurgulayan Okul Müdürü Ali Buğalı ise, “Son yıllarda küresel ısınmayla beraber gıdaya erişim konusundaki sıkıntıları göz önüne aldığımızda toplumumuzun üreten, kendi kendine yeten bir toplum olması açısından tarım faaliyetlerine yönelip her türlü sebze ve meyveyi yetiştirmeye çalışıyoruz. Onlara da örnek olmaya çalışıyoruz” diye konuştu.
Ankara TESK Genel Başkanı Palandöken: “İş sağlığı ve güvenliği en temel haklardan biridir” İş sağlığı ve güvenliği tedbirlerinin sadece yasal bir zorunluluk değil insanın en temel haklarından biri olduğunu vurgulayan TESK Genel Başkanı Bendevi Palandöken, “Ülkemizde, iş sağlığı ve güvenliği konusunda önemli adımlar atılmakla birlikte hala iyileştirilmesi gereken alanlar bulunmaktadır. İş sağlığı ve güvenliği en temel haklardan biridir” dedi. İş Sağlığı ve Güvenliği Haftası vesilesiyle yazılı bir mesaj yayınlayan Türkiye Esnaf ve Sanatkârları Konfederasyonu (TESK) Genel Başkanı Bendevi Palandöken, “ILO verilerine göre 2023 yılında Türkiye, ölümcül olmayan mesleki yaralanmalar bakımından dünyada 11. sırada, ölümlü iş kazası sayısı bakımından ise 15. sırada yer alıyor. İş kazaları üzerine veriler toplayan ve paylaşan İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin (İSİG) verilerine göre 2023 yılında en az bin 929 işçi hayatını kaybetti. Bir ülkede meydana gelen iş kazalarının sayısının azalması, o ülkenin iş sağlığı ve güvenliği açısından ne kadar başarılı olduğunun bir göstergesi olarak kabul edilmektedir. İş sağlığı ve güvenliği yönetiminin uygulanabilirliği ile iş kazalarının önceden engellenmesi oldukça önemlidir. Unutulmamalıdır ki her iş kazası önlenebilir nitelikte bir risktir ve bu konuda alınacak önlemler hayati önem taşır. Herkesin sağlıklı ve güvenli bir çalışma ortamına sahip olması, daha verimli ve mutlu bir işgücü oluşturmaya yardımcı olur” ifadelerini kullandı. İş sağlığı ve güvenliği konusunun seçenek değil zorunluluk olduğunu belirten Palandöken, “Çalışanların daha güvenli bir ortamda çalışmalarını sağlamak, hem işverenlerin hem de çalışanların ortak sorumluluğudur. İşverenlerin ve çalışanların iş sağlığı ve güvenliği konusunda bilinçlenmeleri, uygun ekipmanların kullanımı, risklerin değerlendirilmesi ve önleyici tedbirlerin alınması önemlidir. Sağlıklı çalışma ortamları oluşturarak, çalışanların daha mutlu, daha sağlıklı ve daha verimli olmalarını sağlamak hem işletmelerin hem de toplumun yararınadır. Esnaf ve sanatkarlar için iş sağlığı ve güvenliği konularına uyum sağlamak, yasal sorunlardan kaçınmak ve işletmelerini güvende tutmak açısından hayati öneme sahiptir. İşletmelerin itibarını korumak için düzenli olarak iş sağlığı ve güvenliği önlemleri alınmalı ve çalışanlara gerekli eğitimler verilmelidir. Bu vesile ile 4-10 Mayıs İş Sağlığı ve Güvenliği Haftası’nda tüm işletmelere kazasız bir çalışma hayatı dilerken, bu konuda daha bilinçli, duyarlı ve sorumlu olmamız gerektiğinin altını çiziyorum” dedi.
Isparta Isparta’yı bu yıl gül kokusu erken sardı Türkiye’nin gül bahçesi Isparta’da yağışların az olması ve havaların sıcak gitmesiyle gül hasadı erken başladı. 12 bin ton rekoltenin beklendiği şehirde gül turizmi açısından da beklenti oldukça yüksek. Dünya gül yağı ihtiyacının yüzde 65’ini karşılayan Isparta’da bu yıl havaların sıcak gitmesiyle gül hasadı 15-20 gün erken başladı. Gül çiçeklerinin açmasıyla şehri gül kokusu sararken, sabahın erken saatlerinde gül bahçelerinde hummalı çalışmalar başlıyor. Özenle toplanan güller bölgedeki tesislere ulaştırılarak dev imbiklerde damıtılarak gül yağına ve gül suyuna dönüştürülüyor. Yaklaşık 4 ton gül çiçeğinden 1 kilogram gül yağı elde ediliyor. Gül yağının büyük bir kısmı ise ihraç ediliyor. Isparta’da bu yıl 12 bin ton gül çiçeği rekoltesi bekleniyor. Ülke ve bölge ekonomisine önemli katkılar sunan gül hasat döneminde ağırladığı ziyaretçilerle de bölge halkı için önemli bir turizm getirisi sağlanıyor. Bu yıl gül hasadının 45 gün sürmesi bekleniyor. Şehirde güllerin açtığı yerlerden birisi de Keçiborlu ilçesine bağlı Ardıçlı köyü. Ardıçlı köyünde sabahın erken saatlerinde toplanan güller çuvallara konularak, fabrikalara ulaştırılıyor. İhlas Haber Ajansı (İHA) muhabirine açıklamalarda bulunan Ardıçlı köyü eski muhtarı ve üretici Yakup Yolcu, mevsim dolayısıyla hasadın erken başladığını belirterek, “Yağışlar olmaması sebebiyle gülün yoğunluğu tarla tarla değişiklik gösterdi iklim şartlarından dolayı. Bazı tarlalarda 3 metrede gül çiçeği varken 5 metrede yok. Şu günlerde yağış gösteriyor, eğer yağış olursa hasat uzun sürecek; sürmezse bu sene gülün erken bitme ihtimali çok yüksek. İnşallah iyi ve bereketli bir sezon olur. Çiftçimizin yüzü güler” dedi. Gül hasadının erken başlamasının turizmi de etkilediğini belirten Yolcu, “Turizmciler programlarını gül hasadının normal tarihine aldılar ama bizim mevsim dolayısıyla hasat erken başladı bu sebeple turizm biraz durgun. İnşallah ilerleyen zamanlarda yoğun geçer. Bütün üreticilere bereketli ve hayırlı kazançlar dilerim” şeklinde konuştu. Ardıçlı köyünde 100 dekar alanda 20 yıldır üreticilik yapan Tolgahan Sarıkaya ise babasından kalan mesleği devam ettirdiğini belirterek, gül çiçeği hasat yoğunluğunun erken başladığını söyledi. Sarıkaya konuşmasının devamında, “Gülcülük iyi bir meslek, sadece son dönemlerde işçilerle alakalı sıkıntılarımız oluyor. Gül tarlası önceden bu kadar çok yoktu. Piyasamızda modern tarımsal aletler eksik olduğu için herkes bu kadar çok gül işi yapmıyordu. Herkes az bir dekar alanda iş yapıyordu. Teknolojinin gelişmesiyle insanlar 50-100 dekar alanda üretim yapıyor artık, bu sebeple işçi bulma sıkıntısı yaşıyorduk. Onun haricinde bir problemimiz yok” açıklamalarında bulundu. Bir başka üretici Yusuf Yıldırım ise sezonun iyi başladığını söyleyerek, “Bu sene 20-25 güne yakın erken başladı. Verim gayet iyi şükürler olsun” dedi. Yıldırım konuşmasının devamında üreticilerin masraflarının fazla olduğunu söyleyerek, “Mazot olsun, ilaçlar olsun, işçilik olsun ağır olduğu için üreticiler çok da bir şey kazanmıyor. Çok kazanıyor diye bir şey yok yani anca işte ucu ucuna emeğini koruyor” açıklamalarında bulundu.