SAĞLIK
Geleceğin acil servisleri Kayseri’de konuşuldu 06 Aralık 2025 Cumartesi - 12:25:24 Kayseri Devlet Hastanesi; acil tıp alanındaki güncel yaklaşımları değerlendirmek, klinik standartları geliştirmek ve hekimler arası bilimsel etkileşimi artırmak amacıyla bu yıl ’8. Kayseri Acil Tıp Eğitim Günleri’ etkinliğini düzenledi. Pratisyen ve uzman hekimlere yönelik hazırlanan etkinlik, 6 Aralık 2025 tarihinde hastanenin 5. Blok Konferans Salonu’nda, Hastane Başhekimi Doç. Dr. İsmail Altıntop’un ev sahipliğinde gerçekleştirildi. Bilimsel program kapsamında, acil tıbbın en kritik başlıkları ele alınırken; kırmızı alan yönetimi, semptomdan tanıya ve tedaviye hasta yaklaşımı, özel acil durumların yönetimi, branşlara özgü acil hastalıklar ve güncel tedavi algoritmaları, alanında uzman akademisyenlerin katılımıyla olarak değerlendirildi. Program hakkında bilgiler veren Kayseri Devlet Hastanesi Başhekimi Doç. Dr. İsmail Altıntop; "Kayseri’mizde geleneksel olan 8. Acil Günleri’nde; her yıl yaptığımız gibi bu yıl da bölgemizden tüm acil serviste çalışan pratisyen hekimleri, uzman hekimleri ve mesleğine yeni başlayan hekimleri burada buluşturuyoruz. Birçok kliniğimizden asistanlarımız mevcut. Özellikle Niğde’den, Nevşehir’den Kahramanmaraş’tan, Yozgat’tan ve Kayseri’deki üniversitelerimizden gelen akademisyenlerle beraber burada bir eğitimi veriyoruz. Bu yıl geleceğin acillerini tartışıyoruz. Geleceğin acillerinde; son dönemlerde olan toksikolojik vakalar var, metil alkol zehirlenmelerini vurguluyoruz. Uyuşturucu en önemli konularımızdan bir tanesi; uyuşturucuyla mücadelede hekimlerimize eğitim veriyoruz ki ilk müdahalelerini iyi yapabilsinler. Ayrıca acil servislerdeki kaliteyi artırabilmek için de sütür pansuman atölyesi, alçı atel atölyesi, resüsitasyon atölyeleri yapıyoruz. Dünya çapında standart tedavileri ve en son kılavuzlarda güncellenen bilgileri hekimlerimizle paylaşıyoruz. Buraya gelen katılımcılarla da online yaptığımız yarışmalarla da geri dönüşüm alıyoruz" ifadelerini kullandı.
06 Aralık 2025 Cumartesi - 12:08 Demanstan korunmak için Akdeniz tipi beslenme Demans, yalnızca hafıza kaybı değil, düşünme, karar verme, iletişim ve günlük yaşam becerilerini etkileyen ilerleyici bir beyin hastalığı. Doğru yaşam tarzı ve erken farkındalık demans riskini ciddi ölçüde azaltabiliyor. Başakşehir Çam ve Sakura Şehir Hastanesi Nöroloji Uzmanı Prof. Dr. Murat Çabalar, demansın, alzheimer, vasküler demans, Lewy cisimcikli demans gibi birçok alt tipi olan, beynin zaman içinde yıpranmasıyla ortaya çıkan bir bilişsel bozukluklar grubu olduğunu söyledi. Çabalar, demansın, erken fark edilirse hastalığın ilerleyişini yavaşlatacağı erken belirtilerini şu şekilde sıraladı: "Günlük hafıza kayıpları; Anahtarları, cüzdanı sürekli kaybetme, aynı soruyu tekrar tekrar sorma, yakın tarihli olayları hatırlayamama. Zihinsel karışıklık; tarih, yer ve zaman karıştırma ayrıca rutin işleri organize edememe Dil ve iletişim sorunları; kelime bulmakta zorlanma, cümle kurarken takılma. Problem çözmede zorlanma; fatura ödeme, alışveriş listesi hazırlama gibi görevlerde güçlük çekme. Kişilik ve davranış değişiklikleri; ani sinirlilik, sosyal geri çekilme, karar verme güçlüğü". Çabalar, demanstan korunmak için beyin sağlığını destekleyen beslenme tavsiyesinde bulunarak, "Akdeniz tipi beslenme önerilir. Zeytinyağı, balık (omega-3 açısından zengin), yeşil yapraklı sebzeler, kuruyemiş (ceviz, badem), meyve - özellikle yaban mersini gibi antioksidan kaynaklı ve tam tahıllar. Aşırı şeker tüketimi, paketli gıdalar, kızartmalar, aşırı tuz, trans yağlardan kaçınmak gerekir" dedi. Çabalar, yaşam tarzında değişikliklerin de altını çizerek, "Düzenli fiziksel aktivite; haftada 150 dakika yürüyüş bile demans riskini yüzde 35’e kadar azaltabiliyor. Sosyal aktivite; arkadaşlarla iletişim, sohbet, grup etkinlikleri - zihni en güçlü koruyan alışkanlıklardan biri. Zihinsel egzersiz; bulmaca çözmek, yeni bir dil öğrenmek, kitap okumak, müzik aleti çalmak beyin bağlantılarını güçlendiriyor. Uyku düzeni; gecede 7-8 saat kaliteli uyku, beyin toksinlerinin temizlenmesi için kritik önemdedir. Tansiyon, şeker ve kolesterol kontrolü; bu üçlü kontrol edilmezse demans riski büyük ölçüde artıyor" dedi. Çabalar, demansın tamamen durdurulamayacağını, ancak erken tanı, yaşam tarzı düzenlemeleri, düzenli nörolojik takip, uygun tedavi ile ilerlemenin yavaşlatılabileceğini belirterek, "Hafıza tamamen geri dönmez, fakat doğru yaklaşımlar ile düşüş hızı yavaşlatılabilir, günlük yaşam kalitesi belirgin artırılabilir, bazı bilişsel fonksiyonlar güçlendirilebilir. İlaç tedavisi ile belirtiler hafifler, ilerleme yavaşlatılır. Yaşam tarzı terapileri ile bilişsel rehabilitasyon, hafıza egzersizleri, hobi terapileri, beslenme takviyeleri (doktor önerisiyle) Omega-3, B12, Folat, D vitamini, günlük yaşam destekleri ise güvenli ev düzenlemeleri, hafıza hatırlatıcılar, yakın çevrenin eğitimi önemlidir. Demans önlenebilir ve yönetilebilir bir süreçtir. Sağlıklı yaşam alışkanlıkları, düzenli kontroller ve erken tanı ile hastaların yaşam kalitesi yıllarca korunabilir" diye konuştu.
06 Aralık 2025 Cumartesi - 11:53 Yürüyemiyordum dedi, şimdi ayağa kalktı: Dirençli tüberkülozda yüz güldüren sonuç Tüberküloz hastası 15 yaşındaki Miskine Erkmen, aylar süren tedavisinin ardından evine dönmenin mutluluğunu yaşıyor. İlaca dirençli tüberküloz hastalığı kilo kaybı, halsizlik, uzun süreli öksürük gibi belirtilerle kendini gösteriyor. Yetişkinlerde bulaşıcılığı daha da fazla olan bu hastalık tedavi edilmezse insan hayatını olumsuz etkileyebiliyor. Uzmanlar, hem doktorları hem de hastaları bu hastalığın sinsi bir hastalık olduğu konusunda uyarıyor. Sağlık Bakanlığı tarafından çok ilaç dirençli tüberküloz merkezlerinden biri olan Ankara Bilkent Şehir Hastanesi’nde tedavi olan 15 yaşındaki Miskine Erkmen taburcu olup evine dönmenin mutluluğunu yaşıyor. Ankara Bilkent Şehir Hastanesi Enfeksiyon Hastalıkları Uzmanı, Prof. Dr. Aslınur Özkaya Parlakay, hastanın 15 yaşında olduğu ve ilk şikayetlerinin 2024’te başladığını aktararak, "Şikayetleri takiben başvurduğu sağlık kuruluşları tarafından tüberküloz tanıtısı alıyor, tedavisine başlanıyor. Ama tedaviye rağmen semptomlarında, bulgularında artış gözlüyoruz. Bu nedenle de bakanlığımızın bize belirlediği çok ilaç dirençli tüberküloz merkezlerimizden biri olduğumuz için bize sevk oluyor hastamız" dedi. "İlaca dirençli tüberküloz daha da uzun ve karmaşık, kompleks bir süreci içeriyor" Tüberküloz tedavisinin uzun bir süreç olduğuna dikkati çeken Parlakay, "Özellikle ilaca dirençli tüberküloz daha da uzun ve karmaşık, kompleks bir süreci içeriyor. Dolayısıyla iki ileri bir geri, bir ileri iki geri gittiğimiz dönemler oluyor. Artık Miskine’nin tedavisinin sonuna yaklaştığımızı ümit ediyoruz. Ama tabii takip etmeye devam edeceğiz. Merkezimizde takiplere devam edecek. Ama şu anda yüz güldürücü bir yere ulaştığımızı ümit ediyoruz" ifadelerini kullandı. "Buraya geldiğimde kilo almaya başladım" 15 yaşındaki hasta Miskine Erkmen, aşırı kilo kaybı ve halsizlik nedeniyle hastaneye başvurduğunu belirtti. Önce Diyarbakır’da 4 ay tedavi görüp taburcu olduğunu sonrasında Ankara’ya geldiğini anlatan Erkmen, "Uçak, acil ve ambulans ayarladılar. Sonra Ankara’ya geldim. Buraya geldiğimde kilo almaya başladım. Kendimi daha iyi hissettim. Şu an iyiyim. Çok kötüydüm. Yürüyemiyordum. Yemek yiyemiyordum. Baya halsizdim" diye konuştu.
Sokak lezzetleri besin zehirlenmesi riskini artırıyor
22 Kasım 2025 Cumartesi - 09:41 Sokak lezzetleri besin zehirlenmesi riskini artırıyor Sokak lezzetleri doğru ortamda hazırlanıp saklanmadığında ciddi besin zehirlenmelerine yol açabiliyor. Bu nedenle vatandaşların seçim yaparken daha dikkatli olması gerekiyor. Besin zehirlenmesi ile ilgili açıklamalarda bulunan Nev Sağlık Grubu Gastroenteroloji Uzmanı Dr. Mustafa Özel, özellikle yaz aylarında artan sıcaklıklarla birlikte sokak lezzetlerinin besin zehirlenmesi riskini önemli ölçüde yükselttiğini belirterek vatandaşları uyardı. Son dönemde yaşanan besin zehirlenmesi neticesinde ölümle sonuçlanabilen ciddi vakalar dikkat çekiyor. Hızlı, ekonomik ve lezzetli olması nedeniyle tercih edilen sokak lezzetleri; uygun olmayan saklama şartları ve hijyen yetersizliği nedeniyle tehlikeli hâle gelebiliyor. "Besin zehirlenmesi ciddi bir klinik tablo" Besin zehirlenmesinin, mikroorganizmalar veya toksinlerle kontamine olmuş gıdaların tüketilmesi sonucu ortaya çıkan bir klinik durum olduğunu belirten Dr. Özel, en sık rastlanan etkenleri şöyle sıraladı: "Salmonella, Staphylococcus aureus toksinleri, E. Coli, Clostridium perfringens, Norovirüs, Vibrio türleri (özellikle deniz ürünlerinde." "Herkes risk altında ancak bazı gruplar daha savunmasız" Bağışıklık sistemi zayıf olan kişilerin besin zehirlenmesine karşı daha hassas olduğunu vurgulayan Özel, "5 yaş altı çocuklar, 65 yaş üzeri bireyler, hamileler, kronik hastalığı olanlar ve bağışıklık sistemini baskılayan ilaçları kullananlar daha ağır seyirli tabloyla karşılaşabilir" ifadelerini kullandı. "Gıda zehirlenmesi bulaşıcıdır" Gıda kaynaklı enfeksiyonların bulaşıcı olduğuna dikkat çeken Dr. Özel, kusma ve dışkı yoluyla mikroorganizmaların çevreye kolayca yayılabileceğini, bu nedenle kapalı alanlarda hızlı bulaşma görüldüğünü belirtti. Özel, sokak lezzetlerinde riskin daha fazla olmasının başlıca sebeplerini ise Uygun olmayan saklama şartları, hijyen eksikliği, denetim eksikliği ve su kaynaklı riskler olarak sıraladı. Özel, "Et, tavuk ve deniz ürünleri tezgâhlarda uzun süre açıkta bekleyebiliyor. 5-60C arası bizim ‘tehlikeli sıcaklık bölgesi’ dediğimiz aralıktır; bakteriler bu sıcaklıklarda hızla çoğalır. Satıcıların el hijyeni, kullandıkları bıçak, tahta ve ekipmanların temizliği kritik öneme sahiptir. Çiğ ve pişmiş gıdaların aynı ekipmanla hazırlanması ciddi risk oluşturur. Sokak satıcılarının bir kısmı düzenli gıda güvenliği denetimlerinden geçmediği için risk fark edilmeden artabilir. Özellikle midye gibi ürünlerde deniz suyu temizliği çok önemlidir. Kirli sularda toplanan midyelerde ağır metal ve mikroorganizma riski yüksektir. Salata ve soslarda kullanılan suyun temiz olmaması da zehirlenmeye davetiye çıkarır" diye konuştu. En yüksek risk taşıyan sokak lezzetleri En riskli sokak lezzetlerinin başında Midye dolma ve midye tava geliyor. Midye türü besinlerde Vibrio ve Salmonella riski yüksek bulunuyor. Hemen hemen her köşe başında satılan Tavuk döner ve et döner ise yetersiz pişirme ve uzun süre sıcaklıkta beklediğinde zehirlemeye sebep olabiliyor. Avrupa’da pek çok ülkede satışı yasaklanan milli yiyeceğimiz kokoreç ise İç organ temelli kontaminasyon ve hijyen sorunları yüzünden tehlikeli. Kumpir ve garnitürlü ürünlerde mayonez ve salataların oda sıcaklığında beklemesi büyük risk taşıyor. Balık ekmek ve kızartmalar çok kullanılan yağ da pişirildiklerinde çapraz bulaşma tehlikesi taşıyor. Belirtiler genellikle 1-72 saat içinde başlıyor Belirtilerin genellikle birkaç saat içinde ortaya çıktığını belirten Özel, şikâyetlerin "Bulantı, kusma, karın ağrısı, kramp, sulu ishal, ateş, halsizlik ve nadiren kanlı ishal" olarak görüldüğünü aktardı. 24-48 saatten uzun süren kusma veya ishal, kanlı ishal, 38.5C üzeri ateş, aşırı halsizlik, bayılma hissi, dehidratasyon semptomları (ağız kuruluğu, çökük gözler) ve risk grubundaki bireylerde herhangi bir belirti ortaya çıktığında vakit geçirmeden en yakın hastaneye başvurmak gerekiyor. "Basit önlemlerle kendinizi koruyabilirsiniz" Her türlü tehlikeye ve riske rağmen sokak lezzetlerinden vazgeçemeyen vatandaşlara önerilerde bulunan Özel, "Satıcı seçimine dikkat edin. Kalabalık ve sirkülasyonu yüksek tezgâhları tercih edin. Yemeğin hazırlığını gözlemleyin. Kullanılan ekipmanların temizliğine bakın. Sıcak-soğuk zincirine dikkat edin. Sıcak yemeği sıcak, soğuk yemeği soğuk tüketin. Tezgâhta uzun süre beklemiş yiyeceklerden kaçının. Yemeğe başlamadan önce ellerinizi mutlaka yıkayın, mümkün değilse dezenfektan kullanın. Midye, tavuk ve et ürünlerine ekstra özen gösterin. Kaynağı belli olmayan midyelerden uzak durun. Tavuk ve et ürünlerinin tamamen pişmiş olduğuna dikkat edin" dedi.
Mersin’de 11 yıl ihmal edilen memedeki 8,5 kiloluk kitle ameliyatla çıkarıldı
22 Kasım 2025 Cumartesi - 09:40 Mersin’de 11 yıl ihmal edilen memedeki 8,5 kiloluk kitle ameliyatla çıkarıldı Mersin’de yaklaşık 11 yıl boyunca ihmal edilen memedeki kitle, gerçekleştirilen ameliyatla 8,5 kilo ağırlığında çıkarıldı. Mersin’de yaşayan 56 yaşındaki Kıymet Yıldızhan, yaklaşık 11 yıl önce göğsünde hafif ağrılar hissetmeye başladı. Önceleri ağrının geçici olduğunu düşünen ve ameliyat korkusu nedeniyle doktora gitmeyen Yıldızhan, yıllar içinde büyüyen kitleyle yaşamaya devam etti. Zamanla ağrıların artması, boyun ve omuz bölgesinde baskı oluşturması üzerine çocukları tarafından Toros Devlet Hastanesi’ne götürüldü. Hastanede yapılan muayene ve görüntülemelerde Yıldızhan’ın memesinde dev boyutta bir kitle tespit edildi. Bunun üzerine hasta, Genel Cerrahi Uzmanı Op. Dr. Hakan Dikme tarafından ameliyata alındı. Operasyon sırasında Yıldızhan’ın memesinden yaklaşık 8,5 kilogram ağırlığında kitle çıkarıldı. "Ben böyle bekledim, kimse beklemesin" Ameliyatının ardından konuşan Yıldızhan, uzun yıllar süren ihmalini belirterek, "Göğsüm her geçen yıl şişmeye başladı. Korktum, ameliyat olmadım. Yıllar boyu ben böyle bekledim, kimse beklemesin. Hakan hocadan Allah razı olsun, ‘Bir şey olmaz, biz yardımcı oluruz’ dedi. Ameliyatım başarılı geçti, çok şükür sağlığıma kavuştum. Kimse kendini ihmal etmesin. Ben yağ bezesi sandım, ‘önemli bir şey değildir’ dedim ve yıllar boyunca beklettim. Defalarca doktora gittim ama ameliyattan korktuğum için çıkaramadım. Şimdi ise kurtuldum çok şükür. Sağlık her şeyden önemli" diye konuştu. "21 yıldır böyle bir kitle görmedim" Ameliyatı gerçekleştiren Genel Cerrahi Uzmanı Op. Dr. Hakan Dikme, hastanın ilk geldiğinde öne eğilerek yürüdüğünü ifade etti. Dikme, "Kitle ciddi bir ağırlık yapıyordu ve boynuna, omzuna baskı uyguluyordu. Görüntülemelerde kitlenin mutlaka alınması gerektiği çok netti. Ameliyatta yaklaşık 8,5 kilo civarında bir kitle çıkardık. 21 yıldır görmedim böyle bir kitle. Yaklaşık 10-11 yıldır bu kitleyle yaşadığını öğrendik" dedi. Ameliyatın başarılı geçtiğini belirten Dikme, "Hastanın kanaması yok, dikiş bölgesi temiz. Ameliyattan bir gün sonra taburcu ettik. Bir hafta sonra kontrolüne çağıracağız" şeklinde konuştu. Memede fark edilen her kitlenin mutlaka ciddiye alınması gerektiğini de vurgulayan Dikme, "Bu kadar beklemek çok yanlış. Böyle bir durum fark edildiğinde mutlaka uzman bir hekime başvurmak gerekir. Erken tanı hem tedaviyi kısaltır, hem de muhtemel kötü sonuçların önüne geçer" ifadelerini kullandı.
Prof. Dr. Kartal: "DSÖ, antibiyotik direncini ’Sessiz pandemi’ olarak tanımlıyor"
22 Kasım 2025 Cumartesi - 09:39 Prof. Dr. Kartal: "DSÖ, antibiyotik direncini ’Sessiz pandemi’ olarak tanımlıyor" Eskişehir Osmangazi Üniversitesi (ESOGÜ) Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Elif Doyuk Kartal, antibiyotik direncini "Sessiz pandemi" olarak nitelendirdi. Kartal, gerekli önlemler alınmazsa 2050 yılına kadar dirençli enfeksiyonlara bağlı ölümlerde ciddi artış yaşanabileceğine dikkat çekti. Prof. Dr. Elif Doyuk Kartal, ‘Dünya Antimikrobiyal Direnç Farkındalık Haftası’ dolayısıyla önemli uyarılarda bulundu. 2025 yılı itibarıyla antibiyotik direncinin küresel bir tehdit düzeyine ulaştığını belirten Prof. Dr. Kartal, Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) raporlarına göre geniş spektrumlu antibiyotiklere karşı direnç düzeylerinin dünya genelinde yüzde 15 ila 40 oranında yükseldiğini vurguladı. Modern tıpta ciddi klinik sonuçlara yol açan bu durumun, ameliyatlardan kanser tedavilerine kadar pek çok alanda tedavi süreçlerini zorlaştırdığını ifade eden Kartal, akılcı ilaç kullanımının ve toplumsal farkındalığın hayati önem taşıdığını kaydetti. "Kritik patojenlerde direnç oranı yüzde 70’e ulaştı" Prof. Dr. Elif Doyuk Kartal, konuya ilişkin yaptığı açıklamada şu ifadelere yer verdi: "Antibiyotik direnci, enfeksiyon hastalıklarının yönetimini doğrudan etkileyen ve modern tıpta ciddi klinik sonuçlara yol açan bir olgu olarak, 2025 yılında önemli bir küresel tehdit düzeyine ulaşmıştır. Raporda bu durum ‘sessiz pandemi’ olarak tanımlanıyor. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) 2050’ye kadar dirençli enfeksiyonlara bağlı ölümlerde ciddi artış olabileceğini öngörüyor. DSÖ’nün son raporları, özellikle geniş spektrumlu antibiyotiklere karşı direnç düzeylerinin dünya genelinde yüzde 15-40 oranında yükseldiğine işaret etmektedir. Bazı bölgelerde kritik patojenlerde direnç oranı yüzde 70’e kadar çıkmaktadır. Rapora göre, her 6 bakteriyel enfeksiyondan biri antibiyotiklere karşı dirençli durumdadır. Takip edilen enfeksiyonların yüzde 24’ü birinci basamak antibiyotiklere yanıt vermemektedir." "Tedavi seçenekleri tükeniyor, ölüm oranları artıyor" Direnç artışının sadece sağlık açısından değil, ekonomik ve toplumsal açıdan da büyük risk taşıdığını vurgulayan Kartal: "Bu direnç artışı, sadece sağlık açısından değil ekonomik ve toplumsal açıdan da büyük risk taşıyor: Ameliyat, kanser kemoterapisi, yoğun bakım yatışı kaynaklı gelişen enfeksiyonlarda tedavi seçeneklerini ciddi şekilde sınırlamakta, tedavi süreçlerini uzatmakta ve ölüm oranlarını artırmaktadır. Gram-negatif bakterilerde görülen hızlı direnç artışı, yeni ilaç seçenekleri henüz yeterli düzeyde olmadığı için ciddi bir tıkanma oluşturmaktadır. Yanlış ve gereksiz antibiyotik kullanımı halen direncin başlıca sebeplerinden biri olarak ön plana çıkar." dedi. "Yanlış kullanım direnci tetikliyor" Direncin en büyük sebeplerinden birinin yanlış ve gereksiz antibiyotik kullanımı olduğunu belirten Prof. Dr. Kartal, açıklamasını şöyle sürdürdü: "Reçetesiz antibiyotik kullanımı, tedavinin erken kesilmesi, yanlış doz veya uygunsuz antibiyotik seçimi bakteriler üzerinde seçici bir baskı oluşturarak dirençli suşların hızla çoğalmasına yol açmaktadır. Antibiyotik direnci, yalnızca tıbbi bir problem değil; insan, hayvan ve çevre sağlığını kapsayan karmaşık bir küresel sorun olarak değerlendirilmelidir. 2025 verileri, önlem alınmadığı takdirde dirençli enfeksiyonların gelecek yıllarda çok daha büyük bir yük oluşturacağını göstermektedir. Dirençle mücadelede sadece ilaç geliştirmek yeterli değildir; elimizdeki antibiyotikleri uzun süre kullanmamamızı sağlayacak akılcı antibiyotik kullanım politikaları, bakteriyel enfeksiyon tanısını hızlı koyacak testlerin yaygınlaştırılması, toplumsal farkındalık, hem toplum hem de hastanelerde enfeksiyonlardan korunma yollarının geliştirilmesi, antimikrobiyal direncin küresel izlemi ve tabii günümüz şartlarında yenilikçi tanı tedavi yaklaşımlarının desteklenmesi en önemli başlıklardır."
Uzmanlardan hamilelere uyarı: Hamilelikte beslenme kadar egzersiz de önemli
22 Kasım 2025 Cumartesi - 09:34 Uzmanlardan hamilelere uyarı: Hamilelikte beslenme kadar egzersiz de önemli Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Dr. Ezgi Aydın, hamilelikte beslenme kadar egzersizin önemli olduğunu belirtti. Spor yapan ve aşırı kilosu olmayan bayanların daha sağlıklı ve rahat doğum yapabildiğini belirten Aydın, hamile kadınların dikkatli davranmasını ancak günlük hayatlarına da devam etmelerini önerdi. Her konuda olduğu gibi hamilelik ve doğum konusunda yanlış veya yetersiz bilgilerin anne adaylarını gereğinden fazla tedirgin ettiğini ifade eden Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Ezgi Aydın, özellikle ilk gebeliği olan kadınlarda gereksiz kaygılar olduğunu belirterek, sağlıklı bir gebelik ve doğum için anne adaylarının sürekli yatmak yerine bol bol egzersiz yapmasını önerdi. Hamilelikte beslenme kadar egzersize de dikkat edilmesi gerektiğini ifade eden Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Aydın "Anne sağlıksız beslenirse en başta demir eksikliğine bağlı kansızlık (anemi) olmak üzere çeşitli sorunlar ortaya çıkabilir. Gebelikte ortalama her ay 1 kilogram alınmalıdır. Özellikle ilk 3 ay bittikten sonra kilo artışı hızlanabilir. Anne adaylarının çoğu kilo almaktan korkup kendini kısıtlayabiliyor. Bu kesinlikle yapılmamalı. Gebelik döneminde mutlaka bol miktarda süt, peynir, yoğurt, her çeşit meyve ve sebze, kırmızı ve beyaz et, özellikle balık mutlaka tüketilmelidir. Hamur işi yiyeceklerden kaçınılmalıdır. Gebelikte bunaltı ve kusma, annenin dengeli beslenmesini önleyebilir. Eğer gebe bunaltı ve kusma nedeniyle kilo kaybediyorsa mutlaka doktora başvurmalıdır. Ayrıca hamilelere susamayı beklemeden de su içmelerini öneriyoruz. Bunun yanında hamilelik dönemi anne adayları hekimin önerdiği ölçüde mutlaka egzersiz yapıp yürümelidir. Bunu yapmayan kadınlar doğumda daha fazla zorlanıyor"dedi.
Karabük’te "Sağlıklı Çocuk, Sağlıklı Gelecek" programı sürüyor
21 Kasım 2025 Cuma - 19:27 Karabük’te "Sağlıklı Çocuk, Sağlıklı Gelecek" programı sürüyor Karabük Valisi Mustafa Yavuz’un koordinasyonunda, İl Sağlık Müdürlüğü ile İl Milli Eğitim Müdürlüğü iş birliğinde yürütülen "Sağlıklı Çocuk, Sağlıklı Gelecek" Programı, Safranbolu Mustafa Antepoğlu Okulu’nda düzenlenen etkinlikle devam etti. Çocuklarda sağlık bilincinin küçük yaşta geliştirilmesini amaçlayan etkinliğe; Karabük İl Sağlık Müdürlüğü Sağlık Hizmetleri Başkanı Uzm. Dr. Bekir Poçan, Safranbolu İlçe Milli Eğitim Müdürü Şevket Küçükzoroğlu, Şube Müdürü Savaş Aydın, Sağlık Hizmetleri Başkan Yardımcısı Dr. Nermin Seçilmiş ile kurum yöneticileri ve program ekipleri katıldı. Açılışta konuşan İl Sağlık Müdür Vekili Uzm. Dr. Bekir Poçan, programın çocukların yaşam kalitesine uzun vadeli katkı sunduğunu belirterek şunları söyledi: "Sağlık bilinci erken yaşlarda şekillenir ve bireyin yaşam boyu sağlıklı kalmasına katkı sağlar. Bu program, çocuklarımızın sağlık okuryazarlığını artırmak ve günlük yaşamlarında sağlıklı seçimler yapmalarına yardımcı olmak amacıyla hazırlandı. Kurulan istasyonlar sayesinde çocuklarımız hem eğlenerek öğreniyor hem de sağlıklı yaşam alışkanlıklarını yakından keşfediyor." Etkinlikte, öğrencilerin interaktif uygulamalarla temel sağlık bilgilerini pekiştirmesi amacıyla Aile Hekimliği, Ağız ve Diş Sağlığı, Sağlıklı Beslenme, Fiziksel Aktivite, Kişisel Hijyen ve Hastalıklardan Korunma, UMKE ve 112 Acil Sağlık Hizmetleri ile Geleneksel Çocuk Oyunları gibi çeşitli istasyonlar kuruldu. Öğrenciler, bu stantlarda hem bilgilendirildi hem de pratik uygulamalara katıldı. Program sonunda etkinliğe aktif katılım gösteren öğrencilere "Sağlık Elçisi" belgeleri verildi. Karabük İl Sağlık Müdürlüğü yetkilileri, programın çocukların sağlıklı ve bilinçli bir geleceğe hazırlanmasına katkı sağlamaya devam edeceğini bildirdi.
Zonguldak’ta hala en yaygın mesleki akciğer hastalıklarından olan pnömokonyoz masaya yatırıldı
21 Kasım 2025 Cuma - 16:51 Zonguldak’ta hala en yaygın mesleki akciğer hastalıklarından olan pnömokonyoz masaya yatırıldı Zonguldak’ta Toraks Derneği Mesleksel Akciğer Hastalıkları Çalışma Grubu ile Batı Karadeniz Şubesi’nin düzenlediği "Türkiye’de Pnömokonyoz Sorunu ve Çözümleri" toplantısı başladı. Kömür madenciliğinin yoğun olduğu Zonguldak’ta düzenlenen toplantı, Maden Müzesi’nde gerçekleştirildi. Toplantıda, pnömokonyozun Türkiye’de hâlâ en yaygın mesleki akciğer hastalıklarından biri olduğu, SGK’nın 2024 verilerine göre 888 meslek hastalığından 114’ünün pnömokonyoz olduğu belirtilmesine rağmen uzmanlar sahadaki yükün bunun çok üzerinde olduğunu ifade etti. Düzce Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Peri Meram Arbak, toplantıyla ilgili yaptığı açıklamada yıllardır süren maden kaynaklı akciğer hastalıklarının ancak düzenli izlem ve denetimle azaltılabileceğini söyledi. Arbak, "Türk Toraks Derneği Genel Merkezi, Türk Toraks Derneği Batı Karadeniz Şubesi ve Türk Toraks Derneği Meslek Hastalıkları Şubesi ortak girişimiyle yapılan madencilerin toz hastalığı mini sempozyumu gibi algılanabilecek bir toplantı düzenlendi. 100-120 bilim insanının katılımıyla kömür madencilerinde sağlık sorunları, bunları ortadan kaldırmanın yolları ve göğüs hastalıkları uzmanları olarak bu konuyla en yakın ilgili uzmanlık grubu olarak neler yapılabileceğini zaten tartışmıştık. Beş senede bir bu toplantıları yapmak istiyorduk fakat araya giren Covid-19 pandemisi nedeniyle biraz gecikmeli olarak ikincisini biraz daha küçük ölçekli olarak yapıyoruz. Amacımız yıllardan beri sürmekte olan işçilerin tozlu akciğer hastalığı çilesinin nedenlerinin ortadan kaldırılması üzerine görüş alışverişinde bulunmak. Aslında devletin madenlerinde, devletin işletmesinde bulunduğu madenlerde iş sağlığı ve iş güvenliği koşullarına çok daha iyi uyulduğunu, sağlık eğitimlerinin, iş sağlığı, iş güvenliği eğitimlerinin çok daha düzenli olduğunu, altyapı sorunlarının daha iyi giderildiğini görürken, özel sektörün madenlerinde hâlâ işçilerin sağlığı pahasına, işçilerin canı pahasına maden çıkarma işlerinin sürdüğünü maalesef görüyoruz. Sadece Zonguldak’a özgü değil. Farklı bölgelerde de, örneğin daha yakında Erzurum’da bir toplantıdan geldik. Erzurum’da Oltu taşı çıkarılan bir ocakta göçük sonucu işçilerin ölümünü görüyoruz. İş sağlığı sorunları, özellikle göğüs hastalıkları yönünden tabii ki madencilerin toz hastalığı ama daha genel planda baktığımızda göçükler, grizu patlamaları, su basmaları, bunlar Türkiye’nin aslında olağan gündemi olarak karşımıza çıkıyor" dedi. TTK İş Sağlığı Güvenliği ve Eğitim Daire Başkanı Yaşar Uzunkavaklı Eren ise, havzadaki risklere dikkat çekti. Eren, "Ülkemizde taş kömürü yalnızca Zonguldak’ta bulunmakta. Rezervlerimiz dünya ile orantıladığımızda oldukça düşük. Ülkemizdeki elektrik üretiminde kurulu güç kaynaklarına baktığımız zaman kömürün yeri yüzde 19’larda, doğalgaz ve barajların yeri yüzde 20 gibi bir dağılım göstermekte. Havzada meslek hastalığı raporlarına göre 1970’li yıllar boyunca Kozlu bölgesinde galeri işlerinde delik delme yöntemi ağırlıklı olarak kuru delik delmeydi. Kuru delik delme sırasında ortaya çıkan ince kömür tozu, kömür işçisi akciğer hastalığı açısından birincil risk kaynağı olarak tanımlanır. Kuru delikten sulu delmeye geçiş, bir iyileştirmeden ziyade işçi sağlığı gereği olarak uygulanmıştır" ifadelerini kullandı. İki gün sürecek toplantıda pnömokonyozun bölgedeki güncel yükü, toz kontrol yöntemleri, koruyucu ekipman uygulamaları ve erken tanı programlarının güçlendirilmesine yönelik öneriler tartışılacak. Program kapsamında kömür madenlerinde saha incelemesi de yapılacak.
Mevsimsel grip hakkında bilinmeyenler
21 Kasım 2025 Cuma - 16:06 Mevsimsel grip hakkında bilinmeyenler Türkiye Aile Hekimleri Uzmanlık Derneği (TAHUD) Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Güzin Zeren Öztürk ve TAHUD Genel Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Seçil Günher Arıca, grip ve soğuk algınlığının farklı olduğunun özellikle altını çizerek, hastalıkla ilgili önemli açıklamalarda bulundular. Mevsimsel grip, her yıl dünya genelinde milyonlarca kişiyi etkileyen ciddi bir halk sağlığı sorunu olmaya devam ediyor. Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre, grip salgınları yılda 3-5 milyon ağır vaka ve 290 bin-650 bin solunum yolu hastalığına bağlı ölümle sonuçlanabiliyor. Verilere göre; vakaların çoğu hafif-orta şiddette seyrederken, özellikle 65 yaş üstü bireyler, kronik kalp-akciğer hastalıkları ve diyabet gibi altta yatan rahatsızlığı olanlar, bağışıklık sistemleri baskılanmış hastalar, küçük çocuklar ve gebeler için influenza; ciddi komplikasyonlar, hastaneye yatış ve ölüm riski taşıyabiliyor. Grip; yüksek ateş, kas ve baş ağrısı, boğaz ağrısı, kuru öksürük, burun akıntısı ve halsizlik gibi belirtilerle seyreden viral bir solunum yolu enfeksiyonu olarak dikkat çekiyor. Basit bir nezleden farklı olarak tüm vücudu etkileyen sistemik bir hastalık olan grip, özellikle 65 yaş üstü bireyler ve kronik hastalığı bulunan kişilerde ciddi komplikasyonlara neden olabiliyor. Grip sezonunun da başlamasıyla birlikte Türkiye Aile Hekimleri Uzmanlık Derneği (TAHUD) Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Güzin Zeren Öztürk ve TAHUD Genel Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Seçil Günher Arıca, grip ve soğuk algınlığının farklı olduğunun özellikle altını çizerek, hastalıkla ilgili önemli açıklamalarda bulundular. Tüm dünyada takip edilen bir hastalık olan grip enfeksiyonunun kalp-damar, akciğer, böbrek ve diyabet gibi hastalıkları tetikleyebildiği aktarılırken, bilimsel çalışmalar, grip sonrası ilk yedi gün içinde kalp krizi riskinin altı kata kadar arttığını gösterdiği vurgulandı. Özellikle risk gruplarının grip aşısını ihmal etmemesinin hayati önem taşıdığı belirtilirken, örneğin; diyabetik hastalarda gribe bağlı hastaneye yatış ve vefatın 5 kat daha fazla olabildiği ifade edildi. "Aşı, toplumsal bir sorumluluk" Aşı olmanın toplumsal bir sorumluluk olduğunun altını çizen Prof. Dr. Güzin Zeren Öztürk, "Aşılanma oranının dünyada yüzde 70-80’lerde olmasına rağmen Türkiye’de henüz yolun çok başında olduğumuzu, toplumun grip için aşılanma oranı ne kadar yüksek olursa, ağır hastalık ve hastaneye yatışların önlenmesiyle sağlık sisteminin üzerindeki yük de o kadar hafifler" dedi. "Sezon erken başladı, bulaş oranı yükseliyor" Prof. Dr. Seçil Günher Arıca da "Avrupa Hastalık Önleme ve Kontrol Merkezi (ECDC) tarafından yayımlanan 2025 45. hafta güncellemesine göre, bu sezon Avrupa bölgesinde influenza aktivitesi önceki yıllara kıyasla daha erken artış eğilimi göstermektedir. Aynı durumun Asya bölgesinde bazı ülkeler için de geçerli olduğu görülüyor. Bu durum, sezonun erken evresinde daha dikkatli bir izlem ve korunma gerekliliğine işaret etmektedir. Okulların tam kapasite açılması, kapalı alanlarda geçirilen sürenin artması ve toplu etkinliklerin yoğunluğu bulaş zincirini güçlendiriyor. Özellikle bu aylarda alınacak koruyucu önlemler sezonun seyrini belirleyecek" ifadelerini kullandı. "Yeni trivalan aşı, korumayı hedefli hale getiriyor" Bu sezonla birlikte trivalan grip aşısı kullanılmaya başlandığının da altını çizen Prof. Dr. Arıca, aşının Dünya Sağlık Örgütü önerileri doğrultusunda geliştirildiğini belirterek şöyle konuştu: "Yeni aşı, baskın virüs suşlarına odaklanarak gereksiz antijen yükünü azaltıyor ve bağışıklık yanıtını optimize ediyor." "Aşılama hem sağlık hem ekonomi açısından stratejik bir önlem" Prof. Dr. Güzin Zeren Öztürk, grip aşısının bireysel korumanın ötesinde ekonomik sürdürülebilirlik açısından da kritik bir yatırım olduğuna da değinerek, şöyle konuştu: "Ortalama bir grip vakası 5-7 gün çalışamama ile sonuçlanıyor. Bu da ülke genelinde milyonlarca iş günü kaybı ve ciddi dolaylı maliyetler anlamına geliyor. Yapılan ekonomik analizler, grip aşısının yaygın uygulanmasıyla hem doğrudan sağlık giderlerinde hem de dolaylı maliyetlerde milyonlarca liralık önlenebilir harcama oluşturulduğunu ortaya koyuyor." "Sağlık çalışanları ve çocuklar öncelikli gruplar" Grip bulaş zincirinin kırılmasında sağlık çalışanlarının rolüne dikkat çeken Prof. Dr. Seçil Günher Arıca, "Hastane ortamında hem hasta hem çalışan sağlığını korumak için sağlık profesyonellerinin her yıl düzenli olarak grip aşısı yaptırması gerekiyor. Bu uygulama hem kişisel korunmayı hem de hasta güvenliğini sağlamakta. Ayrıca çocukların grip aşısı ile korunması da toplum bağışıklığını güçlendiren önemli bir halk sağlığı adımı. Çünkü çocuklar kendilerini koruyamıyorlar ve maalesef enfeksiyonu kolayca taşıyabiliyor; bu da yaşlılar ve kronik hastalar için ciddi risk oluşturuyor. Çocuklarda aşı koruması, aile bireylerini ve kırılgan grupları da dolaylı olarak koruyor. Aşı olmayan çocukların 5’te 1’i yetişkinlerin de 10’da 1’i grip nedeniyle hastaneye yatmakta. Ayrıca hastaneye yatan çocukların yüzde 75’inin daha önce hiçbir kronik rahatsızlığı olmadığını gösteren çalışmalar mevcut. Bu nedenle çocukların da aşılanması toplum sağlığı açısından büyük önem arz ediyor. Bununla birlikte gebelikte uygulanan aşılar da oldukça kritik; çünkü bu dönemde yapılan grip aşısı, bebeğe doğumdan sonraki ilk 6 aya kadar koruma sağlayabiliyor. Bu nedenle hem sağlık çalışanlarında hem de çocuklarda aşılama büyük önem taşıyor" diye konuştu. "Aşı için doğru zaman" Prof. Dr. Güzin Zeren Öztürk, şöyle devam etti: "Risk grupları, sağlık çalışanları ve sık seyahat eden bireyler için aşı zamanı tam da şimdi. Aşı, bireysel korumayı aşan toplumsal bir dayanıklılık aracı. Özellikle ülkemizde ocak-şubat aylarında gribin pik yaptığı zamanlar olarak görülüyor. Grip aşılaması için de en uygun dönem ekim ve kasım ayları. Bu dönemde yapılan aşılar, şubat-mart dönemine kadar koruyuculuk sağlamakta. Bu nedenle aşılamayı yalnızca sezon öncesinde değil, sezon boyunca bir koruyucu adım olarak görmek gerekir. Dünya Sağlık Örgütü’nün ‘her hastane ziyareti bir aşılama fırsatıdır’ vurgusu da bu yaklaşımı desteklemekte; hastaların sağlık kuruluşlarıyla her temasının, koruyucu sağlık hizmetlerini tamamlamak için önemli bir fırsat sunduğunu hatırlatmaktadır. Grip virüsü her yıl değişim gösterdiği için, koruyuculuğun sürmesi adına grip aşısının da her yıl yenilenmesi gerekir. Çünkü koruyucu sağlık hizmetlerinin temelinde, yaşam boyu devam eden bağışıklama yaklaşımı yer alır."
Yunusemre’de kan ve kök hücre bağış kampanyası düzenlendi
21 Kasım 2025 Cuma - 15:08 Yunusemre’de kan ve kök hücre bağış kampanyası düzenlendi Yunusemre Belediyesi, Türk Kızılay Manisa Şubesi işbirliği ile kan ve kök hücre bağış kampanyası düzenledi. 100. Yıl Meydanı’nda gerçekleştirilen kampanyada konuşan Yunusemre Belediye Başkanı Semih Balaban, "Kan verin, insanları yaşatın" dedi. Yunusemre Belediyesi personeli kan ve kök hücre bağışı ile insanlara umut oluyor. Yunusemre Belediyesi ve Türk Kızılay Manisa Şubesi işbirliği ile kan ve kök hücre bağış kampanyası düzenlendi. 100. Yıl Meydanı’nda düzenlenen etkinliğe Yunusemre Belediye Başkanı Semih Balaban, Türk Kızılay Genel Merkez Denetim Kurulu Üyesi Selman Keresteci, Türk Kızılay Manisa Şubesi yönetim kurulu üyeleri, Yunusemre Belediye Başkan Yardımcısı Hakan Gürtunca, birim müdürleri, personeller ve vatandaşlar katıldı. Programın açılış konuşmasını yapan Yunusemre Belediye Başkan Yardımcısı Hakan Gürtunca, "Vereceğimiz kanla bir insanın, bir çocuğun hayata tutunma umudu oluyoruz" dedi. "Kan verin insanları yaşatın" Kan ve kök hücre bağışının önemine vurgu yapan Yunusemre Belediye Başkanı Semih Balaban ise konuşmasında şu ifadelere yer verdi: "Kök hücre tedavisinde kan bağışını hayati bir rol oynar. Çünkü tedavi sürecinde hastaların kan değerlerinin desteklenmesi, ihtiyaç duyulan kan ürünlerinin sağlanması ve uygun donörlerin belirlenmesi için düzenli bağışa ihtiyaç vardır. Her kan bağışı, kök hücre bekleyen bir hastanın yaşam şansını artırır; bağışlanan her ünite tedavinin başarısını doğrudan etkiler. Yunusemre Belediyesi olarak bu bilinçle hareket ediyor, toplumsal farkındalığı artırmak ve daha fazla hastaya umut olabilmek için kan bağışına destek veriyor; bu kapsamda bir kan bağış kampanyası düzenleyerek vatandaşlarımızı dayanışmaya davet ediyoruz." Kampanyaya büyük önem verdiklerini belirten Türk Kızılay Genel Merkez Denetim Kurulu Üyesi Selman Keresteci, destek veren Yunusemre Belediyesi’ne ve Belediye Başkanı Semih Balaban’a teşekkür etti.
MUSKİ’den Marmaris’e kesintisiz su çalışması
21 Kasım 2025 Cuma - 15:00 MUSKİ’den Marmaris’e kesintisiz su çalışması Muğla Büyükşehir Belediyesi MUSKİ Genel Müdürlüğü, Marmaris ilçesine bağlı Adaköy Mahallesi, Aktaş Koyu ve Cennet Adasını besleyen içme suyu isale hattı yenileme çalışmalarına başladı. Muğla Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Aras’ın, il genelinde altyapının güçlendirilmesi yönündeki talimatlarıyla yatırımlarını sürdüren MUSKİ ekipleri, çalışmalarına Marmaris’te devam ediyor. Marmaris ilçesine bağlı olan Adaköy Mahallesi, Aktaş Koyu ve Cennet Adasını besleyen içme suyu isale hattının eski olması ve sürekli arıza vermesi sebebiyle tüm hattın yenileme çalışmalarına başlandı. Su kesintileri sona eriyor Adaköy Mahallesi’nden Aktaş Koyu ve Cennet Adası bölgesini besleyen içme suyu isale hattında sık yaşanan arızaların önüne geçmek amacıyla yenileme çalışmalarına başlandı. Mevcut hattın ekonomik ömrünü tamamlamış olması nedeniyle sık arızalar oluşuyor ve bu da su kesintilerine yol açıyordu. Yapılacak yenileme ile bu sorunlar tamamen giderilecek ve çalışma kapsamında bölgede meydana gelen su kesintileri tamamen son bulacak. Yürütülen çalışmanın bölge halkının kesintisiz su ihtiyacının karşılanması açısından büyük önem taşıdığını belirten Marmaris İşletme ve Şube Müdürü Mustafa Acar, "Burada Marmaris’in ilçesindeki Aktaş ve Cennet Adası tarafını besleyen içmesi ve şebeke isale hattının ekonomik ömrünü doldurmasından dolayı çok sık arıza verdiği için yenileme çalışmasını başlattık. İlk etapta 1000 metre yani 1 kilometre içme suyu hattını yeniliyoruz. Çalışmalarımız etap etapta devam etmekte olup, toplamda 10 kilometre isale hattını hattına yenileceğiz" dedi.
’Diyabet, kalp hastalıklarını 4 kata kadar artırabiliyor’
21 Kasım 2025 Cuma - 14:54 ’Diyabet, kalp hastalıklarını 4 kata kadar artırabiliyor’ Kardiyoloji Uzmanı Doç. Dr. Oğuzhan Yücel, diyabetin kalp ve damar sağlığı üzerindeki yıkıcı etkilerine dikkat çekerek, "Diyabet sadece kan şekerini değil, sessizce ilerleyerek kalbi de tehdit eder" dedi. Büyük Anadolu Samsun Hastanesi Kardiyoloji Uzmanı Doç. Dr. Oğuzhan Yücel, diyabetin kronik yüksek kan şekeri nedeniyle damar duvarlarını zamanla yıpratarak damar sertliğini hızlandırdığını söyledi. Yücel, "Diyabeti olan kişilerde kalp hastalığı riski diyabeti olmayanlara göre 2 ila 4 kat daha fazladır. Diyabete bağlı ölümlerin yarıdan fazlası kalp ve damar problemlerinden kaynaklanır" diye konuştu. Kalp krizinin ‘sessiz’ gelme ihtimali yüksek Diyabetin sinsi yönlerinden birinin sinir hasarı olduğuna dikkat çeken Doç. Dr. Yücel, şu uyarılarda bulundu: "Yüksek kan şekeri zamanla sinirlere zarar verir. Kalbin duyusunu taşıyan sinirler etkilenirse, kişi kalp krizi sırasında uyarıcı belirtileri fark etmeyebilir. Bu yüzden diyabetlilerde kalp hastalıkları çok daha sinsi seyreder. Belirtiler ortaya çıkmadan risklerin yönetilmesi hayati önem taşır." Erken teşhis hayat kurtarıyor Diyabet hastalarına düzenli kontrolleri aksatmamaları çağrısında bulunan Yücel, tansiyon, kolesterol ve HbA1c değerlerinin belirli aralıklarla takip edilmesi gerektiğini vurgulayarak, "Gerekli görülen durumlarda EKG, efor testi ve EKO gibi tetkiklerle kalbin detaylı incelenmesi gerekir. Erken tespit, kalp kasındaki kalıcı hasarı engelleyebilir" şeklinde konuştu. Diyabette kalp sorunlarına işaret edebilecek belirtiler Doç. Dr. Yücel, diyabet hastalarının aşağıdaki şikâyetleri ciddiye alması gerektiğini ifade ederek, "Göğüste baskı, sıkışma, yanma, sol kola, çeneye, boyuna veya sırta yayılan ağrı, çabuk yorulma, nefes darlığı, çarpıntı, soğuk terleme, mide bulantısı, baş dönmesi. Bu belirtiler yaşa bağlanmamalı. Şiddetli göğüs ağrısıyla birlikte terleme ve baygınlık hissi varsa vakit kaybetmeden acile başvurun" uyarısında bulundu. Kardiyoloji uzmanıyla yakın temas önemli Diyabetle yaşayan bireylerin bir kardiyoloji uzmanıyla düzenli iletişimde olmasının önemine değinen Yücel, "Henüz bir kalp probleminiz olmasa bile koruyucu amaçla kardiyoloji değerlendirmesi yaptırmak akıllıca bir adımdır" dedi. Kalp ve damar sağlığını korumak için öneriler Doç. Dr. Yücel, diyabetli bireylerin kalplerini korumaları için şu yaşam tarzı adımlarını sıraladı: "Akdeniz tipi beslenme ve tuz–şeker kontrolü, hekimin izin verdiği ölçüde düzenli egzersiz, sigaranın bırakılması, alkolün sınırlandırılması, meditasyon, nefes egzersizleri ve hobilerle stres yönetimi, kaliteli uyku ve gerekirse uyku apnesi için doktor değerlendirmesi." Diyabet, tansiyon ve kolesterol ilaçlarının kesintisiz kullanılması Diyabetin doğru yönetildiğinde daha kaliteli bir yaşamın mümkün olduğunu dile getiren Yücel, "Kalp hastalığı bir kader değildir; kontrollü bir takip ve sağlıklı yaşam alışkanlıklarıyla riskler büyük oranda azaltılabilir" diyerek açıklamalarını tamamladı.