GENEL - 15 Aralık 2018 Cumartesi 17:01

Tarihçi profesörden “anayurt” konferansı

A
A
A
Tarihçi profesörden “anayurt” konferansı

Ege Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.

Ege Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Osman Karatay, Türklerin ana vatanının Altay bölgesi olmayabileceğini söyledi.


Türk Ocakları Samsun Şubesi tarafından "Kökenlerinden Kültürlerine Eski Türkler" isimli konferans düzenlendi. Konferansta konuşan Prof. Dr. Osman Karatay, Türklerin kökenleri ve yaşadığı yerler hakkında önemli bilgiler verdi.


Anadolu’daki her toplumun tamamen Türkleşmediğini savunan Prof. Dr. Osman Karatay, “Uzun süre belli bir yerde yaşayan, çok hareket görmeyen topluluklarda gen birikmesi olur, bazı baskın genler öne çıkar, bunlar ortaklaşır. Bir milletin tek bir genetik kodlamasının olması diye bir şey akla, mantığa, bilime, biyolojiye ve her şeye aykırıdır. Bu, ‘her millet için bir tane Adem ve bir tane Havva gerekiyor’ demeye gelir. Böyle bir şey olmadığına göre bütün insanların genleri karışıktır. Genlerin karışık olması, Türklerin karma, toplama, oradan-buradan toplama bir topluluk olduğu anlamına gelmiyor. Karışma tabii ki oldu. Bin yıldır bu topraklarda yaşıyoruz. Türkler ve Ermeniler arasında evlenmeler oldu. Fakat Anadolu’nun gayrimüslim nüfusunun Türkleşmesi diye bir hadise vuku bulmadı. Bugün Türk dediğimiz, kendini Türk olarak bilen kitlenin eksen, azami kısmı Anadolu’ya Türk olarak gelenlerin soyundan geliyor. Öbürleri de Türk’tür. Bir Ermeni Müslüman olmuş, bundan sonraki kaderini Müslüman Türk komşularıyla çizmiş, çocukları daha sonra Türklerle evlenmişler, unutmuşlar Türk olmuşlar. Hepimiz kadar onlar da Türk’tür. Bu da tarihin bir gerçeğidir” dedi.



“Türkler, sadece savaşan, yok eden, öldüren ve barbar bir toplum değil”


Türklerin tarih kitaplarında yazıldığı gibi bir toplum olmadığını ifade eden Osman Karatay, “Eski hocalar veya bazı şeylere dikkat etmeyen hocalarımızdan şikayetlerim var. Türklük deyince akla kımız, at, ok, yay ve kılıçtan oluşan bir Türklük çizdiler. Türklüğün medeniyet boyutu ihmal edildi. Bu da Batı’da zaten söylenen şeydi. Onlar zaten ‘barbar’ diyorlar. Savaşçı olmak, kahraman olmak kötü değildir. Onlar da olsunlar. Ama biz sadece savaşan, yok eden, öldüren ve barbar bir topluluk muyuz? Bizim medeni köklerimiz yok mu? Bunlar şimdiye kadarki tarih kitaplarımızda ve makalelerimizde ihmal edildi. 200 yıldır dünya medeniyet üzerine bir tarih kurgulamaya çalışıyor. Bizim de ona dönmemiz gerekiyor. Bu yüzden 1800’lerin başından itibaren Mezopotamya ve çevresinde kazılar yapılıyor. Türklerin aslı ve anayurdu nedir diye bir çalışma Türkiye’de yapılmadı. Sadece bir kitabın bir paragrafında yer alıyor. Türklerin anayurdu deyince Altaylar ötesi Moğolistan Coğrafyası yani Çin’in Kuzeyi olarak anlatılıyor. Batı’da ve Türkiye’de yazılan kitaplarda bu yazıyor. Bilimde önce veri toplanır, onun üzerine fikir oluşturulur. Bu Altay kuramını araştırdım, baştan bir karar verilmiş ve altı doldurulmaya çalışılmış. Bu söylem doğru değil. İlk anayurdun Altay olarak gösterilmesinin nedeni olarak ‘Türk’ kelimesinin ilk olarak burada geçmesi belirtiliyor. O zaman daha eski bir yerde Türk kelimesini bulduğumuz zaman Türklerin anayurdu değişecek. Bir topluluktan ilk haber alındığı yerin oranın topluluğu olduğunu göstermez. Ben ilk kez Samsun’da görününce Samsunlu mu olmuş oluyorum? Türkler oraya başka bir yerden gelmiş olamaz mı?” diye konuştu.



“Türklerin ilk anayurdu Çin’den çok uzaktı”


Türklerin ilk anayurdunun Çin’den çok uzakta olduğunu belirten Karatay, şunları söyledi:


“Altay dil grubunda Türkçe, Moğolca, Tunguzca, Korece ve Japonca yer almaktadır. Bu dillerin kardeş ya da ikiz oldukları söyleniyor. Ama Türkçe bu dillerden hiçbirisine benzemiyor. Türkçe ve Moğolca ikiz diyorlar. Araştırdım, Türkçe ile Moğolca arasında bir benzerlik yok. En basit örnekle sayılarda bile bir benzerlik yok. Oysaki Farsça, İngilizce ve Latince sayılarına baktığımızda hemen hemen bire bir aynı olduğunu görürüz. Eski Türkçede Çince kelime hemen hemen yok gibidir. Çok temiz bir Türkçedir. Altay bölgesi ilk yurdumuz olsa, bu kelimelerin oldukça fazla olması gerekmez mi. Ben bunu Türklerin ilk anayurdu Çin’den çok uzaktı diye okurum. Türkçeye en çok kelime Hintlerin atasını kullandığı dil olan Sanksritçeden geçmiştir. Amerikalı bir tarihçi Türkçeye geçen yabancı kelimeleri araştırmış. 310 kelimeden 166 tanesi Sanksritçedir. Bunun tek bir açıklaması var. Bugünkü İran ve Hint dilini konuşanların ataları Ukrayna’dan geldiler. Ukrayna’dan doğuya doğru göçüp, Hazar Denizi üzerinden Türkmenistan arazisine doğru gidip, İran ve Hindistan’ı ele geçirdiler. Farsça ve Hintçe birbirine çok yakındır. Çünkü ortak bir kökenden gelirler. Buna da Ariler denir. Ariler’in Almanlarla bir ilgisi yoktur. Ariler Hint ve İranlıların ortak atalarının ismidir. Ariyarlar bugünkü Türkmenistan civarındadır. Türk bir köylü ile Macar bir köylünün konuştuğu diller hemen hemen birbirine benzer. Macarların ilk kez nerede görüldüklerini biliyoruz. Bugünkü Kırgızistan’da. Yani bu toplumlar birlikte yaşamış olabilirler.”

Bunlar Da İlginizi Çekebilir
İstanbul İstanbul’da düzenlenen “Mahzen-34” operasyonunda elebaşılığını Sezai Gülmez’in yaptığı organize suç örgütü çökertildi İstanbul’da düzenlenen “Mahzen-34” operasyonunda elebaşılığını Sezai Gülmez’in yaptığı organize suç örgütü çökertildi. Operasyonda elebaşının da içerisinde bulunduğu organize suç örgütü üyesi 9 şüpheli yakalandı. İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada, İstanbul’da düzenlenen “Mahzen-34” operasyonunda elebaşılığını Sezai Gülmez’in yaptığı organize suç örgütünün çökertildiğini belirterek operasyonda elebaşının da içerisinde bulunduğu organize suç örgütü üyesi 9 şüphelinin yakalandığını kaydetti. "Aziz milletimizin bilmesini isterim ki; hangi büyüklükte olursa olsun organize suç örgütlerini çökertip, adalete teslim edeceğiz. Şafak sökerken de gün batarken de operasyonlarımız devam edecek" diyen Bakan Yerlikaya şunları kaydetti: "Emniyet Genel Müdürlüğü KOM Başkanlığı koordinesinde; İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğünce yapılan çalışmalar sonucu elebaşılığını Sezai Gülmez’in yaptığı organize suç örgütü üyesi şüphelilerin; suç işlemek amacıyla örgüt kurmak, kasten adam öldürmeye teşebbüs, iş yerlerine yönelik çok sayıda molotofkokteyli ve silahlı saldırı, genel güvenliğin kasten tehlikeye sokulması, 6136 sayılı kanuna muhalefet, tehdit ve mala zarar verme suçlarını işledikleri tespit edildi. Operasyon sonucu 3 adet ruhsatsız tabanca, çok sayıda şarjör ve fişeğe el konuldu. Operasyonları gerçekleştiren kahraman polislerimizi tebrik ediyorum. Allah ayağınıza taş değdirmesin. Milletimizin duası sizinle."
Adana Dede Korkut hikayeleri Türklerde kadının konumunu ortaya koyuyor Çukurova Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Refiye Şenesen, “Türk Kültüründe Dede Korkut Kitabı” adlı konferansında Dede Korkut hikayelerindeki kadının konum ve önemine değindi. Prof. Dr. Şenesen, Çukurova Üniversitesi Türkoloji Araştırmaları Merkezi’nde (ÇÜTAM) verdiği konferansta, Dede Korkut Hikayelerinde genel olarak Oğuzların birtakım mücadelelerinin yer aldığını ifade ederek, “Bu mücadelelerin ikisi Oğuzların kendi aralarında yaptıkları mücadelelerdir. Bunlardan birinde Dirse Han ve oğlu Boğaç Han arasında geçer. Bir başka mücadele ise İç Oğuz ve Taş Oğuz karşılaşır” dedi. Prof. Dr. Şenesen, şunları kaydetti: “Dede Korkut Hikayelerinde sağlam temellere oturtulmuş bir sosyal yapıyla karşılaşırız. Eski kültür hayatımızı ile ilgili zengin bilgiye bu hikayelerde rastlıyoruz. Hikayelerde toplumun başında hanlar hanı diye gösterilen Begil oğlu Emren Hikayesinde padişah olarak ifade edilen Bayındır Han vardır. Bayındır Han’ın hikayelerindeki rolü beylere akın izin vermek, divanı toplamak, yılda bir defa büyük bir ziyafet vermektir. Hikayelerde kahraman olarak görünmez.” Dede Korkut Hikayelerinde hemen hemen tüm hikayelerde kadının önemli bir yer tuttuğunu söyleyen Ç.Ü. Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Refiye Şenesen, “Kadın bir güzellik sembolü olmanın yanında sosyal hayat içinde erkeğin yanında onun eşi ve ortağı olarak yer alır. Kadın sosyal hayat içinde düşüncesi alınan, eş seçiminde özgür, vefa duygusu gelişmiş, anne, iffet sahibi, saygı duyulan biridir. Bu özelliklerinin yanı sıra ata biner, kılıç kullanır, ok atar ve erkeklerle yarışır” şeklinde konuştu. Konferans sonunda Prof. Dr. Refiye Şenesen’e teşekkür belgesi verilirken hatıra fotoğrafı çekimi de gerçekleştirildi.