GENEL - 17 Ocak 2019 Perşembe 13:01

OSB’den tekstil üretimine 100 hektarlık alan

A
A
A
OSB’den tekstil üretimine 100 hektarlık alan

Van Organize Sanayi Bölgesinde tekstil üretimi için 100 hektarlık alan tahsis edildi.

Van Organize Sanayi Bölgesinde tekstil üretimi için 100 hektarlık alan tahsis edildi.


Van OSB Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Aslan, en genç nüfusa sahip olan kentte işsiz gençlere yönelik istihdam sağlayacak işlerin açılmasına önem verdiklerini ifade ederek, bu alanda çalışma yaptıklarını söyledi. Türkiye’nin en genç nüfusuna sahip ikinci ilin Van olduğunu hatırlatan Aslan, “Bu genç nüfusumuzun çoğu işsiz. Dolayısıyla bizim emek yoğunluklu sektörlere ağırlık vermemiz ve daha çok iş gücü çalıştıran, daha çok istihdam oluşturan sektörlere ağırlık vermemiz gerekir. Bu sektörlerin başında da tekstil sektörü ve çağrı merkezleri gelmektedir. Son zamanlarda ilimizde tekstil sektörünün gelişmesi bizi memnun etmektedir. İlimizde tekstil kentin kurulması, tekstil kentle beraber organize sanayimizde de tekstil fabrikalarının açılıyor olması bir nebze de olsa ilimizdeki işsizliği azaltmaktadır” dedi.



“Ülkeyi taşıyacak güç üretimdir”


Bölge olarak birçok imkansızlığa sahip olduklarını dile getiren Aslan, “Cumhuriyetten bu yana yatırım almamış bir iliz. İlimiz daha büyük, daha kapsamlı üretimlere, istihdamlara ev sahipliği yapabilecek bir güce, bir potansiyele sahiptir. İnşallah ilimizi ve bölgemizi bir üretim ve istihdam üssü haline getireceğiz. Çünkü ülke ekonomilerinin temelini üretim oluşturur. Ülkeyi taşıyacak güç üretimdir. Yani sizler üretim yaptığınız sürece; gelir oluşturursunuz, katma değer oluşturursunuz, ihracat yaparsınız, dışa bağımlılıktan kurtulursunuz” ifadelerini kullandı.



“Hedefimiz 70-80 tane fabrika kurdurup, 10 bin gibi bir istihdam sağlamaktır”


Batıda tekstilin doyuma ulaştığını ve orada tekstilin işlevlik imkanının kalmadığına dikkat çeken Aslan, “Tekstil sektörü şu an bölgemize yönelmektedir. Bölgemizin en cazip ili olan Van’ın da bunun merkezi olması gerekir. Bunun merkezi olabilmesi için de bizim, ticaret odamızın, diğer paydaş kuruluşlarımızın, STK’larımızın ve mülki idarelerimizin bu işin altına gövdemizi koymamız ve burayı bölgesel bir lokomotif haline getirmek için bütün çabamızı sarf etmemiz lazım. Bizler de OSB olarak, özellikle tekstili burada kümelemek için bir çalışmanın içine girdik. Doğu Anadolu Kalkınma Ajansı (DAKA) ile beraber valimizin onayını alarak, bakanlığımızla görüştük ve müteşebbis heyetimiz ve sanayicilerimizle beraber güzel bir birliktelik ortaya koyduk. Şu an mevcut 5’inci etabımızdaki 277 hektarlık alanın 100 hektarlık bir alanını ‘Organize Tekstil Bölgesi’ ilan ediyoruz. DAKA’nın desteğiyle bütün altyapılarını, kanalizasyonlarını, elektrik, Telekom ve doğalgaz hatlarını, yollarını, sosyal tesislerini, kültürel donatı yerlerini hazırlayacağız. Bunu da en kısa zamanda bütün altyapı projelerini, imarını bitirip orada yatırım yapacak olan yatırımcılarımızın, üreticilerimizin gelip yatırım yapabileceği seviyeye getireceğiz. Burada da hedefimiz inşallah 70-80 tane fabrika kurdurup, 10 bin gibi bir istihdam sağlamaktır. Daha sonra da DAKA ile beraber İstanbul, Ankara ve Bursa’daki tekstil bölgesine giderek buranın tanıtımını yapacağız” dedi.


Örsan Tekstil Firması sahibi Kadir Örs ise, daha önce İstanbul’da yaklaşık 25 yıllık tekstil üreticisi olduğunu ve şu anda da memleketi olan Van’da faydalı bir yatırım yapmaya çalıştıklarını ifade ederek, “Yaklaşık 25-30 yıldır İstanbul’da çalışıyorduk. İstanbul’da artık eleman bulamıyoruz. Yani yetiştirilecek veya kalifiye eleman bulma noktasında çok sıkıntı yaşıyorduk. Yetiştireceğimiz eleman olmadığı gibi maliyetler de çok yüksek oranlardaydı. Ayrıca bu bölgede teşvikler olması ve özellikle genç eleman, yetiştireceğimiz elemanların çok olması bizi buraya fabrika kurmaya teşvik etti. Bu da iş arayan gençlerimizin batıya gitmelerine gerek bırakmadığı gibi ailelerin de evlatlarından uzak kalmasının önüne geçti. Haliyle bu durum onları mutlu ederken; memleketimize ve gençlerimize faydamızın dokunmasından dolayı biz de çok mutlu oluyoruz” şeklinde konuştu.

Bunlar Da İlginizi Çekebilir
Aydın CHP’li Başkana gelen tebrik çiçekleri Abdurrahmanlar imamına ev oluyor Mart ayında gerçekleştirilen yerel seçimlerinde Germencik Belediye Başkanı Seçilen CHP’li Burak Zencirci’ye gelen tebrik çiçekleri ilçeye bağlı Abdurrahmanlar Köyü imamına ev oluyor. Mazbatayı aldıktan sonra Belediye Binası’na gelen yüzlerce tebrik çiçeği özel bir firmaya satılarak geliri Abdurrahmanlar Köyü Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği’ne bağışlandı. Cuma günü akşamı mesai bitiminden sonra Belediyeye gelen çiçekçiler, belediyenin girişinden başkanlık makamının bulunduğu 3. kata kadar sıralanan yüzlerce çiçeği topladı. Amaçlarının hem farkındalık oluşturmak hem de çiçeklerin kamuya yararlı bir işte kullanılmasını sağlamak olduğunu belirten Germencik Belediye Başkanı Burak Zencirci, çiçeklerin atışından elde edilen geliri makbuz karşılığı dernek yönetimine bağışladı. Belediye Başkanı Zencirci’ye anlamlı davranışından dolayı teşekkür eden Abdurrahmanlar Köyü Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği Başkanı Hasan Hüseyin Kara ve Köy Muhtarı Akif Şahan, “Başkan köye geldiğinde söz vermişti. Sağ olsun sözünü yerine getirdi. Bu bağış, köyümüzde görev yapacak imama lojman yapımında kullanılacak” diye konuştular. Germencik Belediye Başkanı Burak Zencirci, "Seçimlerden önce muhtar beye bu sözü vermiştik. Köyümüzün bazı sıkıntıları var. O sıkıntıları gidermek adına seçimden 25 gün önce muhtarımıza, ’Seçimi kazandıktan sonra Mayıs ayının ilk haftası geleceksin. Değerli dostlarımızdan ve vatandaşlarımızdan gelen tebrik çiçeklerimizi çiçekçiye satıyoruz. Buradan elde ettiğimiz geliri de derneğe bağışlıyoruz. Dernek de o sıkıntılı buradan elde edilecek gelirle karşılayacak’ demiştik. Bugün de bu sözümüzü tutuyoruz. 30 bin TL civarında bir gelir elde ettik. Bu rakam derneğimiz için fena bir rakam değil. Bu son olmayacak. Köy derneklerimize elimizden geldiğince bu yardımlarımız devam edecek" diye konuştu.
Gaziantep 4 Mayıs Dünya Ankilozan Spondilit Günü SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı, Romatoloji Bölümü Öğr. Üyesi Prof. Dr. Bünyamin Kısacık, iltihaplı bel ve kalça romatizmasının (Ankilozan Spondilit) en belirgin özelliğinin sabahları ortaya çıkan bel ve kalça ağrısı olduğunu bildirdi. 4 Mayıs Dünya Ankilozan Spondilit Farkındalık Günü nedeniyle açıklama yapan Prof. Dr. Kısacık, “Mayıs ayının ilk cumartesi günü, Dünya Ankilozan Spondilit Günü olarak kutlanır. Tüm dünyada kutlanan Ankilozan Spondilit Günü’nde bu yıkıcı hastalığa dikkat çekerek, hastalığın etkilerini anlamak ve toplumu bilgilendirmek amaçlanmaktadır” dedi. Kronik iltihaplı bir romatizmadır Ankilozan spondilitin öncelikle omurgayı etkileyen kronik iltihaplı romatizma olduğunu hatırlatan Prof. Dr. Kısacık, toplumlar arasında sıklığı değişmekle birlikte her bin kişiden 1-10’unda bu hastalığın görülebildiğine vurgu yaptı. Ankilozan spondilitin en belirgin özelliğinin sabahları ortaya çıkan bel ve kalça ağrısı olduğunu hatırlatan Prof. Dr. Kısacık, geceleri hastayı uykudan uyandıran bel ağrılarının da belirtiler arasında bulunduğuna dikkat çekti. Genellikle 20-30 yaşlarında ortaya çıkan bu hastalıkta diz ekleminde ağrı şişlik, topuklarda ağrı, gözde üveit olarak adlandırılan iltihabi durumların da ortaya çıkabildiğini ifade eden Prof. Dr. Kısacık, şu bilgileri paylaştı: “Hastalık tanı konmadığı zaman maalesef şekil bozukluğu, erken emeklilik ve iş gücü kaybına neden olabilmektedir. Tanı için hastalarının şikayetlerinin yanı sıra ilgili eklemlerin manyetik rezonans (MR) ya da röntgen gibi yöntemlerle görüntülenmesi gerekmektedir.” Tedavi “Ailesel geçişi oldukça yüksek olan bu hastalık, erken tanı sonrası çok başarılı şekilde tedavi edilmektedir” diyen Prof. Dr. Kısacık sözlerini şöyle tamamladı: “İlaç tedavisinin yanı sıra egzersiz, kilo kontrolü gibi genel yaşam önerileri de büyük önem taşımaktadır. Ankilozan spondilit hastalarının doğru bilgi edinebilmeleri için bu konuyla yakından ilgilenen Romatoloji Uzmanları, ilgili hasta dernekleri ve Romatoloji Derneklerine ulaşmaları en sağlıklı yol olacaktır.”
İstanbul Türkiye’de çocukların yüzde 30’u toksik ebeveyn ile karşı karşıya Son zamanlarda sıklıkla duyulan toksik ebeveynlik kavramı hakkında bilgilendiren İstanbul Arel Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Psikoloji Bölümü Dr. Öğr. Üyesi Ayşe Su Kocayörük, Türkiye’de yüzde 20-30 oranda çocuğun toksik ebeveyne maruz kaldığını söyledi. Bunun sonucunda depresyonun en fazla görülen hastalık olduğuna işaret eden Kocayörük, “Depresyon hastalarının yüzde 50’sinde travmatik çocukluk yaşantıları söz konusudur. Ülkemiz için de aynı şey geçerli. Genelde depresyon görüntüsü altında olan kişilerin de toksik ebeveynlere maruz kaldıklarını biliyoruz” dedi. Son dönemlerde oldukça yaygınlaşan ‘toksik’ kavramı birçok alanda karşımıza çıkıyor. Bunlardan biri de ‘toksik ebeveynlik’ kavramıdır. Bu kavram; ebeveynlerin çocukları için en iyisini istese de bazen onları fazlaca sıkmaları ya da özgür bir birey olmalarını kısıtlamaları anlamına geliyor. Anne babaların da aslında toksik ailelerden geldiğini belirten Dr. Öğr. Üyesi Ayşe Su Kocayörük, “Bu yüzden ilişki ve bağlanma şekilleri aslında çocuklarını da etkiliyor. Hatta çocuklarının da ilerde kuracakları ilişki yine toksik şekilde devam edebiliyor. Nesilden nesle aktarılıyor. Burada suçlu aramak yerine çözüme odaklanmalı” açıklaması yaptı. “Küçümseyici, aşağılayıcı tavır takınmaları, negatif geri bildirimler vermeleri toksik ebeveynliktir” Toksik ebeveyn davranışlarını sıralayan Dr. Öğr. Üyesi Kocayörük, “Küçümseyici, aşağılayıcı tavır takınmaları, negatif geri bildirimler vermeleri, sürekli çocuğu didiklemeleri, sınırları aşmaları, çocuğun birey olduğunu kabul etmekten ziyade kendilerinin bir uzantısı olduğunu görmeleri toksik ebeveynliktir. Örneğin bu ebeveynler; çocuğu sınavda 99 notu aldığında ‘neden 100 almadın’ diye eleştirirler, çünkü hiçbir şeyle yetinmezler. Sürekli çocuk üstünde baskı, otoriter kurarlar. Bunun en büyük nedenleri arasında ise ailelerin çocuklarına empati yapamaması, çocuğun ihtiyaçlarını göremeyip anlayamaması yer almaktadır. Tabii bunu bile isteye yapmıyorlar. Çünkü onların da kendi ihtiyaçları zamanında görülmeyerek onlara da bu şekilde davranıldı” dedi. “Değerlilik ihtiyacı karşılanmayan çocukların kendini geliştirmesi zordur” Tedavisinde ise terapistlere büyük iş düştüğünü belirten Dr. Öğr. Üyesi Kocayörük şunları söyledi: “İnsanlar kendilerinin farkında da olmalıdır. Ama genellikle bu durumun farkında olmazlar. Sevilmeyip sayılmayan, biricilik ve değerlilik ihtiyacı karşılanmamış çocukların kendilerini geliştirmesi oldukça zordur. Bu yüzden kendilerinden beklentileri de düşüktür. Dünyaya genellikle olumsuz bakarlar. En önemlisi de öğrendikleri bağlanma biçimini, hayatlarında benzer bağlamda gösterecekler. Örneğin; sevgili, eş, arkadaşlık ilişkilerinde bu tarz bağlanma ilişkisi olacak. Mesela aşağılayıcı bir bağlanma stili gördüyse etrafındakileri aşağılayacak. Toksik ebeveynler genellikle klinik tanı almamış olsa da çoğunlukla ruhsal bozukluğu ya da kişilik bozukluğu olan kişilerdir. Narsist bir ebeveynle birlikteyseniz narsist olma ihtimaliniz çok yüksek. Kaygılı bir ebeveynle büyüyorsanız kaygılı olma ihtimaliniz çok yüksek.” “Ailelerini olduğu gibi kabul edip sınır çizerek hayatlarına devam etsinler” Ailelere ve özellikle de çocuklarına önerilerde bulunan Dr. Öğr. Üyesi Kocayörük son olarak şunları söyledi: “Aileler açık iletişimde olmalı. Çocuğunu dinlemeyi öğrenen her aile, bu anlamda yol katedecektir. Çünkü çocukların ihtiyaçlarını öğrenebildiklerinde, hissedebildiklerinde zaten tutumlarını değiştirecekler. Anne babalar kendilerine şunu sorsunlar; ‘ben çocuğumdan ne istiyorum, o benim bir uzantım mı, ona gücümü mü göstereyim, o benim her dediğimi yapsın mı?’ Yoksa sadece o benim çocuğum ve o ayrı birey. ‘O da kendi başına bir birey olarak kendi hayatını ve kendi yolunu bulacak’ şeklinde mi düşünüyorlar? Bu tür ailelere maruz kalan çocukların tutunacak dala ihtiyacı vardır. Öğretmen ya da başka akrabadan özdeşim kuracağı birilerini bulabilirler. Bu onlara iyi gelecektir. Aileler çoğunlukla toksik olduğunu kabul etmez. Çocuklar toksik bir aileye sahipse onları olduğu gibi kabul edip kendi sınırlarını çizebilir. Ebeveyniyle kuracağı empatik ilişkide çocuk, öfkelenmeyi ve kızmayı bırakabilir. Öfke ve kızmayı bıraktığında da onları olduğu gibi kabul edebilir. Olduğu gibi kabul ettikten sonra da kendi yolunu çizebilir. Diğer türlü anne babasına tepkili hayat yaşamak onları; madde bağımlılığına, kötü arkadaşlar edinmeye, kendine zarar verici davranışlarda bulunmaya kadar götürür. Çünkü kızgınlık ve öfke buna iter. Ailelerini anlayabilirlerse ailesinin onu anlamasını beklemeden hayatlarına devam edebilirler.”