GENEL - 03 Mart 2021 Çarşamba 09:11

Aysun Aykan: “Türkiye’de her 7 yılda bir büyük deprem oluyor”

A
A
A
Aysun Aykan: “Türkiye’de her 7 yılda bir büyük deprem oluyor”

TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası Güney Marmara Şubesi Yönetim Kurulu Üyesi ve Balıkesir İl Sorumlusu Aysun Aykan, Deprem Haftası dolayısıyla yaptığı açıklamada, Türkiye ve Balıkesir’deki deprem gerçeğine dikkat çekti.

TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası Güney Marmara Şubesi Yönetim Kurulu Üyesi ve Balıkesir İl Sorumlusu Aysun Aykan, Deprem Haftası dolayısıyla yaptığı açıklamada, Türkiye ve Balıkesir’deki deprem gerçeğine dikkat çekti.


Deprem Haftası’nı hazırlıkla değerlendirme çağrısı yapan Jeoloji Mühendisi Aysun Aykan, Türkiye’de 7 yılda bir büyük deprem olduğu gerçeğinin unutulmaması gerektiğini kaydetti. Deprem başta olmak üzere tüm afetler konusunda toplumsal bilinçlenme ve kamusal örgütlenmenin hedeflenmesi gerektiğini söyleyen TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası Güney Marmara Şubesi Yönetim Kurulu Üyesi ve Balıkesir Sorumlusu Aysu Aykan, “Ülkemizde her yıl 1-7 Mart aralığı Deprem Haftası olarak kabul edilir ve Deprem Haftasında, deprem başta olmak üzere tüm afetler konusunda toplumsal bilinçlenme ve kamusal örgütlenme hedeflenmektedir. Deprem haftasını depreme hazırlıkla değerlendirmemiz gerekiyor. Depremlerde kayıpların yaşanmamasında, kamu kurumlarının aldığı önlemlerin yanı sıra vatandaşlarımızın alacağı tedbirler de büyük önem taşıyor. Bu nedenle Deprem Haftası’nda yerel yöneticilerimiz başta olmak üzere vatandaşlarımızın bu konuda hazırlıklar yapmaları çok büyük önem taşımaktadır” diye konuştu.



“Evinizin sağlamlığından emin olun”


Vatandaşların oturdukları evlerin dirençli olması gerektiğini söyleyen Aysun Aykan, “Alınacak hayatî tedbirlerinin başında vatandaşların oturduğu evin depreme dirençli olması gerekiyor. Vatandaşlar, yaşadığı binanın kaçak olup olmadığı, Yapı Ruhsatının ve Yapı Kullanma İzin Belgesi’nin bulunduğunu teyit etmeliler. Evlerinin bulunduğu binanın depreme dirençli olup olmadığından emin değillerse yetkili kuruluşlara ölçüm ve test yaptırmalılar. Testler sonucunda, binanın depreme dayanıksız olduğu anlaşılırsa binalarını depreme karşı güçlendirmeli ya da kentsel dönüşüme tabi tutmalılar” ifadelerini kullandı.



“Vatandaşlar deprem öncesi ve sonrası ne yapması gerektiğini bilmeli”


Vatandaşların deprem öncesi, deprem sırası ve sonrasında doğru davranışları mutlaka bilmesi gerektiğinin altını çizen Aysun Aykan, “Vatandaşlarımızın, bir deprem öncesi, sırası ve sonrasındaki doğru davranışları mutlaka bilmesi gerekiyor. Vatandaşlarımız ilk önce evlerinde, işyerlerinde, sitelerinde örgütlenerek bir deprem planı oluşturmaları çok önemlidir” dedi.



“Ülkemizde depremler olmaya devam edecek”


Aktif bir tektonik kuşak üzerinde bulunan Türkiye’de değişik büyüklükte depremlerin yaşanmaya devam edeceğini kaydeden Aysun Aykan, “Aktif bir tektonik kuşak üzerinde yer alan Türkiye’de, gelecekte de değişik büyüklüklerde depremleri yaşamaya devam edecektir. Ancak, biz biliyoruz ki, aslında bir doğa olayı olan deprem, düşük standartlarda sağlıksız bir yapılaşma ve düşük nitelikli kentleşme, bilimsel normlara dayalı olmayan yer seçimi kararları gibi faktörler nedeniyle afete dönüşmektedir. Yine biliyoruz ki, doğa kaynaklı olan depremleri önlememiz mümkün değildir, ancak, depremlerin birer afete dönüşmesini engellemek bizim elimizdedir. Bu yüzden depremlere karşı hazırlıklı olma ve zarar azaltma politikaları bu ülkenin önceliği olmalıdır” diye konuştu.



“Depremleri önlemek mümkün değil”


Açıklamasına depremlerle ilgili yapılan araştırmalar konusuna devam eden Aysun Aykan, “Sonuç olarak, bir milat kabul edilen 1999 Depremlerinden bu yana birçok çalışma yapıldı; fakat yeterli değil, daha çok çalışmalar yapmalıyız. Deprem Haftası olan 1-7 Mart tarihleri arasında, kamuoyunun dikkatinin ülkemiz deprem gerçekliğine çekmek, deprem zararlarının azaltılmasına farkındalık oluşturmak ve zarar azaltma-risk yönetimine ilişkin yapılması gerekenleri konuşmamız daha bir önem ve gereklilik taşımaktadır” değerlendirmesinde bulundu.



“Türkiye’de 7 yılda bir büyük deprem oluyor”


Türkiye’de çok sayıda deprem üretme potansiyeline sahip diri fay bulunduğunu kaydeden Jeoloji Mühendisi Aysun Aykan, “Ülkemizin birçok yerinde büyük bir deprem olabilir; çünkü çok sayıda deprem üretme potansiyeline sahip diri fay olduğu için depremler mutlaka olacak. Türkiye Diri fay haritası baz alındığında, 5.5 ve üzeri büyüklükte deprem üretme potansiyeline sahip yaklaşık 500 diri fay bulunmaktadır. Bunların hepsi zamanı geldiğinde büyük ve yıkıcı bir deprem üretecektir. Depremle ilgili yapılan istatistikî çalışmalara baktığımızda her 7 yılda bir büyük bir deprem olduğunu biliyoruz. 2020 yılında deprem nedeniyle tüm dünyada 201 kişi hayatını kaybetti ve hayatını kaybedenlerin sadece 168 kişisi Türkiye’den olmuştur ve can kaybı sıralamasında ise dünyada birinci olmuşuz. Bu yüzden hiç vakit kaybetmeden afet zararlarının azaltılması çalışmalarına başlamamız gerekiyor.


Bugünkü teknoloji ile depremin ne zaman olacağını söylememiz mümkün değil. Geçmişte ülkemizde yıkıcı depremler olmuş, gelecek yıllarda da mutlaka belirli yerlerde aynı büyüklüklerde depremler tekrarlanacaktır. Bizim depremin ne zaman olacağını sorgulamamızı bırakıp hiç vakit kaybetmeden gerekli önlemleri almamız gerekiyor. Deprem olmadan önce deprem riskinin azaltılması çalışmalarına yoğunlaşmamız gerekiyor. Bu konuda toplumun her kesiminin, Birey olarak, yerel yönetim, merkezi yönetim olarak üzerimize düşen görevleri yerine getirerek, depreme hazırlıklı olmamız gerekiyor” ifadelerini kullandı.

Bunlar Da İlginizi Çekebilir
Bursa Başkan Gürhan Akdoğan: "Bursa ovası da, sanayisi de sahipsiz değildir" Atatürkçü Düşünce Derneği Bursa Şube Başkanı Gürhan Akdoğan, 1977 yılında yapılan tarımsal arazilerin ve özellikle Bursa ovasının korunması hakkındaki protokolle 20 bin hektar alandan geriye, 9 bin hektarın kaldığını söyledi. ADD Bursa Şubesi, Bursa’da sanayileşme ve kentleşme çerçevesinde çevresel etkileri hiçe sayan, doğayı tahrip ederek kent ve toplum çıkarları yerine, bireysel çıkarları hedefleyen gündemdeki bazı projeler hakkın basın mensuplarıyla bir araya geldi. Nilüfer Karaman Dernekler Yerleşkesinde konuşan ADD Bursa Şube Başkanı Gürhan Akdoğan, "Yıllarca anlattık, olmadı. Her şeyi rant gören anlayışla vahşice çarpık kentleşme ve çarpık sanayileşme ile mücadele ettik. ’Bursa ovasını yok ediyorsunuz’, ’Sürdürülebilir kalkınma ilkesi doğrultusunda doğayı çevreyi koruyarak sanayileşmeyi, kentleşmeyi birlikte planlayalım’ dedik yine olmadı. Onlarca sanayileşme ve kentleşme sempozyumları düzenledik, raporlar hazırladık, kent yağmasına, ova talanına karşı davalar açtık ama bir türlü dinlemediler. 1977 yılında yapılan tarımsal arazilerin ve özellikle Bursa ovasının korunması hakkındaki protokolde korunacak ova koruma alanı 20 bin hektar olarak belirlenmiş olmasına rağmen ova korunamamış, meydana gelen sanayileşme ve yerleşim sebebiyle ova koruma alanı 11 bin 245 hektara kadar küçülmüştür. Bu duruma rağmen yapılan araştırmalar (2011 yılında belirlenen ova koruma alanı 9 bin 163 hektar) Bursa ovasının kan kaybetmeye devam ettiğini, günümüzde 9 bin hektarın da çok altına düştüğünü göstermektedir. Bursa ovasının elimizde 9 bin hektarı kalırken onu da sulayamıyoruz. Bursa 2020 yılı çevre düzeni planın da bugüne kadar yaklaşık 300 adet plan değişikliği yapılmıştır. Bu değişiklikleri yapan kurumlar sırasıyla Bayındırlık ve İskan Bakanlığı, Çevre Bakanlığı, Bursa İl Özel İdaresi ve Bursa Büyükşehir Belediyesi ile ilçe Belediyeleri ve meclisleridir" dedi. "Tarım arazileri her geçen gün küçülmektedir" Dünyada yaşayan insanların nüfusu 2000 yılında 6 milyar iken, şimdi 7,8 milyara ulaştığını belirten Akdoğan, "19. yüzyıl başlarında 1,5 milyar olan dünya nüfusunun, 2050 yılında 10 milyara çıkacağı tahmin edilmektedir. 1950 yılında 21 milyon olan nüfusumuz, 2023 yılında 4 kat artarak 85 milyona ulaşmıştır. Yaşadığımız uygarlık, doğal kaynakların yanlış kullanımı ve doğal yaşam alalarına verilen zarar sebebiyle tehlikeye girmiş durumdadır. Kapasitenin üzerinde kullanımının sonucunda dünya, aşın bir baskıyla karşı karşıyadır. Endüstri devriminden günümüze dek geçen süre içerisinde dünya nüfusu sekiz katına çıkmıştır. Son 100 yıl içinde, endüstriyel üretim 100 kat artmıştır. İnsan etkinliklerinin ve nüfusun bu inanılmaz artışı çevre üzerinde önemli ölçüde olumsuz etkiler oluşturmuştur. Bursa’da ise tarım arazisi 2016 yılında 417 bin 420 hektarla toplam arazinin yüzde 38,34’ünü oluştururken, 2022 yılında 369 bin 727,80 hektara düşerek yüzde 33,36’ ya gerilemiştir. Yani son 16 yılda 47 bin 692,20 hektar tarım arazisi, tarım dışına çıkarılmıştır. Tarım dışına çıkarılan bu arazilerin büyük bir kısmı da yerleşim yerlerine ve sanayi alanına dönüşmüştür. Bursa toplam tarım alanının yüzde 79’luk kısmı sulamaya uygun olmasına rağmen, yüzde 42’lik kısmı sulanabilmektedir. Sulamaya uygun alanın ise yüzde 53’ü sulanmaktadır. Tüm Türkiye’de olduğu gibi Bursa’da da hala tarımsal sulama suyunun yüzde 68’i açık sulama sistemleri ile, sadece yüzde 32’si kapalı basınçlı sistemlerle sulanacak arazilere ulaştırılmaktadır" dedi. Türkiye’de olduğu gibi Bursa’da da plansız ve ağırlıklı dışa bağımlı bir sanayileşme söz konusu olduğunu belirten Akdoğan, "Bugün Bursa’da, faaliyette ve alt yapı çalışmaları devam eden, 17 adet Organize Sanayi bölgesi (OSB), 3 adet Özel Endüstri Bölgesi (ÖEB), 8 adet Sanayi Bölgeleri (SB), 24 adet Küçük Sanayi Sitesi (KSS) toplam 52 adettir. Yaklaşık olarak toplam 5 bin 200 hektarlık bir alan kullanan Organize Sanayi Bölgelerinde, 153 bin civarında kişi istihdam edilmektedir. Bursa’da yeterince sanayi bölgesi oluşmuştur. Dağınık ve plansız sanayileşme, tarım arazilerinin yok edilmesi ve gecekondulaşma gibi kentsel sorunları da beraberinde getirmiştir. Artık, mevcut kapasite kullanımları da değerlendirildiğinde, yeni sanayi bölgelerinin açılmasına izin verilmemelidir. Sanayi Bölgeleri, Sanayi Siteleri dışında endüstriyel tesislerin kurulmasına ve çalışmasına izin verilmemelidir. Organize sanayi bölgelerinin büyük bir bölümünde, sonradan OSB olmasından kaynaklı olarak, alt ve üst yapı sorunları hala sürmektedir. Parsel bazında yüzde 30 boş kapasitesi olan Organize Sanayi Bölgelerinin, yüzde 62’sinde Arıtma tesisi yoktur. yüzde 85 inde itfaiye teşkilatı, yüzde 92’sinde Sağlık Merkezi, yüzde 70’inde PTT ve Okul gibi tesisler bulunmamaktadır. Sınırları içerisinde, sanayi bölge ve sitelerini yoğun şekilde barındıran Kestel, Nilüfer ve Osmangazi ilçelerinin durumu ise vahimdir. Bu ilçeler adeta SOS vermektedir" diye konuştu.
Eskişehir Vali Hüseyin Aksoy, Yunus Emre Kültür ve Sanat Haftası mesajı yayımladı Eskişehir Valisi Hüseyin Aksoy, Yunus Emre Kültür ve Sanat Haftası’yla alakalı bir mesaj yayımladı. Eskişehirlileri, Yunus’u okumaya, anlamaya ve anma etkinliklerine katılmaya davet ettiğini mesajında belirten Vali Hüseyin Aksoy, Yunus Emre’yi kardeşlik, hoşgörülük ve Türkçeyi duru kullanmasıyla örnek gösterdi. Vali Aksoy’un mesajının tamamı ise şöyle; "Yunus Emre’yi yüzyıllar öncesinden günümüze uzanan bir dil ve gönül köprüsü, kardeşlik ve hoşgörü abidesi olarak tanıyor ve seviyoruz. Bu yüzden onun düşüncelerinin, insan sevgisinin doğru biçimde bilinmesi ve gelecek nesillere aktarılması son derece önemlidir. Sevgi elçisi Yunus Emre tüm çağlara özgü bir çağrıda bulunmuştur: "Sevelim, sevilelim. Bu dünya kimseye kalmaz. Çağlar üstü çağrısıyla kimseye kalmayan dünyada kalıcı bir kelime olan sevgi ile insanlık trajedisinin kaynağını teşhis etmiştir. Hakikatin ve hikmetin yolcusu Yunus, sevgi ve sevinci Allah’ın armağanı olarak görmüştür. Duru Türkçesi ile her kelimesi, vicdan ve zihinlere Allah, evren ve insanın bütüncül zincirinin birer halkası olarak tefekküre ve sevgiye davet etmiştir. Yunus Emre’nin şiirleri sanat kaygısı taşımaksızın halkın ruhuna işleyen bir dille yazılmıştır. Yüzyıllardır büyük bir ilgiye mazhar olan Yunus Emre, kendi alanında aşılamamıştır. Sadece Anadolu insanının değil, Türkçe konuşan bütün halkların gönlünde yaşamaktadır. Herkesin Yunus’ta seveceği şiirler ve düşünceler bulması, onun büyüklüğünün bir delili olarak kabul edilmelidir. Yunus, söyledikleriyle insanları yok olmayacak, tükenmeyecek değerlere sevk etmeye çalışmıştır. Yüzyıllar geçtikçe kıymeti daha iyi anlaşılan, milli tarihimizin abide şahsiyeti Yunus Emre’nin çok büyük değer taşıyan düşüncelerinden barış, mutluluk, sevgi ve hoşgörüye susamış olan günümüz insanının alacağı çok şey vardır. Bulabildikleriyle, biriktirdikleriyle herkesin kendince algıladığı Yunus’un daveti dinmeyecek, çağlarca çağlayana dönüşecektir. Eskişehirlileri, Yunus’u okumaya, anlamaya ve anma etkinliklerimize katılmaya davet ediyor, sevgi ve saygılarımı sunuyorum.”
Eskişehir Anadolu Üniversitesi’nde kültür söyleşilerine Prof. Dr. Halil Berktay konuk oldu Eskişehir’de ‘Kültür Söyleşileri’ kapsamında düzenlenen ’Tarih ve İdeoloji’ başlıklı söyleşi Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi (İBF) Şener Şen Salonu’nda gerçekleştirildi. Anadolu Üniversitesi Türk Dünyası Uygulama ve Araştırma Merkezi (TÜDAM) Müdürü Prof. Dr. Haşim Şahin’in moderatörlüğünü yaptığı etkinliğe İbn Haldun Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Halil Berktay konuk oldu. Söyleşiye İBF Dekanı Prof. Dr. Bülend Aydın Ertekin başta olmak üzere çok sayıda akademisyen ve öğrenci de katılım gösterdi. “Tarihçilik ve tarih yazıcılığı bugün ile geçmiş arasında sürekli bir ilişkidir” Tarihçinin özelliklerinden ve tarihi ideolojilerden kurtarmanın mümkün olup olmadığına değinen İbn Haldun Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Halil Berktay konuşmasında şunlara yer verdi: “Bilimde objektiflik apriori değildir aposteoridir. İyi bilim insanı ise sadece yanıldığını kabul etmekle kalmaz, yanıldığının düzeltilmesinden sevinç duyar. Kendisini aşağılanmış hissetmez gerçeğe daha fazla yaklaşmak uğruna hatasının düzeltilmesinden sevinç duyar. Sadece gerçeği bilmek söz konusu değildir. Tarihte niyet ve bağlayıcı meslek etiği önemlidir. Tarihçilik ve tarih yazıcılığı bugün ile geçmiş arasında sürekli bir ilişkidir; geçmişin nötr bir şekilde incelenmesi yerine bugün ile geçmiş arasında sürekli diyalogdur ve bu ilişki bugünden kurulur. Günümüz olayları, ideolojik politik cereyanları tarihi belirli bir ortamla kuşatır ve ona bazı fikirleri, konuları, temaları ilham eder. Duyarlılıklar doğrultusunda her nesil kendi tarihine ilişkin sorular sorar. 1960-1968 Paris Vietnam savaşı ve protestoları birer dalgalanma örnekleri. 1950’lerin sonundan itibaren birçok İlkçağ Tarihine yönelen genç araştırmacılar, kölelik ve köle isyanını çalışıyor çünkü 1960’ların, o dönemin solcu terminolojisi, aşağıdan yukarı patlak veren isyanları, özellikle klasik Atina’nın ve Roma’nın kölelik düzeni ve köleleri ile zihinsel ve duygusal bir bağlantı kuruyorlar. Böylelikle İlkçağ Tarihçiliğinde yoksulluk, sınıflar, sınıfsallaşma, köylü isyanları gibi konular öne çıkar. Sovyetler Birliği çökünce ve bütün Doğu Avrupa’daki komünist tek partili rejimleri de transformasyona uğratınca demokrasiye geri dönüş gerçekleşti. Bunun sonucunda İlkçağ Tarihçiliğinde, ilkçağ demokrasisi yeniden değer kazandı.” ‘Tarih ve İdeoloji’ söyleşisi soru-cevap kısmının ardından İBF Dekanı Prof. Dr. Bülend Aydın Ertekin’in Prof. Dr. Halil Berktay’a teşekkür belgesi ve hediye takdim etmesiyle sona erdi.