GENEL - 18 Ekim 2017 Çarşamba 11:37

Askeri helikopter sayesinde 5 çocuk annesi kadının hayatı kurtarıldı

A
A
A
Askeri helikopter sayesinde 5 çocuk annesi kadının hayatı kurtarıldı

Şanlıurfa’nın Siverek ilçesinde 30 haftalık hamileyken kanaması başlayan ve kaldırıldığı hastanede 5’inci çocuğunu dünyaya getiren annenin imdadına, Diyarbakır 7’nci Kolordu Komutanlığından kalkan askeri helikopterle giden doktorlar yetişti.

Şanlıurfa’nın Siverek ilçesinde 30 haftalık hamileyken kanaması başlayan ve kaldırıldığı hastanede 5’inci çocuğunu dünyaya getiren annenin imdadına, Diyarbakır 7’nci Kolordu Komutanlığından kalkan askeri helikopterle giden doktorlar yetişti. Ameliyat masasında ölümle pençeleşen anne, yapılan müdahale sayesinde kurtuldu.


Siverek’te 30 haftalık hamileyken bir anda kanaması başlayan 4 çocuk annesi Cemile Öz, çağrılan ambulansla hastaneye kaldırıldı. 7,5 aylık çocuğu ameliyatla alınan annenin kanaması durdurulamayınca doktorlar müdahale edemedi. Ameliyat masasında kalan anne için Dicle Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Ahmet Yalınkaya’dan destek talep edildi. Sevk durumunda olmayan hasta anneye müdahale etmek için İl Sağlık Müdürlüğünden ambulans helikopter talep edildi ancak ambulans helikopter gece uçuşuna uygun olmadığı için TSK’dan yardım talep edildi. TSK’nın talebe olumlu cevap vermesi üzerine Diyarbakır 7. Kolordu Komutanlığından 01.30 sularında kalkan askeri helikopterle 20 dakikada Siverek’e ulaşan Prof. Dr. Yalınkaya ve özel bir hastanede görevli Op. Dr. Yılmaz Özcan, yaklaşık 1,5 süren operasyon sonrası annenin hayata tutunmasını sağladı.



“Gece 01.00’de telefon geldi”


Hastanın durumu ve o gece yaşananlara ilişkin konuşan Prof. Dr. Yalınkaya, “Hasta için gece saat 01.00’de arandım. Siverek’te bulunan arkadaşlar aradı ve çok aşırı kanaması olduğunu, bunun üzerine ameliyata aldıklarını fakat açınca durumun daha kötü olduğunu, rahmi de alamayacaklarını söylediler. Çünkü rahmin çok yapışık olduğunu belirttiler. ‘Kanama durmuyor, gönderemiyoruz, transferi mümkün değil’ dediler. Bunun üzerine ben devreye girerek İl Sağlık Müdürü Sait Avar’ı aradım. ‘Ambulans helikopterle hastanın buraya alabilir misiniz’ dedim ambulans helikopterin gece uçuşuna uygun olmadığını belirtti. Ondan sonra İl Müdürü Avar, Kolordu Komutanı ile görüştü. Beş dakika sonra beni aradı, ‘Hocam sizi bıraksak olur mu hastayı getirmek yerine?’ diye sordu. O da olur dedim. 5-6 ünite kan alarak Op. Dr. Yılmaz Özcan ile birlikte helikopterle Siverek’e indirildik” dedi.



“Askeriye ve mürettebata teşekkür ederim”


Siverek’e ulaştıklarında hastanın ameliyat masasında kendilerini beklediğini belirten Yalınkaya, “Orada gittik hasta hala ameliyatta bizi bekliyordu. Gerekli müdahaleyi yaptık, kanamayı durdurduk. Müdahale 1-1,5 saat kadar sürdü. Sonra arabayla tekrar Diyarbakır’a döndük. Hastayı da bizim ardımızdan buraya transfer ettik. Çocuk şuan Şanlıurfa’da yoğun bakımda, genel durumu iyiymiş. 1 kilo 600 gram civarında bir bebek. Bebek zaten kurtulmuştu ama annenin hayati tehlikesi vardı. Anne ne transfer edilebiliyordu ne de orada arkadaşlar müdahale edebiliyorlardı. Biz de imdatlarına koştuk. Herkes duyarlı davrandı hem İl Sağlık Müdürlüğü, hem helikopteri sağlayan askeriye, hem helikopter mürettebatı onlara da teşekkür ediyorum. Çünkü onlar da bu konuda duyarsız kalmadılar. Hava ulaşımıyla ilk defa böyle bir şey yaşadık” diye konuştu.



“Doktorlara gelmeseydi şuanda hayatta olmayabilirdim”


Beşinci çocuğunu doğuran ve Dicle Üniversite Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı Yoğun Bakım Ünitesinde tedavi olan anne Cemile Öz, doktorları sayesinde yeniden hayata tutunduğunu ve onlara çok teşekkür ettiğini ifade etti. Öz, şöyle devam etti:


“Beş tane çocuğum oldu Allah’ın izniyle. Ahmet hocaya sevgi ve saygılarımı iletir çok çok teşekkür ederim. Onun sayesinde şuanda ben ayaktayım ve bu durumdayım. Her şey bir anda olup bitti. O gün ben yemeğimi, temizliğimi yaptım hiç ağrım, sancım yoktu. Aniden saat on civarında aniden bir ıslaklık hissettim. Lavaboya gittiğimde kanlar içerisinde kaldım. Hemen ablamı aradım durumu söyledim. Ambulans geldi direkt hastaneye gittik. Orada müdahale ettiler tabi doktorum orada olmadığı için ‘nasıl ameliyat falan olacak’ dedim. Gerekirse doktorunuzu çağırırız dediler. Onlar da ‘Diyarbakır’dan doktorlar gelmeseydi şuanda hayatta olmazdınız’ dediler. Sağ olsun hocama minnettarım, teşekkürler ediyorum."

Bunlar Da İlginizi Çekebilir
Bursa Başkan Gürhan Akdoğan: "Bursa ovası da, sanayisi de sahipsiz değildir" Atatürkçü Düşünce Derneği Bursa Şube Başkanı Gürhan Akdoğan, 1977 yılında yapılan tarımsal arazilerin ve özellikle Bursa ovasının korunması hakkındaki protokolle 20 bin hektar alandan geriye, 9 bin hektarın kaldığını söyledi. ADD Bursa Şubesi, Bursa’da sanayileşme ve kentleşme çerçevesinde çevresel etkileri hiçe sayan, doğayı tahrip ederek kent ve toplum çıkarları yerine, bireysel çıkarları hedefleyen gündemdeki bazı projeler hakkın basın mensuplarıyla bir araya geldi. Nilüfer Karaman Dernekler Yerleşkesinde konuşan ADD Bursa Şube Başkanı Gürhan Akdoğan, "Yıllarca anlattık, olmadı. Her şeyi rant gören anlayışla vahşice çarpık kentleşme ve çarpık sanayileşme ile mücadele ettik. ’Bursa ovasını yok ediyorsunuz’, ’Sürdürülebilir kalkınma ilkesi doğrultusunda doğayı çevreyi koruyarak sanayileşmeyi, kentleşmeyi birlikte planlayalım’ dedik yine olmadı. Onlarca sanayileşme ve kentleşme sempozyumları düzenledik, raporlar hazırladık, kent yağmasına, ova talanına karşı davalar açtık ama bir türlü dinlemediler. 1977 yılında yapılan tarımsal arazilerin ve özellikle Bursa ovasının korunması hakkındaki protokolde korunacak ova koruma alanı 20 bin hektar olarak belirlenmiş olmasına rağmen ova korunamamış, meydana gelen sanayileşme ve yerleşim sebebiyle ova koruma alanı 11 bin 245 hektara kadar küçülmüştür. Bu duruma rağmen yapılan araştırmalar (2011 yılında belirlenen ova koruma alanı 9 bin 163 hektar) Bursa ovasının kan kaybetmeye devam ettiğini, günümüzde 9 bin hektarın da çok altına düştüğünü göstermektedir. Bursa ovasının elimizde 9 bin hektarı kalırken onu da sulayamıyoruz. Bursa 2020 yılı çevre düzeni planın da bugüne kadar yaklaşık 300 adet plan değişikliği yapılmıştır. Bu değişiklikleri yapan kurumlar sırasıyla Bayındırlık ve İskan Bakanlığı, Çevre Bakanlığı, Bursa İl Özel İdaresi ve Bursa Büyükşehir Belediyesi ile ilçe Belediyeleri ve meclisleridir" dedi. "Tarım arazileri her geçen gün küçülmektedir" Dünyada yaşayan insanların nüfusu 2000 yılında 6 milyar iken, şimdi 7,8 milyara ulaştığını belirten Akdoğan, "19. yüzyıl başlarında 1,5 milyar olan dünya nüfusunun, 2050 yılında 10 milyara çıkacağı tahmin edilmektedir. 1950 yılında 21 milyon olan nüfusumuz, 2023 yılında 4 kat artarak 85 milyona ulaşmıştır. Yaşadığımız uygarlık, doğal kaynakların yanlış kullanımı ve doğal yaşam alalarına verilen zarar sebebiyle tehlikeye girmiş durumdadır. Kapasitenin üzerinde kullanımının sonucunda dünya, aşın bir baskıyla karşı karşıyadır. Endüstri devriminden günümüze dek geçen süre içerisinde dünya nüfusu sekiz katına çıkmıştır. Son 100 yıl içinde, endüstriyel üretim 100 kat artmıştır. İnsan etkinliklerinin ve nüfusun bu inanılmaz artışı çevre üzerinde önemli ölçüde olumsuz etkiler oluşturmuştur. Bursa’da ise tarım arazisi 2016 yılında 417 bin 420 hektarla toplam arazinin yüzde 38,34’ünü oluştururken, 2022 yılında 369 bin 727,80 hektara düşerek yüzde 33,36’ ya gerilemiştir. Yani son 16 yılda 47 bin 692,20 hektar tarım arazisi, tarım dışına çıkarılmıştır. Tarım dışına çıkarılan bu arazilerin büyük bir kısmı da yerleşim yerlerine ve sanayi alanına dönüşmüştür. Bursa toplam tarım alanının yüzde 79’luk kısmı sulamaya uygun olmasına rağmen, yüzde 42’lik kısmı sulanabilmektedir. Sulamaya uygun alanın ise yüzde 53’ü sulanmaktadır. Tüm Türkiye’de olduğu gibi Bursa’da da hala tarımsal sulama suyunun yüzde 68’i açık sulama sistemleri ile, sadece yüzde 32’si kapalı basınçlı sistemlerle sulanacak arazilere ulaştırılmaktadır" dedi. Türkiye’de olduğu gibi Bursa’da da plansız ve ağırlıklı dışa bağımlı bir sanayileşme söz konusu olduğunu belirten Akdoğan, "Bugün Bursa’da, faaliyette ve alt yapı çalışmaları devam eden, 17 adet Organize Sanayi bölgesi (OSB), 3 adet Özel Endüstri Bölgesi (ÖEB), 8 adet Sanayi Bölgeleri (SB), 24 adet Küçük Sanayi Sitesi (KSS) toplam 52 adettir. Yaklaşık olarak toplam 5 bin 200 hektarlık bir alan kullanan Organize Sanayi Bölgelerinde, 153 bin civarında kişi istihdam edilmektedir. Bursa’da yeterince sanayi bölgesi oluşmuştur. Dağınık ve plansız sanayileşme, tarım arazilerinin yok edilmesi ve gecekondulaşma gibi kentsel sorunları da beraberinde getirmiştir. Artık, mevcut kapasite kullanımları da değerlendirildiğinde, yeni sanayi bölgelerinin açılmasına izin verilmemelidir. Sanayi Bölgeleri, Sanayi Siteleri dışında endüstriyel tesislerin kurulmasına ve çalışmasına izin verilmemelidir. Organize sanayi bölgelerinin büyük bir bölümünde, sonradan OSB olmasından kaynaklı olarak, alt ve üst yapı sorunları hala sürmektedir. Parsel bazında yüzde 30 boş kapasitesi olan Organize Sanayi Bölgelerinin, yüzde 62’sinde Arıtma tesisi yoktur. yüzde 85 inde itfaiye teşkilatı, yüzde 92’sinde Sağlık Merkezi, yüzde 70’inde PTT ve Okul gibi tesisler bulunmamaktadır. Sınırları içerisinde, sanayi bölge ve sitelerini yoğun şekilde barındıran Kestel, Nilüfer ve Osmangazi ilçelerinin durumu ise vahimdir. Bu ilçeler adeta SOS vermektedir" diye konuştu.
Eskişehir Vali Hüseyin Aksoy, Yunus Emre Kültür ve Sanat Haftası mesajı yayımladı Eskişehir Valisi Hüseyin Aksoy, Yunus Emre Kültür ve Sanat Haftası’yla alakalı bir mesaj yayımladı. Eskişehirlileri, Yunus’u okumaya, anlamaya ve anma etkinliklerine katılmaya davet ettiğini mesajında belirten Vali Hüseyin Aksoy, Yunus Emre’yi kardeşlik, hoşgörülük ve Türkçeyi duru kullanmasıyla örnek gösterdi. Vali Aksoy’un mesajının tamamı ise şöyle; "Yunus Emre’yi yüzyıllar öncesinden günümüze uzanan bir dil ve gönül köprüsü, kardeşlik ve hoşgörü abidesi olarak tanıyor ve seviyoruz. Bu yüzden onun düşüncelerinin, insan sevgisinin doğru biçimde bilinmesi ve gelecek nesillere aktarılması son derece önemlidir. Sevgi elçisi Yunus Emre tüm çağlara özgü bir çağrıda bulunmuştur: "Sevelim, sevilelim. Bu dünya kimseye kalmaz. Çağlar üstü çağrısıyla kimseye kalmayan dünyada kalıcı bir kelime olan sevgi ile insanlık trajedisinin kaynağını teşhis etmiştir. Hakikatin ve hikmetin yolcusu Yunus, sevgi ve sevinci Allah’ın armağanı olarak görmüştür. Duru Türkçesi ile her kelimesi, vicdan ve zihinlere Allah, evren ve insanın bütüncül zincirinin birer halkası olarak tefekküre ve sevgiye davet etmiştir. Yunus Emre’nin şiirleri sanat kaygısı taşımaksızın halkın ruhuna işleyen bir dille yazılmıştır. Yüzyıllardır büyük bir ilgiye mazhar olan Yunus Emre, kendi alanında aşılamamıştır. Sadece Anadolu insanının değil, Türkçe konuşan bütün halkların gönlünde yaşamaktadır. Herkesin Yunus’ta seveceği şiirler ve düşünceler bulması, onun büyüklüğünün bir delili olarak kabul edilmelidir. Yunus, söyledikleriyle insanları yok olmayacak, tükenmeyecek değerlere sevk etmeye çalışmıştır. Yüzyıllar geçtikçe kıymeti daha iyi anlaşılan, milli tarihimizin abide şahsiyeti Yunus Emre’nin çok büyük değer taşıyan düşüncelerinden barış, mutluluk, sevgi ve hoşgörüye susamış olan günümüz insanının alacağı çok şey vardır. Bulabildikleriyle, biriktirdikleriyle herkesin kendince algıladığı Yunus’un daveti dinmeyecek, çağlarca çağlayana dönüşecektir. Eskişehirlileri, Yunus’u okumaya, anlamaya ve anma etkinliklerimize katılmaya davet ediyor, sevgi ve saygılarımı sunuyorum.”
Eskişehir Anadolu Üniversitesi’nde kültür söyleşilerine Prof. Dr. Halil Berktay konuk oldu Eskişehir’de ‘Kültür Söyleşileri’ kapsamında düzenlenen ’Tarih ve İdeoloji’ başlıklı söyleşi Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi (İBF) Şener Şen Salonu’nda gerçekleştirildi. Anadolu Üniversitesi Türk Dünyası Uygulama ve Araştırma Merkezi (TÜDAM) Müdürü Prof. Dr. Haşim Şahin’in moderatörlüğünü yaptığı etkinliğe İbn Haldun Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Halil Berktay konuk oldu. Söyleşiye İBF Dekanı Prof. Dr. Bülend Aydın Ertekin başta olmak üzere çok sayıda akademisyen ve öğrenci de katılım gösterdi. “Tarihçilik ve tarih yazıcılığı bugün ile geçmiş arasında sürekli bir ilişkidir” Tarihçinin özelliklerinden ve tarihi ideolojilerden kurtarmanın mümkün olup olmadığına değinen İbn Haldun Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Halil Berktay konuşmasında şunlara yer verdi: “Bilimde objektiflik apriori değildir aposteoridir. İyi bilim insanı ise sadece yanıldığını kabul etmekle kalmaz, yanıldığının düzeltilmesinden sevinç duyar. Kendisini aşağılanmış hissetmez gerçeğe daha fazla yaklaşmak uğruna hatasının düzeltilmesinden sevinç duyar. Sadece gerçeği bilmek söz konusu değildir. Tarihte niyet ve bağlayıcı meslek etiği önemlidir. Tarihçilik ve tarih yazıcılığı bugün ile geçmiş arasında sürekli bir ilişkidir; geçmişin nötr bir şekilde incelenmesi yerine bugün ile geçmiş arasında sürekli diyalogdur ve bu ilişki bugünden kurulur. Günümüz olayları, ideolojik politik cereyanları tarihi belirli bir ortamla kuşatır ve ona bazı fikirleri, konuları, temaları ilham eder. Duyarlılıklar doğrultusunda her nesil kendi tarihine ilişkin sorular sorar. 1960-1968 Paris Vietnam savaşı ve protestoları birer dalgalanma örnekleri. 1950’lerin sonundan itibaren birçok İlkçağ Tarihine yönelen genç araştırmacılar, kölelik ve köle isyanını çalışıyor çünkü 1960’ların, o dönemin solcu terminolojisi, aşağıdan yukarı patlak veren isyanları, özellikle klasik Atina’nın ve Roma’nın kölelik düzeni ve köleleri ile zihinsel ve duygusal bir bağlantı kuruyorlar. Böylelikle İlkçağ Tarihçiliğinde yoksulluk, sınıflar, sınıfsallaşma, köylü isyanları gibi konular öne çıkar. Sovyetler Birliği çökünce ve bütün Doğu Avrupa’daki komünist tek partili rejimleri de transformasyona uğratınca demokrasiye geri dönüş gerçekleşti. Bunun sonucunda İlkçağ Tarihçiliğinde, ilkçağ demokrasisi yeniden değer kazandı.” ‘Tarih ve İdeoloji’ söyleşisi soru-cevap kısmının ardından İBF Dekanı Prof. Dr. Bülend Aydın Ertekin’in Prof. Dr. Halil Berktay’a teşekkür belgesi ve hediye takdim etmesiyle sona erdi.