YEREL HABERLER - 14 Mart 2012 Çarşamba 13:02

ATATÜRK ANITINA YAKIŞMAYAN KAİDE

A
A
A
ATATÜRK ANITINA YAKIŞMAYAN KAİDE

Çanakkale’de Cumhuriyet Meydanında bulunan Atatürk anıtı kaidesinin kötü görüntüsü tepkiye sebep oluyor.
Hergün yüzlerce kişinin önünden geçtiği ve çok sayıda etkinliğin de yapıldığı Cumhuriyet meydanında Atatürk anıtının mermer kaidesinin parçalanmış haldeki görüntüsü vatandaşların tepkisini çekiyor. Mermer kaidenin belirli bölümlerinin kırıldığını ve büyük blokların da yerlerinden oynaması sebebiyle aralarında boşluklar oluştuğunu belirten vatandaşlar, “1933 yılında Nijat Sirel’in yaptığı Atatürk Anıtı 1934 yılında kaidesi ile birlikte Cumhuriyet Meydanına yerleştirilmiş. Anıtın o yıllardaki kaidesi çok daha görkemliymiş. Daha sonraki yıllarda Cumhuriyet Meydanı düzenleme çalışmaları sırasında kaide küçültülüp bu hale getirilmiş. Şuan kaide adeta dökülüyor. Belirli kısımları parçalanan ve büyük blok mermerler de yerinden oynaması sebebiyle düşmek üzere olan bu kaidenin daha görkemli bir şekilde yeniden yapılmasını istiyoruz” dedi.
Bunlar Da İlginizi Çekebilir
Tokat Erbaa’da sanayinin ihtiyaç duyduğu ara elemanlar yetişecek Tokat Gaziosmanpaşa Üniversitesi (TOGÜ) ile Erbaa OSB arasında imzalanan protokolle 8 bin 786 metrekarelik alanın üniversiteye tahsis edilmesiyle Erbaa’da ikinci OSB Meslek Yüksekokulu’nun kurulması için süreç resmen başladı. TOGÜ ile Erbaa Organize Sanayi Bölgesi (OSB) arasında, ilçede kurulacak yeni Meslek Yüksekokulu için yer tahsisi protokolü imzalandı. Rektörlük makamında gerçekleştirilen törende, 8 bin 786 metrekarelik alanın üniversiteye tahsisini içeren protokol, TOGÜ Rektörü Prof. Dr. Fatih Yılmaz ile Erbaa Kaymakamı Dr. Remzi Demir tarafından imzalandı. İkinci OSB Meslek Yüksekokulu Erbaa’da açılacak Protokol ile Erbaa OSB sınırları içerisinde üniversiteye tahsis edilen alanın, kurulacak Meslek Yüksekokulu’nun eğitim, öğretim ve uygulamalı sanayi iş birliği çalışmalarında kullanılacağı bildirildi. Böylece üniversitenin OSB içerisindeki ikinci Meslek Yüksekokulu Erbaa’da hayata geçirilecek. Törende konuşan TOGÜ Rektörü Prof. Dr. Fatih Yılmaz, üniversite-sanayi iş birliğinin güçlenmesi açısından atılan adımın önemli olduğunu vurguladı. Yılmaz, "İki yıl önce Tokat merkezde bir OSB Meslek Yüksekokulu kurduk. İkincisini ise Erbaa’da açacağız. Erbaa, üretim kapasitesi ve iş potansiyeliyle bu alanda en uygun ilçelerimizden biridir. OSB’deki işletmelerle yaptığımız görüşmeler sonucunda, ihtiyaç duyulan ara elemanları yetiştirmeye yönelik yeni programlar açacağız. Uygulamalı eğitim imkanlarıyla öğrencilerimiz daha nitelikli hale gelirken, sektörün beklentileri de karşılanmış olacak. Tahsis sürecindeki destekleri için Kaymakamımıza teşekkür ediyorum" dedi. "İlçemizin eğitim, öğretim ve üretim gücüne katkı sunacak" Erbaa Kaymakamı Dr. Remzi Demir ise protokolün ilçe adına stratejik bir kazanım olduğunu belirterek: "Bu protokol yalnızca bir yer tahsisi değil, Erbaa’nın eğitim, üretim ve istihdam kapasitesini artıracak değerli bir sürecin başlangıcıdır. Üniversitemizle OSB arasında kurulan bu iş birliği, ilçemize uzun vadeli katkılar sağlayacak. Emeği geçen herkese teşekkür ediyorum" ifadelerini kullandı.
Kocaeli Paslanmaz çelik sektöründen "anti-damping" çağrısı Kibar Holding CEO’su Haluk Kayabaşı, paslanmaz çelik sektöründe Uzak Doğu kaynaklı düşük fiyatlı ürünlerin haksız rekabete yol açtığını belirterek, yerli üreticinin korunması ve dışa bağımlılığın azaltılması için anti-damping önlemlerinin hayata geçirilmesi gerektiğini söyledi. Yüzde 70’i Posco, yüzde 30’u Kibar Holding ortaklığıyla yönetilen, Türkiye’nin en büyük paslanmaz çelik üreticilerinden Posco Assan tarafından, İzmit’teki fabrikada basın toplantısı düzenlendi. Basın toplantısında, sektördeki ithalat baskısı ve çözüm önerileri ele alındı. Holding CEO’su Kayabaşı: "Bin 700’ü aşkın yerli tedarikçimiz var" Kibar Holding CEO’su Haluk Kayabaşı, şirketin istihdam verilerine ilişkin, "Posco Assan olarak 500 kişinin üzerinde direkt istihdam yapıyoruz. Bin 700’ü aşkın yerli tedarikçimiz var. Çelik sektöründe bire 9-10 olan istihdam çarpanıyla binlerce kişiye dolaylı iş imkanı sunuyoruz. Sürdürülebilirlik ilkelerine bağlı, sıfır atık uygulamalarıyla çevreye duyarlı, iş sağlığı ve güvenliği kurallarında oldukça hassas, toplumsal cinsiyet eşitliğine inanan ve fayda sağlayan bir şirket olarak faaliyetlerimizi devam ettirmeye çalışıyoruz" dedi. "Hedefimiz 1 milyon ton kapasiteye ulaşmak" Fabrikanın 350 milyon doları aşan yatırımla kurulduğunu bildiren Kayabaşı, "Mevcut yıllık üretim kapasitemiz 300 bin ton. Yatırımın ikinci ve üçüncü fazları tamamlandığında bu rakamı 1 milyon tona çıkararak, Türkiye’nin entegre paslanmaz çelik üreticisi olma hedefini koruyoruz" ifadelerini kullandı. "Demir çelik sektörü, uzun süredir haksız bir ithalat baskısıyla mücadele ediyor" Paslanmaz çeliğin savunma sanayisinden enerjiye, otomotivden gıdaya kadar birçok stratejik alanda kullanıldığına dikkati çeken Haluk Kayabaşı, bu ürünün yerli imkanlarla üretilmesinin ekonomik bağımsızlık ve ulusal güvenlik açısından kritik öneme sahip olduğunu vurguladı. Paslanmaz çeliğin kullanılmadığı hiçbir alanın bulunmadığının altını çizen Kayabaşı, şunları kaydetti: "Altını çizerek söylemek isterim ki paslanmaz çelik, kat edilen bu yolun, ulaştığımız bu büyümenin omurgasını oluşturan sektörlerden biri. Ancak potansiyelin kullanılması konusunda birtakım teşviklere ve stratejik korumaya ihtiyacı var. Ülkemizin kalkınma hedefleri doğrultusunda bu stratejik üründe yerli üretimi güçlendirmek, ithalata bağımlılığı azaltmak ve katma değerli üretimi artırmanın bir tercih değil, bir zorunluluk olduğunu tartışmak benim açımdan gerçekten lüzumsuzdur. Demir çelik sektörü uzun süredir haksız bir ithalat baskısıyla mücadele ediyor ve ayakta kalmaya çalışıyor. Dünya paslanmaz çelik piyasalarında yaşanan arz fazlası, bazı ülkelerin iç talep yetersizliği nedeniyle ürünlerini dampingli fiyatlarla ihraç etmesine yol açıyor. Dampingli paslanmaz çelik ürünleri, Türkiye pazarını domine etmek için maliyetinin altında ülkemize ithal ediliyor." "Dampingli ithalat tüm değer zinciri için büyük tehdit oluşturuyor" Kayabaşı, yerli üreticinin ayakta kalmakta zorlandığını vurgulayarak, "Çin ve Endonezya olmak üzere bazı ülkelerden gelen dampingli ithalat, bilhassa Türkiye’deki yerli üreticilerin sürdürülebilirliği için oldukça büyük tehlike oluşturuyor. Piyasa fiyatlarının altında yapılan dampingli ithalat, sadece firmalarımızı değil, tüm değer zinciri için büyük tehdit oluşturuyor. Ayakta kalmakta zorlanan yerli üretici ne yazık ki, kuruluşundan bu yana zararına satış yapıyor" diye konuştu. "İç pazar ihtiyacının yüzde 70’ini karşılayabilecek kapasitedeyiz" Türkiye’nin yıllık soğuk haddelenmiş paslanmaz çelik tüketiminin 450 bin ton civarında olduğunu aktaran Kayabaşı, "Ancak bu tüketimde ithalat yüzde 80 gibi bir paya sahip. Posco Assan olarak, iç pazar ihtiyacının yüzde 70’ini karşılayabilecek kapasitedeyiz. Diğer yerli üretici ile birlikte yüzde 90’ı rahat karşılayabiliriz tam kapasite çalıştığımızda. Yerli üretimi güçlendirmek hem cari açık açısından hem de sanayimizin stratejik bağımsızlığı açısından oldukça önemlidir" şeklinde konuştu. "Onlar bizim aksimize anti-damping vergileri uyguluyor" Kibar Holding CEO’su Haluk Kayabaşı, damping baskısının yerli üretici için adaletsiz bir rekabet ortamı oluşturduğuna dikkati çekerek, rakip ülkelerin Türkiye’nin aksine korumacı politikaları hayata geçirdiğini vurguladı. Bu konuda Endonezya’nın attığı adımların örnek alınması gerektiğini belirten Kayabaşı, şöyle konuştu: "Dampingli çelik ve paslanmaz çeliğin önemli üreticilerinden Endonezya Anti-Damping Komitesi, bir diğer üretici Çin’den yapılan sıcak haddelenmiş sac ithalatına yönelik 5 yıl süren soruşturmasını 2024 yılında tamamladı. Soruşturma sonucunda, Çin çeliğinin Endonezya’ya, Çin iç pazarına kıyasla yüzde 10 daha düşük fiyatla satıldığı ortaya konuldu. Bu tespit üzerine Komite, Çin menşeili ürünlere karşı anti-damping vergilerinin yüzde 50’ye kadar artırılmasına karar verdi." "Yerli üreticinin devletimizin uygulayacağı bu koruma kalkanına gerçekten çok ihtiyacı var" CEO Kayabaşı, gerekli kurumlara başvurularını yaptıklarını belirterek, "Bu ülkede üretim yapan tüm şirketlerin eşit şartlarda rekabet edebilmesini sağlayacak bir piyasa yapısının oluşturulması için talebimizi sürdüreceğiz, sürdürmeye devam edeceğiz. Yerli üreticinin devletimizin uygulayacağı bu koruma kalkanına gerçekten çok ihtiyacı var" ifadelerini kullandı. "AB’ye giremeyen standart dışı çeliğin adresi Türkiye olacak" Avrupa Birliği’nin 2026’da devreye alacağı Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması’nın oluşturacağı riske değinen Kayabaşı, "Standartlara uymayan dampingli ürünlerin çok daha yüksek oranlarda Türkiye pazarına girmesi bekleniyor. Bu demek oluyor ki, AB’ye giremeyen, SİBEM’e uygun olmayan çeliğin adresi Türkiye olacak. Yani baskı çok daha fazla artacak. Türk üreticiler, Avrupa Birliği ve Amerika Birleşik Devletleri’nin koyduğu standartlara uygun üretim yapıyor. SİBEM’e uymayan dampingli ürünlerin Uzak Doğu’dan Türkiye pazarını domine etmesine de engel olunması gerektiğini savunuyoruz" dedi. "Türkiye’nin bölgesel üretim üssü olmasını hedefliyoruz" Anti-damping uygulamalarının sadece üreticileri değil; hammadde tedarikçilerinden lojistiğe, yan sanayiden istihdama kadar geniş bir ekosistemi güçlendireceğini vurgulayan Kayabaşı, bu düzenlemenin sektör için stratejik bir kalkan oluşturacağını belirtti. Kayabaşı, son 3 yılda yapılan modernizasyon ve otomasyon yatırımlarıyla verimliliği artırdıklarını ifade ederek, şöyle konuştu: "Soğuk hadde hattımız, tavlama teknolojilerimiz ve kalite kontrol sistemlerimizle Avrupa standartlarında üretim yapabilecek konuma ulaştık. Bu vizyonumuz, yalnızca ekonomik büyümeye değil, Türkiye’nin paslanmaz çelikte bölgesel bir üretim üssü olma yolculuğuna da katkı sağlayacaktır." Özdemir: "Türkiye’nin en büyük 68. sanayi kuruluşu oldu" Posco Assan CEO’su Ufuk Özdemir, şirketin yüzde 70 Posco, yüzde 30 Kibar Holding ortaklığıyla yönetildiğini belirtti. Şirketin kuruluş ve üretim sürecine ilişkin bilgi veren Özdemir, "Şirket 2011’de kuruldu, 2013’te üretime başladı, 2014’te de yaklaşık 11 yıl önce tam kapasite üretime başladık. 2018’de 1 milyonuncu ton üretimini, 2023’te de 2 milyonuncu ton üretimini yaptı. Bunu yaparken 2021 rakamlarıyla birlikte, ki o zaman da tam kapasite değildik ama optimum seviyede üretim yapıyorduk, Türkiye’nin en büyük 68. sanayi kuruluşu oldu. İş sağlığı güvenliği de zaten ilk önceliğimiz. Bu kapsamda da sadece Türkiye’de değil sektöründe, dünyadaki en iyi uygulamalar arasına girdi. 2023 yılında da Türkiye’de örneği olmayan yaklaşık bin günlük bir iş kazasız gün sayısına ulaştık" dedi. "Maksimum 1550 milimetre genişliğinde üretim yapıyoruz" Fabrikanın teknik altyapısını detaylandıran Özdemir, 0.3 ila 5 milimetre kalınlığında ve maksimum 1550 milimetre genişliğinde üretim yapabildiklerini söyledi. Özdemir, üretim parkuruna ilişkin şunları aktardı: "Fabrikamızda 3 ana süreç var. Birincisi haddeleme. Yaklaşık 100 bin tonu aşkın haddeleme kapasitesi olan ve bunu besleyen yan ünite ile birlikte 4 temel hattımız bulunuyor. İkinci süreç olan iki tane tavlama hattımız var. Bunlardan BA, kurulduğu zaman Avrupa’nın en büyük parlak tavlama hattıydı. İlk defa gelen kişiler belki de ’Ne kadar büyük bacası var’ demiş olabilir ama aslında o baca değil, bir üretim hattı. Diğer hattımız da APF yani mat tavlama hattımız. Bu da 600 metreyi aşkın uzunlukta, demir çelik sektöründeki tek başına olan en uzun hatlardan biridir. Bunun da kapasitesi yıllık 200 bin tondur." "Üretimimizin yüzde 30’unu ihraç ediyoruz" Ürün dağılımı ve pazar payına değinen Özdemir, "Üretimimizin yüzde 60’ını 300 serisi, yüzde 40’ını ise 400 serisi oluşturuyor. Ağırlıklı olarak iç pazara çalışmakla birlikte üretimimizin yüzde 30’unu ihraç ediyoruz. Ürünlerimiz yüzde 50 oranında servis merkezlerine, kalanı ise beyaz eşya, mutfak eşyaları ve otomotiv sektörüne gidiyor" ifadelerini kullandı. Choi: "Bizim için hala bu sektörde zor dönemler ve şartlar devam etmektedir" Posco Assan CEO’su Ji Seob Choi ise "Asya’dan Avrupa’ya" vizyonuyla 15 yıl önce Türkiye’ye yatırım yaptıklarını hatırlattı. Sektördeki zorlu şartlara dikkati çeken Choi, şunları kaydetti: "Bizim için hala bu sektörde zor dönemler ve şartlar devam etmektedir fakat elimizden gelenin en iyisini yapmaya gayret gösteriyoruz. Türkiye paslanmaz çelik sektörüne, buradan da Avrupa ve diğer ihracat ülkelerine kadar malımızı ulaştırmak için çalışıyoruz. Her şeyden daha önemli olanın, ülke içinde özellikle imalat sanayinin güçlendirilebilmesi olduğunu düşünüyorum. Bir ülke için en önemlisi, o ülkenin üretiminin devam etmesi ve güçlenmesidir. Bunun mümkün olabilmesi için yerli üretimin ve sanayinin güçlenebilmesi için önlemlerin alınması, sanayinin korunması çok önemlidir."
Ankara Emine Erdoğan "Soykırımın Kadın Tanıkları: Gazze’de Medya ve Direniş" programının açılışında konuştu Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın eşi Emine Erdoğan, "Şehit olan Filistinli kardeşlerimiz çok üzülerek ifade ediyorum ki, hayata, insanlığa gönül koyarak veda ettiler. O nedenle, haksızlığa, yalana, adaletsizliğe, ayrımcılığa, soykırıma ve cümle kötülüğe savaş açmak, hepimizin en meşru savaşıdır." dedi. Emine Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı tarafından düzenlenen "Soykırımın Kadın Tanıkları: Gazze’de Medya ve Direniş" programına katıldı. İletişim Başkanlığına gelişinde Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Mahinur Özdemir Göktaş ve Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Burhanettin Duran tarafından karşılanan Emine Erdoğan, İsrail’in Gazze’ye saldırılarında hayatını kaybeden gazetecilerin fotoğraflarının yer aldığı alanı gezdi. Programda konuşan Emine Erdoğan, bu anlamlı program vesilesiyle katılımcıları buluşturan İletişim Başkanlığına teşekkür etti. Filistinli gazeteci ve muhabirlerin yanı sıra Filistinli yönetmen Basel Adra’yı da misafir etmenin mutluluğunu yaşadıklarını belirten Emine Erdoğan, "Kıymetli kardeşim, öncelikle bilin ki siz, Türkiye’de yabancı bir ülkede değil, kendi evinizdesiniz. Burada misafir değilsiniz, ailenizle birliktesiniz. ’Başka Toprak Yok’ belgeseliniz, Oscar ve Berlin başta olmak üzere birçok film festivalinde ödül aldı. Ama siz çok daha büyük bir ödülün de sahibisiniz. O da tarihe bir hakikat savaşçısı olarak geçmenizdir. Belgeseliniz, Filistin davası gibi kelimelerin anlatmakta aciz kaldığı acılara ve onurlu Filistin halkının direniş mücadelesine tercüman oldu. İki senedir canlı yayında tüm dünyanın izlediği soykırımın yeni ve Gazze ile sınırlı olmadığını Filistin’in her karış toprağında bir asra yakın zamandır devam ettiğini uluslararası topluma duyurdunuz. Bu süreçte yaşadığınız zorlukları da biliyorum. Azminizden ve cesaretinizden dolayı sizi ve ekip arkadaşlarınızı yürekten kutluyor ve alkışlıyorum." diye konuştu. Bugün unutmamak ve şahit olduklarını konuşmak için bir arada olduklarını söyleyen Emine Erdoğan, hatırlamanın en büyük direniş olduğunu ifade etti. Emine Erdoğan, İsrail’in 2 yılda yaklaşık 300 gazeteciyi katlettiğini anımsatarak bunların 37’sinin kadın olduğunu aktardı. Filistin’de şehit olanlar için Fatiha okudu Sözlerine bu cesur 37 kadından biri olan Selma Muheymer’i anarak başlamak istediğini belirten Emine Erdoğan, şöyle devam etti: "O hem bir gazeteci hem de 31 senelik hayatını İsrail bombardımanlarının ve insanlık dışı ambargoların gölgesinde yaşamış bir kadın ve anneydi. 2023’te 3 yıldır uzak kaldığı ailesini görmek ve daha bir yaşındaki oğlu Ali’yi onlarla tanıştırmak için Gazze’ye gitti. İsrail’in hava saldırısında evleri yerle bir edildi ve oğlu Ali, annesi, babası ve 4 kardeşi ile birlikte acımasızca öldürüldü. Selma kardeşimiz, sosyal medyada yaptığı son paylaşımında şunları söylemişti: ’Biz yok olursak ve hakkımızda haber alınamazsa dua bizi bir arada tutar.’ Şimdi gelin, bu vasiyeti yerine getirelim ve Filistin’de şehit olan tüm kardeşlerimizin ruhları için bir Fatiha okuyalım. Amin." Emine Erdoğan, insanın, derdi, kederi "dağ" gibi olduğunda hal hatır soranlara "Hangi birini anlatayım?" dediği anlar olduğunu belirterek şu ifadeleri kullandı: "İşte Filistin’den bahsetmek de bizler için böyle derin bir kalp yarasıdır. Hangi birini anlatalım? Çocukları öldürünce bayram yapan insanlığın yüzkarası siyonistleri mi? Üflesek uçacak çadırların bombalanmasını mı? Annesiz uyuyamadıkları için geceleri mezarlıkta, annelerinin mezarlarının üzerine kapanarak uyuyan çocukları mı? Açlıkla, susuzlukla geçen günleri mi? Bir deri, bir kemik kalmış çocukların, kendilerinden daha ağır un çuvallarını taşıyarak çıplak ayak yürüdükleri, ölümün kol gezdiği, upuzun yolları mı? Öleceğinden emin olan Filistinlilerin, her göz göze geldiklerinde birbirlerinden helallik istemelerini mi? Ve bunu Filistinlilere mahsus o vakur tebessümle yapışlarını mı? Yoksa enkazların tozuna toprağına karışan mezarsız ve kimliksiz naaşlara sayısız kere şahit oldukları için ’Onurumla gömülmek istiyorum’ diye haykırışlarını mı?" Bu cümleleri kurarken duygulanan Emine Erdoğan, "İsrail zulmü, 70 yılı aşkın süredir ’Bu kadarına kimse cüret edemez’ denilen her kötülüğe cüret edilebildiğini, ’aşılamaz’ denilen her sınırın aşılabildiğini gösterdi. İşte bu yüzden en çok kalemden, fotoğraf makinelerinden ve mikrofonlardan korkuyorlar." dedi. İsrail’in, gerçeğin insanlara ulaşan tüm yollarını tıkamak istediğini kaydeden Emine Erdoğan, "Hakikati de abluka atına alıyorlar. Basın mensuplarını korumaları gerekirken uluslararası hukuk ve normları hiçe sayıp bilhassa onlara saldırıyorlar. Düşünün ki İsrail ordusu, Filistinli gazetecileri sindirmek için evlerini bombaladı. Onları aileleriyle, komşularıyla birlikte yok etti. En güvenli yer olması gereken hastane avlularında bile insansız hava araçlarıyla gazetecileri öldürdü. Öldüremediklerini tarihin gördüğü en büyük kötülüklerin üretim merkezi olan hapishanelerinde ölüme terk etti. İsrail, hakikatin dünyaya ulaşmasını engellemek için sistematik bir saha infaz politikası uyguladı. Yetmedi, öldürdükleri gazetecileri, ’terörist’ ilan edip cinayetlerini aklamaya çalıştı. Al Jazeera gibi ulusal medya organlarının ofislerini ’ulusal tehdit’ diyerek kapattı." diye konuştu. "Bilgiyi çarpıtarak, katliamlar pekala meşrulaştırılabiliyor" Emine Erdoğan, bütün bu örneklerin yeni bir gerçeği gösterdiğini ifade ederek sözlerini şöyle sürdürdü: "O da bilginin şiddete dönüştürülebilmesidir. Bilgiyi saklayarak, çarpıtarak, dezenformasyona çevirerek, katliamlar pekala meşrulaştırılabiliyor. Enformasyon üzerinde güçlü bir tahakkümü olan bazı ana akım Batı medya kuruluşları, istedikleri sesleri kısıp istedikleri sesleri sonuna kadar açıyor. Mesela, bombardımanlarda ölen çocukların görüntüleriyle ilgili ’Filistinliler oyuncak bebekle propaganda yapıyor’ yalanını nasıl tüm dünyaya servis ettiklerini hepimiz görmedik mi? Katlettikleri Filistinli çocukların fotoğrafını Batılı bir medya kuruluşu ’İsrailli bebekler öldürüldü’ başlığıyla yayınladı. İsrail ve onların enformasyon şiddetine ortak olan medya kuruluşlarıyla dünya kamuoyu defalarca manipüle edildi. Ne acı ki, dünyanın birçok yerinde bu yalanlara inanarak soykırıma alkış tutanlar oldu. Artık demokrasi ve insan hakları gibi evrensel değerlerin, ötekileştirilenler söz konusu olduğunda yalnızca bir tekerlemeden ibaret olduğunu biliyoruz." Bu gerçeğin, salondaki herkese çok önemli bir sorumluluk yüklediğine işaret eden Emine Erdoğan, "O da her zamankinden çok daha güçlü bir iletişim stratejisi yürütmektir. Dünyanın tüm kıtalarında hakikatin sesini yükseltmek, gerçeğin tercüme edilmediği tek bir lisan bile bırakmamaktır. Çünkü şehit olan Filistinli kardeşlerimiz çok üzülerek ifade ediyorum ki, hayata, insanlığa gönül koyarak veda ettiler. O nedenle, haksızlığa, yalana, adaletsizliğe, ayrımcılığa, soykırıma ve cümle kötülüğe savaş açmak, hepimizin en meşru savaşıdır." ifadelerini kullandı. "Bu kahramanlar, hakikate kadınların gözünden ayna tuttular" Emine Erdoğan, bugün andıkları 37 kadın gazetecinin, haber bölgelerine yeri geldi karnındaki bebeğiyle, yeri geldi çocuğunu birine emanet ederek koştuğuna dikkati çekerek şöyle devam etti: "Bu cesur kadınlar, daha göbek bağı kesilmemiş yeni doğan bebeklerin hava saldırılarında anneleriyle birlikte öldüklerine tanık oldukları için ölmeyi göze aldılar. Bebeklerin ömrü, kelebeklerinki kadar olmasın istediler. O yüzden yalanın anatomisi hakkında kimsenin bilmediği gerçekleri ortaya çıkardılar. ’Bir Filistin vardı, bir Filistin gene var’ mısralarını doğrulamak için yaptıkları haberlerle zalime meydan okudular. Gazze’de işlenen ağır insanlık suçlarını tarihe not ederken kendi öyküleri de Gazze’nin öyküsüne karışan bu kahramanlar, hakikate kadınların gözünden ayna tuttular. Tıpkı, gazeteci Meryem Ebu Dakka gibi. O da geçtiğimiz ağustos ayında bir hastanede haber çekimleri sırasında İsrail’in ahlaksız saldırısında hayatını kaybetti. ’Kamera benim görevim, mesleğim değil.’ diyen Meryem kardeşimiz, vefatından önce oğluna yazdığı mektupta şöyle demiş, ’Elimden gelen her şeyi, sen mutlu, iyi ve güvende olasın diye yaptım.’ Şahsen, bu yiğit kadınların, ölümün kıyısında verdikleri tüm bu mücadelenin tek bir amacı olduğunu düşünüyorum. Filistin’in çocukları, Filistin’in baharı olabilsin diye..." Gazze’de 2 senede 70 binden fazla insanın öldürüldüğünü hatırlatan Emine Erdoğan, ateşkesin yürürlüğe girmesinden bu yana bile yaklaşık 400 kişinin daha hayatını kaybettiğini söyledi. Bunlardan birinin de 28 yaşındaki gazeteci Salih El Ceferavi olduğunu söyleyen Emine Erdoğan, şunları kaydetti: "O, 700 günden fazla süren soykırım boyunca yaptığı haberlerle, çektiği videolarla, en çok da umudun yüzünde çiçek gibi açmasıyla hepimizin sevdiği bir evladımızdı. Ondan geriye maalesef ki kurşun geçirmez sandığımız basın yeleği ve ailesine sevgi dolu mesajları, vasiyet olarak bıraktığı videosu kaldı. Sadece kasım ayında Filistinli gazetecilere yönelik 57 ihlal ve saldırı gerçekleştirildi. İsrail’in, Filistin’de yalnızca Filistinlileri değil, Filistin’e dair tüm hafızayı da öldürmek istediğini biliyoruz. Soykırımın yanında eko-kırım yaparak toprağı yaşanamaz hale getiriyorlar. Tarihi ve kültürel mirası yok ederek milli kimliği kırıma uğratıyorlar. Filistinlilerin tarihsel ayak izlerini siliyorlar ki yarın öbür gün ’Siz aslında burada hiç yoktunuz.’ diyebilsinler. Biz, elbette buna müsaade etmeyeceğiz. Selmaları, Meryemleri, Salihleri ve nicelerini aklımızda ve dualarımızda muhafaza edeceğiz. Gazze’de yok edilen 1 milyon zeytin ağacının kırık dallarıyla hayatı aşılayıp yeniden filizlendireceğiz. Çoğu zaman ’Ve o güzel insanlar, o güzel atlara binip gittiler’ denir. Ama biz o güzel insanların gittikleri yerden gemilere binip insanlık vicdanının çağırdığı yere Gazze’ye geldiklerini gördük. O yüzden inanıyorum ki, biz hakikatin ışığını yansıttıkça bugün Gazze’nin üstüne çöken karanlık, yarın insanlığın topyekün direnişiyle inşallah aydınlığa dönüşecektir." Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı tarafından Gazze’de son 2 yılda basın mensuplarına yönelik saldırı ve katliamların kayda geçirilmesi amacıyla hazırlanan "Gerçeğin Katli: İsrail’in Gazeteciliğe Karşı Savaşı" kitabının da tanıtıldığı programa, Anadolu Ajansı (AA) Yönetim Kurulu Başkanı ve Genel Müdürü Serdar Karagöz, TRT Genel Müdürü Mehmet Zahid Sobacı, Basın İlan Kurumu Genel Müdürü Abdulkadir Çay, gazeteci ve "Başka Toprak Yok" belgeselinin yönetmeni Basel Adra, gazeteci Somaya Abunima ile ulusal ve uluslararası medya temsilcileri de katıldı. Konuşmaların ardından "Dünyanın Sessizliğine Direnen Sesler: Gazze’de Kadın Gazetecilerin Direnişi" ve "Medya Baskısı: Gazze’de Gerçeğin Kuşatılması" oturumlarının yapılacağı panele geçildi. 1. Oturum’da Dünyanın Sessizliğine Direnen Sesler Gazze’de Kadın Gazetecilerin Direnişi başlığı ele alındı. "Soykırımın Kadın Tanıkları: Gazze’de Medya ve Direniş" panelinin ilk oturumu, - Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı Uluslararası Medya Koordinatörü Dr. Gözde Kirişcioğlu moderatörlüğünde gerçekleştirildi. Oturumda; Yönetmen ve İnsani Yardım Koordinatörü Tülay Gökçimen, Gazeteci Youmna El Sayed, Al Jazeera Prodüktörü Hind Touissate, Yeni Şafak Gazetesi Editörü Ayşe Betül Kayahan konuşmacı olarak yer aldı. Medya Baskısı - Gazze’de Gerçeğin Kuşatılması başlıklı İkinci oturum ise, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı Stratejik İletişim ve Kriz Yönetimi Dairesi Başkanı Doç. Dr. Bora Bayraktar moderatörlüğünde gerçekleşecek.Oturumda; Anadolu Ajansı Muhabiri Nour Mahd Ali Abu Aisha, Sakarya Üniversitesi Ortadoğu Enstitüsü Dr. Öğretim Üyesi Dr. Mustafa Caner, Gazeteci Hatem Shurrab, Daily Sabah Yayın Koordinatörü Mehmet Çelik konuşmacı olarak yer alacak.
İstanbul "Dünya altına, altın da dünyaya yön veriyor" Geçen yıl 2 bin-2 bin 500 dolar seviyelerinde gezen altın, 2025’in sonuna doğru 4 bin 200 dolara kadar yükseldi. Sektör temsilcilerinden Ahmet Cumhur Kitiş, "Bu yıl altın yalnızca fiyat olarak değil, fonksiyon olarak da yükseldi. Ulus devletler altını yeniden rezerv sisteminin merkezine koydu. 4 bin 200 dolar artık geçici bir zirve değil, yeni bir dönemin başlangıç noktasıdır" ifadelerini kullandı. 2025 yılında altın, 4 bin 200 dolarlık ons fiyatıyla tarihin en yüksek seviyesine ulaştı. Sektör temsilcileri tarafından altının yalnızca bir yatırım aracı değil, küresel güç dengelerinin yeniden kurulduğu yeni bir dönemin sembolü haline geldiği belirtildi. DEMAŞ A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Cumhur Kitiş, altının bu seviyelere ulaşmasını yeni bir dönem olarak yorumladı. "Ulus devletler altını yeniden rezerv sisteminin merkezine koydu" Altının yeniden rezerv sisteminin merkezine geldiğini DEMAŞ A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Cumhur Kitiş, "Altının ons fiyatı Aralık 2025 itibarıyla 4.200 dolar seviyelerinde dengelenirken, yıl boyunca yaşanan fiyat hareketleri, dünya ekonomisinin geçirdiği dönüşüm ve yatırımcı davranışlarındaki değişim dikkat çekici bir tablo ortaya koyuyor. 2024 ABD seçimlerinin ardından yeni yönetimin ekonomi politikalarının şekillenmesi, FED’in faiz kararlarında daha temkinli bir strateji izlemesi ve küresel gerilimlerin tırmanması, 2025 yılı boyunca altını sürekli destekleyen bir zemin oluşturdu. Bu yıl altın yalnızca fiyat olarak değil, fonksiyon olarak da yükseldi. Ulus devletler altını yeniden rezerv sisteminin merkezine koydu. 4 bin 200 dolar artık geçici bir zirve değil, yeni bir dönemin başlangıç noktasıdır. Aynı dönemde gümüş, endüstriyel talep (özellikle güneş enerjisi ve batarya teknolojileri) nedeniyle daha volatil olmakla birlikte güçlü bir yukarı yönlü eğilim gösterdi" dedi. "4 bin 200 dolar bir ‘tavan’ değil, yeni normalin eşiğidir" 2025 yılında altının yükseliş nedenlerini sıralayan Kitiş, "2025’e girerken altın 3 bin 950 ila 4 bin 50 dolar bandında hareket ederken, yılın ikinci çeyreğinde jeopolitik riskler, küresel tedarik kırılmaları ve merkez bankalarının altın rezervlerini hızla artırması fiyatı yukarı taşıdı. Arz artmıyor, ancak talep hiç olmadığı kadar güçlü. Bu nedenle altın, geri çekilmelerde alıcı bulan yapısal bir yükseliş döngüsüne girdi. 4 bin 200 dolar bir ‘tavan’ değil, yeni normalin eşiğidir. FED’in 2024 seçimleri sonrası istikrar amaçlı temkinli duruşu, faizleri uzun süre sabit tutması ve 2026’da planlanan indirim beklentileri de altını güçlü kıldı" dedi. "Geleceğin teknolojik altyapısıyla birlikte okumak gerekiyor" Gümüşün gelecekteki değerine dikkat çeken DEMAŞ A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Cumhur Kitiş, "Gümüş yıl boyu 30-35 dolar aralığında dalgalı bir seyir izledi. Güneş paneli üretimindeki talep artışı ve batarya teknolojilerinde kullanılan gümüş miktarının yükselmesi fiyatlara doğrudan yansıdı. Gümüş yalnızca güvenli liman değil; artık enerji dönüşümünün omurgasında. Bu metali altınla birlikte değil, geleceğin teknolojik altyapısıyla birlikte okumak gerekiyor" ifadelerine yer verdi. "2026’da altın, merkez bankalarının stratejik güvenlik alanı olmaya devam edecek" Uluslararası finans kuruluşlarının 2025-2026 yılındaki öngörülerini sıralayan Kitiş, "Dünya finans devleri, altının yapısal yükselişini 2026’ya taşıyan analizler yayımlamaya başladı. Goldman Sachs: 2025 kapanışı 4 bin 350-4 bin 500 dolar, JP Morgan: 2026 ilk çeyrekte 4 bin 500 dolar üzerinde kalıcılık bekliyor, UBS: Altında rezerv politikaları nedeniyle ‘uzun vadeli boğa trendi’, Citibank: Jeopolitik şoklarda 4 bin 600-4 bin 700 dolar potansiyeli. Uluslararası kuruluşlar teknik analiz yapıyor, ama asıl belirleyici unsur devletlerin altına yönelimi. 2026’da altın, merkez bankalarının stratejik güvenlik alanı olmaya devam edecek" dedi. "Altın düştüğünde alım yapan kazanıyor" Altına talebin hiç azalmadığını belirten DEMAŞ A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanı Kitiş, "Fiziki altın talebi yıl boyunca hiç zayıflamadı. Altın artık psikolojik değil, stratejik bir yatırım. Türk yatırımcısı da dünyadaki eğilime uydu: Altın düştüğünde alım yapan kazanıyor. Faizleri ani indirmekten çekinen FED, altını doğal bir sigorta aracı hâline getirdi. Piyasa ‘faiz sabit, altın güçlü’ denklemine çok hızlı uyum sağladı. Çok kutuplu yeni düzenin para ayağı altına doğru kayıyor. BRICS’in attığı adım, altını yeniden sistemik güç merkezi hâline getiriyor. Veri merkezi yatırımlarının enerji talebini artırması maliyetleri yükseltti. Bu durum, 2025-2026 için daha yüksek enflasyon beklentilerini tetikledi. Piyasa istikrarlı giderse altın yıl sonunu 4 bin 400 dolar civarında kapatır. Jeopolitik baskı artarsa, fiyatlar sert sıçrayabilir. Gümüşte 38-40 dolar aralığı mümkün. Kalıcı bir düşüş beklemek doğru değil; fiziki talep altına sürekli destek veriyor. 2025 yılı altın ve gümüş açısından yalnızca fiyatların yükseldiği değil, küresel ekonomik mimarinin yeniden şekillendiği bir dönem olarak tarih yazıyor. 2025, altının yeniden parasal güç hâline geldiği bir yıl. 2026’ya girerken altının rolü artık tartışma konusu değil; dünya altına, altın da dünyaya yön veriyor" diye konuştu.