GENEL - 08 Mart 2019 Cuma 16:03

Kireçci, “Bugün esaret zincirini kırmanın, tutsak kadınları özgürlüğe kavuşturmanın vaktidir”

A
A
A
Kireçci, “Bugün esaret zincirini kırmanın, tutsak kadınları özgürlüğe kavuşturmanın vaktidir”

Erzurum Eğitim-Bir-Sen Kadın Komisyonu 8 Mart Dünya Kadınlar günü dolayısıyla sendika şube merkezinde basın açıklaması yaptı.

Erzurum Eğitim-Bir-Sen Kadın Komisyonu 8 Mart Dünya Kadınlar günü dolayısıyla sendika şube merkezinde basın açıklaması yaptı.


İl kadın komisyon Üyeleri ve 3 Merkez İlçe Kadın Komisyon Üyeleriyle birlikte yapılan açıklamaya İl Müftü Yardımcısı Müsaffa Akbulut da katıldı.


Müftü Yardımcısı Akbulut un sonunda dua yaparak tamamlanan basın açıklamasında Eğitim-Bir-Sen İl Kadın Komisyon Başkanı Esra Kireçci, “Bugün esaret zincirini kırmanın, tutsak kadınları özgürlüğe kavuşturmanın vaktidir” dedi.


8 Mart Dünya Kadınlar Günü, kadınlarımızın sorunlarının tartışılması için bir imkân, güncel meselelerinin ele alınması için bir fırsat, bazı gerçeklerin altının çizildiği bir gündem olageldiğini anlatan Esra Kireçci, şunları kaydetti; “Bugünün ilanı ve kadın sorunlarının tarihsel bağlamından soyutlanarak anlaşılması, yorumlanması ve değerlendirilmesi mümkün olmadığı gibi, çözüm önerileri de bu bağlamdan kopuk olamaz.


Her kültür, kadın, aile ve toplumsal değerlerini kendi kodları içinde anlamlandırmış, buna göre bireylere rol ve statü vermiştir. Devletlerin kuruluşu, devamlılığı ve gelişimiyle birlikte meydana gelen sosyal, siyasal, ekonomik ve teknolojik değişimler bazı rolleri kısıtlamış veya ortadan kaldırmış, yeni roller ve konumlar ortaya çıkarmış; her toplum, dünüyle bugünü arasında sağlıklı değişimler geçirdiği ölçüde kendini korumuş, başka medeniyetlere benzeştiği, özendiği oranda savrulmuş, değer kaybına uğramış ve yozlaşmıştır.


Sanayinin gelişmesi, ticaret hayatında çok farklı sektörlerin ortaya çıkması, iş gücü ihtiyacı nedeniyle kadınların üretim hayatında daha fazla yer alması hatta bu iş gücü ihtiyacının çocukları dahi bir çalışana dönüştürmesi neticesinde geçmişten günümüze sorunlar daha karmaşık bir hâl almış ve derinleşmiştir.


Sanayileşmeyle birlikte üretime dayalı maddi kazanımın hazzı ile sadece yeni değil, ayrıca neredeyse tamamen ters bir istikamete yönelen materyalist Batı, geleneksel değerleri hayatın ve insanın merkezinden söküp atmıştır. Sadece insan enerjisi değil, insanı anlamlı kılan etik, estetik, dini, manevi, kültürel, ruhsal, ailevi ve şahsi bazı değerler de daha fazla üretim ve daha fazla kazanç uğruna maalesef feda edilmiştir. Geleneksel değerlerle modern hayat arasındaki değişim kendi makuliyetini kaybettiği zaman toplumun psikolojisini, sosyal işleyişini, aile düzenini tehdit eden bir risk olmuştur.


Modernleşmeyle birlikte başlayan değişim ve gelişimler bir ilerleme, üretimde bir zenginlik, ekonomide bir büyüme meydana getirdiği gibi, bu değişim, sağlıklı yönetilmediği zamanlarda sömürüye aracılık etmiş, özne olan insanı nesneye, aktör olması gereken kadınlarımızı kapitalizmin figürüne dönüştürmüştür.


Ne var ki, 8 Mart gibi günler mazlumun zalime zulmünü haykırmaktan öteye geçmemekte, haklının hakkını almasına zerre kadar hizmet etmemektedir. Kazanmaktan başka bir şey düşünmeyen kapitalist düzen, dizginlenemez bir hızla, yatışmaz bir iştahla her şeyi kazanç ve rant aracına dönüştürmektedir. Bu durum, kadın, çocuk, erkek her şeyi sömürü tezgâhının bir nesnesine hâline getirmekte; amacı, aracı, objesiyle her şeyi sadece kâra hizmet eden bir patronaj dünyasını herkese dayatmaktadır. Dahası, sömürü düzeninin en vahşi yöntemi olan savaşlar, parçalanan aileler, kaçırılan çocuklar, tutuklanan ve istismar edilen kadınlar, dağılan toplumlar ortaya çıkarmaktadır. Bosna-Hersek’te, Afganistan’da, Somali’de, Filistin’de, Gazze’de, Arakan’da, Irak’ta, son olarak Suriye’de yaşanan bu zulümler, kapitalist sömürü düzeninin, emperyalist devletlerin milletleri bölmesi, en çok da kadınların ve çocukların mağdur edilmesiyle devam etmektedir.


Bugün Suriye’de savaşın yüzlerce acı sonucunun bir parçası olarak önümüzde duran Suriyeli kadınların zindanlardaki tutsaklığı vicdanları harekete geçirmiş, sağır sultanlara adaleti haykırmak, bizim coğrafyamız söz konusu olduğunda kör baykuşu oynayanlara bu zulümleri en yalın hâliyle göstermek için, içinde bizim de bulunduğumuz ‘vicdan hareketi’ tüm dünyaya seslenmek için yürüyüşe geçmiştir.


Bizim inancımıza göre ilahi öğreti erkeklerle kadınları birlikte muhatap alıp ikisini de eş değer özne olarak tanımlayıp birbirinin velisi olarak tanımlamıştır. Hayat, ikisiyle mukim, ikisinin birlikteliğiyle tastamam, ontolojik gerçeklerle anlamlı ve yaşanılır kabul edilmiştir.


Bizim tarihimizin birçok kesitinde kadınlarımız toplumsal liderlik görevi üstlenmiştir. Anadolu’nun kalkınmasında öncü Fatma Bacı’dan istiklal mücadelemizin sembol isimlerinden Nene Hatun’a kadar çok başarılı rol modellerle hayatın her alanında yerlerini almıştır. Eğitimden edebiyata, sanattan ticarete, bilimden tekniğe kadar birçok alanda ender ve eşsiz örnekler yetiştirmiş medeniyet değerlerimizle bağımızı koparmadan, güncel olanı da yakalayarak, başkalaşan değil, ufku görerek değişimi kendi iradesiyle yaşayan bir toplum olmalıyız.


Kötülükleri engelleyip iyilikleri yayan, insan yetiştirmeyi ve örnek şahsiyetlere kavuşmayı amaç edinen toplumlarda roller farklı olsa da amaçlar aynıdır.


Cinsiyetleri birbirinden ayrıştıran veya yarıştıran ya da tamamıyla eşitleyen yaklaşımlar yerine her bireyin kendi ontolojik gerçeklerine uygun bir şekilde var olacağı ve rol üstleneceği, müktesebatı ölçüsünde statü kazanacağı, yozlaşmaya kapalı, sürdürülebilir yollara ve yöntemlere ihtiyacımız var.


Her zaman haktan, hukuku ayakta tutmaktan, adaletten yana olan Eğitim-Bir-Sen olarak, kadınlara yapılan işkence ve istismarı şiddetle, nefretle kınıyor; bu insanlık ayıbının bir an önce son bulmasını istiyor, bütün tutsakların hür, kadınların özgür, çocukların geleceği yaşayacağı adil bir dünya temenni ediyoruz.


8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nün emeğe daha fazla değer katmasını, insana daha çok saygı kazandırmasını, kültürümüzün ihya edileceği bir iklim ortaya çıkarmasını, değerlerimizin kök salacağı bir ortam oluşturmasını, örnek kadınlarımızın daha iyi anlaşılacağı bir eğitim sistemine hizmet etmesini arzuluyor; bugünün kadınlarımızın sorunlarının daha iyi anlaşılmasına vesile olmasını, çözümüne hizmet etmesini ve hayırlar getirmesini diliyoruz.”

Bunlar Da İlginizi Çekebilir
Bursa Başkan Gürhan Akdoğan: "Bursa ovası da, sanayisi de sahipsiz değildir" Atatürkçü Düşünce Derneği Bursa Şube Başkanı Gürhan Akdoğan, 1977 yılında yapılan tarımsal arazilerin ve özellikle Bursa ovasının korunması hakkındaki protokolle 20 bin hektar alandan geriye, 9 bin hektarın kaldığını söyledi. ADD Bursa Şubesi, Bursa’da sanayileşme ve kentleşme çerçevesinde çevresel etkileri hiçe sayan, doğayı tahrip ederek kent ve toplum çıkarları yerine, bireysel çıkarları hedefleyen gündemdeki bazı projeler hakkın basın mensuplarıyla bir araya geldi. Nilüfer Karaman Dernekler Yerleşkesinde konuşan ADD Bursa Şube Başkanı Gürhan Akdoğan, "Yıllarca anlattık, olmadı. Her şeyi rant gören anlayışla vahşice çarpık kentleşme ve çarpık sanayileşme ile mücadele ettik. ’Bursa ovasını yok ediyorsunuz’, ’Sürdürülebilir kalkınma ilkesi doğrultusunda doğayı çevreyi koruyarak sanayileşmeyi, kentleşmeyi birlikte planlayalım’ dedik yine olmadı. Onlarca sanayileşme ve kentleşme sempozyumları düzenledik, raporlar hazırladık, kent yağmasına, ova talanına karşı davalar açtık ama bir türlü dinlemediler. 1977 yılında yapılan tarımsal arazilerin ve özellikle Bursa ovasının korunması hakkındaki protokolde korunacak ova koruma alanı 20 bin hektar olarak belirlenmiş olmasına rağmen ova korunamamış, meydana gelen sanayileşme ve yerleşim sebebiyle ova koruma alanı 11 bin 245 hektara kadar küçülmüştür. Bu duruma rağmen yapılan araştırmalar (2011 yılında belirlenen ova koruma alanı 9 bin 163 hektar) Bursa ovasının kan kaybetmeye devam ettiğini, günümüzde 9 bin hektarın da çok altına düştüğünü göstermektedir. Bursa ovasının elimizde 9 bin hektarı kalırken onu da sulayamıyoruz. Bursa 2020 yılı çevre düzeni planın da bugüne kadar yaklaşık 300 adet plan değişikliği yapılmıştır. Bu değişiklikleri yapan kurumlar sırasıyla Bayındırlık ve İskan Bakanlığı, Çevre Bakanlığı, Bursa İl Özel İdaresi ve Bursa Büyükşehir Belediyesi ile ilçe Belediyeleri ve meclisleridir" dedi. "Tarım arazileri her geçen gün küçülmektedir" Dünyada yaşayan insanların nüfusu 2000 yılında 6 milyar iken, şimdi 7,8 milyara ulaştığını belirten Akdoğan, "19. yüzyıl başlarında 1,5 milyar olan dünya nüfusunun, 2050 yılında 10 milyara çıkacağı tahmin edilmektedir. 1950 yılında 21 milyon olan nüfusumuz, 2023 yılında 4 kat artarak 85 milyona ulaşmıştır. Yaşadığımız uygarlık, doğal kaynakların yanlış kullanımı ve doğal yaşam alalarına verilen zarar sebebiyle tehlikeye girmiş durumdadır. Kapasitenin üzerinde kullanımının sonucunda dünya, aşın bir baskıyla karşı karşıyadır. Endüstri devriminden günümüze dek geçen süre içerisinde dünya nüfusu sekiz katına çıkmıştır. Son 100 yıl içinde, endüstriyel üretim 100 kat artmıştır. İnsan etkinliklerinin ve nüfusun bu inanılmaz artışı çevre üzerinde önemli ölçüde olumsuz etkiler oluşturmuştur. Bursa’da ise tarım arazisi 2016 yılında 417 bin 420 hektarla toplam arazinin yüzde 38,34’ünü oluştururken, 2022 yılında 369 bin 727,80 hektara düşerek yüzde 33,36’ ya gerilemiştir. Yani son 16 yılda 47 bin 692,20 hektar tarım arazisi, tarım dışına çıkarılmıştır. Tarım dışına çıkarılan bu arazilerin büyük bir kısmı da yerleşim yerlerine ve sanayi alanına dönüşmüştür. Bursa toplam tarım alanının yüzde 79’luk kısmı sulamaya uygun olmasına rağmen, yüzde 42’lik kısmı sulanabilmektedir. Sulamaya uygun alanın ise yüzde 53’ü sulanmaktadır. Tüm Türkiye’de olduğu gibi Bursa’da da hala tarımsal sulama suyunun yüzde 68’i açık sulama sistemleri ile, sadece yüzde 32’si kapalı basınçlı sistemlerle sulanacak arazilere ulaştırılmaktadır" dedi. Türkiye’de olduğu gibi Bursa’da da plansız ve ağırlıklı dışa bağımlı bir sanayileşme söz konusu olduğunu belirten Akdoğan, "Bugün Bursa’da, faaliyette ve alt yapı çalışmaları devam eden, 17 adet Organize Sanayi bölgesi (OSB), 3 adet Özel Endüstri Bölgesi (ÖEB), 8 adet Sanayi Bölgeleri (SB), 24 adet Küçük Sanayi Sitesi (KSS) toplam 52 adettir. Yaklaşık olarak toplam 5 bin 200 hektarlık bir alan kullanan Organize Sanayi Bölgelerinde, 153 bin civarında kişi istihdam edilmektedir. Bursa’da yeterince sanayi bölgesi oluşmuştur. Dağınık ve plansız sanayileşme, tarım arazilerinin yok edilmesi ve gecekondulaşma gibi kentsel sorunları da beraberinde getirmiştir. Artık, mevcut kapasite kullanımları da değerlendirildiğinde, yeni sanayi bölgelerinin açılmasına izin verilmemelidir. Sanayi Bölgeleri, Sanayi Siteleri dışında endüstriyel tesislerin kurulmasına ve çalışmasına izin verilmemelidir. Organize sanayi bölgelerinin büyük bir bölümünde, sonradan OSB olmasından kaynaklı olarak, alt ve üst yapı sorunları hala sürmektedir. Parsel bazında yüzde 30 boş kapasitesi olan Organize Sanayi Bölgelerinin, yüzde 62’sinde Arıtma tesisi yoktur. yüzde 85 inde itfaiye teşkilatı, yüzde 92’sinde Sağlık Merkezi, yüzde 70’inde PTT ve Okul gibi tesisler bulunmamaktadır. Sınırları içerisinde, sanayi bölge ve sitelerini yoğun şekilde barındıran Kestel, Nilüfer ve Osmangazi ilçelerinin durumu ise vahimdir. Bu ilçeler adeta SOS vermektedir" diye konuştu.
Eskişehir Vali Hüseyin Aksoy, Yunus Emre Kültür ve Sanat Haftası mesajı yayımladı Eskişehir Valisi Hüseyin Aksoy, Yunus Emre Kültür ve Sanat Haftası’yla alakalı bir mesaj yayımladı. Eskişehirlileri, Yunus’u okumaya, anlamaya ve anma etkinliklerine katılmaya davet ettiğini mesajında belirten Vali Hüseyin Aksoy, Yunus Emre’yi kardeşlik, hoşgörülük ve Türkçeyi duru kullanmasıyla örnek gösterdi. Vali Aksoy’un mesajının tamamı ise şöyle; "Yunus Emre’yi yüzyıllar öncesinden günümüze uzanan bir dil ve gönül köprüsü, kardeşlik ve hoşgörü abidesi olarak tanıyor ve seviyoruz. Bu yüzden onun düşüncelerinin, insan sevgisinin doğru biçimde bilinmesi ve gelecek nesillere aktarılması son derece önemlidir. Sevgi elçisi Yunus Emre tüm çağlara özgü bir çağrıda bulunmuştur: "Sevelim, sevilelim. Bu dünya kimseye kalmaz. Çağlar üstü çağrısıyla kimseye kalmayan dünyada kalıcı bir kelime olan sevgi ile insanlık trajedisinin kaynağını teşhis etmiştir. Hakikatin ve hikmetin yolcusu Yunus, sevgi ve sevinci Allah’ın armağanı olarak görmüştür. Duru Türkçesi ile her kelimesi, vicdan ve zihinlere Allah, evren ve insanın bütüncül zincirinin birer halkası olarak tefekküre ve sevgiye davet etmiştir. Yunus Emre’nin şiirleri sanat kaygısı taşımaksızın halkın ruhuna işleyen bir dille yazılmıştır. Yüzyıllardır büyük bir ilgiye mazhar olan Yunus Emre, kendi alanında aşılamamıştır. Sadece Anadolu insanının değil, Türkçe konuşan bütün halkların gönlünde yaşamaktadır. Herkesin Yunus’ta seveceği şiirler ve düşünceler bulması, onun büyüklüğünün bir delili olarak kabul edilmelidir. Yunus, söyledikleriyle insanları yok olmayacak, tükenmeyecek değerlere sevk etmeye çalışmıştır. Yüzyıllar geçtikçe kıymeti daha iyi anlaşılan, milli tarihimizin abide şahsiyeti Yunus Emre’nin çok büyük değer taşıyan düşüncelerinden barış, mutluluk, sevgi ve hoşgörüye susamış olan günümüz insanının alacağı çok şey vardır. Bulabildikleriyle, biriktirdikleriyle herkesin kendince algıladığı Yunus’un daveti dinmeyecek, çağlarca çağlayana dönüşecektir. Eskişehirlileri, Yunus’u okumaya, anlamaya ve anma etkinliklerimize katılmaya davet ediyor, sevgi ve saygılarımı sunuyorum.”