EKONOMİ - 18 Ekim 2024 Cuma 14:28

Doç. Dr. Erhan Akdemir "Türkiye’nin AB süreci ’Gerçekçi’ bir bakış açısıyla yeniden ele alınmalı"

A
A
A
Doç. Dr. Erhan Akdemir "Türkiye’nin AB süreci ’Gerçekçi’ bir bakış açısıyla yeniden ele alınmalı"

Anadolu Üniversitesi İktisat Fakültesi Uluslararası İlişkiler Öğretim Üyesi Doç. Dr. Erhan Akdemir, Türkiye’nin AB sürecini “duygusal” tepkiler yerine “gerçekçi” bir bakış açısıyla yeniden ele almak gerektiğini belirtti.


Doç. Dr. Akdemir, Eskişehir Türk Ocağı’nda “Türkiye-AB İlişkilerinin Hukuki, Siyasi ve Kültürel Boyutu “ konulu bir konferans verdi. Konuşmasında, Türkiye Avrupa Birliği ilişkilerinin hukuki, siyasi, kültürel ve ekonomik boyutlarıyla değerlendirilmesi gerektiğini belirten Akdemir, “Türkiye o zamanki adıyla Avrupa Ekonomik Topluluğu’na katılmak için ilk başvurusunu 31 Temmuz 1959’da yapmıştır. Türkiye ile AET arasında bir ortaklık anlaşması olan Ankara Antlaşması ise 12 Eylül 1963’te imzalanmış ve 1 Aralık 1964’te yürürlüğe girmiştir. Antlaşmanın 2. Maddesine göre temel amaç, Türkiye ekonomisinin hızla kalkınmasını ve Türk halkının istihdam düzeyinin ve yaşam standartlarının yükseltilmesini sağlamaktır. Bununla birlikte Türkiye - AB ilişkileri her dönem küresel ve bölgesel gelişmelerden de etkilenmiştir. Türkiye AB ilişkilerinde 80’li yıllardaki temel gelişmeler bugünkü ilişkileri de belirleyici olmuştur. 12 Eylül 1980 askeri darbesi ile başlamaktadır. Askeri müdahale sonrası, 22 Ocak 1982’de Avrupa Topluluğu (AT), Türkiye ile ilişkilerini dondurma kararı almıştır. Eylül Darbesi, ilişkilerin 1986’ya kadar soğumasına neden olmuştur. 16 Eylül 1986 tarihli Ortaklık Konseyi toplantısından sonra ise taraflar arasında ilişkilerin yeniden canlanması süreci başlamıştır. 14 Nisan 1987’de Türkiye’nin, AT’ye, Roma Antlaşması’nın 237., AKÇT Antlaşması’nın 98. ve EURATOM Antlaşması’nın 205. maddelerine istinaden tam üye olmak üzere başvurmasıyla yeni bir boyut kazanmıştır. 1990’lı yıllara gelindiğinde Türkiye’nin AB ile ilişkilerinde iki temel unsur belirleyici olmuştur. Bunlar; Soğuk Savaş’ın sona ermesi ve Avrupa bütünleşmesi yolunda meydana gelen hızlı ilerlemelerdir. 90’lı yılların ortası ve sonunda Türkiye - AB ilişkilerindeki önemli gelişmeler ise 1 Ocak 1996’da Gümrük Birliği kararının uygulamaya geçmesi, Aralık 1997 Lüksemburg Zirvesi ve Aralık 1999 Helsinki Zirvesi’dir. Türkiye Aralık 1999’da aday ülke olarak ilan edilmiştir. Türkiye - AB ilişkilerinde 2000’li yıllar dönemini iki ayrı düzeyde analiz etmek gerekmektedir. İlk düzey Türkiye’nin reform sürecini artırarak devam ettiği ve bunun meyvelerini aldığı 2002 - 2010 yılları arasıdır. İkinci düzey, 2010 - 2016 yıllarını kapsayan, Türkiye’deki reform süreçlerinin geriye doğru gitmeye başladığı ve bu çerçevede de AB’nin Türkiye’yi hukukun üstünlüğü, temel hak ve özgürlüklerin ihlali, kuvvetler ayrılığı ve basın özgürlüğü gibi konularda sert biçimde eleştirdiği ve yine bu çerçevede katılım müzakerelerin de fiilen durduğu düzeydir” diye söyledi.



"Türkiye’nin AB süreci “gerçekçi” bir bakış açısıyla yeniden ele alınmalı"


Sonuç olarak tüm bu gerçekler ışığında, Türkiye’nin AB sürecini “duygusal” tepkiler yerine “gerçekçi” bir bakış açısıyla yeniden ele almak gerektiğini anlatan Doç. Dr. Erhan Akdemir, “Her iki tarafta da yaşanan çeşitli güçlüklere rağmen, Türkiye’nin AB müzakere sürecinin “üyelik” perspektifi ile sürdürülmesi, hem Türkiye’nin hem de AB’nin yararınadır. Bu süreçte yapılması gereken, hem Türkiye’de hem de AB’de gerek karar alıcıların gerekse de kamuoylarının Türkiye - AB ilişkilerine dar görüşlü söylem ve eylemlerden uzak, “gerçekçi” bir bakış açısıyla yaklaşmalılardır. Türkiye ise sığ görüşlere kendini çiğnetmeden, sağduyusunu yitirmeden ve muasır medeniyet seviyesine ulaşma yolundan ve azminden hiçbir şey kaybetmeden yoluna devam etmelidir. “ dedi.


Soru ve cevaplardan sonra Ocak Başkanı Prof. Dr. Nedim Ünal Doç. Dr. Erhan Akdemir’e şükran plakati takdim etti.



Doç. Dr. Erhan Akdemir "Türkiye’nin AB süreci ’Gerçekçi’ bir bakış açısıyla yeniden ele alınmalı"

Bunlar Da İlginizi Çekebilir
Bursa Nilüfer’de afet bilinci için güç birliği Nilüfer Belediyesi, sivil toplum kuruluşları ile iş birliği yaparak afet bilincini artırıyor. Nilüfer Belediyesi Dr. Ceyhun İrgil Sağlık Müzesi, Nilüfer Belediyesi Yüksek Öğrenim Kız Öğrenci Yurdu ve Pancar Deposu’nda düzenlenen eğitimlerde, deprem ve yangın anında yapılması gerekenler uygulamalı olarak anlatıldı. Afetlerde dirençli bir kent oluşturma hedefiyle çalışmalarını sürdüren Nilüfer Belediyesi, personelini ve vatandaşları tehlikelere karşı bilinçlendiriyor. Nilüfer Belediyesi, BAKUT, ANDA ve MAG-AME Arama Kurtarma dernekleriyle iş birliği yaparak kapsamlı bir eğitim programı gerçekleştirdi. İş birliği kapsamında Nilüfer Belediyesi Yüksek Öğrenim Kız Öğrenci Yurdu, Nilüfer Belediyesi Dr. Ceyhun İrgil Sağlık Müzesi ve Pancar Deposu’nda bir dizi etkinlik düzenledi. Eğitimlerde teorik bilgilendirmelerin yanı sıra, tahliye planları gözden geçirildi ve afet anında paniğin önüne geçilmesi için yapılması gerekenler anlatıldı. Eğitimler kapsamında, tatbikatlar da gerçekleştirildi. Senaryo gereğin alarmın çalmasıyla birlikte binaların tahliyesi sağlandı. "Çök-Kapan-Tutun" uygulamasını başarıyla gerçekleştiren personel, güvenli bir şekilde toplanma alanlarına ulaştı. Tatbikatlarda, yangın tüplerinin doğru kullanımı ve başlangıç aşamasındaki yangınlara müdahale teknikleri uygulamalı olarak gösterildi.
İzmir Adet sancılarının çaresi mutfakta Şişkinlik, karın ağrısı, iştah artışı ve benzeri durumlar; adet dönemlerinde çoğu kadın için zorlayıcı ve can sıkıcı olabiliyor. Buna karşı adet sürecinde görülebilen bu etkilerin hafif geçmesinde beslenmenin etkili olabileceğini aktaran Medicana Sağlık Grubu Kadın Hastalıkları ve Doğum Bölümü’nden Op. Dr. M. Zeynep Kuşku, "Adet döneminde beslenme, hormonel dengesi ve sancılar üzerinde etkili olabilir. Ancak tek başına çözüm olarak düşünülmemelidir. Adet sancısının ana biyolojik sürücüsü çoğu kişide prostaglandin artışıyla oluşan rahim kasılmalarıdır. Beslenme; inflamasyon düzeyi, kan şekeri dalgalanmaları, su ile tuz dengesi ve bazı mikrobesin yeterlilikleri üzerinden şişkinlik, ödem, yorgunluk ve ağrı algısını etkileyebilir. Diyet örüntülerinin dismenore şiddetiyle ilişkili olabildiğini gösteren çalışmalar vardır" dedi. Adet dönemleri çoğu kadın için sıkıntılı geçebiliyor. Özellikle adet sancısı ve şişkinlik durumu çoğu kadının yaşam konforunu bozabilecek noktalarda seyredebiliyor. Bu dönemi konforlu geçirmek adına çeşitli ilaçlar kullanılabiliyor. Ancak adet sürecinde hafiflemenin daha sağlıklı ve dengeli bir yolu olduğuna dikkat çeken Medicana International İzmir Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Bölümü’nden Op. Dr. M. Zeynep Kuşku, beslenmenin hormon dengesi ve sancılar üzerinde etkili olabileceğini dile getirdi. Kuşku, "Adet döneminde beslenmeyi tek başına çözüm gibi düşünmemek gerekir. Adet sancısının ana biyolojik sürücüsü çoğu kişide prostaglandin artışıyla oluşan rahim kasılmalarıdır. Beslenme; inflamasyon düzeyi, kan şekeri dalgalanmaları, su-tuz dengesi ve bazı mikrobesin yeterlilikleri üzerinden şişkinlik, ödem, yorgunluk ve ağrı algısını etkileyebilir. Diyet örüntülerinin (yüksek şeker/atıştırmalık ağırlığı gibi) dismenore şiddetiyle ilişkili olabildiğini gösteren çalışmalar vardır" açıklamalarını yaptı. Adet döneminde özellikle aşırı tuzlu ve işlenmiş gıdaların ödem ve şişkinliği artırabildiğini, bunun yanında; yüksek şeker ve rafine karbonhidratlı gıdaların kan şekeri dalgalanmasına neden olmakla birlikte iştah artışı, yorgunluk ve ağrı gibi sorunlara neden olabildiğini aktaran Kuşku, "Adet döneminde paketli işlenmiş gıdalardan, şeker ve karbonhidrat içeren gıdalar mümkün olduğunca tüketilmemeli. Ayrıca, yağdan çok zengin, ağır kızartmalar: sindirim yükü ve inflamatuar yanıt üzerinden yakınmaları artırabilir; düşük yağlı diyetle ağrıda azalma bildiren çalışmalar vardır. Alkol de PMS yakınmalarını artırabildiği için bu dönemde sınırlanması önerilir. Öte yandan gaz yapan gıdalarda belirlenerek tüketiminde dikkatli olunmalıdır" diye konuştu. Zencefil, bitkisel destekçilerden biri Adet sancılarıyla beslenme arasında bir ilişki olduğunun artık daha net bilindiğini aktaran Kuşku, sözlerini şöyle sürdürdü: "Özellikle bazı besin grupları ağrının şiddetini azaltmada destekleyici olabiliyor. Omega-3’ten zengin besinler, örneğin haftada 2 kez tüketilen yağlı balık, ceviz ya da chia tohumu, vücuttaki iltihap yolaklarını baskılayarak adet ağrısında hafif-orta düzeyde azalma sağlayabiliyor. Etkisi çok keskin değil ama düzenli tüketim genel sağlık açısından da oldukça faydalı. Magnezyum içeren besinler (ıspanak, avokado, kakao gibi) kas gevşetici etkileri sayesinde adet sancılarını hafifletebilir. Bu konuda çalışmalar umut verici olsa da herkese rutin magnezyum takviyesi önermek doğru değil. En güvenli yol, magnezyumu gıdalardan almak ve gerekirse kişiye özel değerlendirme yapmak. Kalsiyum, özellikle PMS belirtilerinde; şişkinlik, hassasiyet ve duygu durum değişikliklerinde fayda sağlayabiliyor. Potasyum ise doğrudan ağrı kesici bir etki göstermese de sıvı dengesini düzenleyerek ödem ve şişkinliği azaltmaya yardımcı olabilir. Özellikle zencefil adet sancısı konusunda en çok çalışılmış bitkisel desteklerden biri. Zencefilin klinik çalışmalarda ağrıyı azaltabildiği gösterilmiş durumda. Rezene ve papatya çayı da bazı kadınlarda rahatlama sağlayabiliyor. Ancak bitkisel ürünlerin de bilinçsiz ve sürekli kullanımının riskleri olabileceğini unutmamak gerekir. D vitamini eksikliği olan kadınlarda, bu eksikliğin giderilmesiyle adet ağrılarında azalma görülebiliyor. B6 vitamini daha çok PMS semptomları üzerinde etkili; B12’nin ise doğrudan ağrı azaltıcı güçlü bir kanıtı yok, ama eksiklik varsa mutlaka yerine konmalı. Yeterli su tüketimi de önemli. Hidrasyon, hem ağrı şiddetini hem de şişkinliği azaltmada destekleyici olabilir." Vücudunuz uyarı veriyor olabilir Adet sürecinde beslenmeye dikkat edildiği halde şiddetli sancı durumunun geçmemesi durumunda mutlaka altta yatan bir neden olup olmadığına bakılması gerektiğini vurgulayan Kuşku, "Özellikle ağrının ilk kez çok şiddetli başlaması ya da yıllar içinde giderek artması, ağrı kesicilere rağmen belirgin rahatlama olmaması önemli bir uyarı işaretidir. Bunun yanında aşırı veya pıhtılı kanama, ara kanama, ateş, kötü kokulu akıntı, cinsel ilişkide ağrı, idrar yaparken ya da dışkılama sırasında ağrı, bayılma hissi ya da günlük yaşamı ciddi şekilde aksatan sancılar mutlaka değerlendirilmelidir. Bu yaklaşım, uluslararası kılavuzlarda da açıkça vurgulanmaktadır. Adet ağrısı yalnızca adet günleriyle sınırlı değilse, adet dışı pelvik ağrı da eşlik ediyorsa; cinsel ilişkide derin ağrı, çocuk sahibi olamama öyküsü varsa veya kanamalar belirgin şekilde artmışsa endometriozis, miyom ya da adenomyozis gibi altta yatan hastalıklardan şüphelenmek gerekir. Muayene ve ultrason temel değerlendirme yöntemleridir; gerekirse ileri tetkikler planlanır" ifadelerini kullandı. Toplumda adet süreciyle ilgili bazı yanlış inanışlar olduğunu da belirten Kuşku, şöyle konuştu: "Soğuk içeceklerin herkeste mutlaka sancıyı artırdığı ya da şeker tüketilmezse ağrının dayanılmaz olacağı düşüncesi bilimsel bir genelleme değildir. Bitki çaylarının tamamen zararsız olduğu ve sınırsız içilebileceği algısı da doğru değildir. ‘Adet sancısı normaldir, katlanmak gerekir’ düşüncesi de yanlıştır. Şiddetli ve yaşam kalitesini bozan ağrı mutlaka ciddiye alınmalıdır."