GÜNDEM - 17 Şubat 2018 Cumartesi 16:42

Başbakan Yıldırım: 'Terör örgütlerine Osmanlı tokadını vurduk'

A
A
A
Başbakan Yıldırım: 'Terör örgütlerine Osmanlı tokadını vurduk'

Münih Güvenlik Konferansında konuşan Başbakan Binali Yıldırım, "Teröristlere Osmanlı tokadını vurduk. PKK’nın belini kırdık. Ama karşımıza başka bir isimle çıktılar" dedi. Yıldırım, Türkiye’nin Avrupa’nın güvenliğini sağladığını ifade etti.

Başbakan Yıldırım, Münih Güvenlik Konferansının ikinci gününde konuşma yaptı. Başbakan Binali Yıldırım, konuşmasında Türkiye’nin teröre karşı verdiği mücadeleyi anlatarak, mücadelenin müttefik ülkeler tarafından takdir edilmesini istedi.

Güvenlik konusunda sorgulama yapılmasını isteyen Başbakan Yıldırım, "Dünyada güvenlik anlamında mülteciler anlamında iyi yönde mi gelişmeler oldu. Yoksa durum daha mı ciddi boyutlara ulaştı. Önce buna göz atmamız gerekiyor. Son yedi yıldır Türkiye’nin 911 kilometre sınırı olan Suriye alanında çok büyük bir iç savaş var. Türkiye bu savaşın ne başlatanıdır ne sebep olanıdır. Türkiye bu savaşın sonuçlarından doğrudan etkilenen ender ülkelerden bir tanesidir. Buna Ürdün’ü, Lübnan’ı da ilave edebiliriz. Burada yaşanan insanlık trajedisinin en ağır sonuçlarını karşılayan ülke Türkiye’dir. Biz son 7 yıldır 3.5 milyon canını kurtarmak için memleketinden yerinden yurdundan ayrılmak zorunda kalan insanlara ev sahipliği yapıyoruz. Onlarla ekmeğimizi evimizi paylaşıyoruz. Onların hayata tutunmaları için her türlü fedakarlığı yapıyoruz. Bu yaptıklarımızın bir tarafını oluşturuyor. Bu biz kendi geleneğimizin kültürümüzden tarihimizden aldığımız değerlerle yapıyoruz. Kimsenin istediği için yapmıyoruz. Diğer taraftan da bölgede amansız bir mücadele var. Bütün dünya DEAS’a odaklanmış vaziyette. Ama oradaki mücadele ve oradaki terör sadece DEAŞ’la sınırlı değil. DEAS’la mücadele nasıl yapılıyor? Koalisyon güçleri vasıtasıyla 70’den fazla ülkenin katılımı ile yapılıyor. Karşımızda ise 5-6 bin bilemediniz 10 bin tane silahlı çapulcu. Peki bu mücadelede neredeyiz? Gerçek anlamda bu mücadeleyi kim yapıyor? Buna bakmakta yarar var. Sadece bir örnek vermek istiyorum. Türkiye Fırat Kalkanı Operasyonuyla beraber bölgede 3 bin 600 DEAS örgütü elemanını yok etti. Şimdi 2 bin kilometrelik bu alanda 135 bin Suriyeli döndü, 160 bin çocuk okula başladı, sağlık tesisleri okullar açıldı, ticaret başladı, polis gücü tesis edildi. Güvenlik sağlandı. 3,5 milyon mülteciden 130 bini oraya yerleşti. Bunu Türkiye sağladı. Bununla da yetinmeyerek Irak alanında da koalisyona katılmadan DEAŞ’la mücadelede sadece Musul etrafında 800 teröristi etkisiz hale getirdik. Verdiğimiz bu mücadele bunlarla sınırlı kalmadı. DEAŞ’ın bölgemiz ve Avrupa için ne kadar tehlikeli olduğunu anlatmak bakımından önemlidir" dedi.

"BİZ NATO’NUN GÜNEY SINIRLARINI KORUYORUZ"

"Şu anda Türk hapishanelerinde DEAS mensubu tutuklu sayısı 10 bin civarındadır" diyen Başbakan Yıldırım, "Avrupa ülkelerinde gelen 5 bin 800 yabancı savaşçıyı sınırlarımızdan sokmadık geri gönderdik. Bunun yani sıra 4 bin şüphelinin girişini engelledik. 56 bin 300 potansiyel DEAŞ’la ilişkisi olabilecek olanlara sınırlarımızdan giriş yasağı koyduk. Bu çalışmamız da DEAŞ’ın bölgedeki faaliyetlerini azalttı. Türkiye’deki canlı bomba toplu katliam faaliyetlerini sınırlandı. Aynı zamanda Avrupa’ya yayılma ihtimalini azalttı. Buna rağmen tehdit bitmedi. ABD, YPG-PYD iş birliği yaparak özellikle DEAŞ’ı yok etmek için faaliyetine girmiştir. YPG-PYD Türkiye’nin 40 yıldır mücadele ettiği bölücü terör örgütünün PKK’nin Suriye’deki şubesi adıdır. Türkiye’nin Kuzey Irak’ta etkin mücadelesi karşısında tutunamayan bu terör unsurları Sincar üzerinden Suriye’ye geçerek Fırat’ın doğusuna gelmiş ve burada yasayan Kürt, Arap, Türkmen ve Ezidi gibi masum insanların üzerine çökerek buralara hakim olmaya çalıştı. Simdi ise iki NATO üyesi ABD ile karşı karşıya geldi. Biz NATO’nun güney sınırlarını koruyoruz. Bir yandan NATO’nun sınırlarını korurken NATO’nu diğer bir ülkesi bizim sınırlarımızı tehdit eden insanlarımıza saldıran bir terör örgütüyle DEAS mücadelesine girmesini izahta zorlanıyoruz. Dostlarımızdan bunu konuştuğumuzda bize söylenen şey çok açık bu bir mecburiyet. Bu bir tercih değil. Şu anda Suriye ve Irak alanında DEAS örgütü mensubunun sayısı minimum seviyesindedir. Deyr ez Zor ve Bağdat’ın güney batısında Kerkük’ün güneyinde bir miktar vardır. Toplam sayıları ise 3 bin civarındadır. Hepsinin yok edilmesi lazımdır. Burada hem fikiriz. Bunu yaparken yeni bir terör örgütü oluşturmayalım. Suriye’de eğer kalıcı barış istiyorsak Suriye’nin geleceğini oluşturacak bütün etnik grupların Soçi, Astana Ateşkes, gerginliği azaltma daha sonraki adım olarak da anayasa hazırlıklarının tamamlanmasıyla birlikte Cenevre’de bütün koalisyon ülkelerinin BM Rusya’nın İran’ın Türkiye’nin ana oyuncuların katılacağı bir konferans ile çözüm bulunması lazım. Suriye’nin nüfusundan daha fazla nüfusu ülke dışındadır. Türkiye bir yandan DEAŞ’la mücadele ederken aynı anda diğer üç terör örgütüyle de mücadele ediyor. PKK bunun uzantısı YPG PYD’dir. Bir diğeri ise FETÖ örgütüdür. 15 Temmuz 2016 darbe girişimi sonucu FETÖ terör örgütü sadece Türkiye için değil bütün dünya için büyük bir tehdit olduğu ortaya çıkmıştır. Avrupa ülkelerinde bu örgütün rahatlıkla faaliyet gösterdiklerini şahit olmaktayız" ifadelerini kaydetti.

"TÜRKİYE AVRUPA’NIN GÜVENLİĞİNİ SAĞLIYOR"

Türkiye’nin Avrupa’nın güvenliğini sağladığına dikkat çeken Yıldırım, "Sorunların çözümü terör örgütü mensuplarının yok etmekle mümkün değildir. Bunu derinliklerine inmek zorundayız. Önce El Kaide, El Nusra oldu. DEAS oldu bundan sonra hangi isimle karşımıza çıkacağını kimse garanti edemez. O halde çözüm, hiçbir farlı bakış ayırım yapmadan ama, fakat demeden teröristler Müslüman ülkeden çıkar gibi bir yanlışa düşmeden bu mücadeleyi yapacağız. Diğer yandan da bunu doğuran sebepleri de BM, Güvenlik Konseyi üyeleri bu konuya daha fazla yoğunlaşmaları lazımdır. Bölgedeki geleceğe yönelik adil paylaşım demokrasi adin yönetim sekli ve kaynakların adil dağıtımı konularında çalışmamız lazımdır. Sonuç olarak daha çok demokrasi, insan hakları ve yerel insanların seslerine kulak vermeliyiz. Türkiye Avrupa’nın güvenliğini sağlıyor. Bundan iki yıl önce bölgeden Avrupa’ya göç edenlerin sayısı günlük 2 bin 500 olurken bugün ise bu rakam 70’in altına inmiştir. Biz mültecileri bölgede tutarak bunların arasına sızmış teröristlerin Avrupa’ya geçmelerini engelleyerek Avrupa’nın iç güvenliğini sağlamış oluyoruz" dedi.

"PKK’NIN BELİNİ KIRDIK, AMA KARŞIMIZA BAŞKA İSİMLE ÇIKTI"

"Teröristlere Osmanlı tokadını vurduk" diyen Yıldırım, "PKK’nın belini kırdık. Ama karşımıza başka bir isimle çıktılar. Çıkarken de yalnız başına çıkmadılar. Maalesef ABD, Rusya ve başka ülkelerin silahlarını gayri meşru yollardan ya da doğrudan temin ederek insanlara karşı kullandılar. Siz biliyor musunuz, Suriye’de birçok ülkenin silahı internet üzerinden satılıyor ve terör örgütleri bunu satın alıyor. Bu nasıl terörle mücadeledir? Bunun cevabını birisi vermeli" ifadelerini kullandı.

Almanya’da 3 bin 63 dolayında tutuklu olduğunu hatırlatan Başbakan Yıldırım, hapiste bulunan Türklerin suçuna bakmadan dışarı çıkmalarını istemenin doğru olmayacağını söyledi. Yıldırım, Türkiye’nin Avrupa ve ABD gibi ülkelerde olduğu gibi hukuk devleti olduğunu hatırlattı.

Mehmet Koca

Bunlar Da İlginizi Çekebilir
Ankara İletişim Başkanı Altun: "TRT, Batılı medya organlarının görmezden geldiği her konuda, uluslararası topluma doğru bilgileri, yerinde ve zamanında ulaştırıyor" İletişim Başkanı Fahrettin Altun, "TRT, Batılı medya organlarının üzerini örttüğü veya görmezden geldiği hemen her konuda uluslararası topluma doğru bilgileri, yerinde ve zamanında ulaştırıyor” dedi. İletişim Başkanı Fahrettin Altun, ATO Congresium’da düzenlenen TRT 60. Yıl Gala Programında konuştu. Altun, Türkiye’nin en güçlü, en etkili yayın organın TRT’nin kuruluş dolasıyla aranızda olmaktan büyük bir memnuniyet duyduğunu belirtti. Türkiye’nin modernleşme tarihi ile medya tarihi iç içe geçtiğini ifade eden Altun, “Kitle iletişim araçlarının gelişimi ile devletin, toplumun, siyasetin serencamı arasında çok ciddi geçişlilikler vardır. Tanzimat’tan bugüne iletişim tarihimiz içerisinde 4 önemli dönemden bahsedebiliriz. Gazete yayıncılığı, radyo yayıncılığı, televizyon yayıncılığı, ve dijital yayıncılık. Bu tarihi seyir içinde Türkiye Radyo ve Televizyon kurumu asli bir rol oynamıştır” ifadelerini kullandı. TRT’nin 60 yıl önce, 1 Mayıs 1964 yılında kurulduğunu ve 1990’lı yılların başına kadar televizyon ve radyo yayıncılığı yükünü tek başına sırtlandığını hatırlatan Altun, “TRT, bu süreçte alternatifi olmayan bir okul işlevi görmüştür. Özel radyo ve televizyonlar ilk kuruldukları yıllarda, ihtiyaç duyduğu insan kaynağını ve meslek kültürünü TRT’den karşılamıştır. Yayıncılık faaliyetlerine ek olarak, eğitim ve araştırma alanında TRT’nin önemli katkıları olmuştur. 2000 sonrasında ise, TRT hem kanal sayısını artırmış hem de yayın faaliyetlerini çeşitlendirmiştir. TRT’nin yarım asrı aşan yayınları, aslında Türkiye’nin son 60 yıllık siyasal, toplumsal ve kültürel serencamını da gözler önüne sermektedir. Bu kapsamda, TRT Türkiye’nin sevinçlerine olduğu kadar, darbelere, sıkıyönetim dönemlerine, ulusal ve uluslararası krizlere de şahitlik etmiştir. Şahitlik etmekle kalmamış, çalkantılı süreçlerden etkilenmiştir” şeklinde konuştu. TRT’nin, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliğinde büyük bir atılım içerisine giren ülkemizin yeni konumuna uygun olarak milletin, gönül coğrafyanın ve insanlığın yararına önemli adımlar attığına dikkat çeken Altun, “TRT, büyük ve güçlü Türkiye’nin bir kurumu olarak habercilik, belgeselcilik, dizi ve film sektörlerinde güçlü içerikler ve markalar üretmiştir. TRT bunu yaparken, sadece ulusal alanda ve konvansiyonel medyanın sınırları içinde kalmamış, aynı zamanda yetkin bir uluslararasılaşma ve dijitalleşme sürecini de hayata geçirmiş ve yönetmiştir. Uluslararasılaşma ve dijitalleşme. Bana göre bu iki kavram TRT’nin son dönemine damgasını vuran iki önemli kavramdır. Bugün TRT, TRT World başta olmak üzere, geçen hafta açılışını yaptığımız TRT İspanyolca Dijital Haber Platformu, TRT Arapça, TRT Rusça, TRT Afrika, TRT Balkan, TRT Fransızca’nın da aralarında olduğu 41 dil ve lehçede yaptığı yayınlarla küresel bir içerik üreticisidir” diye konuştu. “Uluslararası haber ağlarını yönetmek, dünya kamuoyunun algısını yönetmek için önemli bir imkandır” Küresel alanda medya emperyalizmini destekleyen başlıca unsursa uluslararası haber ağları ve onların anlatı mekanizmaları olduğunu belirten Altun, “Uluslararası haber ağlarını yönetmek, dünya kamuoyunun algısını yönetmek için önemli bir imkandır. Fakat dünya kamuoyunun algısını yönetmek noktasında belki de en sinsi güç, medyanın söylem ve anlatı oluşturma gücüdür. Batı dünyası bugün bu güçten kendi emperyal amaçlarını kamufle etmek için faydalanmaktadır” açıklamalarında bulundu. "Uluslararası barış, adalet ve hakkaniyet ortamının oluşumuna katkı sunacak sıhhatli bir iletişim akışına katkı sunmaktır” 19. yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkan haber ajanslarının basınla birlikte sömürgeciliğin keşif kolunu oluşturduğunu bildiren Altun, "İletişim ve medya alanında Batı tahakkümünün tartışma konusu olması ancak 1970’lerle birlikte mümkün olmuştur. 1970’lerde çok sesli ve çok kültürlü enformasyon akışı talepleri yükselmeye başlamıştır. Türkiye, o dönemde bu taleplere cevap vermeye çalışmış, ne var ki bu gücü ancak 2010’lardan sonra kendisinde bulabilmiş ve TRT World başta olmak üzere uluslararası medya markalarını bünyesinden çıkarabilmiştir. Buradaki en temel amaç, uluslararası barış, adalet ve hakkaniyet ortamının oluşumuna katkı sunacak sıhhatli bir iletişim akışına katkı sunmaktır” ifadelerini kullandı. "Şartlar ne olursa olsun, biz hakikat nöbetimizi sadece ulusal düzlemde değil, küresel düzlemde de tüm kurum ve kuruluşlarımızla sürdürmekte kararlıyız" TRT’nin Batılı medya organlarının üzerini örttüğü veya görmezden geldiği hemen her konuda uluslararası topluma doğru bilgileri yerinde ve zamanında ulaştırma mücadelesi verdiğine dikkat çeken Altun, “Örneğin bugün Amerikan üniversitelerinde yaşanan İsrail protestoları Batılı medya tekelleri tarafından görmezden gelinmektedir. TRT bu olayları en başından itibaren yerinde izlemekte ve böylelikle uluslararası alanda bir hakikat mücadelesi vermektedir. TRT gibi kurumlarımız, üniversite öğrencilerinin, akademisyenlerin İsrail’in soykırımına karşı uluslararası ayaklanmasını bütün dünyaya aktarmaya çalışmaktadır. Bu çok önemli bir çabadır. Şartlar ne olursa olsun, biz hakikat nöbetimizi sadece ulusal düzlemde değil, küresel düzlemde de tüm kurum ve kuruluşlarımızla sürdürmekte kararlıyız” diye konuştu. “Dijitalleşmeyle birlikte dezenformasyon, yalan ve kurgusal içeriklerin hızla yaygınlaşabildiği bir medya eko-sistemi inşa edildi” Günümüzdeki iletişim ekosisteminin bir ayağı uluslararasılaşma ise diğer bir ayağı da dijitalleşme olduğunu belirten Altun sözlerini şu şekilde konuştu: “Dijitalleşme öncesi medya ekosisteminde tek yönlü iletişim sözkonusuydu. Gazeteler, televizyonlar, dergiler yayınlarıyla özne durumundaydı; hedef kitlenin ise bunları okumak veya izlemek dışında bir seçeneği yoktu. Günün sonunda dijitalleşme olgusunun hayatımıza girmesiyle birlikte medya kuruluşları, kitleyi pasif bir tüketici değil, aynı zamanda bir özne olarak kabul etmek zorunda kaldı. Bununla birlikte dijitalleşme kuşkusuz yeni meydan okumaları beraberinde getirdi. Dijitalleşmeyle birlikte dezenformasyon, yalan ve kurgusal içeriklerin hızla yaygınlaşabildiği bir medya eko-sistemi inşa edildi. Bu yönüyle dijitalleşme medya sektöründe hem yeni imkanları beraberinde getirdi, hem de ciddi risklerin gün yüzüne çıkmasına yol açtı. TRT bu süreçte, dijitalleşmenin hem imkanlarından yararlanmayı hem de risklerini yönetmeyi tercih etti. TRT gerek habercilik alanında gerekse de dizi ve film yayıncılığı alanında birçok yeni dijital marka üretti. Bu itibarla, TRT, tabii başta olmak üzere dijital platformları, çok yönlü ve çeşitli iletişim kanallarıyla dijital medya konusunda öncü bir kuruluş olmuştur.” “TRT, iletişim ve medya sektörünün mevcut ve muhtemel eğilimlerini belirlemeye devam edecektir” TRT’nin bugün Türkiye İletişim Modeli’nin en önemli taşıyıcı unsurlarından biri olduğuna dikkat çeken Altun, “Bu vasfıyla TRT, öyle inanıyorum ki hak ve adalet eksenli iletişim ve medya kültürümüzü en doğru şekilde Türkiye Yüzyılı’nda taşımayı sürdürecektir. Son yıllarda hayata geçirdiği çalışmalarla ve yaptığı atılımlarla TRT, bu kapasiteye, bu birikim ve tecrübeye ziyadesiyle sahiptir. İnanıyorum ki TRT, iletişim ve medya sektörünün mevcut ve muhtemel eğilimlerini belirlemeye devam edecektir” şeklinde konuştu. “Haktan, hakikatten, adaletten ve kaliteden taviz vermeden alanında öncü ve yenilikçi çalışmalar ortaya koymalıyız” Dünyada itibarlı şekilde sözünü söyleyecek, değişime duyarlı ve fakat ona yön veren bir yayıncılık anlayışını temsil etmenin gerekliliğine ifade eden Altun, “Televizyon dizisi ve sinema yapımlarını daha da nitelikli hale getirmeli, bunları kültürel diplomasinin ve Türkiye’nin yumuşak gücünün etkili birer enstrümanı dönüştürmeliyiz. Haktan, hakikatten, adaletten ve kaliteden taviz vermeden alanında öncü ve yenilikçi çalışmalar ortaya koymalıyız. Küresel medya dilini, imtiyazlı elitlerin dayattığı ezber tanımlardan, kavramlardan ve hakikat nazarında karşılığı olmayan söylemlerden arındırmalıyız. Hakikat kriziyle ve bunun en önemli ayaklarından birisi olan dezenformasyonla mücadele etmeyi sürdürmeliyiz; bu mücadelede, hızlı ve etkin çözümler sunacak araçlar geliştirmeliyiz” dedi. Altun, kamuoyunu ‘tüketim toplumu’, yayıncılığı ise ‘tüketim metası’ olarak kayıtlayan çarpık anlayışa karşı, medya içeriklerini toplumun kültürel ve entelektüel derinliğini artıracak şekilde üretmeye devam etmesi gerektiğine dikkat çekti. Altun konuşmasının sonunda 1 Mayıs İşçi Bayramı’nı tebrik etti. Altun, Nisan ayında Beşiktaş’ta bir gece kulübünün inşaatı esnasında çıkan yangında can veren 29 işçi kardeşi de bu vesileyle rahmetle andı. Altun, 1 Mayıs İşçi Bayramı’nı vesile kılarak taşkınlık oluşturmak isteyen, provokasyon peşindeki kimi marjinal çevrelerin bu işçi kardeşlerimizin hatırlamamasına elbette şaşırmadıklarını ve bu ikiyüzlü duruşu kabul etmediklerinin altını çizdi. Altun, ideolojik saplantılar, siyasi aidiyetler hakikatle olan ilişkimizi asla perdelememesini sahici olmalı, hakikat için mücadele edilmesini belirtti.