SAĞLIK - 19 Aralık 2017 Salı 20:36

Beyaz un ve tam buğday un arasındaki fark nedir | Beyaz un mu sağlıklı tam buğday unu mu?

A
A
A
Beyaz un ve tam buğday un arasındaki fark nedir | Beyaz un mu sağlıklı tam buğday unu mu?

Diyetisyen Hilal Bahadır, tam buğday unundan yapılan ürünlerin yüksek lif içeriğiyle sindirimi ve emilimi yavaşlattığını, kan şekerinin hızla yükselmesini engellediğini, ayrıca vitamin, mineral ve diğer besin öğeleri açısından beyaz ekmeğe göre çok daha zengin olduğunu söyledi. Beyaz un ve tam buğday un arasındaki fark nedir? Beyaz un mu sağlıklı tam buğday unu mu? İşte cevabı

VM Medical Park Samsun Hastanesi Beslenme ve Diyet Kliniğinden Diyetisyen Hilal Bahadır neden tam buğday ekmeği tüketilmesi gerektiği, beyaz un ve tam buğday un arasındaki farkları, diğer tahıl türleri ve popüler besinler ile ilgili önemli bilgiler paylaştı.

Diyetisyen Bahadır, “Bir buğday tanesi 3 kısımdan oluşmaktadır. Kepek, buğdayın dış kabuğudur. Buğdayın yüzde 15'lik kısmını oluşturur. Lif bakımından zengindir. Endosperm, buğdayın yüzde 82,5'luk kısmını oluşturur. Karbonhidratlar bakımından zengindir. Ruşeym ise, buğdayın çekirdek kısmıdır ve ağırlık olarak yüzde 2,5'luk kısmını oluşturur. B1,B6, B9 (folik asit) vitaminleri ve lif bakımından zengindir. Ruşeymde birçok aminoasit, vitamin, mineral, omega 3 ve omega 9 yağ asitleri bulunur” dedi. 

Diyetisyen Hilal Bahadır, sofralarda yarım asırdan fazladır yerleşmiş olan beyaz ekmek ve beyaz unlu mamullerin buğdayın sadece endosperm kısmından üretildiğini, bununda kepek ve ruşeymdeki birçok besin öğesinin kaybolması anlamına geldiğini anlattı. Bahadır, neredeyse hiç lif içermeyen beyaz ekmeğin kan şekerinin hızlı yükselmesine, insülin direncinin artmasına ve fazla şekerin vücutta yağa dönüşmesine sebep olduğunu vurguladı. 

Beyaz un ve tam buğday un arasındaki fark nedir | Beyaz un mu sağlıklı tam buğday unu mu?

Tam buğday unundan yapılan ürünlerin ise yüksek lif içeriğiyle sindirimi ve emilimi yavaşlattığını kaydeden Dyt. Bahadır, “Bu ürünler kan şekerinin hızla yükselmesine engel olur, ayrıca vitamin, mineral ve diğer besin öğeleri açısından beyaz ekmeğe göre çok daha zengindir” diye konuştu. 

Dyt. Bahadır konuya dair şu bilgileri verdi: 

“Harvard Tıp Fakültesine göre beyaz ekmeğin glisemik indeksi 71 iken, tam buğday ekmeğinin 51’dir.
Pirinç: Dünya nüfusunun yarısından fazlası için beslenmede büyük önem taşır. Tahıllar içinde protein içeriği en yüksek olanı pirinçtir. Ancak glisemik indeksinin yüksek olması sebebiyle kan şekerini hızla yükseltmektedir. Bu sebeple kontrollü tüketilmelidir.

Yulaf: Diğer tahıllara göre daha yüksek oranda çözünür posa içerir. Ayrıca demir, manganez, çinko ve E vitamini, tiamin, niasin, riboflavin, folat ve diğer B grubu vitaminlerinin iyi kaynağı kaynaklarındandır. Yulaf aynı zamanda iyi bir selenyum kaynağıdır. Selenyum, vücut için önemli bir antioksidandır, astım ve kalp hastalıklarına karşı koruyucudur, DNA tamiri ve özellikle kolon kanseri olmak üzere kanser riskini azaltır. Yulaf, magnezyum mineralinden de zengindir. Magnezyum, vücudun glukoz ve insülin salınımında görev alan 300’den fazla enzimin salınımı için gerekli, önemli bir mineraldir. Yulafın kendi yapısında betaglukan isimli, suda çözünebilen bir lif bulunur. Yulaf betaglukanının, insan sağlığına üç ayrı olumlu etkisi bulunmaktadır: Kolesterolü düşürür, kan şekerini düzenlemeye yardımcıdır ve bağırsak hareketliliğini artırarak sinirim sistemini düzenler.

Karabuğday: Karabuğday aslında bir tahıl değildir. Kuzukulağıgillerden bir bitkidir. Gluten içermediği için buğdaya iyi bir alternatif olarak kullanılmaktadır. Kepeğinde zeytinyağının ana bileşeni olan oleik asit adlı yağ asidi bulunur. Bu da kalp ve zihin sağlığı açısından çok önemlidir. Ek olarak kuersetin adlı antioksidan beyin felcinden korur. Dengeli amino asit kompozisyonu ve yüksek düzeyde lizin ile arginin amino asitlerini içermesi sebebi ile büyüme çağındaki çocuklar için iyi bir alternatiftir.

Kinoa: Aslında geçmişi eski medeniyetlere dayanan kinoa, Birleşmiş Milletler konseyinin 2013 yılını Kinoa Yılı ilan etmesiyle, tüm dünyaya yeniden tanıtılmıştır. Kinoanın en önemli özellikleri, gluten içermemesi ve oldukça yüksek besleyici değere sahip olmasıdır. Kinoa, vücudumuzda bulunmayan, dışarıdan almamız gereken esansiyel aminoasitlerin tümünü içeren nadir gıdalardandır. Kinoanın protein içeriği tahıllardan yüksektir. Kinoa, glutensiz diyet ile hayatlarını idame etmek zorun olan ve sayıları günden güne artan çölyak hastası bireyler için oldukça güzel bir alternatif üründür

Chia Tohumu: Son zamanların popüler besinlerden chia tohumu, tahılgillerden değildir. Nane ailesinden bir bitkidir. Bitkisel protein, yağ ve lif açısından zengin olan chia tohumu uzun süre tokluk hissi vermektedir. Bu da kilo vermeyi kolaylaştırabilir ancak sanılanın aksine kanıtlanmış yağ yakıcı bir etkisi yoktur. Omega 3 içeriği bu tohumu değerli kılmaktadır. Su, süt vb. sıvılar ile birleştiğinde hacimce büyüyen chia tohumu yemeklerde, salatalarda ve puding olarak kullanılmaktadır.”
 

Bunlar Da İlginizi Çekebilir
İstanbul L’oréal Türkiye genç bilim kadınlarını ödüllendirmeye devam ediyor Tekno-güzellik şirketi L’Oréal Türkiye’nin UNESCO Türkiye Milli Komisyonu iş birliğiyle yürüttüğü "Bilim Kadınları İçin" programı 23 yıldır devam ediyor. Program, bugüne kadar Türkiye’den 128 bilim kadınını destekledi. Bu yıl Boğaziçi Üniversitesi Biyomedikal Mühendisliği Enstitüsü’nden Doç. Dr. Banu İyisan, Üçlü Negatif Meme Kanseri için tamamen doğal biyomalzemelerle akıllı ve hedefli nanoilaç teknolojileri geliştirmeyi amaçlayan projesiyle ödüllendirildi. Türkiye’nin önde gelen kurumsal sosyal sorumluluk programlarından biri olan "Bilim Kadınları İçin" programında, bu yıl ödül alan bilim kadınları L’Oréal Türkiye’nin ev sahipliğinde gerçekleştirilen tören ile duyuruldu. Bu kapsamda Boğaziçi Üniversitesi Biyomedikal Mühendisliği Enstitüsü öğretim üyesi Doç. Dr. Banu İyisan, tamamen doğal biyomalzemeler kullanarak Üçlü Negatif Meme Kanseri (ÜNMK) tedavisinde hedefli ve akıllı nanoilaç sistemleri geliştirmeyi amaçlayan projesiyle öne çıkıyor. Kadınlarda en sık görülen kanser türü olan meme kanserinin agresif alt türlerinden Üçlü Negatif Meme Kanseri’ne yönelik bu çalışma, mevcut tedavilerin sınırlılıklarını aşmayı hedefleyen önemli bir yaklaşım sunuyor. Eğitim ve araştırma yolculuğu: Almanya’dan Türkiye’ye uzanan bilim kariyeri Programın uluslararası ayağı olan L’Oréal-UNESCO For Women in Science, 140’dan fazla ülkede 4 bin 700’den fazla bilim kadınını desteklemiş ve bu isimlerden 7’si daha sonra Nobel Ödülü’ne layık görülmüştü. Türkiye, bu programın en aktif yürütüldüğü ve en çok destek veren ilk beş ülkeden biri olarak öne çıkıyor. İstanbul Teknik Üniversitesi Kimya Mühendisliği bölümünde lisans ve yüksek lisansını tamamlayan Doç. Dr. Banu İyisan 2012 yılında doktora eğitimi için Almanya’ya taşındı. Leibniz Polimer Enstitüsü’nde biyomedikal nanomalzemeler, kontrollü ilaç salım sistemleri, sentetik biyoloji ve biyosensör uygulamaları üzerine çalıştı; 2016’da Dresden Teknik Üniversitesi’nden doktora derecesini aldı. Doktora sürecinde International Helmholtz Research School for Nanoelectronic Networks (IHRS NANONET) programında nanoteknoloji ve malzeme bilimi üzerine eğitim alan araştırmacı, 2017-2020 yılları arasında Max Planck Polimer Araştırma Enstitüsü’nde yürütülen bir AB projesinde, meme kanseri teşhisi için nanofotonik sistemler geliştirmeye yönelik doktora sonrası çalışmalar yaptı. 2023 yılında Max Planck Partner Grup Lideri seçilerek, MPIP ile uluslararası iş birliğini güçlendirdi. Üçlü negatif meme kanserine yönelik yenilikçi tedavi yaklaşımı Yürüttüğü akıllı hibrit nanoilaç teknolojisi projesiyle, meme kanserinin en agresif alt türlerinden biri olan Üçlü Negatif Meme Kanseri’nin hedefli tedavilere yanıt vermemesi ve mevcut kemoterapi ilaçlarının ciddi yan etkilere yol açması nedeniyle ortaya çıkan ihtiyaca çözüm sunmayı amaçlayan İyisan, proje kapsamında tamamen doğal biyomalzemeler kullanarak Üçlü Negatif Meme Kanseri hücrelerini seçici biçimde hedefleyebilen ve pH gibi çevresel uyarılara duyarlı çalışan akıllı hibrit nanoilaç taşıyıcılarının tasarlanmasını hedefliyor. Bu yaklaşım, tedavi etkinliğinin artırılmasına ve yan etkilerin önemli ölçüde azaltılmasına katkı sağlamayı amaçlarken, sürdürülebilir teknolojilerle geliştirilen sistemin gelecekte farklı agresif kanser türlerinde de uygulanabilir olması hedefleniyor. 2020 yılından bu yana Boğaziçi Üniversitesi Biyomedikal Mühendisliği Enstitüsü’nde görev yapan Doç. Dr. Banu İyisan aldığı fonlarla Biyofonksiyonel Nanomalzeme Tasarım Laboratuvarı’nı kurarak araştırmalarını burada sürdürmeye devam ediyor.
Erzincan Erzincan’da 111 bin tuz çalısı toprakla buluşturuldu Erzincan’da 3 köyde 1000 dekarlık mera alanına dikilen tuz çalısı, erozyonla mücadele ve hayvancılıkta kaba yem ihtiyacına katkı sunacak. Erzincan İl Tarım ve Orman Müdürlüğü tarafından yürütülen proje kapsamında, kent genelinde mera kalitesini artırmak ve hayvancılıkta kaba yem açığını azaltmak amacıyla bir çalışma hayata geçirildi. Bu kapsamda Erzincan’da 3 köyde toplam 1000 dekarlık mera alanına 111 bin adet Atriplex Halimus (Tuz Çalısı) fidanı dikildi. Son yıllarda hem hayvan beslenmesinde hem de erozyonun önlenmesinde etkin şekilde kullanılan tuz çalısı bitkisi, özellikle kurak ve tuzlu topraklara uyum sağlamasıyla dikkat çekiyor. Erzincan Tarım ve Orman İl Müdürlüğü de bu özelliklerinden dolayı tuz çalısını meraların ıslahında yaygınlaştırarak, hayvancılığın sürdürülebilirliğine katkı sağlamayı hedefliyor. Proje kapsamında Mollaköy Mahmutlu Mahallesi’nde 300 dekarlık alana 33 bin 300 adet, Pınarönü köyünde 450 dekarlık alana 49 bin 950 adet ve Aydoğdu köyünde ise 250 dekarlık alana 27 bin 750 adet tuz çalısı fidanı toprakla buluşturuldu. Tarım ve Orman Bakanlığı Bitkisel Üretim Genel Müdürlüğü tarafından finanse edilen projenin toplam maliyeti ise 2 milyon TL olarak açıklandı. Proje sahasında incelemelerde bulunan Erzincan Tarım ve Orman İl Müdürü Alper Koçaker, Erzincan’ın yüzölçümünün yaklaşık üçte birinin meralardan oluştuğunu belirterek, bu alanların verimliliğinin artırılmasının hayvancılık açısından büyük önem taşıdığını ifade etti. Hayvancılık sektörünün ihtiyaç duyduğu kaba yemin önemli bir bölümünün meralardan karşılandığını vurgulayan Koçaker, özellikle küçükbaş hayvancılığın meralara bağımlı olduğuna dikkat çekti. Erzincan’da her yıl ortalama 3 meranın ıslah ve amenajman projelerine dahil edildiğini belirten İl Müdürü Koçaker, tuz çalısı projelerinin de bu çalışmaların önemli bir parçası olduğunu söyledi. Tuz çalısının derin ve kazık kök yapısı sayesinde toprağı tutma kapasitesinin yüksek olduğunu ifade eden Koçaker, bu özelliğiyle erozyonla mücadelede etkili bir bitki olduğunu kaydetti. Koçaker açıklamasında, "Tuz çalısı kuraklığa dayanıklı, iklim değişikliği ve çölleşmeye karşı dirençli, sorunlu ve tuzlu topraklarda bile yetişebilen çok önemli bir bitkidir. Kış mevsiminde yaprağını dökmemesi ve yoncaya eş değer besin değerine sahip olması hayvancılık açısından büyük avantaj sağlamaktadır. Hayvanlar tarafından sevilerek tüketilen tuz çalısı, tuzlu yapısı sayesinde hayvanların tuz ihtiyacını da doğal yoldan karşılamaktadır. Mahmutlu, Pınarönü ve Aydoğdu köylerimizde 111 bin adet tuz çalısı fidanını toprakla buluşturduk" ifadelerini kullandı. Hayata geçirilen proje ile birlikte Erzincan’da meraların verimliliğinin artırılması, erozyonun azaltılması ve hayvancılıkta sürdürülebilir yem kaynaklarının güçlendirilmesi hedefleniyor.