GÜNDEM - 23 Mayıs 2021 Pazar 12:56

Manisa Kalesi’nin kalıntıları da yok oluyor

A
A
A
Manisa Kalesi’nin kalıntıları da yok oluyor

Manisa Spil Dağı eteklerinin kuzey yamacında bulunan ve yaklaşık 2 bin yıl önce inşa edildiği tahmin edilen Manisa Kalesi’nin günümüze kadar ulaşabilen kalıntıları da her geçen gün yok olmaya yüz tutuyor. Yıllarca ihmal edilen ve özellikle define avcıları ile günübirlik piknikçilerin tahrip ettiği kalenin kalıntıları zamana direniyor.

MS 17'de yaşanan depremde hasar gördüğü bilinen Manisa Kalesi geçen binlerce yıla dayanamadı. 17. yüzyılda terk edilmeye başlayan ihtişamlı kaleden geriye kalan kalıntılar ise tarihin en büyük tanıkları olarak şehri gözlemeye devam ediyor. Spil Dağı’nın kuzey yamacında kalıntıları görülen Manisa Kalesi, “İç Kale” ve “Dış Kale” olmak üzere iki bölümden oluşuyor. Helenistik dönemde kentin Akropolü olan Sipylos Dağı üzerinde bir kale bulunduğu, kalenin ne zaman ve kimler tarafından yapılmış olduğu bilinmese de Magnesia Kenti'nin bir sur ile çevrildiği bilinmektedir. M.S. 17 depreminde kalenin de yıkıma uğradığı sanılmaktadır. Bizans döneminde iç kalenin önemli derecede yenilendiği, dış surla çevrildiği anlaşılmaktadır. Arap akınlarına surlar sayesinde göğüs gerildiği belirtilmektedir. İç kale İmparator III. Joannes Dukas Vatatzer devrinde, 1222 yılında yapılmıştır. 14. yüzyılın başlarında surlar takviye edilmiştir. Daha sonraları Saruhanoğulları kaleyi onarıp kullanmışlardır. Dış kalenin içinde kalıntıları bulunan Hacet Mescidi Saruhan Bey tarafından yapılmıştır. Manisa Kalesi'nin Osmanlılar Dönemi'nde de onarımdan geçirildiği anlaşılmaktadır. 15. yüzyılda surlar çok fazla tahrip olduğundan önemi kalmamış, yerleşme sur dışına çıkmış, kent dini yapılar çevresinde yayılmaya başlamıştır. 1654’te Katip Çelebi, dış surların harap olduğunu belirtmiştir.

Manisa Kalesi’nin kalıntıları da yok oluyor

“Ayakta kalan kısımları koruma altına alınabilir”

Kalenin tarihi ve günümüze kadar gelen süreci anlatan Arkeolog ve Gazeteci Sadık Cangel, özellikle kalenin ayakta kalan kısımlarının koruma altına alınması gerektiğini vurguladı. Cangel, “Manisa Kalesi’nin Helenistik dönemde yapıldığı biliniyor. MS 17’de büyük bir depremden sonra hasar görmüş. Yaklaşık 2 bin yıl öncesine kadar tarihi dayanıyor. Tam olarak kimler tarafından yapıldığı henüz bilinmiyor. Bizans döneminde yeniden onarılmış ve özellikle surları güçlendirilmiş. Bu kale Arap akınlarına karşı kullanılmış. Saruhanoğulları Beyliği’nin döneminde ise kale tekrar bir onarımdan geçiyor. Üzerine bir de Hacet Mescidi gibi yeni yapılar ekleniyor. Manisa, beyliğin merkezi olduktan sonra şehir büyüdükçe kaleden aşağıya doğru yerleşim alanı genişliyor. 1600 yıllarda Osmanlı arşivlerinden de öğrendiğimiz kadarıyla kale önemini yitirdikten sonra harabeye dönüyor. 17. yüzyılda ise artık tamamen terk edilmiş durumda olduğunu biliyoruz. Avrupalı seyyahların gravürlerinde de kalenin yıkık olduğu görünüyor. Günümüzde kaleden çok az bir parça ayakta kalabilmiş durumda. Birkaç sur parçası, duvarlar bulunuyor. Burayı restorasyondan geçirmek çok maliyet gerektirir ama en azından ayakta kalan kısımları koruma altına alınabilir. Çünkü şu anda resmen mezbelelik bir durumda. Kale surlarının etrafına baktığınızda günübirlik gelen insanların, kendini bilmez bazı vatandaşların ateş yaktığı, yiyip içtiklerinin artıklarını etrafa bıraktığı görülüyor. Bu da tabi her geçen gün tahribata yol açıyor. Her şeyden önce bununla ilgili bir önlem alınması gerekiyor. Nasıl 2 bin yıldan bu yana bu kalenin surları ayakta kalabildiyse bizden sonraki nesillere de burayı gösterebilmemiz lazım” dedi.

Önder Aydın - Sadık Cangel - Aykut Yeniçağ

Manisa Kalesi’nin kalıntıları da yok oluyor

Bunlar Da İlginizi Çekebilir
Eskişehir PTT, 200 bin liraya kadar değer bulabilen kayıp kargo için 700 TL tazminat ödedi Eskişehir’de yaşayan Halil İbrahim Sarıkaya, iddiasına göre, Ocak ayında yolladığı 200 bin liraya kadar değer bulabilen kargosu için PTT Kargo’dan 700 TL tazminat aldı. 5 aydır mağduriyet yaşadığını belirten Sarıkaya, durumu gerekli yerlere bildirdiğini ve hakkını arayacağını belirtti. Eskişehir’de yaşayan Halil İbrahim Sarıkaya, gazetecilik ve yazarlıktan emekli olduktan sonra antika işine yöneldi. Yazılı eserler koleksiyonerliği ve bilirkişi olarak antika mezatlarında da görev yapan Sarıkaya geçtiğimiz ocak ayında PTT Kargo ile ’rubu tahtası’nı İstanbul’a göndermek istedi. Fakat Sarıkaya’nın iddiasına göre kargosu bir türlü istediği adrese ulaştırılmadı. 5 aydır kargosunun nerede olduğunu öğrenmek için çalmadık kapı bırakmayan antika meraklısı, bir sonuç elde edemedi. Yetkililerden de bu süreçte sağlıklı bir cevap alamadığını belirten Sarıkaya, 5 ay sonunda kargosunun kayıp olduğunu ve bunun bedeli olarak ise PTT tarafından hesabına 700 TL yatırıldığını iddia etti. Gönderdiği on binlerce liralık antikasının kaybolmasına karşılık yatırılan rakamı komik bulan Halil İbrahim Sarıkaya, PTT yetkililerinin ilgisiz olduğundan dert yandı. Durumu gerekli yerlere bildirdiğini belirten Sarıkaya, hakkını arayacağını ifade etti. “Birinci ayda kargo gönderdim, şu an beşinci aydayız” Halil İbrahim Sarıkaya, "Yaklaşık 17 yaşından beri ticaret yapıyorum, yani 37 yıldır ticaretle uğraşıyorum. Şu anda 57 yaşındayım. Bugüne kadar kendimi bildim bileli PTT Kargo ile çalıştım. Kurumsal bir kimliği, resmiyeti olduğu için tercih ettim. En son Ocak ayında kargo gönderdim, şu an beşinci aydayız, 5 aylık verdiğim mücadele sonucunda PTT Genel Müdürlüğü dahil ulaşamadığım, görüşemediğim insanlar nedeniyle kargom kayboldu ve mağdur oldum. Mağdur olunca haber oldum, dolayısıyla hak arama noktasında bugün PTT Eskişehir Bölge Müdürlüğü’nün önünde açıklama ihtiyacı hissettim. Elimizde kayıp olduğuna dair gönderdiğimiz evraklar var. Tabii arzu ediyoruz ki, bu tür şeylerin olmasın, insanların mağduriyet yaşanamasın veya erişilebilirlik olsun. Yani en çok üzüldüğüm şey de kaybettiğim emtianın miktarından ziyade PTT Genel Müdürlüğü’nde ulaşılacak kimsenin olmaması. Kargo sürecinde mesaj gelmemesi, hiçbir şekilde yetkililere ulaşamamak ve ciddiye alınmamak bir vatandaş olarak açıkçası beni çok üzdü” dedi. “Hesabıma 700 TL gibi bir bedel yattı” Gönderdiği ’rubu tahtası’nın Osmanlı zamanından kaldığını ve değerinin en az 35 bin TL olduğunu belirten Halil İbrahim Sarıkaya, tazminat olarak verilen 700 TL’yi komik bulduğunu söyleyerek şöyle devam etti: “Osmanlı döneminde zaman zaman karşılaştığımız mezatlarda gördüğümüz astronomiyle ve güneşle takvimiyle ilgili Osmanlı’nın kullandığı rubu tahtası denilen bir şey vardır. Yani ahşap bir ağaç üzerine yapılmış rubu tahtası şeklinde bir emtia. Bunları zaman zaman kendi aramızda arkadaşlarımıza gönderiyoruz, değiştirme durumlarımız oluyor veya bedeli karşılığında el değiştirdiği oluyor. Mezatlardan aldığımız da olabiliyor. Yine buna benzer bir rubu tahtası şeklinde bir aracımız vardı. Bunu bedeli karşılığında İstanbul’daki bir arkadaşımıza gönderdik. Ancak PTT Kargo karşı tarafla iletişime geçiyor, onlar almadıklarını bize aylar sonra bir yazı göndererek kaybolduğunu resmi olarak belgeliyor ve bir tazminat hakkımız doğduğunu söylüyorlar. Bunu alıcı tarafına iletiyorlar, satıcıya herhangi bir bilgi verilmiyor. O da beni aradı, ’Tazminat hakkı doğdu, bunu da gönderici olarak senin alman gerekiyormuş, müracaat eder misin’ dedi. Yine Eskişehir PTT Müdürlüğü’ne geldim, kargo servisine müracaatımı yaptım. Onlar da bir dilekçe vermem gerektiğini söylediler ve bedelini sordular. En alt 35 bin lira bir bedel olduğunu, bunun ucunun açık yani 150-200 bin liraya kadar da piyasa değeri olduğunu söyledim. Ancak yazmış olduğum dilekçeden sonra vermiş olduğum banka iban numarama 700 TL gibi bir bedel yattı. Yani 35 bin liranın karşılığında bırakın yarısını yatırmayı, yani sadaka ya da fitre verir, dalga geçer gibi oldu. Üstelik bu süreçte ben vermiş olduğum mücadele içerisinde ne PTT Genel Müdürlüğü kaldı, ne AKİM’i, BİMER’i, CİMER’i kaldı, ne PTT Eskişehir Baş Müdürlüğü kaldı, ne de oradaki yetkililer kaldı. Hiçbir kimseye hiçbir şekilde ulaşamadım. Bulunması durumunda o bedel benden talep edilecekmiş. O kadar trajikomik ki keşke benim 35 bin TL değerindeki ürünüm bulunsa da bana verdikleri 700 TL’yi geri iade etsem. Yani güler misiniz, ağlar mısınız? Biz bugün PTT Müdürlüğüne güvenemezsek, nereye güveneceğiz? Özel şirketlerin kargolarının durumu malum zaten. Ben hukuksal anlamda bütün haklarımın saklı kalması şartıyla yasal haklarımı kullanacağım. Sonuna kadar mücadele edeceğim. Belki o 700 liranın karşılığında 70 bin lira harcayacağım ama en azından bu örnek olsun istiyorum. Herkesin PTT kargonun ne kadar vasat, ne kadar işine sadık olmayan ve ehil olmayan insanlar tarafından bilmesini istiyorum. PTT Genel Müdürü’nü de istifa etmeye davet ediyorum.”
İstanbul Usta Şair Nazım Hikmet Eyüpsultan’da anıldı Şiirleri yediden yetmişe herkesin gönlünde taht kuran büyük şair Nazım Hikmet, aramızdan ayrılışının 61’inci yılında Eyüpsultan’da anıldı. Etkinlikte Sunay Akın Nazım’ın hayatından kesitler anlatılırken, Livaneli Orkestrası da Akın’a birbirinden güzel şarkılarla eşlik etti. Şiirleri birçok dile çevrilmiş dünya çapında tanınan usta şair Nazım Hikmet Ran, İstanbul’un tarihi mekanlarından artİstanbul Feshane‘de düzenlenen etkinlikle anıldı. Eyüpsultan Belediyesi ve Nazım Hikmet Kültür ve Sanat Vakfı’nın ortaklaşa düzenlediği programa şair ve yazar Sunay Akın ve Livaneli Orkestrası konuk oldu. Sunay Akın “İstanbul’un Nazım Planı” isimli söyleşisinde Nazım Hikmet’in hayatından kesitler aktardı. Akın, kendine has üslubuyla fotoğraflar eşliğinde Nazım’ın bilinmeyen yönlerini, yolunun kesiştiği ünlü sanatçıları, çocukluğunu ve gençliğini hikayeleştirerek anlattı. Ferhat Livaneli yönetiminde sahne alan Livaneli Orkestrası ise Sunay Akın’ın anlatımına birbirinden güzel şarkılarla eşlik ederek izleyenlere unutulmaz bir müzik ziyafeti sundu. Anma gecesini seyircilerin arasında eşi Yeşim Özmen’le birlikte izleyen Eyüpsultan Belediye Başkanı Dr. Mithat Bülent Özmen, gecenin sonunda Sunay Akın’a ve Livaneli Orkestrasına katılımlarından dolayı teşekkür ederek çiçek takdiminde bulundu. Gecenin finalinde ise Başkan Özmen, Nazım Hikmet Kültür Sanat Vakfı Başkan Vekili Özcan Arca, Sunay Akın, geceye izleyici olarak katılan Bulutsuzluk Özlemi’nin solisti Nejat Yavaşoğulları ve izleyiciler hep birlikte Livaneli Orkestrası’yla “Güzel Günler Göreceğiz Güneşli Günler” şarkısını seslendirdi. Program kapsamında alana kurulan “Bilinmeyen Yönleri İle Basında Nazım Sergisi” de Nazım hayranları tarafından büyük ilgi gördü.
Denizli Husumetlisinin evini kurşunlayan saldırganı kıyafetine yapışan ot ele verdi Denizli’de husumetlisinin evine tabancayla ateş açan şüpheliyi kıyafetine yapışan ot ele verdi. JASAT timi, güvenlik kamerası görüntülerinde fark ettiği ince ayrıntı sayesinde şahsı yakaladı. Olay, 15 Mayıs tarihinde Çal ilçesi meydana geldi. Edinilen bilgilere göre Şevki K., isimli şahsın evine gece saatlerinde kimliği belirsiz kişi veya kişilerce ateş açıldı. Olayın ardından ihbar üzerine bölgeye giden jandarma ekipleri şüphelilerin yakalanması için çalışma başlattı. Jandarma Suç Araştırma Timi (JASAT) ve Çal İlçe Jandarma komutanlığına bağlı ekipler bölgede bulunan 2 farklı güvenlik kamerasında 6 saatlik görüntüyü detaylı olarak inceledi. Şevki K.’nın evine ateş açılan bölgede yoğun miktarda pisipisi otunun bulunmasına dikkatlerden kaçırmayan JASAT timi, otun insan kıyafetine çabuk yapışması detayını atlamayarak şüpheliyi tespit etti. Güvenlik kameralarında bir şahsın kıyafetlerine yapışan pisipisi otlarını temizlediğini fark eden JASAT timi durumu şüpheli buldu. şahsı takibe alan JASAT ve İlçe Jandarma Komutanlığına bağlı ekipler, kimliğini tespit ettiği Osman B.’nin hem ilçede hem de kent merkezindeki ikametlerine operasyon düzenledi. JASAT ve ilçe jandarma ekipleri şüpheli Osman B., düzenlenen operasyonda kıskıvrak yakalanırken evinde yapılan aramalarda olayda kullanılan silahta ele geçirildi. Alacak verecek meselesinden dolayı olayı gerçekleştirdiğini öğrenilen Osman B., jandarmadaki işlemlerinin ardından adliyeye sevk edildi.
İstanbul Miyopta ‘Gün ışığı’ açıklaması: “Engel olacak ciddi bir faktör” Cep telefonu, bilgisayar gibi birçok teknolojik cihaza uzun süre maruziyetin gözlerde oluşturduğu zararlara dikkat çeken uzmanlar miyop konusunda uyarıyor. İstanbul Tıp Fakültesi Göz Hastalıkları Ana Bilim Dalı’ndan Dr. Öğretim Üyesi Semih Çakmak, “Gün ışığına daha az maruz kalmakla beraber miyopide daha fazla artış olduğu görülmekte. Miyop, pandemiyle online eğitim, ekran maruziyeti, yakına odaklanmaların artmasıyla bir artış ve artık salgın olarak tanımlanmakta. Kesinlikle çocuklarda miyopinin daha fazla olduğunu görüyoruz. 2050 yılında dünya nüfusunun yarısının miyop olacağını söyleyebiliriz. Gün ışığı miyopinin gelişiminde ciddi engel olacak bir faktör” dedi. Toplumda uzağı görememe olarak belirtilen miyopun görülme sıklığının arttığını ifade eden uzmanlar, uyarılarda bulunuyor. İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Cerrahi Tıp Bilimleri Bölümü Göz Hastalıkları Ana Bilim Dalı’ndan Dr. Öğretim Üyesi Semih Çakmak ve Çam ve Sakura Şehir Hastanesi Göz Hastalıkları Bölümü’nden Doç. Dr. Havva Kaldırım pandemi döneminde online eğitimin yoğunlaşması, toplumda teknolojik cihazların sık kullanımı gibi nedenlerin süreci etkilediğini ifade etti. Gün ışığından uzak kalınması, uzak mesafelere yeterince bakılmaması gibi durumların süreci olumsuz etkilediğini söyleyen uzmanlar, 2050 yılında dünya nüfusunun yarısının uzağı görememe durumuyla ilgili sıkıntı yaşayacağının öngörüldüğünü belirtti. “Çocukların daha yüksek risk altında olduğunu görmekteyiz” Son zamanlarda miyopta artış olduğunu aktaran İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Cerrahi Tıp Bilimleri Bölümü Göz Hastalıkları Ana Bilim Dalı’ndan Dr. Öğretim Üyesi Semih Çakmak, “Yakına bakmakla beraber miyopide artış görüyoruz. Pandemiyle artan online eğitim, ekran maruziyeti, yakın çalışma ve yakına odaklanmaların artmasıyla bir artış ve artık salgın olarak tanımlanmakta. Çocuk hastalarda özellikle gözlerde gelişim çağında da uzun süre yakına bakmakla beraber online, internetten eğitim ve pandemiyle bunun daha da artmasıyla çocukların daha yüksek risk altında olduğunu görmekteyiz. Uzağa bakmak, gözü dinlendirmek, yakına odaklanmamak aslında göz için bir avantaj. Z kuşağı internet, teknoloji çağı çocukları olduğu için uzun süre ekrana bakarak, yakına odaklanarak geçirdikleri için uzağa bakmanın nimetlerinden, avantajlarından yararlanamıyor. Yakına uzun süre odaklanarak numara artışını, daha fazla miyop oluşma riskini artırıyorlar. Miyopi olan insanlarda daha çok görülen bazı göz hastalıkları mevcut. Bunlar retinal yani göz damarlarında meydana gelen problemler, göz tansiyon problemleri, bu kanıtlanmış bilimsel gerçek. Kapalı havalarda, gün ışığına daha az maruz kalmakla beraber miyopinin de daha fazla artışı olduğu görülmekte. Günışığı göz bebeğinin daha fazla büyümesini engelleyerek, göz bebeğinin küçülmesini sağlayarak miyopinin ilerlemesini bir miktar durduruyor. Gün ışığına daha az maruz kalmakla beraber miyopide daha fazla artış olduğu görülmekte. Gün ışığı, kapalı, loş ortamda çalışan bireyler için koruyucu, miyopinin artışını engelleyici bir faktör olarak düşünülebilir. Miyopinin salgın olduğu, daha fazla görüleceği, daha çok çocuklarda numaraların daha da ilerlemesiyle birlikte daha yaygın olacağı söylenmekte. Net bir veri olarak 2050 yılında dünya nüfusunun yarısının miyop olacağını söyleyebiliriz. Rutin olarak göz muayenesini her yıl herkese öneriyoruz, onun dışında mutlaka yakına odaklanmanın uzun süre olmaması gerektiğini vurguluyoruz. Gün ışığı, miyopinin gelişiminde ciddi engel olacak bir faktör. Ayrıca uzağa bakmak da miyopa karşı bir miktar koruyucu etken oluyor. Ev içinde, masa başında çalışırken, ekrana bakarken ortamın aydınlık olmasını mümkünse 20 dakikada bir 20 saniye olunca uzaklara bakarak gözlerin dinlendirilmesini istiyoruz. Hangi iş yapılıyor olursa olsun, miyopinin artışı yakına uzun süre odaklanmakla birlikte daha da fazla olacaktır. Tedavi olarak 3 seçeneğimiz mümkün; gözlük, lens ve lazer olarak seçeneklerimiz mümkün. Kesinlikle çocuklarda miyopinin daha fazla olduğunu görüyoruz. Daha küçük yaşlarda daha yüksek miyopi derecelerinin olduğunu görüntülüyoruz. 3 yaşına kadar olan çocuklarda hiçbir şekilde ekran maruziyetini sadece göz hekimleri değil bütün hekimler olarak önermiyoruz" şeklinde konuştu. “Türkiye’de belki de ilk olacak miyop polikliniği oluşturduk" Çocukların ekran bağımlılığı yerine açık alanlarda aktivitelerde yer almasının büyük önem taşıdığını söyleyen Çam ve Sakura Şehir Hastanesi Göz Hastalıkları Bölümü’nden Doç. Dr. Havva Kaldırım, “Günümüzde miyopi en sık görülen kırma kusurudur. 6 yaş öncesi aileler çok fazla fark etmeyebilir. Neden; çünkü 6 yaş öncesi çocukların işi daha çok yakınladır. Fakat okul çağına geldiklerinde ki günümüzde bize en fazla öğretmenlerden çocuklar gönderilmekte. ‘Çocuk tahtayı göremiyor, görebilmek için tahtanın yanına kadar kalkıp geliyor’ diye aileler çocukları bize getirmeye başladı. Maalesef şu anda çocuklarımızın ellerinde telefonlar, tabletler. Çocuk dışarıya çıkamıyor gün ışığıyla buluşamıyor bu sebepten sürekli evde kalan yakın aktiviteyi artıran çocuklarda miyopi kaçınılmaz hale geldi. Tüm ailelerin en büyük sıkıntısı ne; telefon. ‘Elinden alamıyorum, telefonu alıyorum bilgisayara gidiyor’, sürekli yakın aktivitenin çok fazla arttığını ifade ediyorlar. 8 ile 12 yaş arasında hızlı bir progresyon göstermekte fakat bu 4 yaş civarına kadar inmiş durumda. Retinanın yerinden kalkması belki de sonuçta görme kabliyetini kaybetmeye kadar gidebilen bir durum. Nasıl önleyebiliriz; açık alanların inşa edilmesi düşünebilir. Çocukların evlerde değil, daha çok dışarıda ve gün ışığında zaman geçirmeleri planlanabilir. Türkiye’de belki de ilk olacak miyop polikliniği oluşturduk. Okul öncesi çocuklarda, okula başlamadan önce mutlaka miyopi veya diğer göz kusurları açısından muayene öneriyoruz. Özellikle 6-16 yaş arası çocuklara hizmet vermekte. Kendimiz telefon, tableti bırakalım, gereksiz yere bakmayalım ki onlar da bizi takip etsin bakmasınlar. En büyük ikazım; kendi poliklinik rutinimde de görüyorum ‘Hocam yemeğini yemiyor, benimle pazarlık yapıyor, şu kadar ders çalışırım, şu kadar telefona bakarım’ diye birkaç gün, hakikaten 10 gün bir yoksunluk sendromu çekiyorlar ama ondan sonra farklı bir aile içi aktivite olabilir” dedi.
Bursa Ulusal Kimya Öğrenci Kongresi, BUÜ ev sahipliğinde düzenlendi Bursa Uludağ Üniversitesi (BUÜ) bu yıl 9.’su gerçekleştirilen Ulusal Kimya Öğrenci Kongresi’ne (UKÖK24) ev sahipliği yaptı. BUÜ Fen-Edebiyat Fakültesi Kimya Bölümü ve Kimya Öğrenci Topluluğu (UKİT) tarafından Prof. Dr. Mete Cengiz Kültür Merkezi’nde organize edilen kongreye, Rektör Prof. Dr. Ferudun Yılmaz, Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Cafer Çiftçi, Fen-Edebiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Bilgen Osman, akademik ve idari personel ile çok sayıda öğrenci katıldı. Araştırma kültürü tabana yayılıyor İlk kez 2010 yılında gerçekleştirilen kongrenin 9.’suna ev sahipliği yapmaktan dolayı büyük bir memnuniyet duyduklarını belirten Rektör Prof. Dr. Ferudun Yılmaz, öğrenci topluluklarının son derece başarılı etkinliklere imza attığını vurguladı. Sahip oldukları "Araştırma Üniversitesi" vizyonuna yakışır proje, organizasyon ve faaliyetleri sürdürmeye gayret ettiklerini belirten Prof. Dr. Ferudun Yılmaz, "Eğitim-öğretimin niteliğinin yükseltilmesinin yanı sıra bilimsel çalışmalara her zamankinden daha fazla ağırlık veriyoruz. Son derece deneyimli bir akademik kadroya sahibiz. Araştırma kültürünü tabana yaymaya çalışıyoruz. Bu anlamda lisans, yüksek lisans ve doktora öğrencilerimizin bilimsel faaliyetlerinden her zaman büyük bir memnuniyet duyduk. Ancak lisans öğrencilerimizin böylesine güzel etkinlikler düzenlemesi bizi ayrıca mutlu ediyor. Kongreye emeği geçen herkese ve tüm katılımcılara şükranlarımı sunuyorum" dedi. Fen-Edebiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Bilgen Osman ise yaptığı konuşmasında, "Düzenlenen etkinliklerin temel amaçlarından biri bilgi alışverişi sağlamaktır. Bu önemli görevi yerine getirmek için emek harcayan topluluk öğrencilerine, danışman öğretim üyelerine ve çağrılı konuşmacılara teşekkür ederim" ifadelerini kullandı. Kimya Öğrencileri Topluluğu aktif görev aldı Kongre düzenleme kurunda yer alan UKİT Başkanı Sadberk Sevme ve topluluk danışmanları Kimya Bölümü Öğretim Üyeleri Doç. Dr. Önder Aybastıer ve Doç. Dr. Aslı Göçenoğlu Sarıkaya yaptıkları konuşmalarda kongrenin ana hedefinin Türkiye’deki kimya bölümü öğrencilerini bilim çatısı altında bir araya getirerek sektör temsilcileri ve akademisyenlerle buluşturmak olduğunu vurguladı. Kongreye 8 farklı üniversiteden davetli konuşmacı katıldı. 2017 ve 2020 yıllarında TÜBİTAK Temel Bilimler Bilim Ödülü alan Prof. Dr. Reşat Apak (İstanbul Üniversitesi-Cerrahpaşa) ve Prof. Dr. Mustafa Soylak (Erciyes Üniversitesi) lisans öğrencilerine bilgi ve deneyimlerini aktardı. 400 katılımcının yer aldığı kongrede davetli konuşmaların yanında 34 sözlü sunum ve 86 poster sunumu gerçekleştirildi. Farklı üniversitelerden gelen öğrencilerin bilgi alışverişinde bulunduğu kongrede, gelecekteki iş birliklerinin temeli atıldı.