ASAYİŞ - 19 Haziran 2021 Cumartesi 14:57

Murat Karayılan'ın sağ kolu, terör örgütündeki paniği anlattı

A
A
A
Murat Karayılan'ın sağ kolu, terör örgütündeki paniği anlattı

Terörden arananlar listesinde kırmızı kategoride yer alan ve PKK elebaşlarından Murat Karayılan'ın sağ kolu olan Özgür Gabar kod aldı terörist Fırat Şişman, itiraflarda bulunarak örgütteki paniği anlattı ve diğer teröristlere “teslim olun” çağrısında bulundu.

Şırnak'ın Bestler-Dereler Domuz Dağı bölgesinde 8 Nisan'da gerçekleştirilen Çakırsöğüt Jandarma Komando Tugay Komutanlığınca devam eden operasyonda, Jandarma Komando, Jandarma Özel Harekat ve Polis Özel Harekat birlikleri PKK terör örgütü liderlerinden Murat Karayılan'ın “Manevi oğlum” dediği kırmızı bülten ile aranan sözde Botan saha sorumlusu Özgür Gabar kod adlı Fırat Şişman ağır yaralı olarak ele geçirildi. 7 kurşun yarası olduğu tespit edilen Şişman'a ilk müdahale güvenlik birimlerince olay yerinde yapıldı. Aşırı kan kaybeden Şişman'a jandarma personelinden alınan 2 ünite kan verildi. Şişman, helikopter ile Şırnak Şehit Tümgeneral Aydoğan Aydın hastanesinde kaldırılarak 1 buçuk ay süren tedavi sürecinde devletin göstermiş olduğu şefkatten etkilenerek itiraflarda bulundu.

“Banyo yapamıyorduk, aşırı kirden dolayı bitlenme durumumuz olmuştu”

Terör örgütüne, 11-12 yaşında Tatvan’a yapılacak bir gezi bahanesiyle kandırılarak katıldığını, katılım yapanların bir iki kişinin dışında hepsinin 14-15 yaşında, en büyüğünün ise 16 yaşında olduğunu dile getiren Fırat Şişman, bir çok kez kaçmak için uğraştıklarını fakat her defasında yakalandıklarını söyledi. Şişman, “Arkadaşlarım sık sık fırsat bulduklarında ailelerine dönmek için kaçma girişiminde bulundular. Fakat her defasında yakalandılar, araziyi bilmediklerinden dolayı gidemediler. İkinci, üçüncü, dördüncü defa kaçış imkanları oldu fakat geçme imkanları olmadı. Yakalananlar tehdit edildi. her ne kadar zor olsa da sürekli annelerimizi, ailelerimizi düşünüyor olsak ta ama var olan durumu zoraki bir şekilde kabullenmek durumunda bırakıldık ve öyle artık örgüte katılımımız gerçekleşmiş oldu. Tabi şehirlerden dağ koşullarına o kadar farklı ortamlardan dağ koşullarına gitmek bizim için zordu yaşımız küçük olduğundan dolayı. Yani arazi koşullarında zorlanma durumumuz vardı ciddi erzak sıkıntımız vardı, ayakkabımız yoktu, elbise sıkıntımız vardı, banyo sıkıntısı fazlaydı, sabun yoktu, banyo yapamıyorduk, aşırı kirden dolayı bitlenme durumumuz olmuştu” diye konuştu.

“Bizi örgüte katan kişi evlenmiş, çoluk çocuk sahibi olmuş, farklı bir yaşama devam ettiğini duydum”

Kendisini örgüte katan kişinin evlenerek farklı bir yaşam sürdüğünü dile getiren Şişman, “Yani ciddi bir şekilde zorlandık, fakat her ne kadar sürekli ailemizi düşünüyor olsak ta başka çabamız kalmadığından dolayı örgüte bu şekilde katılım durumumuz oldu ve böylece yirmi beş yılım örgüt içerisinde geçti. Tabii benimle daha sonra birlikte katılım yaptığımız arkadaşlar, aldığım bilgiler ve duyduklarıma göre farklı zaman ve alanlarda benim dışımda tümü yaşamını yitirdi. Sadece grup içerisinde ben varım. Ben hayatta kalmışım. Bizi örgüte katan, yani katmaya yardımcı olan kişi daha sonra aldığımız duyumlara göre gidip kendisi evlenmiş, çoluk çocuk sahibi olmuş, farklı bir yaşama devam ettiğini duydum” dedi.

“Hastanedeyken gerek güvenlik güçleri gerek doktor hemşire ve diğer görevliler sürekli yanı başımda durdular, gerekli ilgiyi gösterdiler”

8 Nisan 2021 tarihinde Bestler Dereler bölgesinde yürütülen bir operasyonda ağır yaralı olarak ele geçtiğini, aşırı kan kaybetmekten dolayı bilincini yitirmiş durumdayken güvenlik güçleri tarafından kendisine ilk müdahalenin 7 şişe serum ile yapıldığını dile getiren Şişman, “Operasyon sürecinde çatışmalar bittikten sonra güvenlik güçleri olay yerinde arama yaparken beni ağır yaralı ve bilincimi kaybetmiş bir şekilde buluyorlar. Hemen orada 7 şişe serum, gerekli diğer müdahaleler yapıldıktan sonra helikopterle hastaneye kaldırılma durumum oldu. Hastanede gerekli bütün müdahaleler yapıldı. O müdahalelerden birkaç gün sonra kendime geldim. Aşırı kan kaybettiğimden için hastane sürecinde askerlerden kan alınıp bana verilmişti ve ondan dolayı hayatta kaldım. Hastanedeyken gerek güvenlik güçleri gerek doktor hemşire ve diğer görevliler sürekli yanı başımda durdular, gerekli ilgiyi gösterdiler. Bunun içinde kusursuz bir şekilde olumlu ve insani yaklaşımları oldu. Eğer bugün hayattaysam, yaşıyorsam ve buradaysam, elbette yaralandığım andan itibaren ve hayatta kalmam için çaba veren bütün insanların sayesinde” ifadelerini kullandı.

“Bize söylenildiği gibi devletin ya da askerlerin insanlara yanlış yaklaşmadıklarını bizzat yaşayarak kendim gördüm”

Daha önce örgüt içinde bulunurken yakalanmaları durumunda güvenlik güçleri tarafından kendilerine işkence ve kötü muamele yapılacağına yönelik propagandaların gerçeği yansıtmadığını, bunu kendisinin yaşayarak gördüğünü vurgulayan Fırat Şişman, şöyle devam etti:

“En son yaralı ağır yaralı bir biçimde ele geçtikten sonra gördüğüm büyük insani yaklaşımlardan sebep bu algıların yanlış olduğunu aslında bize söylenenlerin de yanlış olduğunu bizzat yaşayarak gördüm, ağır yaralı ele geçtikten sonra insani olarak bana her anlamıyla destek sunuldu, yardım edildi. Askerler tarafından kan verildi, yani her anlamda gerekli destek sunuldu, bu nedenden dolayı daha önce bize söylenildiği gibi devletin ya da askerlerin insanlara yanlış yaklaşmadıklarını bizzat yaşayarak kendim gördüm. Eğer kötü bir yaklaşımları olmuş olsaydı olay yerinde zaten ağır yaralıydım, bilincimi yitirmiş durumdaydım, beş dakika bile müdahale edilmemiş olsaydı yaşama şansım olmayacaktı. Bunu yapabilirlerdi. Ama bana tersi yapıldı ve 5 dakika içerisinde gerekli bütün müdahaleler yerine getirildi. Kısa bir süre içerisinde hastaneye kadar götürüldü, her anlamıyla bana destek sunuldu ondan dolayı da hayatta kalabilme fırsatım ve şansım oldu. Bu nedenden dolayı arkadaşlarımın da bana bakarak benim durumumu bilerek kendilerinde daha önce oluşturulmuş yargıların doğru olmadığını bilmelerini isterim. Söylenen her şey demek ki doğru değilmiş, yani insanlarda oluşturulan algılar yanlışmış, bunu bizzat kendim yaşayarak gördüm.”

“Örgüt şehirlerde yürüttüğü savaşla, aslında en çok doğuda Kürtlerin ve diğer insanların yaşadığı şehirlerin yıkılmasına neden oldu”

Terör örgütünün 40 yıldan fazla bir süredir sözde Kürt halkının hakları için mücadele ettiği söylemlerinin gerçeği yansıtmadığını vurgulayan Şişman, “Yaklaşık kırk yıldan fazla bir süredir örgüt Kürt halkı ve bölge halkı için mücadele yürüttüğünü söylemekte. Kırk yıllık mücadele tarihinde örgüt kırsal alanda başaramadığını şehirlerde hendek barikat ve şehir savaşıyla başarmaya çalıştı, ve örgüt şehirlerde yürüttüğü savaşla, aslında en çok doğuda Kürtlerin ve diğer insanların yaşadığı şehirlerin yıkılmasına, burada yaşayan insanların zarar görmesine neden oldu. Gençleri, yaşlı insanları, insanların evlerini kullanarak caddelerde barikatlar hendekler yaparak bu savaşı halka dayalı geliştirmeye çalıştı. Fakat yürütülen bu savaşta yine zarar gören bölge insanı oldu, Kürtler oldu. örgüt savaşı şehirlere taşıdıktan sonra insanların yıllarca uğraştıkları, bin bir emekle inşa ettikleri evleri de yıkılmış oldu. Yani örgütün şehir savaşlarıyla aslında amaç ve hedeflerinin ne kadar birbiriyle çeliştiğini göstermiş oldu. Kendisi de ciddi düzeyde zorlandı ve zorladı da. Yine ölen bölgedeki insanlar oldu, siviller oldu, gençler oldu. İnsanlar yaşadıkları yerlerden diğer büyük metropol, büyük kentlere göç etmek zorunda bırakıldılar. Oda bölge insanında örgüte karşı ciddi bir tepkinin oluşmasına neden oldu” açıklamasında bulundu.

“Örgüt, devletin özellikle son yıllarda ürettiği yeni nesil modern savaş teknikleri karşısında artık eylem yapamaz duruma gelmişti”

2012-2015 yılları arasında başlatılan müzakere sürecinde örgütün dış güçlerin oyununa geldiğini belirten Fırat Şişman, “Bu müzakere süreçleri yani gerek örgüt gerek bölge halkı için, Türkiye’de yaşayan bütün insanlar için tarihi bir fırsattı. Örgüt yine dış güçlerin oyunlarına gelerek bu süreci bozdu ve zarar gören yine buradaki insanlar oldu. Örgütün bu yanlışlarını gören kitle artık daha önce örgüte vermiş olduğu desteğin tümünü kesmek zorunda kaldı. Kendi çocuklarını daha önce örgüte gönderen insanlar değil çocuklarını göndermeme, örgüt içerisindeki çocuklarını nasıl geri getireceğiz diye farklı çabalar içine girdiler. Devletin özellikle son yıllarda ürettiği yeni nesil modern savaş teknikleri karşısında yani bütün alanlarda artık eylem yapamaz duruma gelmişti” diye konuştu.

“Örgüt yürüteceği savaşın bölgedeki insanlara vereceğe zararı ya da olumsuz sonuçları düşünmedi”

Terör örgütünün Kürt halkının özgürlüğü için mücadele ettiğini söylüyor olsa da gerçeklerin böyle olmadığını, özellikle 2016 yılında şehir savaşlarında sivil insanları savaşa alet etmesiyle bölge halkına zarar verdiğinin altını çizen Şişman, “Özellikle 2016 yılında şehir savaşlarında hendek ve barikatlar şehirlerde kurulup sivil insanların savaşlara alet edilmesiyle bu amacın insanların özgürlüğü için Kürt halklarını savunmak için yürütülen bir amaç olmadığı görüldü. 40 yıldan fazla bir süredir Güneydoğu Anadolu’da Kürtlerin en çok yaşadığı bölgede savaşın en büyük acısını, çeken Kürt insanı ve insanları oldu, bölgedeki insanlar oldu, Türkiye’deki tüm insanlar oldu. Yani 40 yıllık bir mücadele tarihinde örgütün kazanamayacağı, kazanmadığı bir sonucu, savaşı şehirlere kaydırarak kazanmaya çalıştı. Eğer bir örgüt kendi hakkı için mücadele ediyorsa yani bölgedeki insanlar için mücadele yürütüyorsa bölgedeki insanları savaşa alet etmemelidir. Onların yaşadıkları yerleri yakmamalı, yıkmamalı, barikatlar yapmamalıydı. Fakat örgüt bunu çok düşünmedi. Yürüteceği savaşın bölgedeki insanlara vereceğe zararı ya da olumsuz sonuçları düşünmeden dış güçlerin oyunlarına gelerek diğer bölgelerdeki durumu Türkiye ile kıyaslayarak ya da kendisince bir sonuç elde edebileceğini düşündü. Ama yaptığı mücadeleyi de Kürtlerin özgürlüğü için yaptığını belirtiyordu. Fakat sonuç ortada. Ama yıkılan, yakılan, yine canlarından olan bölgedeki insanlar oldu” ifadelerini kullandı.

“İnsanlar örgütün yanlış yaklaşımlarından sonra değil çocuğunu örgüte vermeyi örgüt saflarını katılmış çocuklarını nasıl geri getirileceği çabası içerisine girdiler”

Şişman, “Halkta örgütün yanlışlarını gördükten sonra kendiyle örgüt arasında ciddi düzeyde bir mesafe koydu. İnsanlar örgütün yanlış yaklaşımlarından sonra değil çocuğunu örgüte vermeyi örgüt saflarını katılmış çocuklarını nasıl geri getirileceği çabası içerisine girdiler. Birçok yönüyle halk bu gerçekleri gördü ve acısını yaşayarak gördü. Her ne kadar televizyonlarda bazen örgütün çekirdek yönetimi kadroları içiresinde halkı sokağa çağırma çağrılara olsa da halk eskisi gibi artık örgütün çağrılarına göre sokaklara çıkmamakta ve bazı oyunlara gelmemekte ve bu da halkın gelmiş olduğu ve ulaşmış olduğu bilinç düzeyini göstermekte. Yine 12-15 süreçlerinde yani bir müzakere süreci başlatıldı. Bu süreçte 40 yıllık savaşın durdurulup insanların kardeş ve barış içinde huzur ortamında yaşayabilmeleri için büyük bir fırsat oluşturuldu. Barış ve kardeşliğin gelişmesi, için Türkiye’deki bütün insanlar bu anlamda büyük bir çaba gösterdi. Fakat örgüt yine bu süre içerisinde dış emperyalist güçlerin oyunlarına gelerek yıllardan beridir süren çatışmada hayatı kaybeden insanlar oldu. Aslında bu süreç yüz yıldan beridir var olan kardeşlik bağlarının güçlendirilmesi için tarihi bir dönemdi, fırsattı. Fakat yani örgüt halkın bölgedeki insanlarını düşünme yerine kendi çıkarlarını daha çok ön plana verdi. Dış güçlerin istemlerini daha çok yerine getirmeye çalıştı. Bu da bu sürecin bozulmasını beraberinde getirdi” açıklamasını kaydetti.

Yunus Emre Kartal

Murat Karayılan'ın sağ kolu, terör örgütündeki paniği anlattı 

Murat Karayılan'ın sağ kolu, terör örgütündeki paniği anlattı

Murat Karayılan'ın sağ kolu, terör örgütündeki paniği anlattı

Bunlar Da İlginizi Çekebilir
İzmir İzmir’in barajlarında su seviyesi düştü İzmir Büyükşehir Belediyesi İZSU Genel Müdürlüğü, İzmir’in içme suyu ihtiyacını sağlayan Tahtalı, Gördes ve Balçova barajlarındaki su seviyelerinin önceki yıllara oranla düşmesine rağmen kısa vadede kentte bir susuzluk tehdidi bulunmadığını açıkladı. İZSU Genel Müdürlüğü, kentin su ihtiyacının yarıya yakınını karşılayan Tahtalı, Balçova ve Gördes barajlarındaki güncel doluluk oranlarını açıkladı. Doluluk seviyesi Tahtalı Barajı’nda yüzde 31, Balçova Barajı’nda yüzde 76, Gördes Barajı’nda ise yüzde 13 olarak kayıtlara geçti. 3 barajdaki toplam su miktarı ise 188 milyon metreküp oldu. Bu üç önemli kaynağın dışında kente su sağlayan Ürkmez Barajı yüzde 43, Güzelhisar Barajı yüzde 86 ve Kutlu Aktaş Barajı ise yüzde 41 doluluk oranına sahip. Tahtalı’da 2008’den beri en düşük seviye Tahtalı, Balçova ve Gördes barajlarındaki su miktarının İzmir’in yaklaşık 8 aylık su ihtiyacını karşılayacağı bildirildi. İZSU yetkilileri Tahtalı Barajı’nda 2008 yılından bu yana en düşük su seviyesinin gözlendiğini belirtirken, su seviyesindeki düşüşün azalan yağışlardan kaynaklandığı vurgulandı. Açıklamada İZSU’nun kente kesintisiz içme suyu sağlamaya yönelik çalışmalarının devam ettiği ifade edilirken, “Barajlarımızda hiç yağış olmasa bile yıl sonuna kadar yetecek su mevcut; ayrıca yer üstü su kaynaklarının yanında kentimizin yer altı su kaynaklarından da faydalanıyoruz. Ancak uzun vadede yaşanabilecek susuzluk tehdidine karşı suyun tasarruflu kullanılması tüm toplumumuz açısından büyük önem taşıyor” denildi.
İstanbul Cam döşemesinin altında sergilenen eserlerle adeta müze olan Koca Mustafa Paşa Camii ibadete açılıyor Fatih’te Kristos Pantepoptes Kilisesi olarak 1059’da inşa edilen ve Sadrazam Koca Mustafa Paşa tarafından camiye dönüştürülen yapının 2021 yılında başlanılan restorasyonunda sona gelindi. Bizans mimarisine ait çini, mermer ve sütunların yanı sıra cehennem tasvirlerinin yer aldığı freskler keşfedilen caminin zemini camla döşenerek adeta müzeye çevrildi. Yarın ibadete açılacak olan 965 yıllık caminin son hali ise havadan görüntülendi. Fatih’te Kristos Pantepoptes Kilisesi olarak 1059’da inşa edilen ve Sadrazam Koca Mustafa Paşa tarafından camiye dönüştürülen yapı Kültür ve Turizm Bakanlığı Vakıflar Genel Müdürlüğünce 2021 yılında restore edilmeye başlandı. Tarihi camide sürdürülen çalışmalar esnasında hem Bizans hem de Osmanlı Cihan Devleti dönemlerinin özenle korunduğu görüldü. Yapının içi, bir metre kadar toprakla doldurulduğu için katmanda yapılan kazılarda, Bizans devrinin özgün kotuna inilerek zeminde zengin bir döşeme mozaiğiyle karşılaşıldı. Restorasyon çalışmaları çerçevesinde Bizans mimarisine ait çini, mermer ve sütunların yanı sıra cehennem tasvirlerinin yer aldığı fresklerin keşfedildiği yapının zemini camla kaplanarak adeta müzeye çevrildi. Halısı kaldırıldıktan sonra ortaya çıkan cam zeminin altına döşenen ışıklandırma sistemiyle, Bizans ve Osmanlı tarihine ışık tutan eserler sergileniyor. Yerli ve yabancı turistlerin ziyaret noktaları arasında yer alan cami, Sahabe Cabir bin Abdullah’ın türbesinin olması sebebiyle halk arasında Hazreti Cabir Camii adıyla da biliniyor. Restorasyonda depreme karşı da güçlendirilen 965 yıllık tarihi cami yarın ikindi namazının ardından ibadete açılacak. Öte yandan, restorasyonu tamamlanan tarihi camiinin son hali havadan görüntülendi. “Cam döşemenin altında restorasyon sırasında çıkmış arkeolojik buluntular sergilenecek” Hz. Cabir Camii’nin tarihi hakkında bilgi veren Vakıflar İstanbul 1. Bölge Müdürlüğü Sanat Eserleri ve Yapı İşleri Şube Müdürü Feyyaz Fidan, “Hz. Cabir Camii diğer adıyla Atik Mustafa Paşa Camii 1059 yılında bir manastır yapısı olarak inşa edildi. Sultan 2. Bayezid’in sadrazamlarından Koca Mustafa Paşa tarafından camiye çevrildi. Hz. Cabir Camii, içerisinde İstanbul kuşatması için gelen Sahabe Cabir bin Abdullah’ın türbesinin olması sebebiyle Hz. Cabir Camii olarak da bilinmektedir. Yaklaşık bin yıldır ayakta duran bu yapı tarihsel süreçte birçok deprem ve yangına maruz kaldı. 1509 depreminde bir hasar aldığını kaynaklardan öğrenebiliyoruz. 1792 yılındaki Balat yangınında ve küçük kıyamet olarak adlandırılan İstanbul depreminde bir hasar aldı. Bu depremde minaresi yıkıldı, kubbesi de tahribata uğradı. Yıkılan eski minare yerine kesme taştan bir minare inşa edildi. Kültür ve Turizm Bakanlığı Vakıflar Genel Müdürlüğü olarak Hz. Cabir Camii’nin rölöve ve restitüsyon projelerini 2018 yılında Koruma Kurulu’na onaylattık. 2021 yılında ise restorasyon çalışmalarına başladık. Öncelikle araştırma kazıları ve raspa çalışmaları yaptık. Bu yapı içerisinde 1 metreye kadar kazı yapıldı ve 1 metre sonunda yapının ilk dönemine ait opus sectila ismiyle biline döşeme bulundu. Cam döşemenin altında restorasyon sırasında çıkmış arkeolojik buluntular, seramik ve mozaik parçaları, Osmanlı dönemine ait özgün şeşhaneler gibi restorasyonda çıkmış eserler sergilenecek. Halı kaldırıldığında ziyaretçiler bu görüntüyle karşılaşacaklar” dedi. “Restorasyonda depreme karşı yapı güçlendirildi” Restorasyonu tamamlanan Hz. Cabir Camii’nde yapılan çalışmaları anlatan Feyyaz Fidan, “Yapının iç ve dış bedeninde raspa yapıldı. Eski onarımlarda yapılmış çimento esaslı sıvalar raspa edildi ve iç yüzeylerde freski sıvalara rastlandı. Freski sıvalar ve ’opus sectila’ belgelemesiyle, konservasyonu yapıldı. Bilim Kurulu kararı doğrultusunda yapının katmanlarının gösterilmesi adına harim içerisinde çelik konstrüksiyon ve üzerine cam bir döşeme yapıldı. Caminin iç tezyinatı hakkında bilgi vermek gerekirse, bitkisel kalem işleriyle süslenmiş bir yapıdır. Ve restorasyonda kalem işlerinin ihyası tamamlandı. Dış cephede özgün harç terkibine uygun derz yapıldı. Bu restorasyonda depreme karşı da yapı güçlendirildi. Enjeksiyon imalatı yapıldı. Minaresi şerefe kotuna kadar söküldü ve özgün tekniğinde tamamlandı. Kubbe üst örtüsü kurşunları yenilendi. Kirpi saçak imalatları yapıldı. İçlik, dışıklar, tüm kapılar, pencereler özgün malzeme cins ve boyutunda yenilendi. Özgün türbe kapısı ve Mahmud Güneşi fümigasyon işleri yapıldı. Hz. Cabir Camii’nin restorasyonunu en kısa sürede tamamlayarak ibadete açılmasını planlıyoruz” ifadelerini kullandı.