ÇEVRE - 23 Eylül 2010 Perşembe 15:11

'Sinek' deyip geçmeyin

A
A
A
'Sinek' deyip geçmeyin

Hacettepe üniversitesi Biyoloji Bölümü’ne ait Evrimsel Ekoloji ve Genetik Araştırma Laboratuvarı’nda çalışmalar yapan Bahar Patlar isimli öğrenci, ‘Drosophila’ türü sineklerle ilgili araştırma yapmak için Muğla’nın Bodrum ilçesine geldi.

EREN AYHAN
MUĞLA

Drosophila türü sineklerle ilgili Türkiye’de yapılacak geniş kapsamlı bir çalışmanın Dünyadaki genetekçiler tarafından büyük ilgi göreceğini belirten Bahar Patlar, “Bu kapsamda tüm Türkiye’deki Drosophila türlerinin araştırılması ve daha çok soruya yanıt verilmesi amacıyla çalışmalarına devam eden öğretim üyeleri ve öğrenciler mümkün olan en kısa zamanda ülkemizin de diğer pek çok ülkede olduğu gibi bir Drosophila Türkiye rehberine sahip olması için çaba sarfediyor” dedi.

ÇALIŞMALAR ARTIRILMALI

Bahar Patlar, “Bu sineklerin önemine dikkat çekilmeli ve ülkemizdeki üniversitelerde çalışmalar artırılmalıdır” derken, “Onlarla çalışmak insanların kafalarında canlanan mide bulandırıcı ve yorucu işlerin aksine oldukça eğlenceli ve bilim adına tatmin edici öneme sahiptir” diye konuştu.

DENEYLERDE KULLANIYOR

Çöplerde ya da dışarıda kalmış çürük meyvelerin etrafında görülen sarı minik sineklerin ‘incir sineği’ ya da ‘meyve sineği’ diye de adlandırıldığını belirten Bahar Patlar, yaygın olanın aksine bilimsel deneylerde fareler değil, özellikle genetik ve evrim biliminde bu sineklerin kullanıldığını belirtti. Patlar, “Kolay gözlenebilen dev kromozomlara sahip nadir canlılardan olan bu sinekler ayrıca astronotlarla birlikte gözlem amacıyla uzaya gönderilen ilk hayvan ünvanıyla da ilgileri üzerlerine çekmişler ve daha uzun yıllar üzerinde çalışmaya değecek kadar da çok soruya yanıt olmaya devam edeceklerdir” diye konuştu.

Bunlar Da İlginizi Çekebilir
İstanbul Ödüllü yapım "Bildiğin Gibi Değil" in film ekibi Küçükçekmece’deydi İstanbul Film Festivali’nden "En İyi Senaryo", "En İyi Erkek Oyuncu", "En İyi Kurgu" ve "Jüri Özel Ödülü" ile dönen "Bildiğin Gibi Değil" Film Ekibi, Küçükçekmece’de sinema Söyleşilerine konuk oldu. İstanbul Film Festivali’nden "En İyi Senaryo", "En İyi Erkek Oyuncu", "En İyi Kurgu" ve "Jüri Özel Ödülü" ile dönen "Bildiğin Gibi Değil" Film Ekibi, Küçükçekmece Belediyesi Film Ofisi’nin düzenlediği Sinema Söyleşilerine konuk oldu. Söyleşiye, filmin yönetmeni Vuslat Saraçoğlu, başrol oyuncusu Serdar Orçin ve filmin yapımcısı Mehmetcan Ünlü katıldı. Cennet Kültür ve Sanat Merkezi’nde gerçekleştirilen söyleşi öncesi oyuncularla bir araya gelen Küçükçekmece Belediye Başkanı Kemal Çebi, katılımlarından dolayı konuklara teşekkür etti. Moderatörlüğünü Ece Dizdar’ın yaptığı söyleşi öncesi ‘Bildiğin Gibi Değil’ filmi özel gösterimiyle sinemaseverlerle buluştu. Farklı hayatlara sahip üç kardeşin babalarının esrarengiz ölümü sonrası geçmişleriyle yüzleşmelerini ve kardeşlik bağlarını yeniden tanımlamalarını konu alan ve Tokat’ta çekilen film büyük ilgiyle izlendi. "Hafıza üzerine düşünmemle film ortaya çıktı" Söyleşide film ekibi sinemaseverlerin sorularını yanıtladı. Filmin 14 yaşına kadar yaşadığı memleketi Tokat’ta çekildiğini belirten Vuslat Saraçoğlu, " Filmi çekme motivasyonum hafıza konusu ile ilgili düşünmem sonucu ortaya çıktı. Her daim önemsediğim bir konuydu. Ortak yaşanmış bir geçmişin nasıl farklı hatırlanacağını ve kardeşler arasında özellikle bu konu nasıl gerçekleşir diye merak ediyordum. Bunun sonucunda film ortaya çıktı. Bu filmin şimdilik filmin devamı gelmeyecek. Filmi çekmeye gidince sinemacı gözüyle bakınca Tokat’a daha çok hayran kaldım. Şu aralar, 3. uzun metrajlı filmimin hazırlığındayım. Kesin olmamakla birlikte onu da Tokat’ta çekmeyi planlıyoruz. Tokat’ın güzelliklerini mümkün olduğunca perdeye taşımaya düşünüyorum" diye konuştu. "Yıllar sonra 20 sene önceki filmi, seyirciyle konuşabiliyorsunuz" Sezonun en iddialı yapımlarından olan Güller ve Günahlar dizisinde "Cihan" karakterine hayat veren filmin başrol oyuncusu Serdar Orçin de film ve dizi arasındaki farklara değindiği söyleşide, " Diziler uzun soluklu olduğu için çekim süreleri bizi biraz zorlayabiliyor. 5-6 günde çekiliyor. En büyük sorunumuz bu. Karşılığı olunca da motivasyonumuz yükseliyor tabii. Filmde ise başı sonu belli bir senaryoda bir karakteri oluşturmaya çalışıyorsunuz. Zaten yazılmış bir şeyi ete kemiğe büründürüyorsunuz. Bir oyuncu için en şahane şey bu. Filmin yolculuğu da uzun. Yıllar sonra seyirciyle 20 sene önce çekilmiş film hakkında konuşabiliyorsunuz. Böyle güzellikleri var" diye konuştu. "Görünmez olmayı bile başrol gibi oynamak gerekiyor" Serdar Orçin oyuncu adaylarına tavsiyelerde bulunduğu söyleşide şunları söyledi: Sinemada asıl olan senaryodur; her şey senaryoyla başlar. İyi bir senaryoyla karşılaşmak çok önemlidir. Yeni başlayan oyuncular, okudukları bir senaryoda kendilerinden bir parça bulamayabilir. Böyle bir durumda, rolü yalnızca arka plandan geçmek bile olsa, ben o rolü filmin başrolü gibi ele alırım. Çünkü benim için her sahne başroldür. Görünmez olmak gerekiyorsa, o görünmezliği bile başrole taşımak gerekir; önemli olan, sahnenin gerektirdiğini en iyi şekilde yapmaktır. Tiyatro eğitimi almış oyuncuların kamera önünde kendilerini mutlaka denemeleri gerekir. Bir oyuncu aynı zamanda çok iyi bir okur olmalıdır. Bu, ciddi bir zekâ ve dikkat gerektirir. Senaryo okumak başlı başına bir iştir ve iyi bir okuyucu olmak oyunculuk için vazgeçilmezdir."
İzmir Genç motokurye bağırsak kanserinden ameliyat olmadan kurtuldu Motokurye olarak çalışan İstanbul Üniversitesi Uzaktan Eğitim Coğrafya Bölümü 3. sınıf öğrencisi 28 yaşındaki Mertcan Kuru, Acıbadem Kent Hastanesi’nde bağırsağındaki kanserojen poliplerden endoskopik yöntemle kurtuldu. Pankreas ve on iki parmak bağırsağı ve midesinin bir kısmının alınmasını gerektiren büyük bir ameliyattan kurtulduğunu belirten Kuru, "kısa sürede normal yaşantıma döndüm." dedi. Karın ağrısı ve pankreas iltihabı şikâyetiyle yapılan endoskopik incelemede Kuru’nun on iki parmak bağırsağında geniş tabanlı polipler saptandı. Durum onkoloji konseyinde değerlendirilerek poliplerin çıkarılmasına karar verildi. Acıbadem Kent Hastanesi Gastroenteroloji Uzmanı Prof. Dr. Yusuf Serdar Sakin, poliplerin cerrahi yerine endoskopik yöntemle alınabileceğini belirtti. Ardından gastroentroloji uzmanları; Prof. Dr. Sakin ve Prof. Dr. Ferdane Pirinççi Sapmaz tarafından gerçekleştirilen ve 4,5 saat süren müdahalede polipler tamamen çıkarıldı. Böylece genç hasta, pankreasın ve on iki parmak bağırsağının ve midesinin bir kısmının alınmasını gerektiren büyük bir ameliyattan kurtuldu. Kuru, işlemden bir gün sonra ağızdan beslenmeye başladı ve kısa sürede normal yaşantısına döndü. "Üçüncü boşluk endoskopisi" ameliyatsız tedaviyi mümkün kılıyor İşlem hakkında bilgi veren Prof. Dr. Sakin, endoskopik cihazlardaki gelişmeler sayesinde erken evre mide ve bağırsak lezyonlarının ameliyatsız tedavi edilebildiğini belirtti. Sakin, "Üçüncü boşluk endoskopisi olarak kabul edilen bu yöntemle kanserleşme potansiyeli taşıyan birçok tümörü cerrahiye gerek kalmadan çıkarabiliyoruz. Hastamızda da aynı yöntemi uyguladık. Patolojide kanser öncülü hücreler gözlenmiş olup, çıkardığımız için takibini kontrol sürdürüyoruz" dedi. 45 yaşından itibaren kolonoskopi uyarısı Erken tanının önemine dikkat çeken Prof. Dr. Sakin, mide-bağırsak şikâyetlerinde vakit kaybetmeden bir uzmana başvurulması gerektiğini vurguladı. Kanser tarama programlarında yer alan 45 yaşından itibaren kolonoskopi taramasının şikâyet olmasa bile herkes tarafından yaptırılması gerektiğini belirten Prof. Dr. Sakin, "Kalın bağırsak kanseri dünyada en sık görülen ve en çok ölüme neden olan kanserlerden biri. Dünyadada en sık gözlenen 3. ve en sık ölüme neden olan 2. kanser tipidir. Sağlık Bakanlığı verilerine göre; Dünyada her yıl yaklaşık 2 milyona yakın kişi bağırsak kanseri tanısı alırken, 903 bin kişi her yıl bağırsak kanseri nedeniyle ölmektedir. Ülkemizde her yıl 20 binden fazla yeni kolon kanseri tanısı konmaktadır. Ancak diğer pek çok kanserden farklı olarak kalın bağırsak kanseri gelişmeden önce önlenebilir." diye konuştu. Endoskopi ve kolonoskopi işlemlerinin artık anestezi altında gerçekleştirildiğini de ekledi. "Yeniden doğmuş gibiyim" Tedavinin ardından sağlığına kavuşmanın mutluluğunu yaşayan Mertcan Kuru, şiddetli ağrıların ardından ameliyatsız bir tedavi yöntemi bulmanın kendisini çok rahatlattığını ifade etti. Kuru, "Çektiğim onca ağrıdan sonra kendimi yeniden doğmuş gibi hissediyorum. Kısa sürede işime ve normal hayatıma döndüm. Doktorlarıma çok teşekkür ediyorum" dedi.
İzmir Modern hayatın sessiz salgını: Dijital yorgunluk Sürekli yorgunluğun bir teşhis değil, sonuç olduğuna dikkat çeken Medicana Sağlık Grubu Psikiyatri Bölümü’nden Dr. Öğretim Üyesi Müge Yaşar, "Modern dünyanın temposu, insan biyolojisinin kaldıramadığı kadar hızlı ilerliyor. Bu nedenle yorgunluk, bugün artık bir toplum meselesi haline geldi" dedi. Yaşar, sosyal medyayı sıkça kullananlarda görülen ‘dijital tükenmişlik’ durumunu vurgulayarak, "Sosyal medya bağımlılığı arttıkça anksiyete, depresyon, yorgunluk, tükenmişlik hissi ve dikkat eksikliği de artıyor" ifadelerini kullandı. Modern çağ insanından sıklıkla duyulan ‘çok yorgunum’ serzenişine ilişkin Medicana International İzmir Hastanesi Psikiyatri Uzmanı Dr. Öğretim Üyesi Müge Yaşar değerlendirmelerde bulundu. Dr. Öğretim Üyesi Müge Yaşar, "Sürekli yorgunluk bir teşhis değil, bir sonuçtur. Arkasında depresyondan kaygıya, uyku bozukluklarından iş yaşamının baskılarına kadar uzanan geniş bir neden yelpazesi vardır. Bunda modern yaşamın koşturmacası, dijital yük ve pandemi sonrası dönemin etkisi var. Ancak bu durum, çoğunlukla var olan depresyon, anksiyete, tükenmişlik, uyku bozuklukları gibi tanıların yeni yaşam koşulları altında daha yoğun yaşanması şeklinde ortaya çıkıyor. Yorgunluk aslında yeni bir tanımlama değil ama çağın yeni dili haline geldi" dedi. Ayrıca tükenmişlik sendromuna da (burn-out) değinen Dr. Öğretim Üyesi Müge Yaşar, "Dünya Sağlık Örgütü bunu bir hastalık değil, iş yaşamına özgü bir stres yanıtı olarak sınıflar. Enerji tükenmesi, işle duygusal uzaklaşma, mesleki verimlilikte azalma... Görülüyor ki modern dünyanın temposu, insan biyolojisinin kaldıramadığı kadar hızlı ilerliyor. Bu nedenle ‘yorgunluk’ bugün artık bir toplum meselesi haline geldi" diye konuştu. En çok dijital dünya yoruyor Gelişen teknolojiyle beraber bireylerin sürekli olarak uyaranlara maruz kaldığını dile getiren Dr. Öğretim Üyesi Müge Yaşar, "Bildirimler, mesajlar, aramalar, sosyal medyada kusursuz görünen hayatlar, ‘geride kalıyorum’ hissi, her an ulaşılabilir olma beklentisi gibi durumlar ruh sağlığında dijital tükenmişlik veya sosyal medya yorgunluğu olarak adlandırılan yeni bir tabloya neden oluyor. Yoğun iş temposu, şehir yaşamı ve dijital uyarana maruz kalmak, insan beynini yüksek alarm durumunda tutabilir. Bu da kronik strese neden olarak vücudun sempatik sinir sistemini sürekli aktive eder. Kortizol ve adrenalin seviyelerinin yükselmesiyle bedeni sürekli savaş ya da kaç halinde tutar. Bu durum biyolojik olarak ‘allostatik yük’ yani vücudun kronik stres karşısında uyum sağlamaya çalışırken yıpranma bedeli kavramıyla açıklanabilir. Kronik stres; otonom sinir sistemi ve inflamatuvar yanıtları aktive ederek hem fiziksel hastalıklara hem zihinsel yorgunluğa zemin hazırlamaktadır" açıklamasını yaptı. Sosyal medyayı yoğun kullanan kişilerde kaygı ve depresyonun yanı sıra yorgunluk belirtilerinin de gözlemlendiğinin yapılan araştırmalar sonucu ortaya çıktığını aktaran Dr. Öğretim Üyesi Müge Yaşar, "Diğer bir açıdan bakacak olursak literatürde ‘sosyal medya yorgunluğu’, ‘teknostres’, ‘Fear of Missing Out (FoMO)’ bir şeyleri kaçırma, geri kalma korkusu’ gibi kavramlar artık ciddi şekilde çalışılıyor. FoMO ve sosyal medya bağımlılığı arttıkça anksiyete, depresyon belirtileri, yorgunluk ve tükenmişlik hissi, dikkat eksikliği artıyor" değerlendirmesinde bulundu. Yavaşlamak, hatta bazen durmak gerekiyor Sürekli yorgunluğun, bedenin ve zihnin alarm sistemi olduğunu aktaran Dr. Öğretim Üyesi Müge Yaşar, bu noktada çözümün, yaşam ritmini yeniden ayarlamakta ve gerekirse bir ruh sağlığı uzmanından destek almakta olduğunu vurguladı. Özellikle biraz yavaşlamanın, gerekirse durmanın ve dinlenmek gerektiğinin altını çizen Dr. Öğretim Üyesi Müge Yaşar, sözlerine şöyle devam etti: "Pandemi döneminden sonra artan ekran süresi, özellikle gençlerde ve çalışanlarda uyku bozukluğu, daha az hareket ettiğimiz daha çok oturduğumuz bir yaşam, anksiyete ve özgüven sorunları ile ilişkilendiriliyor. Bu nedenle artık dijital hijyen / dijital detoks önerilerini daha aktif şekilde gündeme gelmeye başladı. Dijital detoks, zaman yönetimi ve sınır koymak, yorgunluk ya da tükenmişlik hissine iyi gelebilir. Bu davranışlar, zihinsel yorgunluğu azaltmada bilimsel olarak kanıtlanmış ve son derece etkilidir. Sınır koyma becerisi tükenmişlikten korunmanın en önemli aracıdır. Başkalarının taleplerine veya iş yüküne ‘hayır’ diyebilme becerisi, kişisel zamanı ve enerjiyi korur. Sınır koymak, sadece başkalarına karşı değil, kişinin kendi mükemmeliyetçi iç sesine de sınır koymayı kapsamalıdır. Dijital detoksta ise özellikle yatmadan bir saat önce tüm ekranların kapatılması, beynin uyku hormonu olan melatonin salgılamasına yardımcı olabilir. Belirlenen saatlerde bildirimleri kapatmak, sürekli tetikte olma hâlini azaltabilir. Zaman yönetimini ise sadece görevlerin listelenmesi olarak değerlendirmeyin. Gün içinde enerjinin yüksek olduğu saatleri belirleyip en zorlu bilişsel görevleri bu saatlere yaparak, bilişsel tükenmeyi önleyebilirsiniz." Anı yaşamaya odaklanın Yorgunluk ve tükenmişlik halinden korunmanın yollarına değinen Dr. Öğretim Üyesi Müge Yaşar, şöyle konuştu: "Herkesin uygulayabileceği stratejilerden biri farkındalık (mindfulness) ve nefes egzersizleridir. Anı yaşamaya odaklanmak, zihnin sürekli geçmiş kaygıları veya gelecek endişeleri arasında dolaşmasını azaltabilir. Düzenli diyafram nefesi, otonom sinir sistemini dengeleyerek dinlenme ve sindirimden sorumlu parasempatik sistemi aktive eder. Enerjiyi tüketen değil, anlam ve amaç katan aktivitelere zaman ayırmak. Aile, arkadaş, meslektaşlarla biraraya gelme, yalnızlığı ve tükenmişlik riskini azaltan en güçlü faktörlerden biridir. Kendine karşı nazik olmak ve hatalı olduğunda veya zorlandığında kendini yargılamak yerine destek olmak mükemmeliyetçilikle mücadelede en etkili araçtır."
Kocaeli Ailenin önemi, hat sanatının zarafetiyle yorumlandı Cumhurbaşkanlığı ve Diyanet İşleri Başkanlığınca 2025 yılının "Aile Yılı" ilan edilmesi çerçevesinde hazırlanan "Ayetler ve Hadisler ile Aile: Hüsn-i Hat Sergisi", Kocaeli’de sanatseverlerin beğenisine sunuldu. Ailenin kutsiyetini, insanın ilk sığınağı oluşunu ve toplumsal hayattaki yerini merkeze alan sergi, kadim hat sanatını manevi mesajların derinliğiyle bir araya getiriyor. Kocaeli Güzel Sanatlar Sergi Salonu-İzmit Tarihi Tren Garı’ndaki serginin açılışı, İl Kültür ve Turizm Müdürü Fatih Taşdelen ile hattatlar Mahmut Şahin, Abdullah Aydemir ve Zafer Günal tarafından gerçekleştirildi. Sergide, ailenin huzur yuvası oluşu, eşler arası muhabbet ve çocuk terbiyesi gibi konuları ele alan ayet ve hadislerin, celi sülüs, nesih ve ta’lik gibi hat sanatının farklı yazı çeşitleriyle işlendiği eserler yer alıyor. Hattat Mahmut Şahin, 2025 "Aile Yılı" dolayısıyla bu projeyi hayata geçirdiklerini söyledi. Günümüzde aile yapısının çeşitli nedenlerle dezenformasyona uğradığını belirten Şahin, "Bizde dezenformasyona uğrayan aile yapısına, ayetler ve hadisler ışığında olumlu bir katkı sunmayı hedefledik. Bu düşünceyle aile sergisini açtık" dedi. "Kültürle yoğrulmuş bir medeniyetin mirasçılarıyız" Serginin tamamının aile temalı olduğunu aktaran Şahin, "Tamamı aileyle ilgili ayet-i kerimeler ve hadis-i şeriflerden oluşan eserlerin hat sanatına dönüştürülmüş hallerini sergiliyoruz. Biz kültürle yoğrulmuş bir medeniyetin mirasçılarıyız. Osmanlı döneminde bilinen 17 padişahın hattat, 27’sinin ise şair olması bunun en somut göstergesidir" diye konuştu. "Kültürümüzde hat sanatının çok özel ve güçlü bir yeri vardır" Hat sanatının kültürel değerine dikkati çeken Şahin, "Her ne kadar bize Batı, ’kaba’, ’yobaz’ ya da bin bir farklı yakıştırma yapsa da, bizim kültürümüzde hat sanatının çok özel ve güçlü bir yeri vardır. Mescitlerimizden evlerimize kadar hayatın her alanında hat, tezhip, ebru ve minyatür gibi sanat dalları yer bulmuştur. Bu sergiyle hem bu kadim sanat geleneğini yaşatmak hem de aile kavramının İslamiyet’teki yerini sanat aracılığıyla anlatmak istedik" şeklinde konuştu. "Ayetler ve Hadisler ile Aile: Hüsn-i Hat Sergisi", 15-20 Aralık tarihleri arasında her gün 10.00-17.30 saatleri arasında ziyaret edilebilecek.