SAĞLIK - 14 Eylül 2017 Perşembe 11:17

Hacamatta merdiven altına dikkat

A
A
A
Hacamatta merdiven altına dikkat

Hacamatın aslında vücutta birikmiş toksinleri ciltten vakum ile alınması olduğunu söyleyen Dr.

Hacamatın aslında vücutta birikmiş toksinleri ciltten vakum ile alınması olduğunu söyleyen Dr. Mustafa Eraslan, "Biz 40 günlük bebekten, 70-80 yaşında ki insanlara kadar uyguluyoruz" dedi.


Türkiye halkının hacamatı uzun bir süre unuttuğunu söyleyen Dr. Mustafa Eraslan son zamanlarda Micheal Phelps, Neymar gibi dünyaca ünlü sporcuların ve bizim milli sporcularımızın vücutlarına hacamat yapmasıyla birlikte gündeme geldiğini kaydederek, "Biz hacamatı ikiye ayırıyoruz. Bir tanesi koruyucu hacamat, kişi hasta olmadan önce yılın belli dönemlerinde yani mevsim dönüşlerinde yılda 2 veya 4 kez yapılan hacamattır. Birde her hastalık için yapılan hacamat vardır. Bizim içinde önemli olan hacamat şekli budur. Her hastalıkta aynı akupunkturda olduğu gibi hacamat bölgeleri ve tedavileri vardır" dedi.


Hacamatı 40 günlük bebekten, 70-80 yaşındaki insanlara kadar uyguladıklarını belirten Eraslan, "Çocukların gelişmesinde engel varsa, iştahsızlık yaşıyorsa hızlı bir şekilde toparlıyor. Yetişkinlerde ise yukarıdan aşağıya; Migren, Alzheimer, unutkanlık ve hafızada, Hiperaktivite, panikatak, kalp yetmezliği, damar tıkanıklığı, özellikle varislerde kısaca aklınıza gelebilecek bütün hastalıklarda hacamat bölgeleri vardır. Bel, boyun fıtıklarında, Fibromyalgia da hacamatı kullanıyoruz. Hamilelerde ve karın bölgesinde hacamatı yapmamız gerekir. Ense çukurunda yapmamız lazım çünkü oradaki basıncı arttırmamız gerekli. Kan hastalığı olanlarda hemofilisi vardır kan akışını durduramayabilirsiniz. Bazı hastalar kan sulandırıcı kullanıyorlar. Bu hastalarda hacamat yöntemini kullanmamak gerekir. Biz doktorların verdiği hiçbir tedaviye karışmayacağız. Doktorların vermiş olduğu ilaçlar dışında destek olmak amacıyla hacamatı yapacağız" şeklinde konuştu.



"Daha önce iğne yaptırmış olan birisi hacamatı yaptırabilir"


Hacamat aslında vücutta birikmiş toksinleri ciltten vakum ile alınması işleminin gerçekleşmesi olarak tanımlayan Eraslan, "Sizin kan damarınızdan aldığınız kan ile aynı anda hacamat kanı içerisindeki civa, katyum, kurşun yaklaşık 70 kattır. Daha önce iğne yaptırmış olan birisi hacamatı yaptırabilir. Hatta ’iğne gibi ağrıtmıyor’ diyecektir. 10 ile 30 gün arasında kesikler ortadan kalkar ve kesinlikle iz kalmaz. Sağlık Bakanlığı belli sayıda doktora hacamat yapma izni verdi. Sebebi de şu ortamın kesinlikle steril olması lazım, hacamatın hangi bölgelere yapılacağını iyi bilmek gerekir. Bizim merdiven altı tabir ettiğimiz gruplarda steril olmayan jiletler ile hangi bölgelere yapılacağını bilmeden hacamatlar yapılıyor. Bizim tavsiyemiz doktor kliniklerinde hacamatın mutlaka yapılmasıdır.


Hacamatta mevsim dönüşlerinde ilkbahar, sonbahar ve kış,yaz olarak 2 veya 4 kez, ay takvimine göre ise ayların 17, 19, 21, 23’ünde yapılması uygundur. Çünkü bu sünnettir. Hastalık var ise bunun günü ayı ve saati yoktur. Hastalık oluştuğu dakikada hacamat yapabilirsiniz. Hz Muhammet buyuruyor ki "Ben hangi ümmete rastladıysam, hangi meleğe rastladıysam ümmetime hacamat yaptırmayı emretti. Şifa 3 şeydedir dedi. Birincisi hacamat, ikincisi dağlamak ve bal şerbetidir. Dağlamayı ümmetime tavsiye etmem" dedi. Şifalar içerisinde en hayırlısı ve faydalısı hacamattır. Biz hacamatı gündemimize sık sık getirmeli, kendimiz de yapmalıyız . Çoluk çocuk 7’den 70’e yapmalıyız" şeklinde konuştu.



"Biz anjiyoyu çektikten sonra damarlar tıkalı ise bazı bitkileri kullanmalıyız"


Eraslan, damar tıkanıklığı konusuna neden bu kadar önem verdiğini ise şöyle açıkladı: "Çünkü neredeyse hastalıkların tamamı ile ilgili olan bir olaydır. İnsan vücudunda yaklaşık 150 bin km damar bulunmaktadır. Damarlarımız kaç yaşındaysa aslında biz o yaştayız. Ölümlerin dünya genelinde yüzde 53’ü damar tıkanıklığından oluyor. Peki biz damar tıkanıklığına neden önem veriyoruz. Damar tıkandığında kişinin göğsünde ağrı oldu. Hemen bir anjiyo çekiyorlar. Sonuç olarak 2-3 tane damarın tıkalı olduğunu söylüyorlar. Kan sulandırıcı bazıları kasını güçlendirici ilaçlar veriyorlar. Onun dışında stent takıyorlar. Çok acil ise baypass yapılıyor. Burada fitoterapiyi gündeme sokmak gerekir.


Fitoterapi ile tıkanan damarların açılmasına yardımcı oluyoruz. Aslında biz anjiyoyu çektikten sonra damarlar tıkalı ise bazı bitkileri kullanmalıyız. Sonuç alamadığımızda stenti kullanmalı o da sonuç vermediyse baypass’ı kullanmalıyız. Bitkiler burada olmazsa olmaz. Bazen diyorlar bitki damarı açar mı? Sigara ve tütün damar tıkıyor mu? Tıkıyor. Bir bitkinin tıkadığına inanıyorsunuz başka bir bitkinin örneğin Trebulus’un açtığına inanmıyorsunuz. Bu son derece yanlış bir yaklaşımdır. Dünya üzerinde ne kadar doktor varsa gelsinler tıkalı damarların açıldığını onlara gösterebiliriz. Damarlarımız tıkandığında kişiler sıkıntıdaysa ne korksun, ne de üzülsün. Tıkalı damarların biz çaresini biliyoruz. Hasta gelir diyabeti vardır. Gözlerinde görme problemi oluşmuştur. Damarını açarsanız görmeye başlar. Diyalize girmek üzeredir, damarlarını açarak böbreklerin çalışmasını sağlarsınız. Kişinin sperm sayısı ve hareketi yetersizdir. Damar açılımı ile sperm sayısı artmış ve kısırlık ortadan kalkmış olacaktır . Damarın tıkanması her hastalıkla ilgilidir" ifadelerini kullandı.



"Kanserdeki yaklaşımı külliyen reddediyorum"


Kanserde tüm dünyada bir teori olduğunu belirten Eraslan, "Bir tane hücremiz içeriden veya dışarıdan radyasyon gibi etkenle sınırsız bir şekilde genetik yapısı bozuluyor ve çoğalıyorlar. Yaklaşık 100 sene önce söylenmiş bir teoridir. Bütün tedavi metotları radyoterapi, kemoterapi ve cerrahi müdahaleler ile ilaçlar bu hücrenin sınırsız çoğalmasına yönelik teoriye göredir. Peki kaç tane sınırsız çoğalmış, genetiği bozulmuş hücre göstermişler? Öyle bir şey yok. Yani, kanserdeki yaklaşımı külliyen reddediyorum. Kanser hücrelerin genetik yapıların bozulması ve buna bağlı çoğalması değildir. Kanser; vücutta bir susuzluk ve kuruma var, hücreler oksijenli solunumdan oksijensiz solunuma geçiyorlar. Kendilerini fermante edip enerjilerini elde ediyorlar ve kendini korumak istiyorlar. Nesnenin devamı için hiç durmadan çoğalıyor. Bizim yapacak olduğumuz kanserde buna yönelik tedavi ortamından alsilikten alkaliğe çevireceksiniz. Hücrenin iyi oksijenlenmesini sağlayacaksınız. Kanser kısa sürede ortadan kalkacaktır. Bütün kanser hastalarına sesleniyorum. Kanserin kısa sürede toparlandığını biliyorum. Hastalarımdan da görüyorum tedavi edilemeyecek bir hastalık değil, tek sıkıntı kanserin oluş mekanizmasını dünya genelinde çok kimsenin bilmemesidir" şeklinde konuştu.

Bunlar Da İlginizi Çekebilir
Ankara "Yeni dönem dijital ticaret sistemine bir an önce adapte olmalıyız” Ankara Sanayi Odası’nın (ASO) ev sahipliğinde Türkiye Bilişim Derneği (TBD) tarafından 6. Ankara KOBİ’ler ve BİLİŞİM Kongresi düzenlendi. Ankara Sanayi Odası’nın (ASO) ev sahipliğinde Türkiye Bilişim Derneği (TBD) tarafından 6. Ankara KOBİ’ler ve BİLİŞİM Kongresi, “KOBİ’lerde Dijitalleşme, Markalaşma ve Uluslararasılaşma” ana temasıyla ASO Zafer Çağlayan Salonunda düzenlendi. ASO-TBD iş birliği ile gerçekleştirilen KOBİ24’de Türkiye ekonomisinin lokomotifi KOBİ’ler bilişimde değişim ve dönüşüm için kamu otoriteleri, üniversiteler, finans kuruluşları ve sivil toplum kuruluşları ile bir araya geldi. “Yeni dönem dijital ticaret sistemine bir an önce adapte olmalıyız” Burada konuşan ASO Yazılım Komitesi Başkanı Nuray Başar, günümüz dünyasında dijitalleşme, markalaşma ve dünyaya açılma isteğinin artık her sektör için vazgeçilmez hale geldiğini dile getirerek, “İşletmelerin bu konulara hakim olmaları ve stratejilerini bu doğrultuda belirlemeleri oldukça önemlidir. Bu dönüşüm, özellikle yapay zeka, otonom robotlar, büyük veri, yenilenebilen enerji teknolojileri, bulut bilişim, giyilebilir teknolojiler, akıllı sensör teknolojileri ve siber güvenlik gibi teknolojiler ve ürünler vasıtasıyla gerçekleşmektedir. Dijitalleşme ile küresel gelişmeleri ve kendi dinamiklerimizi çözümleyerek, etkili politikalar geliştiren, teknoloji üreten ve rekabetçi olan bir şirket haline gelebilirsiniz. Geçmiş zamanda bulunduğu coğrafyadan çıkmaya korkan şirketler, bugün tüm dünyaya birkaç saniye içinde ürün ve hizmetlerimizi tanıtma şansına sahip. Bu nedenle; yeni dönem dijital ticaret sistemine de bir an önce adapte olmalıyız” ifadelerini kullandı. Dördüncü Sanayi Devrimi olarak adlandırılan Endüstri 4.0’la birlikte her şeyin çok hızlı bir şekilde geliştiğine ve dönüştüğüne dikkati çeken Başar, Endüstri 4.0’ın bütün parametrelerini kullanan sanayi kuruluşlarının yanı sıra merdiven altı olarak adlandırılan işletmelerin de dijitalleşmeyi kullandığını kaydetti. “Dijital dönüşümü benimsemek, kavramak ve bir şansa dönüştürmeyi başarmak zorundayız” Tüketim toplumu olmaktan çıkıp bir an önce üretim toplumuna dönüşmek gerektiğine vurgu yapan Başar, “Üreten toplumun bireyleri daha bağımsız, daha yetenekli, daha bir dayanışma kültürünü ve adil yaşamayı benimseyen insanlardır. Dijital dönüşümü benimsemek, kavramak ve bir şansa dönüştürmeyi başarmak zorundayız” dedi. “Üniversitenin eğitim ve araştırma kapasitesi dünyada 60’ıncı sıradayken KOBİ’lerin sıralamasının 20’lere inmesi mümkün gözükmüyor” Mehmet Cansız ise Türkiye’nin Rekabet Gücü Endeksi’nde 47’nci, Dijital Rekabet Gücü Endeksi’nde 52’nci ve İnovasyon Endeksi’nde 37’nci sırada olduğunu kaydederek, “Genel Endeks’te 40 ila 52’nci sıra arasında dolaştığımızı görüyoruz. Devletin verimliliğini ise 38 ila 57 arasında dolaştığı gözükmekte. Diğer taraftan, yine İnovasyon Endeksi’nde 2007’de 45’inci sıradayken 2022’de dünyada 37’nci sırada yer alıyoruz. Benzer şekilde İnovasyon Endeksi’nin verileri de aynı şeyi söylüyor. Türkiye’nin son 15 yılda belirli bir çerçevede o kırılımı sağlayamayacak şekilde bir değişim yaşadığını görüyoruz. Türkiye’deki üniversitenin eğitim ve araştırma kapasitesi dünyada 60’ıncı sıradayken Türkiye’deki KOBİ’lerin sıralamasının 20’lere inmesi mümkün gözükmüyor” değerlendirmesinde bulundu. “KOBİ’lerin ihtiyaçlarını belirlemek ve çözümlere destek vermek ASO’nun temel misyonları arasında” ASO olarak değişen dünyaya adapte olmaya çalıştıklarını ifade eden Cansız, “ASO bundan önceki dönemde ulusal ve bölgesel kalkınmada rol alacak önemli projeler gerçekleştirdi. Teknopark’ı ve vakfı olan, eğitim ve mesleki eğitim konusunda önemli faaliyetler yürüten, AB ve Dünya Bankası ile çeşitli projeler yürütmüş, sanayide kritik rol oynayan ve Ankara sanayisini dönüştürmeye yönelik çalışmalara devam eden bir kurum rolünde. Son olarak faaliyetlerden bir tanesi de sanayinin dönüşümü için model fabrikanın kuruluşu olarak görebiliriz. Yeni dönemde ise geleneksel yaptığımız faaliyetlerin yanı sıra ASO’nun AR-GE yenilik, Start-up teknoloji girişimcilik, dijital ve yeşil dönüşüm ve yenilikçi sınıf üzerine daha ağırlıklı bir şekilde çalışma prensibi üzerinden hareket ederek bir çerçeve hazırladık. Burada önemli olan KOBİ’lerin ihtiyaçlarını belirlemek, ölçeklenebilir çözümlere destekler vermek ve üyeler arasındaki ilişkileri güçlendirmek ASO’nun temel misyonları arasında” ifadelerini kullandı.
Tokat Drakula’nın hapishanesi Tokat Kalesi’nde 15 yıldır restorasyon sürüyor Tokat Kalesi, film ve romanlara konu olan Drakula olarak bilinen Romanya Prensi ve Eflak Voyvodası’nın 15’inci yüzyılda 4 yıl boyunca esir tutulduğu iddialarıyla tarihi ve eşsiz bir yapı olarak öne çıkıyor. 2009 yılında başlanan restorasyon çalışmaları nedeniyle kale kapılarına zincir vurulduğunu söyleyen tarih araştırmacısı Aybike Gamze Gazioğlu, “Drakula’nın esir tutulduğu kale Tokat’tadır. Fatih’in elinde Drakula’nın kellesinin bulunduğu heykel ile restorasyonun tamamlanarak bu kalenin yeniden açılmasını bekliyoruz” dedi. Drakula olarak bilinen ve film ile romanlara konu olan Romanya Prensi ve Eflak Voyvodası 3’üncü Vlad Dracul’un 15’inci yüzyılda 4 yıl boyunca esir tutulduğu iddialarıyla tarihi ve eşsiz bir yapı olarak öne çıkan Tokat Kalesi’nde, 2009 yılında başlanan restorasyon çalışmaları nedeniyle ziyaretçilerine kapılarını kapattı. Aradan geçen 15 yıla rağmen restorasyon çalışmalarında bir ilerleme olmayınca tarihi kale açılacağı günü bekliyor. “Drakula’nın esir tutulduğu yer Tokat Kalesi’dir” Eflak Voyvodası Vlad Tepeş’in Tokat Kalesi’nde esir tutulduğunu ve Drakula efsanesinin kaynağının buradan geldiğini vurgulayan tarih araştırmacısı Aybike Gamze Gazioğlu, “Eflak vilayetinin beyinin oğlu Vilad Tepeş’in bulunduğu Tokat Kalesi’ndeyiz. Namı değer Kazıklı Voyvodadır. Biliyorsunuz Fatih Sultan Mehmet Han ile aynı sarayda büyümüştür. Ve ihanet sonucunda bu zindanlarda tutulmuştur. Bu zindanların altında geçitler mevcuttur. Fatih Sultan Mehmet Han o dönemde Kazıklı Voyvoda Vilad Tepeş’i buraya getirdiğinde şehri doğrudan götürmüyor. Buradaki mağara ve geçitleri kullanarak şehrin içinde gezdiği de söyleniyor. Yurt içi ve yurt dışında insanlar Tepeş ile alakalı Romanya’da doğdu büyüdü ve oraları mekânı olarak göstermeye çalışıyorlar. Vilad Drakula’nın esir tutulduğu kale Tokat’tadır. Bu adam vampir film, hikâye ve romanlarına esin kaynağı olmuştur. Bu esin kaynağının sebebi de o dönemde yaşayan Türk atalarını kazığa germiştir ve kanlarını içmiştir. Bu durum neticesinde de Fatih Sultan Mehmet Han onun kellesini alarak İstanbul’da gezdirmiştir. Bizim dileğimiz de buraya bir heykel yapılmasıdır. Fakat bu heykelin de Fatih’in heykeli olması yönündedir. Fatih’in elinde Tepeş’in kellesinin bulunduğu bir heykel olabilir. Böyle bir heykel ile Tokat kalesi turizme açılabilir. Tokat Kalesinde 8 yıldır süren restorasyon çalışmasından ötürü kaleye bir türlü gelemiyoruz. Geldiğimiz neticede kapıları da görüyorsunuz zincirli buluyoruz. Restorasyonun bir an önce başlayarak başlayıp bitmesi için mücadele ediyoruz. Biz Türk halkı olarak Tokat Kalesinde bir heykel yapılmasını talep ediyoruz. Buradan Vakıflar Genel Müdürlüğü, Turizm Bakanlığı ve bu alanda görevli olan mercilere sesleniyorum. Bizim tarihimiz Fatih’tir, Osmanlı’dır. Biz bu tarihimizin yaşatılmasını istiyoruz. Kont Drakula Tokat Kalesi’nde esir tutulmuştur. Biz de Fatih’in heykelinin yapılmasını istiyoruz. Heykel de istediğimiz özellikler de şunlardır. Heykelde Fatih Sultan Mehmet Han’ın elinde Drakula’nın başının bulunduğu şekliyle bir heykel talep ediyoruz. Biz tarihimize sahip çıkıyoruz ve biz tarihimizle güçlü bir milletiz ve güçlü olmaya da devam edeceğiz” dedi. Gazioğlu, Tokat Kalesi’nin dünya çapında bir özelliği olduğunu belirterek, Drakula’nın burada esir tutulduğunun ve atalarına verdiği zararın bedelinin ödenmesi gerektiğini vurguluyor. Restorasyonun bir an önce tamamlanmasını isteyen vatandaşlar, bu tarihi yapıya dünya genelinde daha fazla dikkat çekilmesi için heykel talebinde bulunuyor.
İstanbul “Hayat pahalılığı ile mücadele etmek için rekabet yasasının değişmesi gerekiyor” Son zamanlarda yapılan fahiş zamlardan dolayı rekabet gücünün düştüğünü söyleyen İstanbul Arel Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Uğur Özgöker 4054 Sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanun’un değişmesi gerektiğini vurguladı. Pandeminin ardından devam eden ekonomik sıkıntılardan sonra Türkiye’de hayat pahalılığının her geçen gün daha da arttığına dikkat çeken Prof. Dr. Uğur Özgöker özellikle zincir marketlerin açık ve gizli anlaşmalar yaparak tüketiciyi mağdur ettiğini belirtti. Aynı zamanda Tüketicinin ve Rekabetin Korunması Derneği Başkanı olan İstanbul Arel Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Uğur Özgöker açıklamasının devamında şu ifadeleri kullandı; “Bilindiği üzere bütün dünyayı derinden etkileyen Covid-19 Pandemisi sonrasında ülkemizde tüketicileri doğrudan ilgilendiren, hayati mal ve hizmet fiyatlarında ekonominin normal gereklerinin çok ötesinde fahiş zamlar yapılmaktadır. Ayrıca piyasada pandemi sonrası tekrar canlanan talep nedeniyle bazı mal ve hizmetler tedarik edilememekte, karaborsada satılmakta, normal karların bazı mallarda piyasa fiyatının 10 katı kadar ahlaksız, iktisadi realiteden çok uzak zamlar yapılmaktadır. Özellikle zincir marketler aralarında açık veya gizli anlaşmalar yaparak (Kartel oluşturarak) ya da piyasada hâkim durumda olan teşebbüsler bu hakimiyetlerini mevcut ve potansiyel rakipleri ile tüketiciler aleyhine istismar ederek (tekel/monopol haline gelerek) piyasayı bozmakta, serbest rekabeti ihlal etmekte ve özellikle de bireysel tüketicileri mağdur etmektedirler.” “4054 Sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanun’un değişmesi elzemdir” Rekabetin Korunması Hakkında Kanun’da bazı değişikliklerin şart olduğunu da söyleyen Prof. Dr. Uğur Özgöker, “Piyasa dengelerinin bozularak serbest rekabetin kısıtlanması ya da tamamen engellenmesi, ücretli çalışan ve emeklilerin hayatlarının çok zorlaştırılması, geçim sıkıntısı çekmeleri ve zaruri tüketim mallarını bile tedarik etmekte çok zorlanmaları ve nihai olarak bu enflasyonist ortamı bahane eden kötü niyetli dış güçler ve işbirlikçileri bazı iç siyasilerin bunu istismar ederek ülkemizin istikrarını bozarak siyasi ve ekonomik kaosa sokmak çabalarını önlemek için Rekabetin Korunması Hakkında Kanun’da bazı değişiklikler elzem olmuştur” şeklinde konuştu. “Yeni kanunda hapis cezaları ve çok yüksek para cezaları verme hükümleri de eklenmelidir” Prof. Dr. Uğur Özgöker sözlerine şöyle devam etti: “Her ne kadar Anayasa’nın 172. maddesi uyarınca ‘Devlet, tüketicileri koruyucu ve aydınlatıcı tedbirler alır, tüketicilerin kendilerini koruyucu girişimlerini teşvik eder’ ile piyasaların denetimi ve dış ticaretin düzenlenmesi ile ilgili 167. Maddesi uyarınca ‘Devlet, para, kredi, sermaye, mal ve hizmet piyasalarının sağlıklı ve düzenli işlemelerini sağlayıcı ve geliştirici tedbirleri alır; piyasalarda fiili veya anlaşma sonucu doğacak tekelleşme ve kartelleşmeyi önler’; hükümleri devlete görev vermesine rağmen; 13 Aralık 1994 tarihinde yürürlüğe giren RKHK ‘ da mevcut haliyle rekabeti en fazla bozan Devlet Yardımlarının Düzenlenmesi ve Denetlenmesi’ ne ilişkin (Teşvikler) ve doğrudan tüketiciyi koruyan hükümler yoktur. Mevcut kanunun hükümlerinde rekabeti ihlal eden teşebbüslere bir önceki yılın cirosu üzerinden yüzde 10 gibi sembolik bir oranda para cezası verilmesi yetkisi çok yetersiz kalmaktadır. Rekabeti ihlal ederek yüzde 500-1000 gibi fahiş oranlarında haksız kazanç sağlayan teşebbüsler çok cüzi cezalar karşısında rekabeti ihlal etme ve tüketiciyi istismar etmeyi sürdürmektedirler. Yeni kanunda ABD Rekabet Kanunun’da olduğu gibi hapis cezaları ve çok yüksek para cezaları verme hükümleri de eklenmelidir.” “Rekabet Kurumu bünyesinde Tüketici ve Rekabet Akademisi kurulmalıdır” Prof. Dr. Özgöker ayrıca Rekabet Akademisi önerisi ile ilgili de, “Ayrıca 4054 sayılı kanunun kuruma görev olarak verdiği ‘Rekabet Savunuculuğu’nu yürütecek yani ‘Rekabet’ kavramı ilgililere ve kamuoyuna anlatacak, bilgilendirecek, eğitecek ve sertifikalandıracak bir birim de kurum organizasyon yapısında öngörülmemiştir. Türk vatandaşlarının yaşam standartlarının ve refah seviyelerinin artırılması için RK bünyesinde ekonominin kalbi İstanbul’da Rekabet Kurumu İstanbul Temsilciliği binasında mukim bir "Tüketici Ve Rekabet Akademisi" kurulmalıdır. İstanbul merkezli bu akademi: Anayasamızda da yer alan devletin hem ‘Tüketiciyi Koruma’ hem de mal ve hizmet piyasalarında; ‘Rekabeti Koruma’ fonksiyonlarını birlikte yürüterek ekonomimizi geliştirecek, uluslararası rekabet gücümüzü artıracak ve vatandaşlarımız için eğitim, bilgilendirme, uluslararası sertifikasyon faaliyetlerini ifa edecektir. Bunların yanı sıra; Rekabetin ve Tüketicilerin Korunması, Haksız Rekabet, Damping, Sübvansiyon, Patent ve Fikri Mülkiyet Hakları, Kalite ve Standardizasyon gibi Uluslararası Ticaret Kurallarını ihlal eden ve ticari ahlaktan yoksun, teşebbüsleri tespit edecek, uyaracak ve gerekirse cezalandırılmaları için Rekabet Kurumu ve adli makamlara doğrudan sevk edebilecek yetkilerle donatılmalıdır” dedi. Son olarak tavsiylerini devam ettiren Özgöker sözlerini şöyle sonlandırdı: “Bu üç hususla ilgili maddeler yeni Rekabetin Korunması Hakkında Kanun tasarısına derç edilmelidir. Yeni Kanun yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla kanunu uygulamayla görevli mevcut ‘Rekabet Kurulu Üyeleri’nin görevleri sona erer ve yeni üyeler atanır maddesi de eklenmelidir. Konunun çok önemli milli bir mesele olması hasebiyle de yeni rekabet kurulu üyeleri de hemşerilik, akrabalık veya başka siyasi mülahazalarla değil tamamıyla liyakat esasına göre konunun uzmanları arasından belirlenip atanmalıdırlar.”