GENEL - 28 Aralık 2011 Çarşamba 15:05

KAMU-SEN ÜYELERİ MİLLETVEKİLLERİ İÇİN MENDİL AÇIP PARA TOPLADI

A
A
A
KAMU-SEN ÜYELERİ MİLLETVEKİLLERİ İÇİN MENDİL AÇIP PARA TOPLADI

Türkiye Kamu-Sen üyeleri, maaşlarına zam yapılan emekli milletvekilleri için mendil açıp para topladı. Eyleme, Cumhuriyet HP İstanbul Milletvekili avukat Mahmut Tanal da destek verdi.
Türkiye Kamu- Sen üyesi yaklaşık 30 kişi, İstanbul Valiliği önünde toplanarak emekli milletvekillerine yapılan zammı protesto etti. Kamu- Sen üyeleri milletvekilleri için mendil açıp para toplarken, eyleme destek veren CHP İstanbul Milletvekili avukat Mahmut Tanal da mendile 5 lira bağışta bulundu.
Daha sonra basın açıklaması yapan Türkiye Kamu-Sen ve Türk Eğitim Sen İstanbul İl Başkanı Yrd. Doç. Dr. M. Hanefi Bostan, "Hükümetin kamudaki ücret dengesizliğini ortadan kaldırmak için çıkardığı 666 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname; ücret adaletini tam olarak sağlamadığı gibi, yeni adaletsizlikleri de beraberinde getirmiştir. Aynı unvan ve aynı kadroda olanların farklı ücret almasının önüne geçilmesi için getirilen yeni düzenlemede; öğretmenlerin, profesörlerin, doçentlerin, yardımcı doçentlerin,
öğretim görevlilerinin, okutmanların, uzmanların, araştırma görevlilerinin, din görevlilerinin, hekim dışı sağlık personeli ile Maliye Bakanlığı, Gelir İdaresi Başkanlığı, Sosyal Güvenlik Kurumu, Türkiye İş Kurumu, Gümrük ve Ticaret Bakanlığı, Başbakanlık Devlet Arşivleri ve PTT’de çalışan Sözleşmeli Personel gibi birçok kurum çalışanları ile polislerin ek ödemelerinde hiçbir artış olmazken, üst düzey yöneticilerin ek ödemelerinde hatırı sayılır artış yapılmıştır. Düşük maaş alan memurlarla yüksek maaş
alanlar arasındaki fark daha da artarak 5,8 kata çıkarılmış, kamudaki ücret uçurumu daha da derinleştirilmiştir" dedi.
Öğretmenlerin maaşının kamudaki en düşük ücret haline geldiğini belirten Bostan, "Bugün öğretmenlerin maaşı kamudaki en düşük ücret seviyelerinden biri haline gelmiştir. Bu vefasızlığı gelecek nesilleri yetiştiren ve bu ülkenin kilometre taşı olan öğretmenler ve akademisyenler asla unutmayacaktır. Öğretmen ve akademisyen maaşlarına bugüne kadar iyileştirme yapmayanlar, bu meslek grubunu görmezden gelenler büyük vebal altına girmektedir. Özlük haklarının düzeltilmesi gereken öğretmen, akademisyen ve
memurlarımızın yüzde 60’dan fazlasının bu şekilde mağdur edilmesi ülkemizin tarihine kara bir leke olarak düşmüştür. Maliye Balkanlığında ve diğer kurumlarda merkezdeki uzmanlar ile taşradaki uzmanlar arasındaki maaş farkı 1000 TL, aynı işi yapan memurlarla uzmanlar arasındaki maaş farkı 600 TL iken siz neyi düzelttiniz?" diye konuştu.
Hanefi Bostan, Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’e eleştirilerde bulunarak, "Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, eşit işe eşit ücret düzenlemesinde yapılan haksızlığın düzeltilmesi yerine, tüm gider kalemlerindeki ezici artışları görmezden gelerek, öğretmenlerin 9 yılda gerçekleşen maaş artışını bir başarı gibi sunmaktadır. Bu durum büyük bir talihsizliktir ve siyaset etiği ile bağdaşmayan bir davranıştır. Sayın Maliye Bakanımız muhtemelen 9/1’deki öğretmenin maaşının bin 577 TL, araştırma görevlisinin bin 875 TL,
5/3’deki bir öğretim görevlisinin bin 879 TL, 5/2’deki yardımcı doçentin iki bin 210 TL, 3/1’deki doçentin iki bin 320 TL olduğunu bilmiyordur. Türkiye Kamu Sen olarak hak ettiğini almaktan başka bir talebi olmayan bu insanlara reva görülen muameleyi kınıyoruz. Adalet diye haykırarak, adaletsizliklere imza atanların, birbiriyle çelişen uygulamaları hayata geçirenlerin, ayrımcı politikalarla çalışanlar arasında barış ve huzuru bozanların artık tüm bunlara bir son vermesini istiyoruz" dedi.
Kamu çalışanlarının yoksulluk sınırının altında ücretle geçinmeye çalıştığını ifade eden Bostan, "Öte yandan bu ülkenin kalkınmasından pay alamayan, bugüne kadar maaşlarında hiçbir şekilde iyileştirme yapılmayan, eşit işe eşit ücret düzenlemesinde yok sayılan öğretmen, profesör, doçent, yardımcı doçent, öğretim görevlisi, okutman, uzman, araştırma görevlileri, din görevlileri, hekim dışı sağlık personeli, Maliye Bakanlığı, Sosyal Güvenlik Bakanlığı, PTT ve Başbakanlık Arşivi gibi kurumlarda çalışanlar
olarak bir gecede emekli milletvekillerinin maaşlarına yapılan zamla şoke olduk. Kamu çalışanlarının büyük bir çoğunluğu yoksulluk sınırının altında ücretle geçinmeye çalışırken; iki yıl milletvekilliği yapanların emekli olduğunda Cumhurbaşkanına bağlanan aylığa endeksli olarak bugün için 8 bin TL tutarında emekli maaşına hak kazanmış olması içimizi sızlatmıştır. Cumhurbaşkanı’ndan talebimiz; ilaç katkı payları görüşüldüğü sırada, Meclis’ten jet hızıyla geçen emekli milletvekillerinin maaşlarına zam
yapılmasını öngören yasayı veto etmesidir. Çünkü emekli milletvekillerinin maaşlarına yapılan zam toplum vicdanını zedelemektedir" diye konuştu.
Hanefi Bostan yapılan son düzenlemeye göre memur emekli olduğunda emekli milletvekilinden 8 kat daha az emekli maaşı alacağını belirterek sözlerini şu şekilde sürdürdü;
"Bu düzenlemeyle memur emekli olduğunda emekli milletvekilinden 8 kat daha az emekli maaşı alacaktır. Bunun adil olduğunu hiç kimse söyleyemez. Yıllardan beri kamu görevlilerine yapılan tüm ödemelerin emekliliğe sayılması talebimiz görmezden gelinmektedir. Kamu görevlilerimiz emekliliklerinde, %50 ile %60 arasında değişen oranlarda gelir kaybına uğratılmaktadır. Bu nedenle birçok kamu çalışanı emekli olmayı düşünmemektedir. İşçinin, memurun, asgari ücretlinin, emeklinin zamlardan cüzdanı yanarken, işsizlik
yıldan yıla artarken, gelir dağılımındaki adaletsizlik büyürken, öğretmenlerin, akademisyenlerin ve memurların büyük çoğunluğunun maaşları yerinde sayarken, memurlar yüzde 3’lük zam oranlarına mahkûm edilirken; emekli vekillerin maaşlarında alelacele yapılan düzenleme siyasi etikle nasıl bağdaştırılabilmektedir? Öğretmen, akademisyen, din görevlisi ile Maliye, Sosyal Güvenlik Kurumu, Başbakanlık Devlet Arşivleri ve PTT’de çalışan Sözleşmeli Personel ve diğer çalışanlara hakkını teslim etmeyenleri,
çalışanları yoksulluğun kucağına itenleri ve tam 15 aydır 4688 Say ğretmenlerin 9 yılda gerçekleşen maaş artcdnı bir başarı gibi sunmaktadır. Bu durum büyük ışını bılı Sendika Kanununda yapılacak düzenlemeleri beklettiği halde, kendileri için 15 dakikada kanun çıkaranları şiddetle kınıyoruz. Giderek pahalanan hayat şartlarını bu ülkeyi yönetenlerin hatırlamasını isterken, iğneden ipliğe her şey peşi sıra zamlanırken, çalışanlar ay sonunu getirmekte zorlanırken, vekillerin kendi derdine düşmesi
inanılır gibi değildir. Ama herkes bilmelidir ki; halkın vekili olduğunu unutanları biz de unutmayacağız. Birileri sırça köşklerinde emekli maaşının keyfini süredursun, bu ülkenin gerçek üretenleri yılmadan mücadelesine devam edecektir."
Açıklamanın ardından konuşma yapan CHP İstanbul Milletvekili Mehmet Tanal ise, "Bir sepette bir iki tane çürük elma olabilir. Bunu komple CHP’ye mahal etmek insafsızlıktır. Bizim temel ilkemiz şu burada bir adaletsizlik ve hukuka aykırılık var. Bu teklifi meclise götüren AK Parti’dir. Ama kimse AK Parti’nin üzerine gitmiyor, CHP’nin üzerine geliyor. Cumhurbaşkanı şike yasasını nasıl veto ettiyse bunu da etsin" dedi.
Daha sonra eylemde toplanan toplam 7 lira 30 kuruş, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne (TBMM) gönderildi.
Bunlar Da İlginizi Çekebilir
Bursa Başkan Gürhan Akdoğan: "Bursa ovası da, sanayisi de sahipsiz değildir" Atatürkçü Düşünce Derneği Bursa Şube Başkanı Gürhan Akdoğan, 1977 yılında yapılan tarımsal arazilerin ve özellikle Bursa ovasının korunması hakkındaki protokolle 20 bin hektar alandan geriye, 9 bin hektarın kaldığını söyledi. ADD Bursa Şubesi, Bursa’da sanayileşme ve kentleşme çerçevesinde çevresel etkileri hiçe sayan, doğayı tahrip ederek kent ve toplum çıkarları yerine, bireysel çıkarları hedefleyen gündemdeki bazı projeler hakkın basın mensuplarıyla bir araya geldi. Nilüfer Karaman Dernekler Yerleşkesinde konuşan ADD Bursa Şube Başkanı Gürhan Akdoğan, "Yıllarca anlattık, olmadı. Her şeyi rant gören anlayışla vahşice çarpık kentleşme ve çarpık sanayileşme ile mücadele ettik. ’Bursa ovasını yok ediyorsunuz’, ’Sürdürülebilir kalkınma ilkesi doğrultusunda doğayı çevreyi koruyarak sanayileşmeyi, kentleşmeyi birlikte planlayalım’ dedik yine olmadı. Onlarca sanayileşme ve kentleşme sempozyumları düzenledik, raporlar hazırladık, kent yağmasına, ova talanına karşı davalar açtık ama bir türlü dinlemediler. 1977 yılında yapılan tarımsal arazilerin ve özellikle Bursa ovasının korunması hakkındaki protokolde korunacak ova koruma alanı 20 bin hektar olarak belirlenmiş olmasına rağmen ova korunamamış, meydana gelen sanayileşme ve yerleşim sebebiyle ova koruma alanı 11 bin 245 hektara kadar küçülmüştür. Bu duruma rağmen yapılan araştırmalar (2011 yılında belirlenen ova koruma alanı 9 bin 163 hektar) Bursa ovasının kan kaybetmeye devam ettiğini, günümüzde 9 bin hektarın da çok altına düştüğünü göstermektedir. Bursa ovasının elimizde 9 bin hektarı kalırken onu da sulayamıyoruz. Bursa 2020 yılı çevre düzeni planın da bugüne kadar yaklaşık 300 adet plan değişikliği yapılmıştır. Bu değişiklikleri yapan kurumlar sırasıyla Bayındırlık ve İskan Bakanlığı, Çevre Bakanlığı, Bursa İl Özel İdaresi ve Bursa Büyükşehir Belediyesi ile ilçe Belediyeleri ve meclisleridir" dedi. "Tarım arazileri her geçen gün küçülmektedir" Dünyada yaşayan insanların nüfusu 2000 yılında 6 milyar iken, şimdi 7,8 milyara ulaştığını belirten Akdoğan, "19. yüzyıl başlarında 1,5 milyar olan dünya nüfusunun, 2050 yılında 10 milyara çıkacağı tahmin edilmektedir. 1950 yılında 21 milyon olan nüfusumuz, 2023 yılında 4 kat artarak 85 milyona ulaşmıştır. Yaşadığımız uygarlık, doğal kaynakların yanlış kullanımı ve doğal yaşam alalarına verilen zarar sebebiyle tehlikeye girmiş durumdadır. Kapasitenin üzerinde kullanımının sonucunda dünya, aşın bir baskıyla karşı karşıyadır. Endüstri devriminden günümüze dek geçen süre içerisinde dünya nüfusu sekiz katına çıkmıştır. Son 100 yıl içinde, endüstriyel üretim 100 kat artmıştır. İnsan etkinliklerinin ve nüfusun bu inanılmaz artışı çevre üzerinde önemli ölçüde olumsuz etkiler oluşturmuştur. Bursa’da ise tarım arazisi 2016 yılında 417 bin 420 hektarla toplam arazinin yüzde 38,34’ünü oluştururken, 2022 yılında 369 bin 727,80 hektara düşerek yüzde 33,36’ ya gerilemiştir. Yani son 16 yılda 47 bin 692,20 hektar tarım arazisi, tarım dışına çıkarılmıştır. Tarım dışına çıkarılan bu arazilerin büyük bir kısmı da yerleşim yerlerine ve sanayi alanına dönüşmüştür. Bursa toplam tarım alanının yüzde 79’luk kısmı sulamaya uygun olmasına rağmen, yüzde 42’lik kısmı sulanabilmektedir. Sulamaya uygun alanın ise yüzde 53’ü sulanmaktadır. Tüm Türkiye’de olduğu gibi Bursa’da da hala tarımsal sulama suyunun yüzde 68’i açık sulama sistemleri ile, sadece yüzde 32’si kapalı basınçlı sistemlerle sulanacak arazilere ulaştırılmaktadır" dedi. Türkiye’de olduğu gibi Bursa’da da plansız ve ağırlıklı dışa bağımlı bir sanayileşme söz konusu olduğunu belirten Akdoğan, "Bugün Bursa’da, faaliyette ve alt yapı çalışmaları devam eden, 17 adet Organize Sanayi bölgesi (OSB), 3 adet Özel Endüstri Bölgesi (ÖEB), 8 adet Sanayi Bölgeleri (SB), 24 adet Küçük Sanayi Sitesi (KSS) toplam 52 adettir. Yaklaşık olarak toplam 5 bin 200 hektarlık bir alan kullanan Organize Sanayi Bölgelerinde, 153 bin civarında kişi istihdam edilmektedir. Bursa’da yeterince sanayi bölgesi oluşmuştur. Dağınık ve plansız sanayileşme, tarım arazilerinin yok edilmesi ve gecekondulaşma gibi kentsel sorunları da beraberinde getirmiştir. Artık, mevcut kapasite kullanımları da değerlendirildiğinde, yeni sanayi bölgelerinin açılmasına izin verilmemelidir. Sanayi Bölgeleri, Sanayi Siteleri dışında endüstriyel tesislerin kurulmasına ve çalışmasına izin verilmemelidir. Organize sanayi bölgelerinin büyük bir bölümünde, sonradan OSB olmasından kaynaklı olarak, alt ve üst yapı sorunları hala sürmektedir. Parsel bazında yüzde 30 boş kapasitesi olan Organize Sanayi Bölgelerinin, yüzde 62’sinde Arıtma tesisi yoktur. yüzde 85 inde itfaiye teşkilatı, yüzde 92’sinde Sağlık Merkezi, yüzde 70’inde PTT ve Okul gibi tesisler bulunmamaktadır. Sınırları içerisinde, sanayi bölge ve sitelerini yoğun şekilde barındıran Kestel, Nilüfer ve Osmangazi ilçelerinin durumu ise vahimdir. Bu ilçeler adeta SOS vermektedir" diye konuştu.
Eskişehir Vali Hüseyin Aksoy, Yunus Emre Kültür ve Sanat Haftası mesajı yayımladı Eskişehir Valisi Hüseyin Aksoy, Yunus Emre Kültür ve Sanat Haftası’yla alakalı bir mesaj yayımladı. Eskişehirlileri, Yunus’u okumaya, anlamaya ve anma etkinliklerine katılmaya davet ettiğini mesajında belirten Vali Hüseyin Aksoy, Yunus Emre’yi kardeşlik, hoşgörülük ve Türkçeyi duru kullanmasıyla örnek gösterdi. Vali Aksoy’un mesajının tamamı ise şöyle; "Yunus Emre’yi yüzyıllar öncesinden günümüze uzanan bir dil ve gönül köprüsü, kardeşlik ve hoşgörü abidesi olarak tanıyor ve seviyoruz. Bu yüzden onun düşüncelerinin, insan sevgisinin doğru biçimde bilinmesi ve gelecek nesillere aktarılması son derece önemlidir. Sevgi elçisi Yunus Emre tüm çağlara özgü bir çağrıda bulunmuştur: "Sevelim, sevilelim. Bu dünya kimseye kalmaz. Çağlar üstü çağrısıyla kimseye kalmayan dünyada kalıcı bir kelime olan sevgi ile insanlık trajedisinin kaynağını teşhis etmiştir. Hakikatin ve hikmetin yolcusu Yunus, sevgi ve sevinci Allah’ın armağanı olarak görmüştür. Duru Türkçesi ile her kelimesi, vicdan ve zihinlere Allah, evren ve insanın bütüncül zincirinin birer halkası olarak tefekküre ve sevgiye davet etmiştir. Yunus Emre’nin şiirleri sanat kaygısı taşımaksızın halkın ruhuna işleyen bir dille yazılmıştır. Yüzyıllardır büyük bir ilgiye mazhar olan Yunus Emre, kendi alanında aşılamamıştır. Sadece Anadolu insanının değil, Türkçe konuşan bütün halkların gönlünde yaşamaktadır. Herkesin Yunus’ta seveceği şiirler ve düşünceler bulması, onun büyüklüğünün bir delili olarak kabul edilmelidir. Yunus, söyledikleriyle insanları yok olmayacak, tükenmeyecek değerlere sevk etmeye çalışmıştır. Yüzyıllar geçtikçe kıymeti daha iyi anlaşılan, milli tarihimizin abide şahsiyeti Yunus Emre’nin çok büyük değer taşıyan düşüncelerinden barış, mutluluk, sevgi ve hoşgörüye susamış olan günümüz insanının alacağı çok şey vardır. Bulabildikleriyle, biriktirdikleriyle herkesin kendince algıladığı Yunus’un daveti dinmeyecek, çağlarca çağlayana dönüşecektir. Eskişehirlileri, Yunus’u okumaya, anlamaya ve anma etkinliklerimize katılmaya davet ediyor, sevgi ve saygılarımı sunuyorum.”
Eskişehir Anadolu Üniversitesi’nde kültür söyleşilerine Prof. Dr. Halil Berktay konuk oldu Eskişehir’de ‘Kültür Söyleşileri’ kapsamında düzenlenen ’Tarih ve İdeoloji’ başlıklı söyleşi Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi (İBF) Şener Şen Salonu’nda gerçekleştirildi. Anadolu Üniversitesi Türk Dünyası Uygulama ve Araştırma Merkezi (TÜDAM) Müdürü Prof. Dr. Haşim Şahin’in moderatörlüğünü yaptığı etkinliğe İbn Haldun Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Halil Berktay konuk oldu. Söyleşiye İBF Dekanı Prof. Dr. Bülend Aydın Ertekin başta olmak üzere çok sayıda akademisyen ve öğrenci de katılım gösterdi. “Tarihçilik ve tarih yazıcılığı bugün ile geçmiş arasında sürekli bir ilişkidir” Tarihçinin özelliklerinden ve tarihi ideolojilerden kurtarmanın mümkün olup olmadığına değinen İbn Haldun Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Halil Berktay konuşmasında şunlara yer verdi: “Bilimde objektiflik apriori değildir aposteoridir. İyi bilim insanı ise sadece yanıldığını kabul etmekle kalmaz, yanıldığının düzeltilmesinden sevinç duyar. Kendisini aşağılanmış hissetmez gerçeğe daha fazla yaklaşmak uğruna hatasının düzeltilmesinden sevinç duyar. Sadece gerçeği bilmek söz konusu değildir. Tarihte niyet ve bağlayıcı meslek etiği önemlidir. Tarihçilik ve tarih yazıcılığı bugün ile geçmiş arasında sürekli bir ilişkidir; geçmişin nötr bir şekilde incelenmesi yerine bugün ile geçmiş arasında sürekli diyalogdur ve bu ilişki bugünden kurulur. Günümüz olayları, ideolojik politik cereyanları tarihi belirli bir ortamla kuşatır ve ona bazı fikirleri, konuları, temaları ilham eder. Duyarlılıklar doğrultusunda her nesil kendi tarihine ilişkin sorular sorar. 1960-1968 Paris Vietnam savaşı ve protestoları birer dalgalanma örnekleri. 1950’lerin sonundan itibaren birçok İlkçağ Tarihine yönelen genç araştırmacılar, kölelik ve köle isyanını çalışıyor çünkü 1960’ların, o dönemin solcu terminolojisi, aşağıdan yukarı patlak veren isyanları, özellikle klasik Atina’nın ve Roma’nın kölelik düzeni ve köleleri ile zihinsel ve duygusal bir bağlantı kuruyorlar. Böylelikle İlkçağ Tarihçiliğinde yoksulluk, sınıflar, sınıfsallaşma, köylü isyanları gibi konular öne çıkar. Sovyetler Birliği çökünce ve bütün Doğu Avrupa’daki komünist tek partili rejimleri de transformasyona uğratınca demokrasiye geri dönüş gerçekleşti. Bunun sonucunda İlkçağ Tarihçiliğinde, ilkçağ demokrasisi yeniden değer kazandı.” ‘Tarih ve İdeoloji’ söyleşisi soru-cevap kısmının ardından İBF Dekanı Prof. Dr. Bülend Aydın Ertekin’in Prof. Dr. Halil Berktay’a teşekkür belgesi ve hediye takdim etmesiyle sona erdi.