SAĞLIK - 29 Mart 2018 Perşembe 13:26

Türkiye’de 2017 yılında 23 bin aile çocuklarına aşı yaptırmadı

A
A
A
Türkiye’de 2017 yılında 23 bin aile çocuklarına aşı yaptırmadı

KLİMİK Derneği Başkanı Prof.

KLİMİK Derneği Başkanı Prof. Dr. Alpay Azap, 2017 Yyılında 23 bin ailenini çocuğuna aşı yaptırmadığını belirterek, "Bu artış devam ettiği takdirde önümüzdeki yıllarda büyük salgınlar kaçınılmaz olacaktır" dedi.


Türk Klinik Mikrobiyoloji ve İnfeksiyon Hastalıkları Derneği’nce (KLİMİK) bu yıl 19’ncusu gerçekleştirilecek kongrede , enfeksiyon hastalıklarında en güncel gelişmeler gözden geçirildi. Kırım kongo kanamalı ateşi, aşılar, hepatit, diyabetik ayak, antibiyotik direnci ;HIV, batı nil ateşi, tüberküloz, herpes virüsü ele alınan başlıklar arasında yer alıyor.


KLİMİK Derneği Başkanı Prof. Dr. Alpay Azap, çocuklara aşı yapmayan ailelerin oranının her geçen yıl arttığını belirterek, "Son yıllarda ülkemiz de dahil olmak üzere tüm dünyada bilimsel düşüncenin yerini metafizik görüşlerin, batıl inançların, doğaya dönme veya organik yaşam adı altında bilimsel olmayan bir takım moda akımların almasıyla birlikte aşı karşıtlığı da kendine çok sayıda taraftar bulabilmektedir. Bu nedenle son zamanlarda ülkemizde çocuklarına aşı yaptırmayan ailelerin sayısı tehlikeli bir şekilde artmaktadır: 2014’te bin 370, 2015’te 5 bin 091, 2016’da 11 bin 470 , 2017’de 23 bini geçmiştir. Bu artış devam ettiği takdirde önümüzdeki yıllarda büyük salgınlar kaçınılmaz olacaktır. “Aşı olmaya gerek yok, aşılar hastalıkların doğal seyrini bozar, vücuda zarar verir. Bunun yerine hasta olmak daha iyidir” gibi bir takım söylemlerle çok sık karşılaşıyoruz. Eğitimli diyebileceğimiz insanlar arasında bile taraftar bulabiliyor. Bu iddiayı dile getirenlerin çoğunun iyi niyetli olmadıklarını, dikkat çekip meşhur olarak kendilerine bir çıkar sağladıklarını çok açık görüyoruz. İyi niyetli olanların ise bilim ve tarih bilgisinden yoksun olduklarını söyleyebiliriz" dedi.


"Aşılar bulunmadan önce bugün nadir gördüğümüz pek çok hastalık büyük salgınlarda çok sayıda kişinin ölümüne, sakat kalmasına sebep oluyordu" diyen Prof. Dr. Alpay Azap, "Bu kişiler örneğin büyük ozanımız Aşık Veysel’in çiçek hastalığından dolayı görme yeteneğini kaybettiğini bilmiyorlar. Çocuk felci nedeniyle pek çok çocuğun sakat kaldığını bilmiyorlar.Aşı karşıtlarının bilmedikleri önemli bir konu da aşıların sadece aşılanan kişiyi değil tüm toplumu koruduğu gerçeğidir. Aşılar sadece uygulandıkları kişiyi korumakla kalmazlar aşı yapılmayan veya yapılamayan kişileri de korurlar. Aşıyla bağışıklık kazanan kişiler enfekte olmayacakları için başkalarına da enfeksiyon bulaştıramazlar ve böylelikle enfeksiyonun toplumda yayılması da engellenmiş olur. Toplumda belli bir hastalığa karşı bağışık olan kişilerin oranı arttıkça hastalığın salgın yapma şansı da azalır ve bağışık kişi oranı belli bir eşiğin üstüne çıktığında salgın riski tamamen ortadan kalkar. Biz buna sürü bağışıklığı diyoruz. Hastalıklara göre değişmekle birlikte salgınların önlenebilmesi için sürü bağışıklığının yüzde 80’in üzerinde olması istenir ki bunun için toplumun yüzde 90’ının aşılanması gerekir. Bu nedenle aşı olmayan kişiler sadece kendilerini değil tüm toplumu, çocuklarına aşı yaptırmayan anne babalar sadece kendi çocuklarını değil tüm çocukları riske atmış olurlar. Aşılanma oranlarının düşmesi ciddi salgınları da beraber getirir. Örneğin eski Sovyetler Birliği’nde 1989’da 839 difteri vakası varken, aşılamanın durmasıyla 1994’te 50 bin olgu ve bin 700 ölüm gözlenmiştir. Aşılamayı bırakırsak hastalıklar ölümlerle geri gelecektir" şeklinde konuştu.



Aşılar her sene 2-3 milyon kişinin hayatını kurtarıyor


Aşıların birçok hastalığı önlediğini ifade eden Alpay Azap, "Aşılama oranları artırılabilse her yıl 1,5 milyon insanın daha hayatı kurtulabilir. Aşıyla önlenebilir hastalıklardan 2015 yılında her gün 5 yaş altı 16 bin çocuk öldü. Günde 16 bin çocuktan bahsediyoruz. 2000-2016 yıllarında sadece kızamık aşılaması sayesinde 20.4 milyon ölüm engellendi. Hepatit B aşısı karaciğer kanserinden, HPV aşısı rahim ağzı ve genital kanserden korur. Çünkü bu virüsler kansere neden olurlar. Düşük-orta gelir düzeyine sahip ülkelerdeki kanserlerin yüzde 25’i aşıyla önlenebilir. Aşılar aynı zamanda antibiyotik kullanımını azaltarak antibiyotik direncinin yayılmasını engeller. Bildiğiniz gibi antibiyotik direnci de çağımızın önemli bir sorunu ve antibiyotiğe dirençli bakteriler nedeniyle çok sayıda insan hayatını kaybediyor 2050 yılında bu sayının yılda 10 milyon kişiye ulaşması bekleniyor. Antibiyotik direncinin yayılmasının en önemli nedeni ise antibiyotiklerin çok miktarda ve kullanımıdır. Aşı olan bireyler enfekte olmayacağı için antibiyotik kullanmaya da gerek kalmaz. Dolayısıyla aşılar antibiyotik direncini de önler diyebiliriz. Örneğin dünyada tüm çocuklara pnömokok aşısı yapılsa antibiyotik kullanımında her yıl 11 milyon (günlük doz) azalma sağlanır. Aşılar antibiyotik direncini bu sayede önler" diye konuştu.



"Aşılar güvenlidir"


Aşıların güvenli olduğunu ifade eden Prof. Dr. Alpay Azap, sözlerini şöyle sürdürdü: "Lisanslı bir aşı, kullanım için onay almadan önce çok sayıda deneme aşaması boyunca titizlikle test edilir ve piyasaya çıktıktan sonra düzenli olarak yeniden değerlendirilir. Bilim adamları ayrıca, bir aşının olumsuz bir etkiye neden olabileceğine dair olası bir durum için çeşitli kaynaklardan gelen bilgileri sürekli olarak takip ederler. Çoğu aşı reaksiyonları, genellikle lokal ağrı veya hafif ateş gibi geçicidir reaksiyonlardır. Nadiren ciddi bir yan etki bildirilmesi durumunda bilimsel kurullar tarafından hemen ciddiyetle araştırılmaktadır. Ancak şu da bilinmelidir ki tıpta bir yöntemin güvenli olup olmadığına karar verirken o yöntem uygulanmadığında neler olacağına da bakılır. Elbette aşılanma çok nadir (kabaca yüz binde bir ile milyonda bir arasında bir olasılıkla) ciddi yan etkiye neden olabilir. Ancak aşılanmamak çok daha tehlikeli ve zararlıdır. Zaman zaman şöyle şeyler de duyuyoruz; “Aşıyla vücuda çok antijen veriliyor. Bu kadar antijen çok zararlı. Bağışıklık sistemini mahvediyor”. Oysa hastalıkların kendisi vücuda aşılardan çok daha fazla antijen girmesine neden olur: Basit bir nezlede bile vücut 4-10 antijenle karşılaşır. Duyduğumuz bir diğer iddia da şu; “Aşılarla ilgili çok yan etki var ama aşı firmaları bunların bilinmesine engel oluyor”. Bu iddia da tamamen asılsızdır. Aşılar toplum sağlığını ilgilendiren ürünler olduğu için aşı uygulamaları bağımsız bilimsel kuruluşlar (Dünya Sağlık Örgütü, Uzmanlık Dernekleri, Avrupa Hastalık Kontrol Merkezi) ve ulusal sağlık otoriteleri tarafından günü gününe izlenmektedir. Tüm dünyada çok titiz çalışan aşı yan etkisi takip sistemleri vardır ve aşılar yan etki açısından ilaçlardan çok daha yakın takip edilir. En ufak bir şüphe oluştuğunda bağımsız bilim insanlarından oluşan komisyonlar kurularak araştırılır, bilimsel ortamlarda şeffaf bir şekilde paylaşılır, tartışılır ve sonuçlar tüm hekimlere ve sağlık çalışanlarına duyurulur."


Avrupa Klinik Mikrobiyoloji ve İnfeksiyon Hast. Der. Yön. Kurulu Üyesi ve KLİMİK Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Prof.Dr. Önder Ergönül, yaptığı konuşmada, Türkiye, Kırım Kongo Kanamalı Ateşi ile 15 yıl önce tanıştı. İlk tanı 2002’de konulmuştu. Artık ülkemiz bu hastalık konusunda yayınları ve çalışmalar ile dünyanın en deneyimli ülkesi. Kongrede KLİMİK Derneği olarak Kırım Kongo Kanamalı Ateşi oturumu yapacağız. Rusya ve İran’dan misafirlerimiz var. Bu hastalığın dünyada en çok görüldüğü ülke Türkiye, İran ve Rusya. Üç ülke deneyimlerini paylaşacak" dedi.



Türkiye’de kırım kongodan 500 kişi hayatını kaybetti


Kırım Kongo hastalığı ile ilgili önemli açıklamalarda bulunan Prof.Dr. Önder Ergönül, "Mart ayı ile birlikte bu hastalık için riskli bir döneme giriyoruz. Kırım Kongo gerçek bir hastalık ülkemiz için. 15 yılda, 10 binin üzerinde kişide görüldü ve 500 kişi hayatını kaybetti. Bu dünyadaki en yüksek rakam. Bu vakaların tümünün laboratuvar tanısı kesinleşmiştir ve böyle bir kayıt sistemi hiçbir ülkede yok. Bir yandan vaka sayıları azalmaya başladı, en yüksek olduğu yıllar 2012-2013 idi, sonra tüm salgınlarda olduğu gibi tepe noktasına ulaştı ve inmeye başladı. Tüm salgınlar bir çan eğrisi yaparlar yani bir tepe noktası olur, sonra tepe noktasından aşağı iniş başladı. Vaka sayısı geçen sene 340 civarı biz bunu bu arada tahmin edebiliyoruz" dedi.


Hastaların hastaneye geç başvurması ölüm oranını artırdı


Ergönül, "Türkiye’de hastalık artık öğrenildi, hekimler de vatandaşlar da bilmiyordu. Halkımız doktora geç başvuruyordu. Geç başvuran kişilerde ölüm oranı doğal olarak çok yüksek oluyor. Tedavi olamayacakken başvuruyor , hastalık süresi toplam 10 gün. Erken başvurursanız tedavi olma imkanı var. İlk üç gün içinde bir ilaç almak gerekiyor. Erken dönemde ilaç alan hastalarda ölüm oranı çok daha düşük. Bilincin artması ile artık kanama aşamasında yani geç gelen vak’alar azaldı" diye konuştu.



Kırım Kongonun en sık görüldüğü bölgelerde sağlık merkezleri açıldı


Hastalık nedeniyle birçok bölgede sağlık merkezlerini açıldığını ifade eden Prof.Dr. Önder Ergönül, "Hastalık ilk görülmeye başladığında hastalar Ankara’ya geliyordu. Sonra Samsun 19 Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne gitmeye başladılar. Ama artık bölgelerde merkezler oluşmaya başladı. Çorum Hitit Üniversitesi , Sivas Cumhuriyet Üniversitesi, Tokat Gazi Osman Paşa Üniversitesi’nde artık bu hastalara tedavi yapan merkezler var" şeklinde konuştu.



Ölümlerin bir nedeni de ilaç tartışması


Prof.Dr. Önder Ergönül, şunları söyledi: "Vak’aların en çok görüldüğü 2007, 2013 ,2014, 2015 yılında en çok ölümler oldu. O yıllarda bir ilaç tartışması oldu. Hastalarda kullanılsın mı , kullanılmasın mı şeklinde. Biz kullanılmasından yanaydık. Gereksiz yere vakit kaybedildi. Bazı hekimler ilaca inatla karşı durdular. Ölen sağlık çalışanları oldu. İlaç kullanımı olsaydı kaybedilmeyeceklerdi. Bunu bilimsel çalışmalar sonrasında net söyleyebiliyoruz. O dönemde meslektaşlarımız yanlış yönlendirildi. İlaca çok değişik kişisel, politik, sosyal nedenlerle karşı gelindi. Türkiye dışında karşı gelen olmadı tüm dünyada. Ruslar , İranlılar ilacı kullandılar. Bu nedenle ölüm oranları çok daha düşük. Ama ülkemizde bir kesim buna ısrarla karşı çıktı. Rakamlara bakılacak olursa bu bölgesel olarak da görülecektir, incelenmesi gerekir. Kimi zaman ilacın etkili olmadığı iddia edildi. Oysa ilacın etkili olduğunu gösteren yayınlarımız vardı. O dönem belli bölgelerin incelenmesini talep ediyoruz, kayıtlar incelenirse bu açığa çıkacaktır. İlacın erken verilmesi durumunda koruyuculuğu var, 2003 ve 2013 yıllarında yayınlamıştık. Dünyada ilacı erken dönemde alan sağlık çalışanlarından bir tek ölüm vak’ası yok. Tüm dünyada toplam 175 sağlık çalışanını izledik, bu dönemde ribavirin alan sağlık çalışanlarında bir tek ölüm vak’ası yok."



Yılda 1 milyon kişi Hepatit B’den hayatını kaybediyor


KLİMİK Derneği Genel Sekreteri Doç.Dr. Süda Tekin ise , Hepatit B, hepatit C ve hepatit D virüslerinin kronik karaciğer hastalığı, siroz ve karaciğer kanserine yol açtığını belirterek, "Global olarak Hepatit B ve Hepatit C, ülkemiz dahil tüm dünyada karaciğer sirozu ve kanserinin yüzde 50’sinden fazlasından sorumludur. Amerika’da karaciğer nakli gereken hastaların yaklaşık yüzde 40’ından Üniversitesi Turgut Özal Tıp Merkezi’nde karaciğer nakli olan hastaların nakil nedenlerinin yüzde 61’inin hepatit B veya C bağlı olduğu bildirilmiştir. Dünya nüfusunun 3’te birinin (yaklaşık 2 milyar kişi) hepatit B virüsü ile karşılaşmış olduğu, yaklaşık 400 milyon kişide kronik hepatit B enfeksiyonu geliştiği ve yılda yaklaşık 1 milyon kişinin bu enfeksiyon nedeniyle kaybedildiği tahmin edilmektedir. Ülkemizde ise bölgesel ve yaşa bağlı farklar olsa da genel anlamda görülme sıklığı yüzde 2.7- 5.3 arasındadır. Risk gruplarında görülme sıklığı daha yüksektir. Hepatit C virüsü ile dünyada 130-210 milyon kişi enfekte olmuştur. Ülkemizde genel sıklık yüzde 0.5-1 arasındadır, ancak ileri yaşlarda enfeksiyonun görülme sıklığı artmaktadır" dedi.



Yeni Hepatit C ilaçları ile Türkiye’de yaklaşık 13 bin hasta tedavi alıyor


Doç.Dr. Süda Tekin, sözlerini şöyle sürdürdü: "Kronik hepatit C tedavisinde kullanılan yeni ilaçlar, ülkemizde 18 Haziran 2016 tarihinde yayınlanan ve 07.10.2016 tarihinde güncellenen Sağlık Uygulama Tebliği doğrultusunda geri ödeme kapsamına alındı. Yaklaşık 100 bin liraya mal olan ilaçların geri ödeme kapsamına alınması ile birçok hastaya tedavi verme olanağı elde ettik. Sağlık Bakanlığı tarafından tedavi alan hasta sayısı ile ilgili resmi olarak açıklanan net bir sayı olmamakla beraber, yaklaşık 12.000-13.000 civarında hastanın tedavi aldığı tahmin edilmektedir. Bu sayı önümüzdeki günlerde daha da artacaktır. Tedavi verdiğimiz hastalarda başarı oranı çok yüksek. Mevcut yasa gereği tüm kronik hepatit C hastaları yeni tedavi seçeneklerini kullanamıyor. Ülkemizde tedavi verilen hasta sayısı çok düşüktür. Tedavi verilmesi beklenen hasta sayısının yaklaşık 60 bin civarında olduğu ön görülüyordu, ancak bu rakamın çok gerisinde kalınmıştır. Testi pozitif olan kişilerin yaklaşık yüzde 10’u hepatit C hastası olduğunu biliyor. Halkın bilgilendirilmesi, HCV riski yüksek olan özel hasta gruplarına ulaşılması, hepatit ilaçlarının tüm ülke genelinde ulaşılabilir olmasının sağlanması, yasa gereği tedavi veremeyen tüm branş hekimlerine yönelik kısıtlamanın ortadan kaldırılması ve en önemlisi viral hepatitlerin önlenmesine, kontrolüne ve elimasyonuna yönelik Sağlık Bakanlığı düzeyinde ulusal eylem planının zaman kaybetmeden yürürlüğe konulması gerekmektedir. Ancak bu şartlar sağlandığında HCV enfeksiyonun tamamen ortadan kalkması gündeme gelebilir."

Bunlar Da İlginizi Çekebilir
Ağrı Leyla Aydemir davasında süreç yeniden başlıyor, dava 16 Ocak’ta yeniden görülecek Yargıtay’ın bozma kararının ardından Leyla Aydemir davası 16 Ocak’ta yeniden ele alınacak. Duruşmada hem AFAD tanıkları dinlenecek hem de savcılığın yürüttüğü kapsamlı soruşturmanın sonuçları dosyaya aktarılacak. Ağrı’da 2018 yılında kaybolduktan günler sonra cansız bedenine ulaşılan 4 yaşındaki Leyla Aydemir davası, Yargıtay’ın bozma kararının ardından yeniden görülmeye hazırlanıyor. Yargıtay, önceki yargılamada eksik araştırma yapıldığı ve dosyaya sonradan sunulan ses kayıtlarının değerlendirilmediği gerekçesiyle beraat kararlarını bozarak dosyayı Ağrı 1. Ağır Ceza Mahkemesi’ne göndermişti. Bozma sonrası yeniden başlayan süreç kapsamında davanın yeni duruşması 16 Ocak’ta yapılacak. Leyla Aydemir’in annesi Şükran Aydemir’in avukatı Erdoğan Tunç, duruşmada olay döneminde arama ve kurtarma çalışmalarına katılan AFAD personelinin tanık olarak dinleneceğini, sanıkların ise bozma kararına ilişkin beyanlarının alınacağını açıkladı. "16 Ocak tarihinde görülecek duruşmada AFAD üyeleri tanık olarak dinlenecek" Davanın ikinci yargılamasına ilişkin duruşma, 16 Ocak’ta yapılacak. Anne Şükran Aydemir’in avukatı Erdoğan Tunç, duruşmada önemli isimlerin tanık sıfatıyla dinleneceğini belirterek şu bilgileri paylaştı: "Hatırlanacağı üzere Leyla Aydemir davasında sunduğum ses kayıtları neticesinde dosya Yargıtay tarafından bozulmuştu. 16 Ocak tarihinde görülecek duruşmada, olayın yaşandığı tarihlerde arama-kurtarma faaliyetlerine katılan AFAD üyeleri tanık olarak dinlenecek. Sanıkların bozma ilamına karşı beyanları alınacak." Tunç, Yargıtay kararının ardından savcılık nezdinde başlayan yeni soruşturmaya da dikkat çekerek sürecin kapsamlı şekilde yürütüldüğünü ifade etti: "Bozma kararından sonra Ağrı Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunmuştum. Bunun üzerine geniş kapsamlı bir soruşturma başladı ve önemli mesafe alındı. Son üç ay içinde birçok kişinin ifadesi alındı; olaya tanıklık ettiğine dair şüphe bulunan bazı kişiler tespit edildi. Bu kişilerden birinin yurt dışına kaçtığı belirlendi ve hakkında yakalama kararı çıkarıldı." Avukat Tunç, soruşturmanın derinleştirilmesi için savcılığa yeni talepler sunduğunu belirterek, "Olayın hem sanıklar hem de işbirlikçileri bakımından tüm yönleriyle aydınlatılması ve sorumluların cezalandırılması için yoğun bir çaba içerisindeyiz. Bu süreçte titizlikle çalışan Ağrı Cumhuriyet Başsavcılığına ve cinayet büro ekiplerine kamuoyu adına teşekkür ederim" dedi.
Manisa Ferdi Zeyrek davası Manisa 5. Ağır Ceza Mahkemesinde görülmeye devam ediliyor Manisa Büyükşehir Belediye Başkanı Ferdi Zeyrek’in 6 Haziran 2025 günü evinin havuzundaki arızayı kontrol etmek isterken elektrik akımına kapılarak hayatını kaybetmesine ilişkin açılan davanın Manisa 5. Ağır Ceza Mahkemesinde görülmesine devam ediliyor. Manisa Büyükşehir Belediye Başkanı Ferdi Zeyrek’in Kurban Bayramı’nın 1. günü 6 Haziran 2025 gecesi evinin havuzundaki arızayı kontrol etmek isterken elektrik akımına kapılarak ağır yaralanması ve ardından kaldırıldığı Manisa Celal Bayar Üniversitesi Hafsa Sultan Hastanesi’nde 9 Haziran günü hayatını kaybetmesine ilişkin ilişkin yürütülen soruşturma kapsamında 2’si tutuklu 10 kişi, hakim karşısına çıktı. CHP Manisa Milletvekilleri Ahmet Vehbi Bakırlıoğlu, Bekir Başevirgen, Manisa Büyükşehir Belediye Başkanı Besim Dutlulu, CHP Manisa İl Başkanı İlksen Özalper’in de takip ettiği davada tutuklu sanıklar H.İ. ve N.B. ile tutuksuz yargılanan 8 sanık, müşteki sıfatıyla Başkan Zeyrek’in eşi Nurcan Zeyrek ve kızı Nehir Zeyrek ve avukatlar hazır bulundu. "Ferdi beyin evine bir vida dahi çakmadım" Sanıklardan havuz motorunu yapan bobinaj firmasının eski çalışanı H.İ., havuz motorunu yetersiz yetkinlikle söküp taktığı gerekçesiyle yargılandığı davada ifade verdi. Başkan Zeyrek’in ölümüyle sonuçlanan olayla ilgili olaydan çok önce işten ayrıldığını kendi işini kurduğunu ve bahse konu olan havuz motoruyla bir ilgisi bulunmadığını söyleyen H.İ., "6 aydan beri tutukluyum. Yanlış anlaşılmadan dolayı tutuklandım. Bahsi geçen bobinaj firmasında 2022 yılında işten ayrıldım. Vicdanım rahat. Ben Ferdi beyin evine bir vida dahi çakmadım. Olay benim üzerime kaldı. Ferdi beyin evine dahi gitmedim" dedi. "Kurulumdan sonra bir çok işlem yapılmış" CE uygunluk belgesi olmayan ekipman kullandığı, projelendirme yapmadığı gerekçesiyle tutuklu yargılanan N.B. ise ifadesinde "Ben motoru 5 sene önce yaptım. CE belgesi olmadığı söyleniyor ancak belgem var ve dosyada mevcuttur. Ferdi beyin işini 5 sene önce yaptım. Havuzun elektro mekanik işini yaptık. Yapı denetim firmaları da denetledi. 5 sene önce yaptığım motor su altında kalmasın diye de zeminden yükseğe monte edildi. Benim yaptığım kurulumdan sonra bir çok işlem yapılmış. CE belgelerim ve su sızdırmaz malzeme kullandığım ispatlıdır. Motor montajdan sonra tamir görmüş" dedi. ’Yapılan işin projelendirilmesi gerekiyor mu?’ sorusu üzerine, N.B., projeyi sorgulama sorumluluğu olmadığını, bu konuda da bir yükümlülük ve mevzuatın bulunmadığını belirterek, "Bana mimari bir proje verildi. Havuz ruhsata dahil midir, değil midir? Kontrol etme sorumluluğum yok. Bana iş geldiğinde gerekli izinlerin alındığını kabul ederim. Buradaki ihmal kaçak akım rölesinin sökülmesinden kaynaklanıyor. Benim yaptığım malzemeden kaynaklanan bir sorun yok. Kaçak akım rölesini söken ve motoru tamir eden sorumludur. Tahliyemi talep ediyorum" dedi. "Biz motoru 38 ay önce tamir ettik" Motoru tamir eden bobinaj firması sahibi H.A., tutuksuz olarak yargılandığı davada "38 ay önce motor tamir gördü. Testlerden geçmeyen hiçbir motoru teslim etmeyiz. Motoru teslim alım tutanağına göre Ferdi bey motoru bize kendisi getirdi. Ama kendisini şahsen görmedim. Elimizdeki tutanaklara göre bunu söylüyorum. Daha sonra yine kendisi alarak montajını yaptı. 2022 nisan ayında motor bir kere bize tamire geldi. Sökme ve takma işlemini biz yapmadık" dedi. Yapı denetim firması sorumlusu makine mühendisi ve denetçi H.Ş., havuz ve makine dairesinin standartlara aykırı konumlandırılmasını denetlemediği gerekçesiyle tutuksuz yargılandığı davada "Biz projesi olmayan bir yapının denetimini yapamayız. Süs havuzu olarak projeye sonradan eklendi. Benim yasal olarak sorumluluğum yoktur. Ben havuzu görmedim" dedi. Proje ve uygulama denetçisi olarak görev alan elektrik mühendisi, denetçi M.Ç., olayın kendi alanında bir konu olmadığını ve bir sorumluluğunun bulunmadığını söyledi. Yapı denetim firmasında proje ve uygulama denetçisi inşaat mühendisi R.A., kaba inşaat olarak tabir edilen kısmın tamamlanmasıyla sorumluluğunun sona erdiğini, havuzun bu aşamadan sonra yapıldığını ve sorumluluğu olmadığını ifade etti. Merhum Ferdi Zeyrek’le arsayı birlikte aldıkları ve inşaatı birlikte yaptıkları bilinen müteahhit firma sahibi aynı zamanda da bölgede evi bulunan M.G., "Ferdi’yle bizim bir ev yaparak orada yaşamak gibi bir hayalimiz vardı. Daha sonra bu arsayı bulduk. O dönem için çok büyük miktarda fiyatı vardı. Kredi olarak benim şirketim üzerinden kredi çektik ve 6 arkadaş ortak krediyi ödeyerek evleri yaptık. Yapı denetim sırasında havuzların üzeri toprakla kapatılmıştı" dedi. Tutuksuz sanıklardan havuz operatörü Y.Ö., "Havuzun bakımını yaptığım doğru değil. Sadece temizliği ile ilgileniyorum. Site görevlisi A.S. beni aradığında ben il dışındaydım. Bana durumu anlattığında Kurban Bayramı olduğunu, kimseye ulaşamayacağımızı ve havuzu kullanmamalarını söyledim. Ben en son temizlik yaptığımda motorda bir arıza yoktu" dedi. Site görevlisi A.S. "Havuz motoru çalışmayınca site yöneticisi Ali Altınordu ile beraber kontrol ederek Y.Ö.’yü aradık. Kendisi öğleden sonra geleceğini söyledi. Nasılsa geleceğini söyledi diye Ferdi beye haber vermedim. Ben havuz motorunu kontrol ettiğimde şalter kapalıydı" şeklinde ifade verdi. Elektrik dağıtım firması görevlisi M.E. ise verdiği ifadede "Bizim sorumluluğumuz bina girişine kadar. Binadaki elektrik tesisatıyla ilgili bir sorumluluğumuz bulunmamaktadır" ifadelerini kullandı. "Ferdi hiçbir arızaya müdahale etmezdi" Sanık ifadelerinin dinlenmesinin ardından merhum Ferdi Zeyrek’in eşi Nurcan Zeyrek müşteki sıfatıyla dinlendi. Müteahhit M.G.’den şikayetçi olmadığını söyleyen Zeyrek, "Metal korkuluklarda elektrik vardı. Evin şalterini kapatıp Ferdi’yi çıkarmaya çalıştım. Çok ağır olduğu için çıkaramadım. Eve taşındığımız ilk zamanlar haricinde bir elektrik arızası yaşamadık. Ferdi de hiçbir arızaya müdahale etmezdi. Usta çağırırdı. Sadece o akşam bir sorun var mı? diyerek kontrol etmek istedi. Daha öncesinde Nehir’i de motor odasına girmemesi konusunda uyarırdı" dedi. Müşteki olarak ifade veren Nehir Zeyrek ise "Buraya çıkan kimse sorumluluk kabul etmedi. Benim amacım kimseyi hedef göstermek değil. Sorumluların cezalandırılmasını istiyorum" dedi. Sanık ve müşteki ifadelerinin ardından mahkeme heyeti tanık ifadelerini dinledi. Dava tanık ifadelerinin dinlenmesiyle görülmeye devam ediliyor.
Kocaeli Altın çantasıyla evine girmek isteyen yaşlı adam gasbedildi: Dehşet anları kamerada Kocaeli’nin Gebze ilçesinde 74 yaşındaki Zeki Aydın, evinin önünde iki şüphelinin saldırısına uğradı. Yaşlı adamı darbedip yerde sürükleyen gaspçılar, 8 milyon liralık altın ve para dolu çantayı alıp kaçtı. Dehşet anları kameraya yansırken, yaşadıklarını anlatan yaşlı adam, "Emeklerimi zorla, vura vura aldılar" dedi. Olay, 24 Kasım’da Tavşanlı Mahallesi’nde saat 19.00 sıralarında meydana geldi. Edinilen bilgiye göre, Zeki Aydın (74), yılların birikimi olan altınlarını bozdurmak amacıyla kuyumcuya gitti. İşlemi gerçekleştirmekten vazgeçen Aydın, akşam saatlerinde evine döndü. Aracını garajına park eden ve elindeki çantayla evine yönelen Aydın, kasklı bir şüphelinin saldırısına uğradı. Aydın ile şüpheli arasında yaşanan boğuşmaya, motosikletle olay yerinde bekleyen diğer saldırgan da dahil oldu. Yaşlı adamı darbederek yerde sürükleyen zanlılar, içinde ziynet eşyası ve para bulunan çantayı alarak kayıplara karıştı. Gasp anı ise çevredeki güvenlik kameralarına saniye saniye yansıdı. Zeki Aydın, hastane işlemlerinin ardından şikayetçi oldu. Ekipler, şüphelilerin yakalanması için çalışma başlattı. Yaşadığı dehşet anlarını anlatan Zeki Aydın, yaklaşık 30-40 yıllık emeğinin bir anda çalındığını belirterek yetkililerden yardım istedi. "Değeri 8 milyon lira civarındaydı" Aydın, olay günü akşam ezanı sıralarında evine döndüğünü belirterek, çantadaki birikimin kaynağını ve o gün yaşananları şöyle aktardı: "Karayollarından istimlak bedeli olarak elime geçen birikimim vardı. Daha önce kuyumculuk yaptığım için altın işini biliyorum; düştüğü zaman alıyor, yükseldiği zaman satıyorum. Hatta kuyumculara lazım olduğunda onlara da veriyorum. O gün 3-4 kuyumcuya uğradım, iki tanesinde çantadakileri çıkardım. Tezgahta altınları gördüler. Çantada Ata altını, bilezik gibi çeşitlerin olduğu yaklaşık 1 kilo 300 gram civarında altın vardı. Değeri de aşağı yukarı 8 milyon lira civarındaydı." "30 metreye yakın sürüklediler" Saldırı anını detaylarıyla anlatan Aydın, "Arabamla gelip garajıma girdim. Elimde ekmek poşetleri ve altın dolu çanta ile garajdan çıktım. Tam evin önüne geldiğimde karşımda genç zannettiğim birini gördüm. Bana adres sorar gibi yaptı ancak kafasında kask olduğu için ve hava karardığı için şüphelendim. Hırsız olduğunu anladığım anda üzerime atlayıp çantama sarıldı. Epey boğuştuk, bağırdım ama çantayı vermedim. O sırada köşede motosikletle bekleyen diğer arkadaşı ona yardıma geldi. İkisi birden bana vurdu, beni 30 metreye yakın sürüklediler. Bu arada ben artık dayanamadım. Sonunda çeke çeke vura vura çantayı elimden alıp siyah bir motosikletle köyün aşağısına doğru kaçtılar" dedi. "Emeklerimi zorla, vura vura aldılar" Yaşlı adam, olay sırasında yaralandığını ve hastanede tedavi gördüğünü dile getirerek, gözyaşlarına hakim olamadı. Emeklerinin çalındığını söyleyen Zeki Aydın, "Bu yaşıma geldim, 30-40 senedir çoluğuma çocuğuma, torunlarıma bir faydam olsun diye çalışıp emek verdim. Bir çete gelip emeklerimi zorla ve vura vura aldılar. Gırtlağımın altına bir cisim batırdılar, dikiş atıldı. Vücudumdaki morluklar ve yaralar hala duruyor. Çok mağdur durumdayım. Yetkililere sesleniyorum; Sayın Cumhurbaşkanım, 20 senedir size oy verdim, güvendim. Sayın İçişleri Bakanım, bu işle ilgilenmenizi istiyorum. Devletimizin imkanlarıyla bu mağduriyetimin giderilmesi için yardım bekliyorum. Lütfen sesimizi duyun" ifadelerini kullandı.
Erzurum ETÜ, Avrupa Birliği destekli yapay zeka projesine resmen başladı Erzurum Teknik Üniversitesi (ETÜ) öncülüğünde hayata geçirilen ve yükseköğretim öğrencilerine açık kaynak kodlu ve açık tasarımlı eğitim robotları aracılığıyla yapay zekâ öğretimini yaygınlaştırmayı amaçlayan Erasmus+ KA220-HED projesi "FOSSBot4AI", Fransa’da düzenlenen açılış toplantısıyla resmen başladı. Fransa’nın Cergy kentinde, ECAM-EPMI ev sahipliğinde gerçekleştirilen toplantıya; Türkiye başta olmak üzere Fransa, Polonya, Yunanistan, Hollanda’dan proje ortakları katıldı. Toplantıda ETÜ’yü temsilen İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Hüseyin Daştan ile Doç. Dr. Mehmet Emirhan Kula ve Öğr. Gör. Ali Necip Nursoy yer aldı. Toplantıda, proje kapsamında 30 aylık yol haritası çizilerek geliştirilecek FOSSBot:v2 eğitim robotunun teknik özellikleri, sanal simülatörlerin yapısı ve oluşturulacak yapay zekâ eğitim müfredatına ilişkin kapsamlı değerlendirmeler gerçekleştirildi. ETÜ heyeti, projedeki kritik sorumlulukları arasında yer alan "Validasyon (Doğrulama)" ve "Pilot Uygulama" süreçlerine dair sunumlarını yaparak, yürütülecek çalışmalara ilişkin bilgilendirmede bulundu. Projeye ilişkin detayları paylaşan Prof. Dr. Hüseyin Daştan, teknoloji odaklı yeni bir eğitim vizyonu ortaya koymayı hedeflediklerini belirterek: "Proje kapsamında geliştirilecek robotlar ve yapay zekâ eğitim modülleri, ETÜ bünyesinde oluşturulacak pilot sınıflarda öğrenciler tarafından doğrudan deneyimlenecek. Böylece öğrencilerimiz yapay zekâ, makine öğrenmesi ve robotik kodlama alanlarında uygulamalı eğitim alma imkânı elde edecek. Bu süreç, öğrencilerimizin yalnızca teorik bilgiyle yetinmeyip uluslararası standartlarda geliştirilen teknolojileri bizzat test etmelerine ve gerçek dünyaya yönelik çözümler üretmelerine olanak sağlayacak. Ayrıca üniversitemizin dijital dönüşüm vizyonuna da önemli bir ivme kazandırarak geleceğin mesleklerine yönelik yetkinliklerin daha güçlü şekilde kazandırılmasına katkı sunacak" ifadelerini kullandı.
Bursa Bursa’da uluslararası öğrencilere "Medya İletişim ve Kamu Diplomasisi" söyleşisi İletişim Başkanlığı Bursa Bölge Müdürü Ali Fuad Gölbaşı "Medya İletişim ve Kamu Diplomasisi" konulu söyleşi kapsamında uluslararası öğrencilerle bir araya geldi. Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı Bursa Bölge Müdürü Ali Fuad Gölbaşı; Bursa Uludağ Üniversitesi Biz Biriz Uluslararası Gençlik Platformunun, Birlik Vakfının destekleriyle düzenlediği "Kamu Diplomasisi ve Medya İlişkileri" dersi kapsamında 5 Aralık 2025’te uluslararası öğrencilerle bir araya geldi. Programa farklı ülkelerden Türkiye’de öğrenim gören öğrenciler iştirak etti. Etkinlik, platformun yürüttüğü Diplomasi Atölyesi çalışmaları çerçevesinde düzenlenirken, öğrencilerin Türkiye’nin kamu diplomasisi yaklaşımını, dış politika vizyonunu ve iletişim alanındaki dönüşümü doğrudan uzmanlardan dinlemesinin amaçlandığı ifade edildi. Gölbaşı, sunumunda medya ve iletişim arasındaki temel farklardan başlayarak dijital dönüşümün kamuoyuna etkilerine, stratejik iletişim kavramına ve dezenformasyonla mücadelenin millî güvenlik açısından önemine kadar geniş bir çerçevede değerlendirmelerde bulundu. Dijitalleşmeyle birlikte enformasyon akışının hızlandığını, sahte ve gerçek bilginin iç içe geçtiği bir ortamda, manipülatif içeriklerin küresel ölçekte yeni sınamalar doğurduğunu vurgulayan Gölbaşı, stratejik iletişimin artık devletlerin güç biriktirme süreçlerinin ayrılmaz bir parçası hâline geldiğini ifade etti. Ayrıca Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığının dezenformasyon kampanyalarına karşı yürüttüğü çalışmalara değinerek medya okuryazarlığının güçlendirilmesinin stratejik bir gereklilik haline geldiğini belirtti. Sunumda, İletişim Başkanlığının Türkiye’nin küresel iletişim mimarisindeki konumu, hakikat temelli iletişim anlayışı, uluslararası iş birlikleri, TRT ve AA’nın küresel yayıncılıktaki rolü ile yeni medya düzeninde kamu diplomasisinin artan stratejik önemi ele alındı. Bu kapsamda Türkiye’nin kamu diplomasisi faaliyetlerinin yürütülmesinde Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığının önemli bir rol üstlendiği; kamu diplomasisi ve yumuşak gücün ortak noktasının stratejik iletişim dili olduğu, kamu diplomasisi faaliyetlerinde kitle iletişim araçlarının oldukça işlevsel olduğu hususlarında öğrencilerle bilgi paylaşımında bulunuldu. Gölbaşı, öğrencilere "dijital mecraların doğru, bilinçli ve sorumlu kullanımına" ilişkin temel ilkeleri aktararak dezenformasyona karşı bireysel farkındalığın önemini vurguladı. İnsan onurunun korunduğu, doğru bilginin hızla ve güvenle dolaşıma girdiği bir iletişim ekosisteminin inşa edilmesinin önemine değinen Gölbaşı; içerik anlamında giderek çoraklaşan dijital ortamda NEXT Teknofest Sosyal gibi ferahlatıcı bir sığınağa ihtiyaç duyulduğunu söyledi. Program, öğrencilerin sorularını yönelttiği interaktif bir bölümün ardından gerçekleşen hatıra fotoğrafı çekimiyle sona erdi.