Son Dakika
|
Bakan Yılmaz Tunç: " Hep beraber soruşturmanın seyrini takip edeceğiz"
Bodrumda sokaklar göle döndü araçlar sular altında kaldı
İstanbul’da çete operasyonu: 12 gözaltı
Futbolda Bahis Soruşturmaları'nda ikinci dalga operasyon: 35 gözaltı
İmralı tutanağı okundu
Adliyedeki emanet deposu soygununun görüntüleri ortaya çıktı
Emanet kasasından altın çalıp İngiltere'ye kaçmıştı! Kırmızı bülten talebi!
Adalar Adliyesi adli emanetinde soygun
İmamoğlu iddianamesinden yeni detaylar!
Yemek programının şampiyonuna ait hamburgerci kurşunlandı
Abone
Gündem
Politika
Ekonomi
Dünya
Asayiş
Spor
Video
Yerel
Belgesel
Daha
Fotogaleri
Aktüel
Sağlık
Çevre
Magazin
Kültür Sanat
Eğitim
Teknoloji
Hava Durumu
Tüm Haberler
Tüm Manşetler
RSS
Abone
Gündem
Politika
Ekonomi
Dünya
Asayiş
Spor
Video
Yerel
Belgesel
Daha
Fotogaleri
Aktüel
Sağlık
Çevre
Magazin
Kültür Sanat
Eğitim
Teknoloji
Hava Durumu
Tüm Haberler
Tüm Manşetler
RSS
Whatsapp
İHA Kurumsal
EN
The Voice of the Steppe Lives On in Kyrgyz Craftsmanship
Marmaris’te sağanak etkili oldu
Formula 1’de şampiyon Abu Dabi’de belli olacak
Datça’da sağanak yağış ve fırtına kurumlar teyakkuza geçirdi
11. Yargı Paketi bazı değişikliklerle komisyonda kabul edildi
ABD ordusu, uyuşturucu taşıdığı iddia edilen bir tekneye daha saldırı düzenlendiğini duyurdu
Vicdansızlığı böylesi: Eskişehir’de boş arsada 8 kedi ölü bulundu!
Kapıkule’de tarihi eser operasyonu: Büyük İskender portreli sikkelerle yakalandılar
SAĞLIK
E-sigara kullanımında artan sağlık riskleri: Uzmanlardan kritik uyarı
05 Aralık 2025 Cuma - 14:51:31
Sigara kullanımının sağlık üzerindeki ciddi olumsuz etkilerinin 1950’li yıllardan itibaren bilimsel olarak ortaya konulmasıyla birlikte, birçok gelişmiş ülkede tütün kontrol politikaları uygulanmaya başlamış, bu ülkelerde sigara kullanımı belirgin biçimde azalmıştır. Daha sonra geleneksel sigaraya göre daha az zararlı oldukları iddiasıyla e-sigaralar piyasaya sürüldü. E-sigaralar, Tütünün yanmasıyla oluşan katran ve karbon monoksit gibi bazı maddeleri içermemeleri nedeniyle kullanıcılar tarafından daha güvenli olarak algılanan e-sigaraların, nikotin bağımlılığını sürdürdüğünü ve farklı sağlık risklerine sebep olduğu görülmüştür. Başakşehir Çam ve Sakura Şehir Hastanesi Göğüs Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Ayşe Bahadır, gençler arasında e-sigara deneme oranlarının yüzde 12-50 arasında değiştiğini ve e-sigara kullanan gençlerin geleneksel sigaraya başlama ihtimalinin altı kat arttığını gösterdiğini belirterek, "E-sigaraların içeriğinde nikotinin yanı sıra propilen glikol, bitkisel gliserin ve çeşitli aroma vericiler bulunur. Meyve, tatlı ve mentol gibi aromalar, genç kullanıcılar için cezbedici hale gelmekte; bu durum nikotin kullanımının erken yaşta başlamasına yol açmaktadır. Ancak bu maddeler yüksek sıcaklıklarda toksik bileşiklere dönüşerek insan sağlığı üzerinde ciddi olumsuz etkilere sebep olmaktadır" dedi. Bilimsel verilerin, e-sigaraların zararlarını açıkça ortaya koyduğunu belirten Bahadır, "Solunum sistemi üzerinde en belirgin etkiler, akciğer dokusunda iltihaplanma, solunum güçlüğü ve "EVALI (Elektronik Sigara ile İlişkili Akciğer Yaralanması)" olarak tanımlanan ciddi akciğer hasarlarıdır. Bu durum, kısa süreli kullanımda bile solunum yetmezliği ve ölüme yol açabilmektedir. Ayrıca nikotin kalp atım hızını ve kan basıncını artırarak kalp-damar hastalıkları riskini yükseltir. Ergenlerde nikotin maruziyeti beyin gelişimini olumsuz etkileyerek dikkat, öğrenme ve hafıza üzerinde kalıcı zararlara neden olabilir. Gebelikte kullanım ise düşük doğum ağırlığı, erken doğum ve nörogelişimsel bozukluk riskini artırmaktadır. E-sigaraların yalnızca doğrudan kullanıcılar için değil, çevresindekiler için de (pasif etkilenim yoluyla) sağlık riski oluşturduğu belirlenmiştir. E-sigara buharı, ortama nikotin, ağır metaller ve toksik bileşikler yaymakta; buharın solunması özellikle çocuklar, yaşlılar, astım veya kalp hastalığı bulunan bireyler için tehlike oluşturmaktadır. Bu nedenle, pasif maruziyetin önlenmesi, tıpkı tütün dumanına maruz kalmanın engellenmesi kadar önemlidir. Bazı araştırmalar e-sigaraların sigara bırakmada yardımcı olabileceğini öne sürse de, kullanıcıların büyük bir kısmının hem e-sigara hem de geleneksel sigara kullanmaya devam ettiği, yani "çift kullanım" davranışı sergilediği tespit edilmiştir. Bu durum, e-sigaraların sigara bırakmaya yardımcı bir araç değil, tütün endüstrisinin bağımlılığı sürdürme aracı olduğunu göstermektedir" dedi. Bahadır, Türkiye’de e-sigara ve ısıtılmış tütün ürünlerine yönelik yasal düzenlemeler bulunduğunun altını çizerek, "1996 yılında yürürlüğe giren ve 2008’de kapsamı genişletilen 4207 Sayılı "Tütün Ürünlerinin Zararlarının Önlenmesi ve Kontrolü Hakkında Kanun", tütün kontrolü açısından kapsamlı bir çerçeve sunmaktadır. 2013 yılında yapılan değişiklikle elektronik nikotin sağlayıcı ürünler de bu kanun kapsamına alınmış, 2020 yılında yürürlüğe giren 2149 Sayılı Cumhurbaşkanı Kararı ile bu ürünlerin ithalatı ve satışı yasaklanmıştır. Ancak önemli bir nokta da, yalnızca satışın değil kullanımın da yasak olduğudur. Türkiye’de e-sigara ve ısıtılmış tütün ürünlerinin kullanımı, tütün kontrol mevzuatı kapsamında kapalı alanlarda, kamuya açık yerlerde ve toplu taşıma araçlarında kesin olarak yasaktır. Bu yasak, hem kullanıcıların sağlığını korumak hem de çevredeki bireylerin pasif etkilenimini önlemek açısından büyük önem taşımaktadır. Sonuç olarak elektronik sigara ve ısıtılmış tütün ürünleri, geleneksel sigaralardan farklı bir forma sahip olsalar da temelde tütün ürünleridir ve sağlık açısından zararlıdır. "Daha az zararlı" oldukları yönündeki iddialar bilimsel olarak geçersizdir. E-sigaralar akciğer, kalp-damar, sinir ve üreme sistemlerinde ciddi olumsuz etkilere sebep olmakta, pasif maruziyet yoluyla toplumun tüm kesimlerini etkilemektedir. Bu nedenle, bu ürünlerin üretimi, ithalatı, satışı ve kullanımına yönelik mevcut yasakların kararlılıkla sürdürülmesi, denetimlerin güçlendirilmesi ve toplumun aydınlatılması büyük önem taşımaktadır" dedi.
05 Aralık 2025 Cuma - 14:38
Van’da ölümcül damar yırtığı 15 kişilik ekip tarafından ameliyat edildi
Muş’tan aort damar yırtığı (Tip 1 diseksiyon) nedeniyle acil olarak Van Eğitim ve Araştırma Hastanesi Kalp Merkezine sevk edilen hasta, 8 saat süren başarılı bir operasyonla hayata tutundu. Muş’ta yaşayan 3 çocuk babası İsmail Kalır, kalp rahatsızlığı nedeniyle Van’a sevk edildi. Kalp Merkezi uzmanlarınca yapılan tetkiklerde, aorttaki yırtığın her iki şah damarını da etkilediği belirlendi. Kalp Damar Cerrahi Uzmanı Op. Dr. Hülüsi Helvacı, Tahir Olgaç ve Uğur Postal tarafından gerçekleştirilen operasyona 15 kişilik ekip katıldı. Durumun aciliyeti üzerine hastaya cerrahi müdahale uygulandı. Yaklaşık 8 saat süren operasyonda, hastanın aort damarı ve aort kapağı değiştirildi, kalbin sağ koronerine by-pass yapıldı. Ayrıca her iki şah damarına da yapay damar greftleriyle by-pass işlemi gerçekleştirildi. Zorlu ameliyatın ardından İsmail Kalır’ın sağlık durumunun iyi olduğu ve taburculuk seviyesine geldiği bildirildi. "Hastamızı vakit kaybetmeden operasyona aldık" Konuya ilişkin gazetecilere açıklama yapan Kalp Damar Cerrahi Uzmanı Op. Dr. Tahir Olgaç, yapılan incelemeler neticesinde hastanın acil olarak Van’a transferini talep ettiklerini belirtti. Durum müdahale edilmediğinde genellikle 24 saat içinde ölümle sonuçlanabilen son derece kritik bir tablo olduğunu ifade eden Op. Dr. Olgaç, "Ameliyat öncesi tüm hazırlıklarımızı hızla tamamlayarak hastamızı vakit kaybetmeden operasyona aldık. Yaklaşık 8 saat süren bu zorlu ameliyatta, yakın zamanda vefat eden Sırrı Süreyya Önder’e uygulanan operasyonun daha da kompleks bir versiyonunu gerçekleştirdik. Hastamızın aort damarını, aort kapağını değiştirdik; sağ koroner arterine bypass uyguladık. Ayrıca ‘Arkus Replasmanı’ dediğimiz ve total sirkülasyon arresti altında yapılan yöntemi kullanarak, hastayı derin hipotermiye alıp yaklaşık bir saat boyunca 18 derecede tuttuktan sonra ilgili damar segmentini değiştirdik. Yırtığın her iki şah damarına kadar ilerlemesi nedeniyle her iki şah damarına da bypass işlemi uyguladık" dedi. "Birinci günde bilinci açıldı" Zorlu operasyonun yaklaşık 15 kişilik bir ekip tarafından gerçekleştirildiğini dile getiren Olgaç, "Çok şükür ki hastamız ameliyat sonrası birinci günde bilinci açıldı ve herhangi bir nörolojik komplikasyon gözlenmedi. Yoğun bakımda 5 gün takip edilen hastamız daha sonra servise alındı ve burada rehabilitasyon süreci başlatıldı. Yaklaşık bir haftadır serviste izlenen hastamızı, herhangi bir aksilik olmaması durumunda önümüzdeki hafta taburcu etmeyi planlıyoruz" diye konuştu. "Son derece ölümcül bir tablo" Kalp Damar Cerrahi Uzmanı Op. Dr. Hülüsi Helvacı ise hastalığın nadir görülmekle birlikte son derece ölümcül bir tablo olduğunu belirterek, "Genellikle bu tür ameliyatlarda aortun belirli bölümlerine müdahale edilir; ancak bu vakada hem iki şah damarını hem de aortun oldukça geniş ve uzun bir bölümünü içeren kapsamlı bir operasyon yapmak zorunda kaldık. Bu nedenle ameliyat, standart uygulamaların ötesinde daha ileri düzey bir cerrahi gerektirdi. Kemoterapi ilaçları ilgili branş hekimleri tarafından sonlandırıldı ve hastamız yakından izlenmektedir. Rehabilitasyon sürecinin tamamlanmasının ardından kendisini evine sağ salim göndermeyi planlıyoruz" şeklinde konuştu.
05 Aralık 2025 Cuma - 14:35
Ankara Onkoloji Hastanesi’nde Dijital PET/BT ve Yapay Zeka Destekli Sistem hizmete girdi
Türkiye’de ileri görüntüleme alanında yeni bir dönem başlatan 5-Ring Dijital PET/BT ve Yapay Zeka Destekli Karar Destek Sistemi, SBÜ Dr. Abdurrahman Yurtaslan Ankara Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde hizmete alındı. SBÜ Dr. Abdurrahman Yurtaslan Ankara Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi Nükleer Tıp Kliniği’nde yenilenen PET/BT ünitesi, Türkiye’de kullanım alanı genişliğiyle öne çıkan 5-Ring Dijital PET/BT sistemi ve Yapay Zeka Destekli Karar Destek Modülü ile hizmet vermeye başladı. Yeni nesil cihaz, kanser tanı ve tedavisinde doğruluğu artırmayı, süreçleri hızlandırmayı ve kişiselleştirilmiş tıp uygulamalarını güçlendirmeyi amaçlıyor. Geniş görüntüleme alanına sahip dijital PET/BT sistemi; küçük tümör odaklarının erken tespiti, minimal kalıntı hastalığın görünür hale gelmesi, tedavi yanıtının milimetrik düzeyde hassasiyetle değerlendirilmesi ve gereksiz invaziv işlemlerin azaltılması gibi birçok avantaj sunuyor. Cihaz, özellikle kilo problemi olan, ağrılı, anksiyeteli ve pediatrik hastalarda yüksek görüntü kalitesi ve kısalmış tarama süresiyle hasta konforunu artırıyor. Sisteme entegre edilen yapay zeka modülü ise lezyon tespiti ve sınıflandırma doğruluğunu artırarak tedavi yanıtının objektif kriterlerle ölçülmesine, kişisel risk profilleri oluşturulmasına ve klinik kararların daha hızlı, daha öngörülebilir şekilde alınmasına imkan tanıyor. Onkoloji Hastanesi Nükleer Tıp Kliniği’nde ‘Nükleer Tıp Tanıtım Programı’, Prof. Dr. Gülin Uçmak ve Hastane Başhekimi Prof. Dr. Fevzi Altuntaş’ın katılımı ile gerçekleşti. "20-25 dakikalarda süren çekim sürelerini 5 dakikalara kadar indirdik" Nükleer tıp kliniklerinde kurulu olan PET/BT cihazının onkoloji hastalarında, tanıda, tedavi planlamasında ve takibinde en önemli moleküler görüntüleme modalitesi olduğunu belirten Uçmak, "Burada en önemli avantaj aslında hem moleküler ki hücresel düzeyde tutumları, tümör hücrelerini göstermesi ve tüm vücut tarama imkanı olması cihazlarda. Bu cihazımız üst düzey dijital PET/BT cihazı, son teknoloji donanımlı, yapay zeka ve akıllı algoritmalarla desteklenmiş bir cihaz. Daha önce yaklaşık 20-25 dakikalarda süren çekim sürelerini 5 dakikalara kadar indirdik. Ağrılı, anksiyeteli kanser hastalarında inanılmaz derecede konforu artırdı. Kilolu hastalarımızda çok kaliteli görüntüler elde ettik. Bu cihaz Türkiye’de en yüksek görüş alanlı dijital PET-BT cihazı. Çok kısa sürelerde çekimler yapmakla birlikte, görüntü kalitesinden ödün vermeden çok daha kaliteli PET görüntüleri elde etmeye başladık. Bu sayede de 5 milimetrelerin altındaki çok küçük tümör hücrelerini, lezyonları saptayabiliyoruz. Akıllı algoritmalarla bunların karakterizasyonunu çok daha doğru belirleyebiliyoruz. Dolayısıyla erken tanı doğru tedavi, doğru takip açısından özellikle kanser hastalarına çok büyük katkı sağladığımızı düşünüyorum" diye konuştu. Uçmak aynı zamanda, yeni cihazın özellikle meme, akciğer, kolon ve lenf sistemi kanserlerinde yüksek doğruluk sunduğunu, tüm vücudu tek seferde hızlı biçimde tarayarak tümör odaklarını diğer yöntemlere göre daha üstün şekilde gösterebildiğini belirtti. "Hastaya her aşamada konfor sağlamakta" Yapay zekanın özellikle onkoloji alanında, karar destek sistemi ile hekimlere büyük destek sağladığına değinen Altuntaş, "Tanı, tedavi ve takip süreçlerinde standardizasyonu sağlamakta. Yapay zeka veya dijitalleşme, kanserde onkoloji alanında tanı, tedavi, takip süreçlerinde standardizasyonu sağlamakta, süreçleri hızlandırmakta, kaliteyi artırmakta, verimliliği sağlamakta. Bu da hastaya her aşamasında ama her aşamasında konfor sağlamakta. Dijitalleşmenin getirdiği, teknolojinin getirdiği yöntemler aynı zamanda yapay zeka ile entegre olduğu zaman görüntünün kalitesini de artıyor. Görüntünün kalitesinin artmış olması daha erken aşamada, daha hızlı ve daha rasyonel bir tanı sürecini sağlamış oluyor. Bu sadece tanı sürecinde değil ama takipte de önemli. Çok erken düzeyde ve çok kısa sürede tespit etmiş oluyorsun. Bu da önemli bir gelişme. Hasta yakınlığının konforunu artırıyor. Burada 30 dakika kalmak istemezsiniz. Gözünüzü de kapatsanız kalmak istemezsiniz. 3-5 dakika indirilmiş olması hasta için çok büyük bir konfor. Tabii Türk ve Türkiye yüzünden konuşuyorsak bu tür dijitalizasyonu, yapay zekayı sistemlerimize entegre etmek lazım. Modern teknolojiyi kullanmak lazım. Bizim hastalarımız bunu hak ediyorlar. Biz de elimizden gelen gayreti akademisyen, yönetim olarak, devletin en üst kademesinden en alta kadar tüm aşamalarda altını, içini doldurmaya gayret ediyoruz" şeklinde konuştu.
05 Aralık 2025 Cuma - 13:55
Prof. Dr. Ömer Özkan: "Organ nakli konusunda inanılmaz ilerdeyiz"
Akdeniz Üniversitesi Prof. Dr. Tuncer Karpuzoğlu Organ Nakli ve İleri Sağlık Araştırmaları Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Ömer Özkan, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği Fen Lisesi’nde öğrencilerle bir araya geldi Fen Lisesi Konferans Salonu’nda düzenlenen söyleşiye Prof. Dr. Tuncer Karpuzoğlu Organ Nakli ve İleri Sağlık Araştırmaları Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Ömer Özkan Organ nakli konusunda inanılmaz ilerde olduklarını belirterek "Organ nakli konusunda inanılmaz ilerdeyiz ama Türkiye’de organ nakillerinin yüzde sekseni canlıdan yapılırken, İspanya gibi ülkelerde yüzde sekseni beyin ölümü gerçekleşmiş kadavradan yapılıyor. Biz de yüzde yirmisi kadavradan yapılıyor" dedi. Meslek seçerken bu işi yapmak ister miyim sorusunu sorun Öğrencilerle bir araya gelmekten duyduğu mutluluğu dile getiren Prof. Dr. Tuncer Karpuzoğlu Organ Nakli ve İleri Sağlık Araştırmaları Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Ömer Özkan, öğrencilerin kariyer kararlarının çok kritik bir aşamasında olduklarını vurguladı. Öğrencilerin sadece yüksek puan alıp imrenilen bir yere gitmesinin önemli olmadığını, asıl meselenin yapılan işi severek ve isteyerek devam ettirmek olduğunu belirten Özkan, herkesin hayran olduğu bir meslekte mutsuz olmanın hiçbir anlamı taşımadığını söyleyerek, öğrencilere tercihlerini yaparken "Bu işi yapmak ister miyim?" sorusunu sormalarını tavsiye etti. Tıp genel hekimlikle sınırlı değil Tıp alanının artık eskisi gibi genel bir hekimlikle sınırlı olmadığını, inanılmaz bir uzmanlaşma ve alt dallara ayrılma sürecinden geçtiğini aktaran Özkan, kendisinin de ilgilendiği organ nakli, organ üretimi, genetik ve immünoloji gibi konulara dikkat çekerek "Ortopediyi bile seçseniz eklemlerle, uzun kemiklerle, kapalı ameliyatlarla uğraşacaksınız. Göz dediğiniz küçücük bir yer, gözün önüyle uğraşan doktorlar ayrı farklı, gözün arkasıyla uğraşanlar farklı, gözün tansiyon ile uğraşan doktorlar farklı. Durum o kadar farklılaşmaya başladı." dedi. Hastayla iletişim psikolojik yükü aza indirir Öğrencilerin cerrahi operasyonlar sonucundaki psikolojik süreci nasıl yönettikleri sorusuna yanıt veren Prof. Dr. Özkan, bir cerrahın ya da hekimin direkt insanla ve onun psikolojisiyle uğraştığını belirterek "Hastayı iyi bir şekilde karşılamak durumunu anladığını belirtebilmek yeterince vakit harcayabilmek bu süreç içerisinde neler ile karşılaşabileceğini anlatabilirseniz o empati içerisinde hastayı az buçuk faydalı olduğunu hissederseniz siz. O olayın sonunda haz hissedersiniz, faydalı olmanın size verdiği hazzı hissedersiniz." şeklinde konuştu. Özkan, tıpta "komplikasyon" kavramının varlığını hatırlatarak, her şeyin yolunda gitmeyebileceğini, hastanın bilgilendirilmesinin (onam formu) etik ve kanuni bir sorumluluk olduğunu söyledi. Özkan, hastayla iletişimi iyi ayarlamanın psikolojik yükü en aza indirdiğini kaydetti. Yapay zeka insanların yüklediği bir kavram Yapay zekanın tıp sektörünü ne zaman işlevsiz hale getireceği sorusuna karşılık Prof. Dr. Ömer Özkan, yapay zekanın insanların yüklediği bir kavram olduğunu belirterek "Mutlaka etkisi çok fazla olacak. Ama yapay zeka dediğimiz olay bir yükleme. Sonuçta insanların yüklediği bir kavram. Yapay zeka organik zeka diye bir şey yapıyorum. Hani o sonuçta yapay zekayı belirleyen sizin organik zekâlarınız beyinleriniz. Şimdi sizin belirlediğiniz şeyler kadar gidiyor. Yapay zeka, günümüzde 2 tane ana kavram var. Bir insanların yüklediği kadar olur. Sizin beyninizin o kadar kapasitesi var ki belli bir kısmını kullandığınız için bizim yapay zekaya şu anda uğraşmamız gerekmiyor. Yapay zekaya yüklediğinizin tamamını kullanırsınız. Böyle bir avantajı var yapay zekanın ama günümüzde yapay zeka dediğiniz kavram web’e bakıyor, Google’a bakıyor bir yerlere bakıyor, oradan topladığı bilgilerle gidiyor" ifadelerini kullandı. Cerrah olduktan sonra mesai kavramı yok Doktor olmadan önce ve sonraki çalışma düzeni hakkındaki soruya Prof. Dr. Özkan, cerrahlıkta mesai kavramının lüks olduğunu belirterek "Çok çalışırdım. Doktor olduktan sonra da çok çalıştım ama mesela cerrah olduktan sonra zaten ayarı artık kendin yapmıyorsun. Eğer ben 3 saatte ameliyat yapacağım hocam dersen ameliyat 5 saat sürerse ne yapacaksın? Anlatabildim mi? Belki 10 saat sürecek olan ameliyatı 3 saatte bitireceksin. Mesai kavramı yok. O benim için çok lüks bir şey. Çok seviyorum" dedi. Özkan, gecenin ikisinde dahi zevkle işine gittiğini, bu durumun kendisi için inanılmaz bir haz ve zevk olduğunu ifade ederek "Sana ihtiyaç olduğunda faydalı olacağını hissettirdiysen ki çok önemli bir kavram, inanılmaz bir hazdır" şeklinde konuştu. Akademik ortamda sürekli araştırman gerekir Mesleğinize başladığınızdan beri teknoloji çok gelişti mi? Siz bunu nasıl takip ediyorsunuz? sorusuna Prof. Dr. Özkan, "Doktorluğun böyle bir şeyi var arkadaşlar maalesef mühendisliğinde bunlar stratejik mesleklerdir bence. Sürekli okumanız gerekiyor, takip etmeniz gerekiyor. Kongrelere katılmanız gerekiyor. Yayınlar yapmanız gerekir akademik ortamda. Bir muayenehane de olduğunuz zaman yayınları çok takip etmezsiniz. Artık yazı yazmak istemezsiniz. Araştırma yapmak istemezsin ama bir akademik ortamda sürekli araştırman gerekir. Sürekli yeni tedaviler bulunacaktır arkadaşlar." dedi. Özkan, mikro cerrahi alanındaki devrimden bahsederek 1905 yılında damarların birbirine dikilip kan akabileceğinin keşfedilmesiyle başlayan sürecin, günümüzde 0.2 mm (200 mikron) ve hatta 50 mikronluk iğnelerle dikiş atılan süper mikro cerrahiye evrildiğini anlattı. Organ nakli konusunda inanılmaz ilerdeyiz Beyin ölümü kavramını açıklayan Özkan, beyin ölümünün gerçekleştiği hastaların kadavra olarak nitelendirildiğini ve bu kişilerden organ nakli yapıldığını söyledi. Özkan, "Organ nakli konusunda inanılmaz ilerdeyiz ama Türkiye’de organ nakillerinin yüzde sekseni canlıdan yapılırken, İspanya gibi ülkelerde yüzde sekseni beyin ölümü gerçekleşmiş kadavradan yapılıyor. Biz de yüzde yirmisi kadavradan yapılıyor. Bu durum sağlıklı bir insanda risk alarak organ alınmasına yol açıyor. Türkiye’de kadavradan organ bağışı bilincinin henüz yeterince gelişmedi" dedi. Organ üretimi ile ilgili çalışmalar Yapay organ çalışmalarının geleceği hakkındaki soruyu cevaplayan Prof. Dr. Özkan, "Organ üretimi dediğimiz şey rejeneratif tıptır. Rejeneratif tıpta doku üretimi diye bir kavram var, doku üretildi, tabakalar üretildi. Şimdi bunu 3 boyutlu üretebilir miyiz diye bir kavram var, 3 boyutlu da üretilmeye başlandı. Deri üretimleri var, mesane dokusunun böbrek dokusunun 2 boyutlu üretimi gerçekleştirildi bir laboratuvarda. Şimdi bunun 3 boyutlusu oluşturulmaya çalışılıyor. Bu oluşturduktan sonra bunların içine damar sokabilir miyiz diye uğraşılacak, yapıldıktan sonra da çok hızlı gidecek" dedi.
Çok Okunan Kategori Haberleri
1
03 Aralık 2025 Çarşamba- 11:20
Sivas Devlet Hastanesi doktorlarından büyük başarı
2
04 Aralık 2025 Perşembe- 10:36
İçtiği çay nefes borusuna kaçan genci Heimlich manevrası kurtardı
3
04 Aralık 2025 Perşembe- 12:36
Sosyal medya bağımlılığı beyni çürütüyor
4
04 Aralık 2025 Perşembe- 10:16
Menopoz kış aylarında sağlık risklerini arttırıyor
5
04 Aralık 2025 Perşembe- 12:34
65 yaşındaki adamın burnundan 100 gramlık taş çıkarıldı
02 Aralık 2025 Salı - 11:40
‘Gelecek 10 yılda 7,7 milyon kişi HIV’den ölebilir’
Enfeksiyon ve Mikrobiyoloji Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Mustafa Sünbül, dünyada gelecek 10 yıl içerisinde 7,7 milyon kişinin HIV enfeksiyonundan öleceğinin tahmin edildiğini söyledi. İnsan bağışıklık yetmezliği virüsünün (HIV) dünyada ciddi sağlık problemi olmaya devam ettiğini açıklayan Prof. Dr. Mustafa Sünbül, dünyada 2020 yılı itibarıyla 1,8 milyonu çocuk olmak üzere 38 milyon HIV hastasının olduğu tahmin edildiğini, bu hastaların yaklaşık 5’te birinin maalesef hasta olduğunu bilmediğini kaydetti. Dünyanın hemen her ülkesinde HIV’in görüldüğüne dikkat çeken Prof. Dr. Sünbül, "Hastalığın ilk tespit edildiği günden bu güne kadar 75,7 milyon kişi hastalığa yakalanmış ve bunlardan 32,7 milyonu ölmüştür. Geçtiğimiz yıl 690 bin kişi HIV enfeksiyonundan hayatını kaybetmiştir. Diğer yandan yine aynı yıl 1,5 milyon kişi hastalığa yakalanmıştır. Dünyada her gün 4 bin 500 kişiye hastalık bulaşmaktadır ve bunların da yüzde 59’u sahra altı Afrika’da yaşamaktadır. Gelecek 10 yıl içerisinde 7,7 milyon kişinin HIV enfeksiyonundan öleceği tahmin edilmektedir. HIV hastalığı bağışıklık sistemini etkileyerek bulaştığı kişiyi enfeksiyonlara ve kanserlere karşı savunmasız hale getirir. Virüs bağışıklık sisteminin hücrelerini bozup harap ettiği için hastaların bağışıklık sistemi çöker. Hastalık yıllar içerisinde ilerleyerek AIDS aşamasına geçer. Hastaların HIV aşamasından AIDS kliniğine gelmesi yaklaşık 2-15 yıl sürmektedir. AIDS dönemi bazı kanserlerin ve ‘fırsatçı’ diye tanımlanan diğer enfeksiyonların tabloya eklendiği ileri aşamadır" dedi. "Grip benzeri bulgular görülebilir" HIV semptomlarının enfeksiyonun aşamasına göre değiştiğini ifade eden Liv Hospital Samsun Enfeksiyon ve Mikrobiyoloji Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Sünbül, "Hastalık mikrobu kişiye bulaştıktan birkaç hafta sonra ya hiçbir belirti olmaz veya ateş, baş ağrısı, ciltte döküntü ve boğaz ağrısı gibi grip benzeri bulgular ortaya çıkar. Daha sonra enfeksiyon ilerler ve bağışıklık sistemi gittikçe zayıflar. Lenf bezlerinde şişme, kilo kaybı, ateş, ishal ve öksürük başlar. Tedavi edilmeyen hastalarda ise verem, menenjit, ciddi diğer enfeksiyonlar ve kanserler ortaya çıkar" diye konuştu. "Gebelikte anneden bebeğe de geçebiliyor" Bulaşma yolları ve risk gruplarından da bahseden Prof. Dr. Sünbül, "HIV hasta kişinin kan, süt, semen gibi vücut sıvıları ile bulaşır. Gebelikte anneden bebeğe geçer. Hasta kişi cinsel partnerine bulaştırır. Korunmasız ilişkide bulunanlar, damar içi uyuşturucu kullananlar, hastalık virüsünü taşıyan kişinin kan veya organının verildiği kişiler, steril olmayan aletlerle vücuduna dövme gibi uygulamalar yaptıranlar risk altındadır. Sifiliz, bel soğukluğu gibi cinsel yolla bulaşan hastalığı olanlarda risk artmaktadır. Ayrıca kaza ile hasta kişiye kullanılan iğnenin batması sonucu sağlık çalışanlarına da hastalık bulaşabilmektedir" şeklinde konuştu. "Aynı gün sonucu çıkan testle tanı konabilir" Prof. Dr. Mustafa Sünbül, hastalığın tanı ve tedavisi hakkında ise şunları söyledi: "Günümüzde HIV tanısı aynı gün sonuçlanan testlerle konulabilmektedir. Bu ise erken tanı ve tedaviyi kolaylaştırmaktadır. Hastalık mikrobu alındıktan sonraki ilk 28 gün içerisinde antikor pozitif olur. Tanı testleri vücutta gelişen antikoru tespit eder. İlk basamak testi pozitif çıkan hastanın doğrulama testi yapılmalıdır. Ayrıca HIV’in genetiğini (HIV-RNA) tespit eden ve daha erken hastalık tanısını koymaya yarayan pahalı testler de vardır. Ancak bu test daha çok tedavinin takibinde kullanılmaktadır. HIV hastalığında erken tanı ve erken tedavi çok önemlidir. Günümüzde hastalık değişik tedavi rejimleri ile tedavi edilebilmektedir. Bu tedaviler virüsün çoğalmasını engellemekte, böylece hastanın bağışıklık sisteminin düzelmesine ve güçlenmesine yardım etmektedir. Sonuçta virüsün bulaştığı kişinin (konak) bağışıklık sistemi fırsatçı enfeksiyonlar ve kanserle mücadele kapasitesini yeniden kazanmaktadır. Yapılan çok sayıda çalışmaya rağmen hastalık için henüz etkili bir aşı geliştirilememiştir."
02 Aralık 2025 Salı - 11:37
Skolyoz, çocukların geleceğine engel değil
Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı Doç. Dr. Hanifi Üçpunar, "Skolyoz, doğru yaklaşımla ve düzenli takiplerle yönetilebilen bir durumdur" dedi. VM Medical Park Bursa Hastanesi Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı Doç. Dr. Üçpunar skolyozun doğal seyri, çocuklarda yaşam etkileri ve doğru tedavi yöntemleri hakkında önemli açıklamalarda bulundu. Skolyoz tanısının ailelerde yoğun endişeye yol açtığını belirten Doç. Dr. Üçpunar, "Skolyoz teşhisi konulan çocuklar hakkında ailelerin aklına ilk gelen sorular; ’Hayat boyu ağrı mı çekecek?’, ’İleride çalışabilir mi?’, ’Kendi ailesini kurabilir mi’ gibi kaygılardır. Oysa skolyoz, doğru yaklaşımla ve düzenli takiplerle yönetilebilen bir durumdur" dedi. "Hafif ve orta dereceli eğriliklerde çocuklar normal yaşamlarına devam eder" Skolyozun her çocukta farklı bir seyir izleyebileceğini vurgulayan Doç. Dr. Üçpunar, "Bazı eğrilikler küçük yaşlarda hızla ilerlerken bazıları uzun yıllar aynı seviyede kalabilir. Hafif ve orta derecede eğriliklerde çocuklar okul yaşamına, spor faaliyetlerine ve sosyal hayata sorunsuz şekilde devam eder. Ağrı ise sanıldığı gibi sürekli değildir; düzenli egzersiz yapan ve kaslarını güçlü tutan çocuklarda ağrı şikâyeti oldukça sınırlıdır" açıklamasında bulundu. "Cerrahi, bu sürecin sonu değil; pek çok çocuk için yeni bir başlangıçtır" İleri derecede eğriliklerde cerrahinin gündeme gelebildiğini belirten Doç. Dr. Hanifi Üçpunar, ailelerin ameliyat sonrası yaşamla ilgili korkularının gereksiz olduğuna dikkat çekerek, "Güncel literatür, skolyoz cerrahisi geçiren çocukların ve gençlerin yaşam kalitesinin sağlıklı yaşıtlarıyla neredeyse aynı olduğunu göstermektedir. Modern cerrahi teknikler sayesinde bu hastalar okuluna dönebilmekte, meslek edinebilmekte ve sosyal yaşamda aktif rol alabilmektedir. Cerrahi, bu yolculuğun sonu değil; çoğu zaman yeni bir başlangıcıdır" dedi. "Fiziksel değil, psikolojik etkiler daha baskın olabilir" Skolyozun özellikle ergenlik dönemindeki çocuklar için psikolojik etkiler doğurabileceğine vurgu yapan Üçpunar, "Asimetrik omuzlar, kaburga çıkıntısı veya beldeki eğrilik; görünüş kaygısını artırabilir. Bu nedenle hem aile desteği hem de toplumsal farkındalık büyük önem taşır. Çocuğun kendini iyi hissetmesi tedavinin en önemli parçalarından biridir" ifadelerini kullandı. "Skolyoz geleceği karartan bir teşhis değildir" Doğru yönetilen skolyozun hayatı kısıtlamadığını belirten Doç. Dr. Üçpunar, sözlerine şöyle devam etti: "Skolyoz, ister cerrahi ister cerrahi dışı yöntemlerle tedavi edilsin, düzenli takip edildiğinde çocuklar sağlıklı, üretken ve mutlu bir yaşam sürebilir. Skolyoz ile yaşamak bir sınırlılık değil; doğru destekle güçlenerek büyümenin bir yoludur."
02 Aralık 2025 Salı - 11:32
D vitamini eksikliği saç dökülmesine neden oluyor
"Türkiye’nin yüzde 70-80’inde D vitamini eksikliği görülmektedir. Ülkemizde D vitamini düzeyleri düşük düzeylerde seyrederken, D vitamini eksikliği hem saç dökülmesine hem de erken yaşlanmaya neden olmaktadır" diyen Dr. Öğr. Üyesi Hasan Hacıosman, D vitamini eksikliğinin önemi hakkında bilgi verdi. Medicana Ataköy Hastanesi İç Hastalıkları Bölümü’nden Dr. Öğr. Üyesi Hasan Hacıosman, "Türkiye güneşli bir ülke olmasına rağmen D vitamini düzeylerinin yaygın olarak düşük çıkmasının temel nedeni yaşam tarzı, modern alışkanlıklar, Ultraviyole B ışınlarının (UVB) yetersizliği, ten rengi ve kapalı giyim gibi çevresel faktörlerden kaynaklanmaktadır. Beslenmenin ise çok sınırlı bir etkisi vardır. Ülkemiz güneşli bir ülke olabilir ama UVB’nin cilde ulaşması için gereken şartlar genellikle sağlanmıyor. UVB’nin etkin olabilmesi için güneşi 10.00-16.00 arasında 10-20 dk maruziyetle almak gerekir ve kol, bacak ve yüz direkt açıkta olmalıdır. Gölge, cam, bulut, kış UVB’yi engeller" açıklaması yaptı. Tedaviyle dökülme azalabilir D vitamininin sadece kemik sağlığında etkili olmadığını söyleyen Dr. Öğr. Üyesi Hasan Hacıosman, "Bağışıklık, hormon dengesi, kas gücü, cilt yenilenmesi, beyin ve metabolizma üzerinde çok geniş bir etkisi vardır. D vitamininin birçok konuda katkısı olduğu bilinmekle birlikte, eksikliği saç dökülmesi ve erken yaşlanma sebebi olabilmektedir. D vitamini düşüklüğü özellikle saçların normalden daha fazla döküldüğü telogen (dinlenme fazı) safhasına girmesine ve kadın tipi saç dökülmesine neden olmaktadır. D vitamini saç folikül kök hücrelerini aktive eder, eksikliğinde foliküller uzun süren dinlenme fazına girer. Böylelikle saç dökülmesi artar. Ayrıca alopecia areata gibi otoimmün saç dökülmelerinde D vitamini ciddi şekilde düşük bulunmuştur. D vitamin eksikliği saçlarda keratinizasyon bozukluğu ve inflamasyon artışı oluşturur bu da dökülmeyi hızlandırır. D vitamini 20 ng/mL altı olan hastalarda saç dökülmesi sık görülmektedir. Tedavi ile genellikle 2-3 ayda dökülme azalmaktadır" şeklinde konuştu. D vitamini eksikliği yaşlanmayı hızlandırabilir D vitamini eksikliğinin erken yaşlanmayla ilişkisi direkt olmasa da, dolaylı yoldan yaşlanma sürecini etkilediğine dikkat çeken Dr. Öğr. Üyesi Hasan Hacıosman, "D vitamini eksikliği kollajen sentezinde bozulma yapması nedeniyle cilt elastikiyetini azaltır ve böylelikle cilt parlak ve dolgun görünümünü yitirir, ciltte kırışıklıklar artar. Yine D vitamini yetersizliği hücresel yaşlanmayı hızlandırır. Ayrıca D vitamininin antioksidan etkisi olduğundan yetersizliğinde serbest radikal birikimi artar. Bu da hücre tamirinin gecikmesine, ayrıca hücre hasarının artmasına neden olur" ifadelerini kullandı. Diğer değerlere de bakılmalı D vitamini eksikliğinin bağışıklık sisteminin zayıflamasına ve cilt yenilenmesinin yavaşlamasına sebep olduğunu kaydeden Dr. Öğr. Üyesi Hasan Hacıosman, "Bunlar ciltte kuruluk, ince kırışıklık, solgunluk, güneşe karşı hassasiyet gibi erken yaşlanma belirtilerini artırabilir. Ancak saç dökülmesi ve erken yaşlanma sadece D vitamini eksikliğine bağlı değildir. Bu durumda birçok faktör birlikte değerlendirilmelidir. Saç dökülmesi en sık ferritin düşüklüğünde görülmekle birlikte B12, çinko düşüklüğü, tiroid fonksiyonları özellikle TSH bozukluğu, stres, uykusuzluk, genetik yapı, hormonal bozukluklar, sigara kullanımı, UV maruziyeti de bunlarda etkilidir. D vitamininin optimal seviyesi 40-60 ng/mL civarında olmalıdır. Özellikle saç dökülmesi olan hastalarda genelde bu aralıkta saç daha güçlü çıkmaktadır. Tedaviye başlanınca saç dökülmesinde 6-12 hafta içinde belirgin azalma olur. Ciltte ise toparlanma süresi 8-12 haftayı bulmaktadır" ifadelerini kullandı. En az 3 ay düzenli kullanılmalı D vitamini tedavisinin kişiden kişiye değiştiğini söyleyen Dr. Öğr. Üyesi Hasan Hacıosman, "Tedavi kan düzeyine, hastanın kilosuna, eşlik eden saç dökülmesi tipine, demir eksikliğine ve diğer hastalıklara göre belirlenmelidir. D vitamin takviyesine en az 3 ay düzenli olarak devam edilmeli ve vitamin 6-12 aya kadar düzenli kullanılmalıdır. D vitaminini alırken özellikle yağlı bir öğünle, yemekle birlikte alınmalıdır. Omega-3 ile birlikte almak emilimi artırabilir. K2 vitamini ile birlikte alımı ise kemik yönünden faydalı ancak saç dökülmesi için zorunlu değildir. Toksik dozlara çıkarmamak için tedaviye başladıktan 3 ay sonra D vitamini düzeyi kontrol edilmelidir" şeklinde görüş verdi.
02 Aralık 2025 Salı - 11:22
Türkiye’nin ilk LAM Kliniği Denizli’de kuruldu
Nadir görülen akciğer hastalığı Lenfanjiyoleyomiyomatozis (LAM) için Türkiye’nin ilk uluslararası onaylı LAM Kliniğinin kurulduğu Denizli’de, tanı, tedavi ve takip süreçlerinde uzmanlaşmış multidisipliner bir merkez oluşturuldu. Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı Öğr. Üyesi Prof. Dr. Göksel Altınışık Ergur’un direktörlüğünde oluşturulan klinik, radyoloji, kadın hastalıkları ve doğum, göğüs cerrahisi, patoloji, üroloji, endokrinoloji, tıbbi genetik, dermatoloji, psikiyatri ve pulmoner rehabilitasyon branşlarından uzman hekimler ile bir sosyal hizmet uzmanından oluşan geniş bir ekiple hizmet verecek. Ülke genelinde LAM hastalarına düzenli takip olanağı sağlarken tele-tıp uygulamalarıyla da farklı şehirlerde yaşayan hastaların erişimini kolaylaştırmayı amaçlayan klinik, yurt dışında yürütülen araştırmalarla bağlantı sağlayarak hastaların yeni tedavi seçeneklerine ulaşmasına katkıda bulunacak. Prof. Dr. Göksel Altınışık Ergur, uzun yıllardır nadir akciğer hastalıkları üzerinde çalıştığını belirterek; "LAM, çok az sayıda kişiyi etkilemesine rağmen hastaların yaşam kalitesini ciddi şekilde etkileyebilen bir hastalıktır. Hastalık hafif seyir gösterebileceği gibi zamanla oksijen desteği gerektirecek düzeyde solunum fonksiyon kaybına da yol açabilmektedir. Bu nedenle özellikle doğurganlık çağındaki kadınlarda tanı, tedavi planlaması ve takip süreci deneyimli bir ekip tarafından yürütülmelidir. Amerika Birleşik Devletleri merkezli LAM Vakfı ile 11 yıldır iş birliği içinde çalışıyoruz. LAM Vakfı, kızının LAM tanısı almasıyla bu hastalık konusunda dünya çapında farkındalık ve araştırmaların artması için kurulan çok güçlü bir kurum. Bu yılki bilimsel toplantılarında Türkiye’nin ilk LAM Kliniğinin direktörlüğünü üstlenmemi teklif etmeleri bizim için büyük bir onur oldu. Bu uluslararası bağlantı sayesinde hem güncel tedaviler hem de devam eden klinik araştırmalar hakkında anında bilgi sahibi olabiliyor, gerektiğinde ülkemizdeki hastaları bu çalışmalarla buluşturabiliyoruz. LAM, dünyada ‘öksüz hastalık’ olarak kabul ediliyor. Hastalar çoğu zaman anlaşılmıyor, hekimler ise yeterli deneyime sahip uzman merkezlere ulaşmakta güçlük çekiyor. Bu klinikle amacımız; hastalarımıza düzenli ve nitelikli bir takip sunmak, hekimlerimize destek olmak, uluslararası araştırmaların ülkemizdeki bağlantı noktası olmak ve LAM konusunda farkındalığı artırmaktır. Ekibimiz tamamlandı, ulusal hasta destek grubunun oluşturulması için çalışmalarımız sürüyor" şeklinde kuruldu.
02 Aralık 2025 Salı - 11:19
Cam seyir terasta anlamlı ışıklandırma
Isparta Belediyesi ve İl Sağlık Müdürlüğü iş birliğinde, 112 Acil Sağlık Hizmetleri Haftası kapsamında Kirazlıdere’de bulunan cam seyir terası, farkındalık oluşturmak amacıyla kırmızı renkte ışıklandırıldı. Her yıl 1-7 Aralık tarihleri arasında kutlanan 112 Acil Sağlık Hizmetleri Haftası kapsamında Isparta Belediyesi ve İl Sağlık Müdürlüğü kentte bir farkındalık çalışmasına imza attı. Isparta Belediyesi Kirazlıdere Sosyal Tesisleri önünde yer alan cam seyir terası, acil sağlık çalışanlarının fedakârlığını ve görevlerinin hayati önemini vurgulamak amacıyla kırmızı renkle ışıklandırıldı. Şehrin birçok noktasından görülebilen bu özel ışıklandırma hem 112 çalışanlarına moral vermek hem de vatandaşların acil durumlarda 112’nin doğru ve etkin kullanımı konusunda bilinçlenmesini sağlamak amacıyla gerçekleştirildi. Isparta 112 Acil Sağlık Hizmetleri çalışanları da bu farkındalık çalışmasına eşlik etti. Cam seyir terası 112 Acil Sağlık Hizmetleri Haftası boyunca her akşam kırmızı renkte ışıklandırılmaya devam edecek. 112 Acil Sağlık Hizmetleri, kalp krizi, trafik kazası, ciddi yaralanmalar ve tüm hayati risk oluşturan durumlarda vatandaşların tek doğru numarayı arayarak en hızlı sağlık desteğine ulaşmasını sağlıyor. Yetkililer, gereksiz aramalar nedeniyle hatların meşgul edilmemesi gerektiğine dikkat çekerek, her bir saniyenin hayati önem taşıdığını hatırlattı.
02 Aralık 2025 Salı - 11:13
Uzmanlardan burun tıkanıklığı uyarısı
Medical Point Gaziantep Hastanesi KBB Uzmanı Op. Dr. Erol Demirbaş, burun tıkanıklığı ile ilgili uyarılarda bulunarak, burun tıkanıklığının basit bir kış şikayeti olarak görülmesinin hata olduğunu belirtti. Günlük yaşamı olumsuz etkileyen, uykusuzluğa, baş ağrısına ve hatta sosyal yaşamda performans kaybına neden olabilen burun tıkanıklığı konusunda KBB Uzmanı Op. Dr. Erol Demirbaş’tan uyarı geldi. Medical Point Gaziantep Hastanesi Kulak Burun Boğaz Uzmanı Op. Dr. Erol Demirbaş, burun tıkanıklığının sadece "basit bir kış şikayeti" olarak görülmesinin büyük bir hata olduğunu belirtti. "Tıkalı burun, gün boyu enerjinizi çalan gizli bir düşmandır" Op. Dr. Demirbaş, burun tıkanıklığının sanılandan çok daha ciddi bir sorun olduğunu vurgulayarak, "Burun tıkanıklığı yaşayan birçok kişi zamanla buna alıştığını düşünüyor; ancak bu durum aslında vücudu sürekli yoran bir süreçtir. Kaliteli uyku uyuyamayan, ağızdan nefes almak zorunda kalan bir kişinin günlük yaşam enerjisi de ciddi ölçüde düşüyor" dedi. "Tıkanıklığın sebepleri çok farklı olabilir" Op. Dr. Erol Demirbaş, burun tıkanıklığının tek bir nedenle ortaya çıkmadığını, doğru teşhis konulmadan yapılan her tedavinin geçici olacağını ifade etti: Dr. Demirbaş, "Alerjik rinit, sinüzit, burun kemiği eğriliği (septumdeviasyonu), burun etlerinin büyümesi, polipler gibi farklı problemlere bağlı olarak burun tıkanıklığı gelişebilir. Bazı hastalar basit bir spreyle düzelebilirken, bazı hastalarda cerrahi müdahale gerekebilir. Bu nedenle profesyonel bir muayene şarttır" şeklinde konuştu. Demirbaş ayrıca yanlış ve uzun süreli burun spreyi kullanımının da burun tıkanıklığını daha kötü hale getirdiğini hatırlattı. "Burun tıkanıklığı hayat kalitesini sessizce düşürür" Uzun süre devam eden burun tıkanıklığının kişinin yaşam kalitesini ciddi şekilde etkilediğini belirten Demirbaş, özellikle gece ağızdan nefes almanın boğaz kuruluğuna, horlamaya ve uyku kalitesinde düşüşe yol açtığını söyledi. Dr. Demirbaş, "Hastalarımızın büyük kısmı ‘Ben yıllardır böyle yaşıyorum’ diyor. Ancak tıkalı burunla yaşamaya mecbur değilsiniz. Tedavisi çoğu zaman sandığınızdan daha kolaydır" ifadelerini kullandı. "Rahat nefes almak herkesin hakkı" Hastalığı kabullenen vatandaşlara seslenen Op. Dr. Erol Demirbaş, "Rahat nefes almak bir lüks değil, sağlık için temel bir gerekliliktir. Şikâyetleriniz uzun sürüyorsa bir uzman desteği almaktan çekinmeyin" diye konuştu.
02 Aralık 2025 Salı - 10:56
Sağlık personelinin telefonda yönlendirdiği anne, 1 aylık bebeğin hayatını kurtardı
Tokat’ta 112 sağlık personelinin telefonla yönlendirdiği anne, yabancı cisim aspirasyonu yaşayan 1 aylık bebeği kurtarmayı başardı. Tokat 112 Acil Çağrı Merkezi Sağlık Masası’na gelen yabancı cisim aspirasyonu ihbarı, ekiplerin hızlı ve profesyonel müdahalesiyle mutlu sonla sonuçlandı. Edinilen bilgiye göre, nefes almakta zorlanan 1 aylık bebek için yardım isteyen anneyle anında telefon bağlantısı kuran sağlık personeli, ilk yardım adımlarını sakin bir şekilde tarif ederek bebeğin yeniden nefes almasını sağladı. Telefon üzerinden yapılan yönlendirme sayesinde minik bebek kısa sürede hayata tutunurken, aile büyük bir panik yaşamadan müdahalenin başarıyla sonuçlanmasıyla derin bir nefes aldı. Yetkililer, olayın acil durumlarda doğru bilginin, hızlı iletişimin ve soğukkanlı yaklaşımın önemini bir kez daha ortaya koyduğunu belirtti. Tokat 112 Acil Sağlık Hizmetleri ekipleri, vatandaşların sağlıkla ilgili her çağrısına anında karşılık vermeye devam ettiklerini ifade ederek, "Sağlıkta erişim, iletişim ve doğru müdahale hayat kurtarır" mesajını paylaştı.
02 Aralık 2025 Salı - 10:32
Samsun’da 2026 Şap Aşılama Programı başladı
Samsun’da 2026 yılı Şap Aşılama Programı 1 Aralık itibarıyla başlarken, büyükbaş hayvan sevklerinde SAT 1 serotipli şap aşısı zorunlu hale getirildi. İl Tarım ve Orman Müdürü Kemal Yılmaz, yetiştiricilere mağduriyet yaşamamaları için aşılarını zamanında yaptırmaları çağrısında bulundu. Samsun’un 2026 yılı Şap Aşılama Programı üç dönem halinde uygulanacak. Programın ilk dönemi 1 Aralık 2025’te başlayıp 31 Ocak 2026’da sona erecek. Konuya ilişkin açıklama yapan İl Tarım ve Orman Müdürü Kemal Yılmaz, şap hastalığının hem uluslararası hayvan ticaretini hem de yetiştiricilerin ekonomisini etkileyen, çift tırnaklı hayvanlarda görülen oldukça bulaşıcı bir viral hastalık olduğunu belirtti. Yılmaz, hastalıktan korunmada aşılama çalışmalarının büyük önem taşıdığına dikkat çekerek, "Bu hastalığa sığır, manda, koyun, keçi ve domuzların yanı sıra yabani çift tırnaklı hayvanlar da duyarlıdır. 2025 yılı içerisinde 19 Haziran’dan itibaren SAT 1 tipi şap hastalığına karşı aşılama çalışmalarına başlanmış ve toplam 349 bin 131 büyükbaş hayvan aşılanmıştır. 1 Aralık 2025 itibarıyla iller arası büyükbaş hayvan sevklerinde, iki aylıktan küçük buzağılar hariç, SAT 1 serotipli şap aşısı yapılmamış hayvanlara Veteriner Sağlık Raporu düzenlenmeyecektir. Sevk için hayvanların son 6 ay içinde aşılanmış olması ve aşılama üzerinden en az 21 gün geçmiş bulunması gerekmektedir. Üreticilerimiz mağduriyet yaşamamak adına aşılarını mutlaka yaptırmalıdır. 5996 sayılı Kanun gereğince aşı yaptırmayan yetiştiriciler hakkında 2025 yılı için 105 bin 274 TL idari para cezası uygulanacaktır" dedi. Aşılama programının ilçe tarım ve orman müdürlüklerince yürütüleceği bildirildi. Üreticilerin SAT 1 tipi şap aşılarını zamanında yaptırmaları ve detaylı bilgi için il ve ilçe müdürlüklerine başvurmaları istendi. Yetiştiricilerin göstereceği ilginin, Samsun’da şap hastalığıyla mücadeleyi kolaylaştıracağı vurgulandı.
02 Aralık 2025 Salı - 10:29
Halk sağlığı uzmanı Dr. Andan: "HIV enfeksiyonu gündelik temaslarla bulaşmamaktadır"
Halk sağlığı uzmanı Hanife Hilal Andan, HIV’den korunmanın tamamen mümkün olduğuna dikkat çekerek, "Emzirme ve gebelik dönemlerinde anneden bebeğe geçiş söz konusudur. Toplumda çokça bilinen yanlış bir bilgi var, HIV enfeksiyonu gündelik temaslarla bulaşmamaktadır" dedi. Halk sağlığı uzmanı Dr. Hanife Hilal Andan, HIV enfeksiyonunun bir kişinin HIV virüsünü taşıması demek olduğunu, AIDS ise artık hastalığın ilerlediğini, yıllar sonra ortaya çıkabilecek bir durum olduğunu söyledi. Hastalığını ilerlemesiyle beraber fırsatçı enfeksiyonların bağışıklık sistemini baskılamasıyla beraber bazı kanser türlerinin ortaya çıkabildiğini ifade eden Dr. Andan, korunma yollarının ve hastalığın nasıl bulaştığının bilinmesinin ön yargıları daha da azalabildiğini kaydetti. Dr. Andan, HIV enfeksiyonunun birkaç yolla bulaşabileceğini dile getirerek, "Korunmasız bir şekilde yapılan cinsel ilişkilerle ayrıca kan yoluyla bulaşabilmektedir. Özellikle ortak enjektör kullanımı. Bu gibi durumlarda ortaya çıkabilmektedir. Emzirme ve gebelik dönemlerinde anneden bebeğe geçiş söz konusudur. Toplumda çokça bilinen yanlış bir bilgi var. HIV enfeksiyonu gündelik temaslarla bulaşmamaktadır. Bunlara örnek olarak özelikle aynı kaşık, çatal, bıçak kullanımı olabilir. Kişilerle tokalaşmak, sarılmak, aynı havluyu kullanmak, aynı tuvaleti kullanmak, aynı yüzme havuzuna girmek gibi. Gündelik temaslarla HIV virüsü bulaşmamaktadır. Öncelikle bunu bilmeliyiz ki HIV’den korunmak tamamen mümkündür" diye konuştu. Düzenli kondom kullanımını yaygınlaştırmanın önemli olduğuna dikkat çeken Dr. Andan, "Ayrıca dövme, piercing, manikür, pedikür gibi işlemlerin steril şartlarda yapılması önemlidir. Ayrıca riskli davranışların varlığında test yaptırmak toplumdaki bulaş yolunu engellemek adına önemli bir adımdır. HIV virüsü varlığında erken tanı ve tedavi çok önemlidir. Çünkü erken tanı konulmuş ve düzenli tedavi alan kişiler, normal bireyler gibi sağlıklı ve uzun bir yaşam sürebilmektedirler" dedi. "HIV artık kronik hastalık gibi ele alınıyor’’ Artık HIV virüsünün kronik hastalıklar grubunda tıpkı diyabet, tansiyon gibi ele alınan bir hastalık olduğunu aktaran Andan, "Ayrıca tedavide en önemli gelişmelerden biri de düzenli ve erken tedavi alan kişilerin, kanındaki virüs tespit edilemeyecek derecede azalmaktadır ve bu kişiler cinsel partnerlerine de virüs bulaştıramaz hale geleceklerdir. Pozitif HIV virüsüne sahip olan bireylerin toplumda en çok zorlandıkları şey, hastalığın kendinden ziyade toplumun ön yargılarıdır. Damgalama, doktorla olan sağlıkta olan iletişimi engelleyebilmekte, test yaptırmanın önüne geçebilmekte. Tedavi konusunda sıkıntılar ortaya çıkarabilmektedir. Unutmayalım ki HIV virüsüne sahip olmak sadece tıbbi bir durumdur. Herkesin başına gelebilecek bir durumdur. Herkes saygıyı ve desteklenmeyi hak etmektedir" şeklinde konuştu.
02 Aralık 2025 Salı - 10:24
Halk sağlığı uzmanı Dr. Andan: "HIV enfeksiyonu gündelik temaslarla bulaşmamaktadır"
Halk sağlığı uzmanı Hanife Hilal Andan, HIV’den korunmanın tamamen mümkün olduğuna dikkat çekerek, "Emzirme ve gebelik dönemlerinde anneden bebeğe geçiş söz konusudur. Toplumda çokça bilinen yanlış bir bilgi var, HIV enfeksiyonu gündelik temaslarla bulaşmamaktadır" dedi. Halk sağlığı uzmanı Dr. Hanife Hilal Andan, HIV enfeksiyonunun bir kişinin HIV virüsünü taşıması demek olduğunu, AIDS ise artık hastalığın ilerlediğini, yıllar sonra ortaya çıkabilecek bir durum olduğunu söyledi. Hastalığını ilerlemesiyle beraber fırsatçı enfeksiyonların bağışıklık sistemini baskılamasıyla beraber bazı kanser türlerinin ortaya çıkabildiğini ifade eden Dr. Andan, korunma yollarının ve hastalığın nasıl bulaştığının bilinmesinin ön yargıları daha da azalabildiğini kaydetti. Dr. Andan, HIV enfeksiyonunun birkaç yolla bulaşabileceğini dile getirerek, "Korunmasız bir şekilde yapılan cinsel ilişkilerle ayrıca kan yoluyla bulaşabilmektedir. Özellikle ortak enjektör kullanımı. Bu gibi durumlarda ortaya çıkabilmektedir. Emzirme ve gebelik dönemlerinde anneden bebeğe geçiş söz konusudur. Toplumda çokça bilinen yanlış bir bilgi var. HIV enfeksiyonu gündelik temaslarla bulaşmamaktadır. Bunlara örnek olarak özelikle aynı kaşık, çatal, bıçak kullanımı olabilir. Kişilerle tokalaşmak, sarılmak, aynı havluyu kullanmak, aynı tuvaleti kullanmak, aynı yüzme havuzuna girmek gibi. Gündelik temaslarla HIV virüsü bulaşmamaktadır. Öncelikle bunu bilmeliyiz ki HIV’den korunmak tamamen mümkündür" dedi. Düzenli kondom kullanımını yaygınlaştırmanın önemli olduğuna dikkat çeken Dr. Andan, "Ayrıca dövme, piercing, manikür, pedikür gibi işlemlerin steril koşullarda yapılması önemlidir. Ayrıca riskli davranışların varlığında test yaptırmak toplumdaki bulaş yolunu engellemek adına önemli bir adımdır. HIV virüsü varlığında erken tanı ve tedavi çok önemlidir. Çünkü erken tanı konulmuş ve düzenli tedavi alan kişiler, normal bireyler gibi sağlıklı ve uzun bir yaşam sürebilmektedirler" diye konuştu. "HIV artık kronik hastalık gibi ele alınıyor’’ Artık HIV virüsünün kronik hastalıklar grubunda tıpkı diyabet, tansiyon gibi ele alınan bir hastalık olduğunu aktaran Andan, "Ayrıca tedavide en önemli gelişmelerden biri de düzenli ve erken tedavi alan kişilerin, kanındaki virüs saptanamayacak derecede azalmaktadır ve bu kişiler cinsel partnerlerine de virüs bulaştıramaz hale geleceklerdir. Pozitif HIV virüsüne sahip olan bireylerin toplumda en çok zorlandıkları şey, hastalığın kendinden ziyade toplumun ön yargılarıdır. Damgalama, doktorla olan, sağlıkta olan iletişimi engelleyebilmekte, test yaptırmanın önüne geçebilmekte. Tedavi konusunda sıkıntılar ortaya çıkarabilmektedir. Unutmayalım ki HIV virüsüne sahip olmak sadece tıbbi bir durumdur. Herkesin başına gelebilecek bir durumdur. Herkes saygıyı ve desteklenmeyi hak etmektedir" şeklinde konuştu. (RK-YRT
02 Aralık 2025 Salı - 10:12
Bayburt Devlet Hastanesine Kasım ayında 42 bin 558 hasta başvurdu
Bayburt Devlet Hastanesi, Kasım ayında hastaneye başvuran hasta sayısını açıkladı. Açıklanan verilere göre, 01-30 Kasım tarihleri arasında hastanede toplam 42 bin 558 hasta muayene edildi. MHRS randevulu olarak 9 bin 868, MHRS dışı ayaktan başvuru ile 20 bin 753 hastaya hizmet verildi. Acil servis başvuruları ise 11 bin 937 olarak kaydedildi. Geçen ay 46 bin 89 kişi hastaneye başvururken, bu ay hastaneye başvuru sayısında azalış görüldü. Poliklinik bazında en fazla başvuru, ortopedi polikliniğinde gerçekleşti. 01-31 Kasım tarihleri arasında yapılan muayene sayıları şu şekilde; Uzman Aile Hekimliği: Bin 281 Anestezi Polikliniği: 236 Beyin Cerrahi: Bin 644 Cildiye Polikliniği: 833 Çocuk Cerrahisi: 247 Çocuk Polikliniği: 2 bin 200 Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı: 306 Enfeksiyon Hastalıkları: 412 Fizik Tedavi Polikliniği: Bin 837 Genel Cerrahi Polikliniği: Bin 851 Göğüs Cerrahisi Polikliniği: 125 Göğüs Hastalıkları: Bin 126 Göz Hastalıkları Polikliniği: 2 bin 185 İç Hastalıkları Polikliniği: Bin 931 Kadın Hastalıkları Polikliniği: 2 bin 191 Kalp Damar Cerrahisi: 231 Kardiyoloji Polikliniği: Bin 244 Kulak Burun Boğaz Polikliniği: Bin 504 Nöroloji Polikliniği: Bin 124 Ortopedi Polikliniği: 2 bin 401 Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Polikliniği: 818 Üroloji Polikliniği: 739 Acil servis hastası: 11 bin 937 Kasım ayında hastanede 209 ameliyat gerçekleştirildi. Bunların yanı sıra 68 lokal ameliyat, 122 endoskopi, 22 kolonoskopi, 8 bronkoskopi ve 50 anjiyo yapıldı. Gebe okulu danışmanlığı kapsamında ise 20 kişiye hizmet verildi.
02 Aralık 2025 Salı - 09:54
Prof. Dr. Demir, "Demansın birçok türü, kesin olarak tedavi edilemiyor"
Demansın birçok türünün kesin olarak tedavi edilemediğini ancak ilaçlar ve çevresel düzenlemelerle semptomların kontrol altına alınabildiğini vurgulayan Prof. Dr. Caner Feyzi Demir, "Risk azaltmada sigarayı bırakmak, düzenli egzersiz, kaliteli uyku, sosyal ve bilişsel aktiviteler ile tansiyon, diyabet ve kolesterol kontrolü önemlidir" dedi. Fırat Üniversitesi Hastanesi Nöroloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Caner Feyzi Demir, demans ve Alzheimer hastalığı hakkında açıklamalarda bulundu. Prof. Dr. Demir, "Demans, hafıza, iletişim, problem çözme ve davranışları etkileyen bir bilişsel gerileme tablosudur. En sık görülen türü, Alzheimer hastalığıdır. Demans, erken dönemlerde unutkanlık ve yön bulma güçlüğü ile başlıyor. Orta evrelerde iletişim bozuklukları ve kişisel bakım sorunları öne çıkıyor. İleri evrede ise tanıdıkları tanıyamama, yürüme ve yutma güçlükleri yaşanıyor. Tanıda mini mental test, biyokimyasal incelemeler ve nöro görüntüleme yöntemleri kullanılıyor. Demansın birçok türü, kesin olarak tedavi edilemiyor ancak ilaçlar ve çevresel düzenlemelerle semptomlar, kontrol altına alınabiliyor. Risk azaltmada sigarayı bırakmak, düzenli egzersiz, kaliteli uyku, sosyal ve bilişsel aktiviteler ile tansiyon, diyabet ve kolesterol kontrolü önemlidir. Beslenmede vitamin-mineral açısından zengin ve düşük tuz-şeker içeren bir diyet faydalıdır. Demans şüphesi olan bireylerin düzenli olarak nöroloji ve psikiyatri uzmanları tarafından takip edilmesi gerekiyor" diye konuştu.
Daha Fazla Yükle
GERİ BİLDİRİM
Geliştirme sürecine katkıda bulunmak için lütfen sitede karşılaştığınız hataları bize bildirin.
Gönder