KÜLTÜR SANAT - 03 Mart 2021 Çarşamba 12:03

Çobanoğlu: “Dil, bir tür varoluş meselesidir"

A
A
A
Çobanoğlu: “Dil, bir tür varoluş meselesidir"

SAMSUN (İHA) – Samsun Üniversitesi’nin (SAMÜ) “Çevrimiçi Dil Seminerleri” dizisi kapsamındaki konuğu Prof.

SAMSUN (İHA) – Samsun Üniversitesi’nin (SAMÜ) “Çevrimiçi Dil Seminerleri” dizisi kapsamındaki konuğu Prof. Dr. Özkul Çobanoğlu oldu. Çobanoğlu, “Dil, bir tür varoluş meselesidir. Dilin oluşumu, insanın, toplumun ve onun idrakinin oluşumudur” dedi.


SAMÜ Türkçe ve Yabancı Dil Öğretimi Uygulama ve Araştırma Merkezi (DİLMER) Çevrimiçi Dil Seminerleri dizisi kapsamında, 23 Şubat Salı günü saat Dr. Ahmet KESKİN’in moderatörlüğünde Prof. Dr. Özkul Çobanoğlu’nu ağırladı. Çevrimiçi bir platform üzerinden düzenlenen programda Çobanoğlu, “Dil, Kültür ve İnsan” konusundaki düşüncelerini katılımcılarla paylaştı.



“Kültür; insanın doğa ile mücadelesinde ürettiklerinin ve biriktirdiklerinin, doğaya eklediklerinin toplamıdır”


“Bu akşamki konuşmamız dil, kültür ve edebiyat, özellikle de sözlü edebiyat üçgeninde olacaktır” sözleriyle konuşmasına başlayan Çobanoğlu, “Dil ile neleri elde ediyoruz ve dil bize neler sağlıyor? Bir başka cephesiyle de kültür nedir?” sorularını sorarak dinleyicilerin dikkatlerini konuya çekti. İnsanoğlunun milyonlarca yıldır, günümüzdeki fiziksel ve psikolojik potansiyeliyle birebir örtüşen insanın ise en azından üç yüz bin yıldır yeryüzünde olmasına karşın dil kullanımının yeni denilebilecek bir geçmişe sahip olduğunu söyleyen Çobanoğlu; dilin, insanın potansiyel ve yeti olarak doğasında var olduğunu, ama dilin sözcüklerle birlikte kullanımının büyük oranda kültürel bir unsur olduğunu belirtti. Dilin, insanoğlunun oluşturduğu, doğaya eklediği bir unsur olduğunu ve bu cephesiyle de çok dikkat çekici olduğunu ifade eden Çobanoğlu, “Dil olmadan bir insan düşünebilir mi? Dil ile neler elde ediyoruz? Dokunma duyumuzdan hareket edelim; dokunduğumuz bir yerin sıcak, bir başka yerin soğuk olduğunu, dili kullanamayan bir insan da bilebilir, fark edebilir. Ama bu, kelimeler halinde oluşmamışsa, bunu ifade edecek kelimeler yoksa bunu anlatabilmek imkansızdır. Dolayısıyla dil ile düşünce arasında doğrudan bir ilişki var. Homo sapiens denilen, düşünebilen insan türü de dili bu şekilde kullanmasıyla ortaya çıkmıştır denilebilir. Sözcükler öncesi dil, başka canlılarda hâlâ çok yaygın olarak gördüğümüz, birtakım sesler çıkararak birbirini ikaz etme şeklindedir. Yolda giden bir aracı bir başka aracı korna ile uyarması gibi. Diğer canlıların çok tipik bir şekilde, bir amaca yönelik olarak sesler çıkarması da bu şekildedir. Burada ekleyip değiştirerek, kaynaştırarak yoğunlaştırma, farklılaştırma söz konusu değildir. Konuşma ile düşünme arasında dilin bu yönüyle kullanımı insana özgü bir durumdur. İnsanın doğa ile olan mücadelesinde meydana getirdikleri, ekledikleri, özellikle biriktirdikleri kültürü oluşturur. Eğer insan dil vasıtasıyla, düşünme vasıtasıyla duygularını, düşüncelerini ve tecrübelerini biriktiremeseydi, kültür olmazdı” sözlerine yer verdi.



“Dil, bir tür varoluş meselesidir. Dilin oluşumu, insanın, toplumun ve onun idrakinin oluşumudur”


İnsanoğlunun kültürü meydana getirmesindeki temel eyleminin biriktirmek olduğunu, elde edilen bilginin, tecrübenin gerektiğinde kullanıp işe koşulmasının ise dil aracılığıyla mümkün olduğunu vurguluyan Çobanoğlu, “Dil öncesinde binlerce, yüz binlerce, milyonlarca yıl bile yaşamış olsanız bu yaşamayla dille beraber düşünerek, üreterek yaşama birbirinden çok farklıdır. En basit bir kültürel bilgiyi ya da deneme yanılma yoluyla elde ettiğiniz tecrübeyi yeni kuşaklara aktarmak zorundasınız. Bu dile kolay elli bin, yüz bin, birkaç yüz bin yıl dediğimiz sürede deneme yanılma yoluyla bu bilgiyi elde etme sürecine ne kadar büyük bedeller ödediğimizin farkında olmamız lazım. Eğer dil olmasaydı bunların hiçbirisi olmazdı” diye konuştu.



“İnsanın varoluş macerasında dilin yeri eşsizdir. İnsan doğada kendini dil sayesinde diğer canlılardan ayırt edebilmiştir”


İnsanoğlunun dili kullanmaya başlamasından önce yer yüzündeki her şeyin iç içe geçmiş bir karmaşa ve kaos halinde bulunduğunu, dilin bu bütün içinde uyanan bir idrak olduğunu, insan ve toplumla ilgili temel olguların ortaya çıkmasında şekillenmesinde ve söz konusu idrakin uyanmasında dilin daima öncül bir yere ve role sahip olduğunu ifade eden Çobanoğlu, şunları söyledi:


“İnsanın varoluş macerasında, insanın diğer canlılardan ayrılıp böyle bir canlı oluş macerasında dilin yeri eşsizdir. Zihnin dışında, insan belleğinin, hafızanın dışında herhangi bir duyguyu tecrübeyi muhafaza edebilecek bir imkândan mahrumuz. Yazı bu bakımdan önemli. Yazı ile beraber bir düşünceyi kendi başına bir varoluşa sevk edebiliyorsunuz.”


Dilin insanla ve toplumla olan ilişki ve etkileşimlerine yönelik çok sayıda konunun ele alındığı ve DİLMER Youtube kanalından da canlı olarak yayımlanan “Dil, Kültür ve İnsan” başlıklı konuşma, dinleyenlerin yoğun katılımı, soruları ve katkılarıyla tamamlandı.

Bunlar Da İlginizi Çekebilir
İzmir İzmir’in barajlarında su seviyesi düştü İzmir Büyükşehir Belediyesi İZSU Genel Müdürlüğü, İzmir’in içme suyu ihtiyacını sağlayan Tahtalı, Gördes ve Balçova barajlarındaki su seviyelerinin önceki yıllara oranla düşmesine rağmen kısa vadede kentte bir susuzluk tehdidi bulunmadığını açıkladı. İZSU Genel Müdürlüğü, kentin su ihtiyacının yarıya yakınını karşılayan Tahtalı, Balçova ve Gördes barajlarındaki güncel doluluk oranlarını açıkladı. Doluluk seviyesi Tahtalı Barajı’nda yüzde 31, Balçova Barajı’nda yüzde 76, Gördes Barajı’nda ise yüzde 13 olarak kayıtlara geçti. 3 barajdaki toplam su miktarı ise 188 milyon metreküp oldu. Bu üç önemli kaynağın dışında kente su sağlayan Ürkmez Barajı yüzde 43, Güzelhisar Barajı yüzde 86 ve Kutlu Aktaş Barajı ise yüzde 41 doluluk oranına sahip. Tahtalı’da 2008’den beri en düşük seviye Tahtalı, Balçova ve Gördes barajlarındaki su miktarının İzmir’in yaklaşık 8 aylık su ihtiyacını karşılayacağı bildirildi. İZSU yetkilileri Tahtalı Barajı’nda 2008 yılından bu yana en düşük su seviyesinin gözlendiğini belirtirken, su seviyesindeki düşüşün azalan yağışlardan kaynaklandığı vurgulandı. Açıklamada İZSU’nun kente kesintisiz içme suyu sağlamaya yönelik çalışmalarının devam ettiği ifade edilirken, “Barajlarımızda hiç yağış olmasa bile yıl sonuna kadar yetecek su mevcut; ayrıca yer üstü su kaynaklarının yanında kentimizin yer altı su kaynaklarından da faydalanıyoruz. Ancak uzun vadede yaşanabilecek susuzluk tehdidine karşı suyun tasarruflu kullanılması tüm toplumumuz açısından büyük önem taşıyor” denildi.
İstanbul Cam döşemesinin altında sergilenen eserlerle adeta müze olan Koca Mustafa Paşa Camii ibadete açılıyor Fatih’te Kristos Pantepoptes Kilisesi olarak 1059’da inşa edilen ve Sadrazam Koca Mustafa Paşa tarafından camiye dönüştürülen yapının 2021 yılında başlanılan restorasyonunda sona gelindi. Bizans mimarisine ait çini, mermer ve sütunların yanı sıra cehennem tasvirlerinin yer aldığı freskler keşfedilen caminin zemini camla döşenerek adeta müzeye çevrildi. Yarın ibadete açılacak olan 965 yıllık caminin son hali ise havadan görüntülendi. Fatih’te Kristos Pantepoptes Kilisesi olarak 1059’da inşa edilen ve Sadrazam Koca Mustafa Paşa tarafından camiye dönüştürülen yapı Kültür ve Turizm Bakanlığı Vakıflar Genel Müdürlüğünce 2021 yılında restore edilmeye başlandı. Tarihi camide sürdürülen çalışmalar esnasında hem Bizans hem de Osmanlı Cihan Devleti dönemlerinin özenle korunduğu görüldü. Yapının içi, bir metre kadar toprakla doldurulduğu için katmanda yapılan kazılarda, Bizans devrinin özgün kotuna inilerek zeminde zengin bir döşeme mozaiğiyle karşılaşıldı. Restorasyon çalışmaları çerçevesinde Bizans mimarisine ait çini, mermer ve sütunların yanı sıra cehennem tasvirlerinin yer aldığı fresklerin keşfedildiği yapının zemini camla kaplanarak adeta müzeye çevrildi. Halısı kaldırıldıktan sonra ortaya çıkan cam zeminin altına döşenen ışıklandırma sistemiyle, Bizans ve Osmanlı tarihine ışık tutan eserler sergileniyor. Yerli ve yabancı turistlerin ziyaret noktaları arasında yer alan cami, Sahabe Cabir bin Abdullah’ın türbesinin olması sebebiyle halk arasında Hazreti Cabir Camii adıyla da biliniyor. Restorasyonda depreme karşı da güçlendirilen 965 yıllık tarihi cami yarın ikindi namazının ardından ibadete açılacak. Öte yandan, restorasyonu tamamlanan tarihi camiinin son hali havadan görüntülendi. “Cam döşemenin altında restorasyon sırasında çıkmış arkeolojik buluntular sergilenecek” Hz. Cabir Camii’nin tarihi hakkında bilgi veren Vakıflar İstanbul 1. Bölge Müdürlüğü Sanat Eserleri ve Yapı İşleri Şube Müdürü Feyyaz Fidan, “Hz. Cabir Camii diğer adıyla Atik Mustafa Paşa Camii 1059 yılında bir manastır yapısı olarak inşa edildi. Sultan 2. Bayezid’in sadrazamlarından Koca Mustafa Paşa tarafından camiye çevrildi. Hz. Cabir Camii, içerisinde İstanbul kuşatması için gelen Sahabe Cabir bin Abdullah’ın türbesinin olması sebebiyle Hz. Cabir Camii olarak da bilinmektedir. Yaklaşık bin yıldır ayakta duran bu yapı tarihsel süreçte birçok deprem ve yangına maruz kaldı. 1509 depreminde bir hasar aldığını kaynaklardan öğrenebiliyoruz. 1792 yılındaki Balat yangınında ve küçük kıyamet olarak adlandırılan İstanbul depreminde bir hasar aldı. Bu depremde minaresi yıkıldı, kubbesi de tahribata uğradı. Yıkılan eski minare yerine kesme taştan bir minare inşa edildi. Kültür ve Turizm Bakanlığı Vakıflar Genel Müdürlüğü olarak Hz. Cabir Camii’nin rölöve ve restitüsyon projelerini 2018 yılında Koruma Kurulu’na onaylattık. 2021 yılında ise restorasyon çalışmalarına başladık. Öncelikle araştırma kazıları ve raspa çalışmaları yaptık. Bu yapı içerisinde 1 metreye kadar kazı yapıldı ve 1 metre sonunda yapının ilk dönemine ait opus sectila ismiyle biline döşeme bulundu. Cam döşemenin altında restorasyon sırasında çıkmış arkeolojik buluntular, seramik ve mozaik parçaları, Osmanlı dönemine ait özgün şeşhaneler gibi restorasyonda çıkmış eserler sergilenecek. Halı kaldırıldığında ziyaretçiler bu görüntüyle karşılaşacaklar” dedi. “Restorasyonda depreme karşı yapı güçlendirildi” Restorasyonu tamamlanan Hz. Cabir Camii’nde yapılan çalışmaları anlatan Feyyaz Fidan, “Yapının iç ve dış bedeninde raspa yapıldı. Eski onarımlarda yapılmış çimento esaslı sıvalar raspa edildi ve iç yüzeylerde freski sıvalara rastlandı. Freski sıvalar ve ’opus sectila’ belgelemesiyle, konservasyonu yapıldı. Bilim Kurulu kararı doğrultusunda yapının katmanlarının gösterilmesi adına harim içerisinde çelik konstrüksiyon ve üzerine cam bir döşeme yapıldı. Caminin iç tezyinatı hakkında bilgi vermek gerekirse, bitkisel kalem işleriyle süslenmiş bir yapıdır. Ve restorasyonda kalem işlerinin ihyası tamamlandı. Dış cephede özgün harç terkibine uygun derz yapıldı. Bu restorasyonda depreme karşı da yapı güçlendirildi. Enjeksiyon imalatı yapıldı. Minaresi şerefe kotuna kadar söküldü ve özgün tekniğinde tamamlandı. Kubbe üst örtüsü kurşunları yenilendi. Kirpi saçak imalatları yapıldı. İçlik, dışıklar, tüm kapılar, pencereler özgün malzeme cins ve boyutunda yenilendi. Özgün türbe kapısı ve Mahmud Güneşi fümigasyon işleri yapıldı. Hz. Cabir Camii’nin restorasyonunu en kısa sürede tamamlayarak ibadete açılmasını planlıyoruz” ifadelerini kullandı.