ASAYİŞ - 30 Nisan 2024 Salı 09:23

Fuhuş yapan yabancı uyruklu kadınlar tehlike saçıyor

A
A
A
Fuhuş yapan yabancı uyruklu kadınlar tehlike saçıyor

Tekirdağ’ın Marmaraereğlisi ilçesinde düzenlenen fuhuş operasyonunda 34 yabancı kadın ve 6 zanlı yakalandı. Yapılan sağlık kontrolünde kadın şahıslardan 2’sinin cinsel yolla bulaşan hastalık taşıdığı tespit edildi.


Tekirdağ İl Jandarma Komutanlığınca, Marmaraereğlisi ilçesinde faaliyet gösteren 3 işletmeye yönelik, fuhşa teşvik ve aracılık etme, yer ve imkan sağlama suçları çerçevesinde operasyonu düzenlendi.


icra edilen eş zamanlı operasyonda, fuhşa teşvik, aracılık ve yer temini yapan 9 şüpheliden 6’sı yakalandı. Şüphelilerden 4’ü sevk edildikleri adli makamlarca tutuklanarak Tekirdağ Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna teslim edildi. 2 şüpheli ise adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı. Firari diğer şüphelilerin aranmasına ise devam ediliyor.



Cinsel yollarla bulaşan hastalık tespit edildi


Olaylara karışan 34 yabancı uyruklu kadın Tekirdağ İl Göç İdaresi Müdürlüğüne teslim edildi. Yapılan sağlık kontrolünde kadın şahıslardan 2’sinin cinsel yolla bulaşan hastalık taşıdığı tespit edildi. İşletmelerde yapılan aramalarda, 1 adet tabanca, 3 adet tabanca fişeği, 7 adet cep telefonu, 1 adet harddisk, 2 gram esrar, 3 adet uyuşturucu hap, 3 litre kaçak içki, suçtan elde edilen çok miktarda para ve cinsel içerikli materyaller ele geçirildi.


Ayrıca işletmeler hakkında kimlik bildiriminde bulunmama, kapalı alanda sigara içme ve diğer kabahatler nedeniyle idari işlem başlatıldı.



Fuhuş yapan yabancı uyruklu kadınlar tehlike saçıyor

Bunlar Da İlginizi Çekebilir
Düzce Tarihi İpek Yolu trail koşusu yapılacak DÜZCE(İHA) – Düzce’de 9 Haziran’da tarihin doğa ile bütünleşmesine şahitlik olunacak Tarihi İpek Yolu Trail Koşusu bu yıl ikincisi yapılacak. Düzce Valiliği, Gençlik ve Spor Müdürlüğü, Düzce ve Çilimli Belediyesi, Düzce Üniversitesi ve Atletizm Federasyonu’nun ortaklaşa düzenlediği Tarihi İpek Yolu Trail Koşusu için hazırlıklarını sürdürüyor. 9 Haziran’da gerçekleştirilecek etkinlikle Düzce’nin tarihi tüm Türkiye’ye tanıtılacak. Koşucular adeta tarihin doğa ile bütünleşmesine şahit olacak. Bu yıl ikincisi düzenlenecek yarışlara son başvuru tarihi 7 Haziran olarak belirlendi. İpekyolu koşusu 20 kilometre ve su kemeri koşusu 13 kilometre olacak. İpekyolu ve su kemeri koşuları 18 – 34 normal ve 35-39\40-44\45+ olmak üzere iki kategoride gerçekleştirilecek. Su kemeri koşusunda koşucular Prusias Ad Hypium antik kentin giriş kapısı olan Atlı Kapıdan başlayarak, Konuralp trekking güzergahına bağlanacaklar. Ketenciler Köyü’nden geçerek Kemerkasım Köyü’ne ulaşacak olan sporcular, M.S. 3. Yüzyılda yapılan su kemerlerinin tarihi dokusunda kendilerini bulacaklar. 10. kilometrede Düzce Üniversitesine bağlanacak olan yarış, Antik Tiyatro önünde son bulacak. Antik Tiyatro koşusunda koşucular Prusias Ad Hypium antik kentin giriş kapısı olan Atlı Kapıdan başlayarak, Konuralp trekking güzergahına bağlanacaklar. Kısa bir karayolu bağlantısının ardından Çilimli güzergahına sapacak olan yol, Konur Alp Gazi’nin Bizans ile yaptığı savaş meydanı olan Uzunca Bel’i (Çilimli) de içine alacak bir parkuru içine alacak. Dönüş güzergahında Roma Köprüsünden geçilerek, yarış Antik Tiyatro önünde son bulacak. Düzce Gençlik ve Spor İl Müdürü İsa Yazıcı, geçen yıl yapılan koşuda dünya derecesi olan sporcuların da yer aldığını belirterek, “Geçin yıl ilkini gerçekleştirdiğimiz Tarihi İpek Yolu koşusuna 700 sporcu katılmıştı. Bu yıl bu rakamın daha da fazla olmasını bekliyoruz” ifadelerinde bulundu.
İzmir İzmir’de ekmeğe zam yolda İzmir’de 200 gram ekmeğin fiyatının 10 lira olması yönündeki teklif, İzmir Esnaf ve Sanatkarlar Odası Birliği komisyonu tarafından Ticaret Bakanlığına sunuldu. İzmir Fırıncılar Esnaf Odası Başkanı Kemal Sırtı, “Ocak ayında olması gereken fiyatı 17 Mayıs’taki İzmir Esnaf ve Sanatkarlar Odası Birliği toplantımızda komisyondan geçirmiş bulunmaktayız. Bakanlık onayından sonra yeni fiyatımıza geçmiş olacağız” dedi. İzmir’de, ekmek fiyat tarifelerinin belirlenmesi için İzmir Esnaf ve Sanatkarlar Odası Birliği toplantısında oylama yapıldı. Oylama sonucunda, İzmir’de 200 gram ekmeğin 10 TL olması için hazırlanan zam tarifesi 17 Mayıs’ta Ticaret Bakanlığına iletildi. Bakanlık onayından geçmesi durumunda kentte 200 gram ekmeğin fiyatı 10 TL’den satışa sunulacak. “Zam, maliyetin çok altında kalmaktadır” Ekmek için sunulan yeni fiyat tarifesinin asıl sebebinin artan maliyetler olduğuna dikkat çeken İzmir Fırıncılar Esnaf Odası Başkanı Kemal Sırtı, “İzmir’de 220 gram ekmek 9 TL olarak satılmaktadır; ancak işçilik, un fiyatları, elektrik, su, maya, mazot, doğal gaz gibi artan zamlar bizi tekrar ekmek zammı kararı almaya itmiştir. Artan maliyetlerden dolayı almış olduğumuz zam, maliyetin çok çok altında kalmaktadır. Fırıncı meslektaşlarımızın yaşadığı sıkıntılar sadece maliyet artışlarıyla bitmemektedir. Fırınlarda çalışacak yetişmiş elaman bulamamak en büyük sıkıntımızdır. Vatandaşımızın sofralarına ekmek sunmak için canla başla, 7 gün 24 saat ailemizle gecemizi gündüzümüze katarak çalışıyoruz” diye konuştu. “Bakanlık onayından sonra yeni fiyatımıza geçmiş olacağız” Sırtı, şu sözlere yer verdi: “Bu nedenle elimden gelenin daha fazlasını yapmak boynumun borcudur. Ocak ayında olması gereken fiyatı 17 Mayıs’taki İzmir Esnaf ve Sanatkarlar Birliği toplantımızda komisyondan geçirmiş bulunmaktayız. Bakanlık onayından sonra yeni fiyatımıza geçmiş olacağız.” 31 Ocak 2024’te ise İzmir’de 220 gram ekmeğin fiyatı 9 lira olmuştu.
İstanbul Ekonomistten “Enflasyonla mücadelede yöntem ne olmalı” sorusuna yanıt Türkiye’nin ekonomik dönüşümünü ve politika önerilerini ele alan Ekonomist Prof. Dr. Işın Çelebi, ekonomi politikalarının dönüşümünde, döviz kurlarının enflasyon üzerindeki etkilerine ve ihracatçı firmaların rekabet gücüne odaklandı. Enflasyonla mücadelede konusunda da tavsiyelerde bulunan Prof. Dr. Çelebi, “Toplumsal kalkınmayı önceleyen orta vadeli bir politika izlenmeli” dedi. Güncel makroekonomik görünüm göz önünde bulundurulduğunda ekonomi programının hedeflerinin tutarlı olduğu, bu hedeflere ulaşmaya yönelik politika adımlarının atılabildiği görülüyor. Büyümede dengelenmenin başlaması ve cari dengede iyileşme emarelerinin görülmesi, ekonomi programının şu ana kadar başarılı olduğu taraflardır. Nitekim, para politikası tarafında, Merkez Bankası politikalarında rasyonel bir çerçeve çizmekte ve iletişimiyle tutarlı aksiyonlar almaktadır. Altınbaş Üniversitesi Öğretim Üyesi, Prof. Dr. Işın Çelebi, yapılan faiz artışlarının etkilerini, 6-18 aylık vadelerde görmeyi beklemekle birlikte, para ve maliye politikaları açılarından ekonomi yönetiminin mevcut haliyle olumlu bir görünüm çizdiğini söyledi. Fakat bir ülkenin refahındaki kalıcı artış, sadece para ve maliye politikalarında elde edilen kazanımlarla olamayacağını aynı zamanda yapısal alanlarda da yapılacak reformlarla mümkün kılınabileceğine dikkat çekti. “Toplumsal kalkınmayı önceleyen orta vadeli bir politika izlenmeli” Prof. Dr. Işın Çelebi, Altınbaş Üniversitesi Ekonomi Bölümü olarak (Kur - faiz - enflasyon) ilişkisini incelediklerini ve elde ettikleri sonuçları, öğrencileriyle birlikte yazdıkları makaleyle açıkladıklarını söyledi. Ekonomi yönetiminin son yıllarda gözlenen ve anı yönetmeye dayalı olmaktan ibaret politikalar yerine, üretimde verimlilik ve inovasyonu, kurumları güçlendirmeyi ve toplumsal kalkınmayı önceleyen orta vadeli bir politika bakışı geliştirilmesini önerdi. Bu açıdan politikalara girdi sağlayacak bir bilgi birikimine sahip olup, veriye dayalı politikalar üretilmesini sağlayacak yetkin insan kaynağı ve organizasyon kapasitesine ihtiyaç olduğu değerlendirdi. Işın Çelebi’ye göre bu, sadece ekonomi alanı için değil eğitim ve sağlık başta olmak üzere ülke yönetiminin her alanında yapılan politikaların başarısı açısından kritik önem taşıyor. Esas çözülmesi gereken ana problemi 3 maddede ifade eden Çelebi, sorunun çözümünü, orta ve uzun dönemli kalıcı olması gerektiğini anlattı. Buna göre; 1. Rekabet gücünün yükseltilmesini sağlamak, 2. Verimlilik göstergelerinin geliştirilmesinin temin edilmesi, 3. Üretkenliğin arttırılmasıdır. Çelebi, “Ancak bunların sonucunda orta vadede piyasalarda, kalıcı denge oluşabilir” dedi. Peki bu kalıcı denge neden hala sağlanamıyor Işın Çelebi, sadece (kur - faiz - enflasyon) ilişkisi üzerinden çözüm üretmeye çalışmanın, bir ölçüde kısa vadeli düşünmek olduğunu vurguluyor. Çelebi, “O anın problemini çözecek 30 - 90 günlük süreler kısa süreli çözümler yerine, (kur - faiz ve enflasyonda) orta vadede piyasalarda kalıcı denge oluşturulması gerektiğine değinerek, “Kısa dönemli çözümlerle ancak yarını feda edersiniz. Teknik donanımı zayıf olan ülkelerde, imalat sanayinin güçlenmesi gerekir. Bugün imalat sanayimizin ihracatının dünya ticareti içindeki payı yüzde 1 civarındadır. Bu oran hemen hemen uzun zamandır hiç değişmedi. Kısa vadeli yaklaşımlarla emeği ucuzlaştırarak satmak, çözüm olmaktan öte ciddi sorunlar getirir” değerlendirmesini yaptı. Kur - faiz - enflasyon ilişkisi ve son durum “Kur - faiz - enflasyon) ilişkisini tek tek ele almanın doğru sonuçlar vermediğini tespit ettiklerini söyleyen Çelebi’ye göre, bu temel değişkenleri eş zamanlı ve senkronize bir bütünlük içinde ele almak gerekiyor. Kur - enflasyon - faiz ilişkisinde, tek başına kur - enflasyon etkisinin sınırlı olduğunu gördüklerine işaret eden Çelebi, işin denklemini ve tarihsel sürecini anlattı. Döviz arzı - enflasyon ilişkisi: Yüzde 15 - 20 düzeyinde Çelebi yıllara göre verileri paylaştığı konuşmasına şöyle devam etti: “1950’den bu yana ekonomik göstergeleri incelediğimizde döviz arzıyla ‘enflasyon - faiz - kur’ arasında doğrudan bir ilişki olduğunu görüyoruz. Döviz kurunun yükselmesinin, enflasyonun yükselmesine doğrudan etkisinin maksimum yüzde 15 - 20 düzeyinde olduğu görülmektedir. Bu ilişki, özellikle 2000 yılından sonra daha açık görünmektedir. AB tam üyelik yolunda doğrudan yabancı sermaye girişinin arttığı yıllarda (2005 - 2006 - 2007 - 2008 yıllarında) enflasyon artışı (GSMH deflatörü olarak): 2002 yılında yüzde 37,60, 2003 yılında yüzde 23,30, 2004 yılında yüzde 12,40, 2005 yılında yüzde 7,10, 2006 yılında yüzde 9,40, 2007 yılında yüzde 6,20’ye gerilemiştir. Bu tarihlerde doğrudan yabancı sermaye girişi: 2005 yılında 10 milyar USD, 2006 yılında 20,1 milyar USD, 2007 yılında 22 milyar USD, 2008 yılında 19,9 milyar USD giriş olmuştur. Bu yapının 2018 yılına kadar sürdüğünü hatırlatan Çelebi, 2018 - 2021 - 2022 ve 2023 yıllarında ise döviz şoku yaşandığını kaydetti. “2018 sonrasında ve 2019 yılından itibaren doğrudan yabancı sermaye girişi, 10 milyar USD düzeyine geriliyor ve enflasyon yüzde 15 - 20 düzeyine yükseliyor. 2022’de enflasyon yüzde 72’ye çıkıyor. 2023 yılında yüzde 67,5 düzeyinde seyrederken, doğrudan yabancı sermaye girişi 10,6 milyar oluyor. Bunun yaklaşık 3,6 milyar USD gayrimenkul yatırımları, 5,6 milyar USD yatırım sermayesi mallarına dönük gerçekleşiyor” bilgilerini verdi. Döviz kuru şokları ve enflasyon: Ekonomide tehlikeli bir denge 2018 yılından itibaren Türkiye ekonomisinde döviz şokları ve artan enflasyonla birlikte yaşanan gelişmeleri de aktaran Çelebi: “2017 yılında ekonomi yönetiminde yaşanan değişim ve Merkez Bankası’nın bağımsızlığının zayıflaması, faiz politikalarının etkisizleşmesine ve döviz kurlarında dalgalanmalara yol açmıştır. Bu durum, 2018’den 2023’e kadar artan enflasyon ve sermaye çıkışlarına neden olmuştur. Ayrıca, döviz kurunu sabit tutmaya yönelik politikaların ekonomiye zarar verdiği ve enflasyonu kontrol altına almada başarısız olunduğu görülmektedir. Döviz kurundaki dalgalanmaları kontrol altına almak için getirilen Kur Korumalı Mevduat (KKM) gibi uygulamalar da bütçeye yük getirmiştir ve sorunu kökten çözümüne katkı sağlamamıştır. Sonuç olarak, enflasyondaki düşüş için döviz kurundan enflasyona geçişkenlik oranı kritik önem taşıyor ve bu oran 2018 öncesine göre oldukça artmış durumda. Bu oran 2023 itibarıyla yüzde 50’lere ulaştığı için ihtiyatla yaklaşılması gerekiyor” dedi. Döviz kurundan enflasyona geçiş Çelebi ayrıca 2023 yılının ikinci yarısından sonraki değişimlerle ilgili, “Ekonomi politikalarında anlayış değişikliğine gidilmiş ve uygulanmaya başlayan ekonomi programının temel hedefi 2000’li yıllarda uygulanan programa benzer şekilde fiyat istikrarının sağlanması olmuştur. Bunun yanı sıra, cari dengede iyileşme ve mali disiplin alanlarında da hedefler belirlenmiştir. Türkiye ekonomisinin yüksek ithal girdiye dayalı üretim ve tüketim yapısı düşünüldüğünde, döviz kurundaki değişimlerin tüketici enflasyonunun temel belirleyicilerinden biri olduğu rahatlıkla söylenebilir. Bu sebeple gerek geçmiş enflasyonun muhasebesini yapabilmek gerekse önümüzdeki dönemin enflasyon görünümüne dair bir bakış geliştirebilmek adına döviz kurundan enflasyona geçiş oranına dair fikir sahibi olmak büyük önem taşımaktadır. Ayrıca son dönemde döviz kurundan enflasyona geçiş oranında radikal artışlar olduğuna yönelik tartışmalar, konuyu enflasyon görünümü için daha da kritik bir hâle getirmektedir” şeklinde konuştu. “Reel kurdaki dalgalanmalar, ithal girdi kullanım oranlarıyla ilişkili” Türkiye’de reel kur ve yurt dışı talebinin ihracat üzerine etkisini değerlendiren akademik çalışmalar incelendiğinde, reel kurdaki dalgalanmaların ihracat üzerindeki etkisinin temelde ihracatçı firmaların ithal girdi kullanım oranlarıyla ilişkili olduğu görülmektedir” diyerek örneklendirmeye giden Çelebi, “Mesela, üretimdeki ithal girdi oranı yüze 100’e yakın olan hipotetik bir firmayı düşünecek olursak, diğer tüm şartların aynı kaldığı bir durumda gözlenen döviz kurundaki artış, firmanın TL cinsi maliyetlerini ve TL cinsi ihracat satış fiyatlarını aynı oranda arttırarak firmanın ihracat pazarındaki rekabet gücüne herhangi bir etkide bulunmayacaktır. Buna karşılık benzer bir durumda ithal girdi oranı daha düşük firmaların, maliyetlerindeki artışın da daha sınırlı olacağı göz önünde bulundurulduğunda, bu firmaların rekabet gücünde bir artış olacaktır. Öte yandan ekonomideki diğer makroekonomik değişkenler de (ücret, enflasyon ve yerli üretim girdi fiyatları) döviz kurundaki artışa tepki göstermeye başladığında, ithal girdi oranı düşük firmaların maliyetlerinde artışın devam edeceği ve kurdaki artıştan elde edilen rekabet gücünün kaybedileceği söylenebilir. Bu basit çerçeveden düşünüldüğünde döviz kurunda yaşanacak artışların firmaların ihracat pazarındaki rekabet güçlerinde kısa vadede bir miktar artış sağlasa dahi bu artışın geçici olacağı söylenebilir” dedi. “Döviz kurunun ekonominin içsel döngülerince belirlendiği unutulmamalı” Çelebi ayrıca, “Türkiye ekonomisinde ihracat dinamiklerini değerlendirmek için öncelikli olarak ihracatçıların ithal girdi oranlarını değerlendirmek makul olacaktır” diyerek sözlerine şu şekilde devam etti: “Kısaca özetlemek gerekirse bazı iktisadi görüşler, Türkiye’nin toplam ihracatında temel belirleyicinin yurt dışı talep olduğu ve döviz kurunun sınırlı bir etkiye sahip olduğu konusunda uzlaşmaktadır. Öte yandan çalışmalarda incelenen dönemin büyük bir kısmında hem ihracatın hem de döviz kurunun ekonominin içsel döngülerince belirlendiği unutulmamalıdır. Döviz kurunun doğrudan kontrol edilerek ekstrem bir baskı altında tutulacağı hipotetik bir durumda, kurun ihracat üzerindeki etkisi çalışmalarda paylaşılan rakamlardan farklılık gösterebileceği de unutulmamalıdır” ifadelerini kullandı. Son olarak “ihracatçıların maliyetlerindeki durumu ihracat satış fiyatı yansıtır” şeklinde bir varsayımın yanıltıcı olduğunu da aktaran Çelebi sözlerini şu şekilde sonlandırdı: “Haluk Bürümcekçi tarafından konu üzerine yazılan köşe yazısında ihracatçılar için Yurt dışı Üretici Fiyat Endeksi (YD-ÜFE) üzerinden basit maliyet hesabı yapılmaktadır. Buna göre ihracatçıların maliyetlerindeki durumu ihracat satış fiyatı yansıtır şeklinde bir varsayım yapılmıştır. Böyle bir varsayım şu açılardan yanıltıcıdır: YD-ÜFE endeksi, yurt dışına satışa konu olan ürünlerin satış fiyatıdır ve bu nihai fiyat ihracatçıların maliyet gelişmelerinin yanı sıra talep gelişmelerini ve ihracatçı firmaların kâr marjları hakkında bilgi içeren bir göstergedir. Bu veriye salt maliyet gelişmelerini yansıtıyor şeklinde bakmak doğru değildir. Yazının devamında ise maliyetlerden yalnızca döviz kuru ele alınmış, YD-ÜFE ile döviz kuru endekslenmiş ve baz yıl seçilerek karşılaştırılmıştır. Bu şekilde bir karşılaştırma başta asgari ücret olmak üzere ihracatçıların diğer maliyetlerindeki gelişmeleri kapsamamaktadır. Bu sebeplerle, bahsi geçen karşılaştırma üzerinden ihracatçıların maliyet artışlarını karşılayacak kur seviyesinin tespit edilmeye çalışılmasının makul bir analiz olmadığı değerlendirilmektedir.”