ÇEVRE - 30 Mayıs 2018 Çarşamba 09:51

"Salda Gölü’nde 30 bin kişilik festival tartışması

A
A
A
"Salda Gölü’nde 30 bin kişilik festival tartışması

Salda Gölü kıyısında 30 bin kişilik festival düzenlenmek istenmesini değerlendiren eski Burdur Tabiat Varlıkları Koruma Şube Müdürü Kürşad Arıgümüş, "Buna göz yuman kamu görevlileri hakkında yasal işlem başlatılır" dedi.

Salda Gölü kıyısında 30 bin kişilik festival düzenlenmek istenmesini değerlendiren eski Burdur Tabiat Varlıkları Koruma Şube Müdürü Kürşad Arıgümüş, "Buna göz yuman kamu görevlileri hakkında yasal işlem başlatılır" dedi.


Burdur’un Yeşilova ilçesinde bulunan doğal sit alanı niteliğindeki Salda Gölü’nün kıyısında 29-Haziran-1 Temmuz tarihleri arasında 30 bin kişilik müzik festivali düzenlenmek istenmesine yönelik tepkiler sürüyor. Bir organizasyon firması tarafından Salda Gölü kıyısında düzenlenmek istenen Teoman, Hayko Cepkin, Selda Bağcan, Manuş Baba ve Yeni Türkü gibi sanatçı ve grupların sahne alacağı çadır kamplı müzik festivalinin oldukça hassas olan Salda Gölü’nün doğal yapısına zarar vereceğinden endişe ediliyor. Konuyla ilgili bilim insanlarının yanı sıra sivil toplum örgütleri ve turizmciler böyle bir festival için 1. derece doğal sit alanı olarak koruma altında bulunan Salda Gölü kıyısının seçilmesinin yanlış olduğunu savunurken, organizasyon sorumluları ise göle bir zarar vermeyeceklerini aksine festival kapsamında sosyal sorumluluk etkinlikleri düzenleyeceklerini savunuyor.


Salda Gölü’nün de bağlı bulunduğu Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü bünyesindeki eski Burdur Tabiat Varlıkları Koruma Şube Müdürü ve Şehir Plancısı Kürşad Arıgümüş, birinci derece doğal sit alanı olan Salda Gölü ve çevresinde herhangi bir faaliyet yapmak için Tabiat Varlıkları Koruma Bölge Komisyonu’nun karar alarak izin vermesi gerektiğine işaret ederek, "İzin verilmediyse hukuken yapılacak faaliyet suç kapsamına girer. En başta buna göz yuman kamu görevlileri hakkında yasal işlem başlatılır" dedi.



"Bunu yapmak suçtur"


Arıgümüş komisyon izni olmadan yapılacak etkinliklerin suç kapsamına gireceğini söyledi. Birinci derece doğal sit alanı olan Salda Gölü ve çevresinde herhangi bir faaliyetin yapılabilmesi için Antalya Tabiat Varlıkları Koruma Bölge Komisyonu’na başvurulması gerektiğinin altını çizen Arıgümüş, "Eğer komisyon kararı ile izin verilmemişse burada yapılacak faaliyetler hukuken suç kapsamına girer. En başta buna göz yuman kamu görevlileri hakkında yasal işlem başlatılır. Bu konuda basında yer alan haberlerin ardından yetkililerin harekete geçmesi gerekirdi. Şu anda valiliğe konuyla ilgili suç duyurusunda bulunulması durumunda burada böyle bir etkinliğe izin veren kamu görevlileri hakkında yasal işlem başlatılmasının yolu açılır. Bu çok bariz" dedi.



"Sit alanında her türlü faaliyet, komisyon iznine bağlı"


Salda Gölü’nün çevresiyle birlikte mutlak koruma alanı olduğuna işaret eden Arıgümüş, "Salda Gölü’nün Türkiye’de bir benzeri daha yok. Bu alana araçlarla girilmesi mümkün değil. Tabiat varlıklarının korunmasıyla ilgili yasa, korunan alanlarda her türlü faaliyet için tabiat varlıklarını koruma bölge komisyonlarından izin alınması gerektiriyor. Gördüğüm kadarıyla Salda Gölü kıyısında yapılmak istenen bu festival için böyle bir izin başvurusu yok. Bu konunun tartışılacak başka bir yanı yoktur. Burası bir korunan alan ve burada yapılacak her türlü faaliyet Tabiat Varlıkları Koruma Bölge Komisyonu’nun iznine bağlıdır" diye konuştu.

Bunlar Da İlginizi Çekebilir
Bitlis Prof. Dr. Palabıyık akademisyenlere seslendi: “Gazze için konforunuzu bozun ve cübbenizi giyin” Bitlis Eren Üniversitesi’nde (BEÜ) görevli Akademisyen Prof. Dr. Adem Palabıyık, ABD ve Avrupa’daki üniversitelerde akademisyenlerin desteği ile devam eden İsrail protestolarına karşı Türkiye’deki akademisyenlerin seslerinin kısık kaldığını belirterek, “Gazze için konforunuzu bozun ve cübbenizi giyin” dedi. ABD ve Avrupa’daki üniversitelerde süren Gazze eylemlerine ilişkin açıklama yapan Prof. Dr. Palabıyık, “Ülkemizdeki akademisyenlerden hala güçlü bir ses duyamadık. Tüm dünya akademisyenleri ayaktayken ülkemizdeki akademisyenlerin ayağa kalkmaması beni üzüyor. Sessiz kalmak ahlaki ve insani vefasızlıktır akademik utançtır” dedi. “PKK’ya terör demeyenler İsrail’e sustu” “7 Ekim’den itibaren başlayan kıyıma karşı sesimizi hep yüksek tuttuk ve bunu ekranda da dile getirdik” diyen Palabıyık, “Cübbemi ve kefiyemi giyerek erkândan çağrı da yaptım. Elbette akademisyenlerin bütünü için ifadelerim geçerli değil, lakin Boğaziçi’nde dikilen akademisyenlerin, sadece dikilişi kadar bir gündem oluşturmak neden mümkün olamıyor anlamış değilim. Barış Beyannamesi denilen ve devletimizi neredeyse katliam yapmakla suçlayan akademisyenler, İsrail’e karşı neden sessiz? Bu nasıl ikiyüzlülüktür? Binlerce bebeği kundakta katleden PKK terör örgütü için sözde Barış Beyannamesi imzalayanlar, İsrail karşısında neden sus pus oldu?” “Akademisyenler artık konforlarını bozsunlar” Akademisyenlerin en büyük korkusunun konfor alanlarının bozulması olduğunu belirten Palabıyık, sözlerine şöyle devam etti: “Çünkü akademisyenler, sahip olduğu şartların aleyhlerine dönme ihtimalinden çok korkarlar. Bu sadece maddi güç değil, aynı zamanda Bourdieu’nün bahsettiği ’fildişi kulelerini’ de kaybetme korkusudur. Çünkü akademisyen ancak üniversitedeki ofisi ile ontolojisini koruyabilir, dışarıda asosyal olduğu için bir hiçtir. Kulesinden bakan akademisyen, olayları da ancak yukarıdan gördüğü gibi yorumlar, sahanın bir parçası olamaz. Daha doğrusu toplumu bir parya modeli olarak görür. Odası, yani kulesi, onu yalıtan en büyük etkendir. Artık bu konfor Gazze için bozulmalıdır.” “28 Şubat’tan hala korkuyorlar” Palabıyık, “Akademisyenler hala 28 Şubat’ın hayaletinden korkuyorlar ve bu hayaletin hala ortalıkta dolaştığını iddia ediyorlar. Bir yandan fişlenme, öte yandan değişebilecek iktidar gibi olgular onlara inanılmaz bir korku aşılıyor. Akademik cübbe üzerine Filistin kefiyesi giymek ve bu halde çekilebilecek bir fotoğraf karesinin gelecekte önlerine çıkma ihtimali hala onlar için çok güçlü bir hayali varsayımdır. Bu kâbus üzerinden inşa ettikleri gündelik hayata dair korku, onların sonraki yıllarda yaşayabileceği olumsuzlukların önüne geçmek için kullanılan bir araçsal cihazlara dönüşmüş durumdadır. Maalesef, bu korku kendini muhafazakâr ve Müslüman olarak tanımlayan akademisyenlerde daha fazla görülüyor. Buna ahlaki ihanet veya muhafazakâr vefasızlık demek yanlış olmayacaktır” diye konuştu. “Feminist akademisyenler çürük kokuyor“ Gazze için hiçbir öğrenciye söz hakkının tanınmadığını ifade eden Palabıyık, “Lümpen burjuva denilecek bu kesimin özellikle Gezi ve feminist söylemlerle hareket ettiğini de unutmadık. Feminizmi LGBT’ye sürükleyen aklı evvellerin kendi derslerini Gezi Parkı’nda devam ettirmek için öğrencilerini üniversiteden çıkardıkları ve Gezi eylemlerine katılmalarını tavsiye ettikleri de gün gibi biliniyor. Lakin konu Gazze olunca tek bir öğrenciye söz hakkı tanınmıyor. Çünkü Gazze, Müslümanların yüzakı olduğu için, onların direnişinin ahlaki yönü engellenmek isteniyor. Bu nasıl bir akademik buhrandır? Bunlar insanlıklarını kaybetmiş” dedi.