GÜNDEM - 21 Ağustos 2020 Cuma 09:27

44 yaşında üniversite hayalini gerçekleştirdi

A
A
A
44 yaşında üniversite hayalini gerçekleştirdi

1976 doğumlu Sevda Güneş, Türk Dili ve Edebiyatı bölümünden 44 yaşında mezun olarak üniversite hayalini gerçekleştirdi. Okuma kararının ardından ailesinden ve çevresinden olumsuz tepkiler aldığını söyleyen Güneş, “Bu yola tek başıma çıktım. Azmettim ve başardım” dedi.

İlk, orta ve lise öğrenimini Karabük’te tamamlayan Sevda Güneş, İstanbul Gelişim Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden 44 yaşında mezun oldu. Şimdilerde İlahiyat Fakültesi’nde ön lisans öğrenimi gören ve akranlarına başarmanın yaşının olmadığını gösteren Güneş, yüksek lisans ve doktora da yapmak istediğini belirterek, “Hayat felsefem öğrenmek ve öğretmek adına. Hem kendim okumayı öğrenmeyi seviyorum hem de çevreme ve yeni gelen nesle faydalı olmak istedim. O yüzden okumayı tercih ettim” dedi.

“Güzel bir meslek sahibi olmak istedim”

“Ben insanoğlunun hayata dair yaşadığı ne varsa aşk, ölüm, yalnızlık, keder, hüzün, ihanet, sadakat gibi duyguları içimde çok yoğun yaşayan bir insanım” diyen Sevda Güneş, “Çok küçük yaşlardan beri bu duyguları yazıya aktararak ifade etmeyi seviyorum. Bu alanda kendimi geliştirmek istedim ve edebiyat dünyasının içinde olmak istedim. Bunun sonucunda da açıkçası güzel bir meslek sahibi olmak istedim. Hayatımda bir takım talihsizlikler oldu ve bunların sonucunda da baya bir sıkıntı yaşadım. Bu zorlu sürecin sonunda almış olduğum bir karardı” diye konuştu.

 “İnandım, azmettim ve başardım”

Düzenli ve programlı bir şekilde çalışmanın sonucunu başarı ile aldığını ifade eden Güneş, “Yaşım kırk olmuştu. Daha öncesinde yedi kez üniversite sınavına, 3 kez de KPSS’ye girdim. Fakat planlı ve programlı bir çalışma yapmadığım için hatayı kendimde buluyorum ve başarılı olamadım. 2016’da yaşadığım zorlu süreçten sonra aldığım kararla birlikte güzel bir plan ve programla çalışma yapıp başarıya ulaşarak üniversite kazandım” şeklinde konuştu.

“Üniversiteye gideceğim için ailemden ve çevremden tepki aldım”

İlk başlarda yaşından dolayı ailesinden ve çevresinden olumsuz tepki aldığını dile getiren Güneş, “O zamanlar okumamı gereksiz gördüler. Toplumun, ‘Türk hanımı evlilik çağına gelince evlenir, yuva kurup çoluk çocuk büyütür’ diye bir bakış açısı var. Bu iş biraz kısmet işi diye düşünüyorum. Bu görüşe karşı değilim ama benim hayat felsefem bu noktada biraz farklı olduğu için daha çok faydalı olmayı, kendimi geliştirmeyi tercih ettim. Bu yüzden okumaya karar verdim. Kimseyi dinlemedim ve bu yola tek başıma çıktım. İlk önce inandım, azmettim ve başardım. İnsanın yaşı kaç olursa olsun her şeyi başarabilir, bunun için sadece aldığı karar önemli. Yaşadığımız hayatın içerisinde birçok hatalar ve yanlışlar süzgecinden geçerek bugünlere geliyoruz. O yüzden aldığım karardan dolayı çok mutluyum” ifadelerini kullandı.

“40 yaşında olduğumu söylediğimde gülenler oldu”

İlk ders haftasında sınıftakilerin yaşını öğrenince güldüklerini söyleyen Güneş, “İlk ders haftamızda hocamız, ‘sınıfın en büyüğü kim?’ diye sordu. Kendisi benden küçüktü. Ben de elimi kaldırdım ve ‘40 yaşındayım’ dedim. Sınıftakilerle birlikte herkes çok şaşırdı. Hatta arka sıralardan gülme sesleri geldi. Sonra sınıfın önüne çıkarak gençlere kısa bir konuşma yaptım. Çevremden de tabi tepkiler oldu. Okuldan da tepkiler oldu ama ben hiçbirisini dinlemedim çünkü kendime inanıyordum. Arkadaşlar da beni tanımayıp neyi başarıp başaramayacağımı bilmedikleri için önyargı içerisinde oldular. Sonrasında bu dört yıllık süreçte bunun tamamen farklı bir noktaya geldiğini kendileri de gördüler” dedi.

“Yeni jenerasyonla sıkıntılar yaşadım”

Yeni jenerasyonla sıkıntılar yaşadığını da sözlerine ekleyen Güneş, “Onların bana göre yaşı çok küçüktü, benim çocuğum yaşlarındaydılar. Ben de onların ablaları ve anneleri konumundaydım. Kalabalık sınıflarda ders aldık. Ben de gürültü ve sesten çok fazla rahatsız olan bir insanım. Ders disiplinim çok fazladır. O yüzden kesinlikle derste ses ve gürültü istemediğim için bu konuda baya bir sıkıntı yaşadık. Gençlerin kendi yaş grupları ve ortamları vardı. Ben tek kaldım. Bazen sorunlar yaşadık ama dört yılı birçok acı tatlı anı biriktirerek noktaladık, herkes birbirinden bir şeyler öğrendi” açıklamasında bulundu.

“Bir amaca bağlanmayan ruh yolunu kaybeder”

Gençlere önerilerde bulunmayı ihmal etmeyen Sevda Güneş, “Sizler bu ülkenin zebercet taşlarısınız. Montaigne’nin şöyle bir sözü var; ‘Bir amaca bağlanmayan ruh, yolunu kaybeder. Çünkü her yerde olmak hiçbir yerde olmamaktır.’ Bu sözden hareketle lütfen siz de kendinize geleceğiniz ile ilgili çok güzel hedefler belirleyin. On yıl sonra nerede olmak istiyorsanız hayatınızı ona göre şekillendirin. Hayat hiç tahmin ettiğiniz kadar kolay değil. Bugün aileniz varsa yarın olmayabilir, paranız varsa yarın olmayabilir, sağlığınız varsa olmayabilir, hayatta hiçbir şeyin garantisi yok. O yüzden şu anki zamanı nakit bilin ve çok doğru kararlar alın” diye konuştu.

“Yaşın hiçbir önemi yok önemli olan doğru kararlar almak”

Kendisi gibi belli sebeplerden dolayı üniversiteye gidememiş ve geç kaldıklarını hissedenler için de yaşın hiçbir önemi olmadığına vurgu yapan Güneş, “Önemli olan dediğim gibi karar almak. Etrafınızda sizi olumsuz yönde etkileyecek, çok insan var. İlk önce insan kendine inanmalı. Siz kendinize inanırsanız eğer, başkaları da size inanacaktır. Neden kendi hayatımızı başkasının etkisinde kalarak yönlendirelim ki. Eğer gerçekleştirmek istediğim bir hedef varsa, buna ben planlı programlı çalışarak elbette ulaşabilirim. Bunun için sadece doğru kararı almak önemli” dedi.

Güneş son olarak kendisinin kaleme aldığı şu satırlarla gençlere seslendi:
“Gençlik yıllarında sanırsın her mevsim bahar
Ak düştüğünde saçlarına anlarsın hayat her mevsim sonbahar.
Gençliğin umudu hayatı yaşamadan tükenmiş.
Bir bilse hayat yaş aldıkça ne zor şeymiş.
Vakit çok geç olmadan topla kendini
Servet bil her günü kendin çiz kaderini.”

ŞEYDA CEYLAN GÖRGENÇ - EMRE ARKIN

Bunlar Da İlginizi Çekebilir
Malatya Uzmanından yapay zeka uyarısı: "Evcilleştirmezsek aileyi yıkar" İnönü Üniversitesi Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. İsmail Şan, yapay zekanın günlük hayatta birçok farklı alanda yaygın olarak kullanıldığını söyledi. Yapay zekayı ‘vahşi bir hayvana’ benzeten Prof. Dr. Şan, "Bu vahşi hayvanı evcilleştirmezsek büyüdüğünde aileyi yıkma potansiyeline ulaşır" dedi. Eğitimden sağlığa, hukuktan savunma sanayisine kadar birçok alanda artık yapay zekanın yok sayılamayacak düzeyde başarılı işlere imza attığını belirten Prof. Dr. Şan, bilinçli kullanım uyarısında bulundu. Eğitim bilimlerinde yapay zekayı sıkça kullandığını ifade eden Prof. Dr. Şan, "Derslere hazırlanma ve ders sırasında yapacağımız etkinlikleri sürdürme konusunda işimizi çok kolaylaştırıyor. Ders planı hazırlamak eskisi kadar zor değil. Küçük birkaç komutla işlerimi halledebiliyorum. Öğrencilerle ders sırasında etkileşimi kurmak daha kolay. Onlardan gelen dönüşleri birkaç saniye içinde analiz edip ne öğrenmişler, neyi yanlış öğrenmişler bunları analiz etmek çok kolaylaştı" dedi. "Aileyi yıkma potansiyeli olduğunu öngörüyorum" Yapay zekâ kullanımında insanların bilinçlendirilmesi gerektiğini söyleyen Prof. Dr. Şan, "Vatandaşın bilinçlenmiyor olmasının ne zararı var diye sorabilirsiniz. Yapay zekayı yeni doğmuş vahşi bir hayvana benzetiyorum. Biz bu vahşi hayvanı evcilleştirmezsek bir süre sonra büyüdüğünde evimizin duvarlarını, kapısını, penceresini yıkabilir. Aileyi yıkma potansiyeli olduğunu öngörüyorum. Yapay zekanın girmediği bir taraf yok. Çocukların oyuncaklarında yapay zekâ artmaya başladı. Hastanelerde sağlık takibinden hukuka kadar birçok alanda arttı. Günlük hayatımıza baktığımda ise arabalardaki kısa fardan uzun fara geçmesi bir yapay zeka unsuru. Aynı şekilde çarpışma önleme sistemleri bir yapay zeka unsuru. Bunları düşündüğümüzde neredeyse hayatımızın her yerinde var. Özellikle cep telefonlarının kişisel asistanlarının bizi sürekli takip ettiği bir çağdayız" ifadelerini kullandı. Yapay zekanın küçümsenemeyecek bir konumda olduğunu belirten Prof. Dr. Şan, "Yapay zekanın ‘yapay’ ön ekinden rahatsızım. Yapay dediğimiz zaman biz onu küçümsemiş oluruz. Sizin, benim gibi bir zekâ. Dolayısıyla doğal ve yapay ayrımı zekâ kelimesine çok gitmiyor. Bunun yerine ‘tamamlayıcı’ ifadesini kullanmak daha doğru" şeklinde konuştu. "Henüz evcilleştirilmemiş bir hayvan" Prof. Dr. Şan, yapay zeka kullanırken dikkat edilmesi gerekenler için de "Varsayalım ki evcil bir hayvan besliyoruz. Bu hayvanı beslerken bile çok dikkat etmemiz gerekir ki bu henüz evcilleştirilmemiş bir hayvan. Dolayısıyla herhangi bir hayvanı evcilleştirme sürecinde ne yapmamız gerekirse burada da bunu yapmamız gerekir. Evimizi yapay zekaya teslim edip kenara çekilmek büyük bir hata olduğu gibi ilişkiler sırasında ebeveynlerin teknolojik cihazlara dalması olayından uzak durulması gerekir. Bu aynı zamanda çocuklarda teknoloji kullanımı merakını artırıyor. Akabinde bilimsel körelme geliyor" diye konuştu.
Gaziantep İğne ipliğe adanan bir ömür Gaziantep’te yaşayan 71 yaşındaki Müslüm Demirdöken, bir ömrü dikiş makinesi başında geçirdi. Terzilik mesleğine henüz 13 yaşındayken çırak olarak başlayan Demirdöken, memur olarak görev yaptığı dönemde bile mesleğini sürdürdü. Çocuk yaşlardayken ustasından öğrendiği terzilik mesleğini ilerlemiş yaşına rağmen sürdüren Müslüm Demirdöken, aradan geçen 55 yıla rağmen mesleğini ilk günkü aşkla yapmaya devam ediyor, çalışma azmini de ilk günkü gibi koruyor. 13 yaşındayken çırak olarak çalışmaya başladığı terzilik mesleğini öğrendikten sonra zamanla işinde ilerleyen Demirdöken, kendi iş yerini açtığı dönemde bir taraftan da memurluk sınavlarına hazırlandı. 1980 yılında girdiği memurluk sınavını kazandıktan sonra Gaziantep İl Gençlik ve Spor Müdürlüğü’nde memur olarak görev yapmaya başlayan Demirdöken, görevli olduğu kurumundaki mesaisinden sonra terzi dükkanında mesleğini sürdürdü. 27 yıl boyunca memurluk yaptığı dönemde hem görevli olduğu kurumunda çalışan hem de mesaisi bittikten sonra açtığı iş yerinde mesleğini sürdüren Demirdöken, emekli olduktan sonra da mesleğini sürdürdü. 13 yaşında eline aldığı iğne ipliği 71 yaşına gelmesine rağmen bırakamayan Demirdöken, çok sevdiği mesleği terzilikte 55’inci yılına girdi ve çalışma azmiyle gençlere örnek oluyor. Emekli olmasına ve yaşı ilerlemesine rağmen atölyesinden kopamayan Demirdöken, çocuklarının ve çevresindekilerin de "artık emekli ol" çağrılarına rağmen her gün sabah erkenden geldiği dükkanında akşam saatlerine kadar mesai yapıyor. Mesleğini ölene kadar devam ettirmekte kararlı olan ve 55 yılı geride bıraktığı mesleğini çok severek sürdüren Demirdöken, sağlığı el verdiği ve ömrü yettiği müddetçe kimsenin kendisini makinenin başından kaldıramayacağını, elinden de iğne, iplik ve makası alamayacağını belirtti. İş hayatına erken yaşta çalışarak başladığını anlatan Müslüm Demirdöken, "İlkokul 5’e gidiyordum. O zaman bir ağabeyimin tanıdığıyla ilkokulu bitirmeden mesleğe başladım. Bana mesleği öğreten Remzi Zirek ustamla uzun yıllar çalıştım. Hemen hemen 11 sene birlikte çalıştık. 11 sene sonra askere gittim. Askerden geldikten sonra yanından ayrıldım. Remzi Başdurk diye biriyle tanıştım. Bir müddet onunla çalıştıktan sonra kendi iş yerimi kurmaya karar verdim. 1983 yılında Ahmet diye bir arkadaşım vardı, kendisiyle ortak olduk. Daha sonra dükkanı arkadaşıma bıraktım. Ben memurluk sınavları vardı ve o sınava girdim. Sınavı kazandım ve memurluğa başladım. Bir süre Milli Eğitim Müdürlüğü’nde çalıştım. Ondan sonra oradan yatay olarak Gençlik ve Spor İl Müdürlüğüne geçtim. 25 senemi Gençlik ve Spor İl Müdürlüğünde geçirdim ve emekli oldum" dedi. Gençlik ve Spor İl Müdürlüğündeki işini çok sevdiğini belirten Demirdöken, "O dönem Gençlik ve Spor İl Müdürümüz İsmail Kurt vardı. İsmail Kurt, bize çok yakınlık gösterdi, iyilik yaptı, yanına aldı. Onunla beraber çalıştık. bilet satardık, saha hazırlardık, temizlik yapardık. Çimlerin bakımını yapar ve biçerdik, saha çizerdik. Sahayı maçlara hazırlardık. Memur olarak çalışıyordum. Kadromuz memurdu" şeklinde konuştu. Memurluk yaptı dönemde de mesleğinden kopmadığını belirten Demirdöken, "Ben terzilik mesleğini severdim. Ben memurluk yaptığım dönemde de çalışırdım. Saat 17.00’dan sonra gece 01.00’e kadar çalışırdım. Terzilik mesleğinden hiçbir zaman kopmadım. Terzilik mesleğini severdim. Ömrüm yettiği ve sağlığım el verdiği müddetçe de çalışmaya devam edeceğim. Allah ömür verirse hep çalışacağım. Ben mesleğimi sevdim" ifadelerini kullandı. Mesleğin unutulmaya yüz tutmasından ve nitelikli personel yetişmemesinden yakınan Demirdöken, "Eskiden terzi ustası, bir öğretmen, bir doktor ve bir savcı kadar değeri vardı. Terzi ustaları parmakla gösterilirdi. Zaten o zaman tek bir-iki meslek vardı. Bir terzilik ve birde berber vardı. O dönemlerde öğretmene ev bile vermezlerdi. Esnafa verirlerdi. Şimdi tam tersi oldu. Şimdi esnafa ev vermiyorlar, memur diye öğretmene veriyorlar. Çünkü öğretmenin arkasında devlet var ve öğretmenin belirli bir maaşı var. Esnaf ya çalışıyor ya hiç çalışmıyor. Ya kazanıyor ya kazanmıyor. Ya iş oluyor ya olmuyor. Eleman zaten yok, kalmadı. Bizim dönemimizde aileler okul tatil olmadan çocuğunu bir işe yerleştirir ve yerini yapardı. Çocuğunun meslek sahibi olmasını isterdi. Fakat şu an eleman yok. Terzilikte bitti. Hemen hemen tüm terzi ustaları tek başına elamansız çalışıyor" diye konuştu.
Kocaeli Çöp evlerin altındaki gizli tehlike Kişinin ’atarsa başına kötü bir şey geleceği’ korkusuyla eşyalardan kopamadığı istifçilik hastalığı, tedavi edilmediği takdirde yaşamı tehdit eden boyutlara ulaşabiliyor. Uzman Klinik Psikolog Ece Çalışkan, özellikle çöp ev vakalarının patolojik bir tablo olduğuna dikkati çekerek, "Sadece istiflenen eşyaları ortadan kaldırmak ya da üzerine gitmek yeterli olmaz. Altta yatan psikolojik süreçlerin ele alınması gerekir" dedi. Toplumda genellikle ’biriktirme merakı’ olarak algılanan ancak ilerleyen evrelerde yaşam alanlarını çöp eve dönüştüren istifçilik davranışının, Obsesif Kompulsif Bozukluğun (OKB) bir yansıması olduğu değerlendiriliyor. Uzmanlar, nesnelere aşırı anlam yüklenmesiyle başlayan bu sürecin, profesyonel destek alınmadan sadece temizlik çalışmalarıyla çözülemeyecek patolojik bir sorun olduğuna dikkati çekiyor. VM Medical Park Kocaeli Hastanesi’nden Uzman Klinik Psikolog Ece Çalışkan, istifçilik davranışının psikolojik temelleri ve bu durumun bireyin yaşamına etkilerine ilişkin açıklamalarda bulundu. Çalışkan, istifçiliğin kişinin nesnelere aşırı anlam yüklemesiyle ortaya çıktığını ifade etti. "Attığında başına bir şey geleceğini düşünebiliyor" İstifçilik davranışının genellikle OKB ile ilişkili olduğunu belirten Çalışkan, "İstifçilik davranışı, OKB’nin bir davranış şekli olarak karşımıza çıkar. Kişi, anlam yüklediği nesneleri ya da batıl ve büyüsel inançlarla saklayabilir. Attığında başına bir şey geleceği ya da o nesneyle ilgili bir sorumluluk duygusu oluşacağı düşüncesiyle bu davranışı sürdürebilir" dedi. "Çöp evler patolojik düzeyi gösteriyor" İstifçiliğin her zaman aynı düzeyde görülmediğini dile getiren Çalışkan, "İstifçilik patolojik bir bulgu olarak kabul edilir. Çöp evler, istifçilikte en sık rastladığımız ve artık çok ileri düzeyde patolojik olan durumlardır. Daha makul ve kişinin işlevselliğini bozmayacak koleksiyonlar ise her zaman patolojik kabul edilmez. Ancak çöp evler, istifçilik davranışının ciddi ve tedavi gerektiren sonucudur" diye konuştu. "Mutlaka profesyonel ruhsal destek alınması gerekir" Patolojik düzeydeki istifçiliğin mutlaka ruhsal destekle ele alınması gerektiğini vurgulayan Ece Çalışkan, "Eğer bu durum OKB ile uyumlu bir istifçilikse, mutlaka profesyonel ruhsal destek alınması gerekir. Sadece istiflenen eşyaları ortadan kaldırmak ya da üzerine gitmek yeterli olmaz. Altta yatan psikolojik süreçlerin ele alınması gerekir" şeklinde konuştu. "Yakınları mutlaka destek için başvurmalı" Çalışkan, istifçiliğin kişinin günlük yaşam işlevselliğini ciddi şekilde bozduğunu da ifade ederek, "OKB, dünyada kişinin işlevselliğini bozan temel ruhsal hastalıklar arasında yer alıyor. Eğer bir kişi, yakınının böyle bir durumda olduğunu gözlemliyorsa, mutlaka ruhsal yardım için başvurmasını öneririm" ifadelerini kullandı.