Yazar Tuna Lütfü Yukay ile yazarlık üzerine keyifli bir sohbet ettik. Yazarın ilk öykü kitabı ‘Karışık Odalar’ı, okurlarıyla yeni buluşturduğu ilk romanı ‘Çürük Tavşan’ı ve şiiri konuştuk. Yukay, hikâyeden roman türüne geçiş sürecini “Yazmanın sihirli anlarından biridir bu, sadece başlarsınız ve kahramanınız sizi bir yerlere götürür” şeklinde anlatırken yazmanın eğlenceli tarafını da bizlerle paylaştı. Ayrıca Yukay, kendine yazarlığı hedef seçen kişilere de yazarlığın sırrını verdi.
- Yazmaya nasıl başladınız? Ve bir tutku olmaya nasıl başladı?
Nasıl başladım?.. Kesin bir şey söylemem söz konusu değil. Çocuktum. Sanırım şiir yazmaya çalışıyordum. Geçti. Tutku ile yazmanın kesişme noktası da burası aslında. Yani başlangıçta ne yaptığımı bilmeden yazdıklarım vardı, sonra öğrenme, kendimi tanıma aşaması geldi. Pek tabii tutku öğrenmekle başladı. Bence basit bir kural var; tanımadan, yaptığınız her neyse artık, kendinizi adayamazsınız. Öğrenme noktasındaysa dünyanın en şanslı adamlarından biriyim, çünkü iyi bir hocam var. Sizin anlayacağınız onu tanımamla birlikte iş çığırından çıktı.
- En çok hangi yazarlardan ve nasıl etkilendiniz?
Bu hassas bir soru. Kimileri cevabıma bakıp yan çizdiğimi düşünebilir ama şunu söylemeliyim ki iyisinden daha iyisine, okuduğum bütün yazarlardan öğrendim. İyilerinden neler yapmamam gerektiğini, daha iyilerinden neler yapmam gerektiğini… Bu öğrendiklerim doğrultusunda da kendi sesimi arıyorum. Bunu bulduğum takdirde ben, ben olabilirim. Etkilenmek işin riskli tarafı, bir başkasının dümen suyuna giriyorsunuz, bu dümen sularında oyalanıp kendi sesini duyamayan pek çok insan var, bu noktada etkilenmek kelimesi yerine öğrenmeyi tercih ediyorum. Yani girilen yolda bilinçli bir tercih söz konusu olmalı…
- İlk kitabınız olan 'Karışık Odalar'daki hikâyelerinizi okuduğumuzda kahramanlarınızı takıntılı karakterlerden oluşturduğunuzu görüyoruz. Bunun sebebi var mı?
Pek tabii ki var. Kimse benim yoğurdum ekşi demiyor son zamanlarda. Oh ne ala herkes mükemmel. Ancak defolu yanlarımızı görmeyi kabul edersek onları düzeltebiliriz. Değil mi? Unuttuğumuz ya da görmek istemediğimiz yanlarımızı ortaya dökmek istedim. Hatırlamak lazım; insanız ve maalesef mükemmel değiliz.
Bu işin bir boyutu. Diğerinde eğilimlerimiz söz konusu. Yazmak isteyen bir insan olarak neyi daha iyi anlatabilir, gösterebilirim sorusu da zihnimizin bir köşesinde işlemek zorunda. Bu konuda açık yüreklilikle söyleyebilirim ki değerli hocam Ali Ural, sorunun cevabını bulmamda yol gösterdi.
- Hikâyelerinizde genellikle sürpriz sonuçları tercih ediyorsunuz. Buradaki amacınız nedir?
Hikâye yahut roman hayatın içine girebildiği, insanı yakalayabildiği zaman başarılı oluyor. Şöyle düşünmek lazım; hayatın kendisi insanlar için sürpriz bir sonuç değil mi?

- Yazarlar ilk kitabını çıkardıktan sonra iki aşamalı bir korku yaşar genellikle. Önce çıkan kitabım beğenilecek mi, sonra ikinci kitabım nasıl olacak? Sizin için bu süreç nasıl geçti? Ve neler yaptınız?
Bu tarz korkular yazmaya çalışan bir insanın elini ayağını bağlıyor. Mümkün olduğu kadar bunları düşünmeden yapmak istediğiniz işe odaklanmanız gerekiyor. Pek tabii ki aynı düşüncelere kapıldım ama kaçış için güçlü bir silah var; yazmak. Başka ne yapılabilir bilmiyorum.
- 'Karışık Odalar' bir hikâye kitabıydı. İkinci kitabınız olan 'Çürük Tavşan'da ise roman türünü tercih ettiğiniz görülüyor. Sizin hikâyeden roman türüne geçiş yapmanızın sebepleri nelerdir?
Bunun bir tercih olduğunu söyleyemem. Sadece süreç böyle gelişti. Yazmanın sihirli anlarından biridir bu, sadece başlarsınız ve kahramanınız yahut olaylar sizi bir yerlere götürür.
- İlk hikâye kitabınıza bakıp romanınızla kıyasladığımızda dil konusunda bir değişim yaşandığını görüyoruz. Bunu nasıl açıklıyorsunuz?
Basit; gelişim süreci. Eminim, eğer yapabilirsem bir sonraki eserlerin dilleri de değişik olacak. Aynı kalmıyoruz ki. Her gün farklı şeyler görüp duyuyoruz ve bir önceki günden farklı bir insan oluyoruz. Yazdıklarımız neden aynı kalsın? Öyle ya; hangi işle uğraşırsanız uğraşın hep aynı şeyi yaparsanız bir süre sonra sıkılmaya başlarsınız. Rutin, öldürür! Yenilenmek, gelişmek lazım.
-Çürük Tavşan romanının kahramanı Behçet sıradan bir insan olmasına rağmen kitapta ciddi sorgulamalar var. Mesela kader, zaman kavramı, insanın değişip değişemeyeceği, toplum içindeki yerimiz, sistem vb. gibi konular... Burada yazar neyi amaçladı?
Bu da insanı aramakla alakalı bir durum aslında. Şuna inanıyorum ki; her insan hayatının belli dönemlerinde bu sorgulamalara giriyor. Kimisi düşünüp pes ediyor kimisi kafaya takıp sorgulamaya devam ediyor. Ama muhakkak bir şekilde düşünüyor. Bunun için felsefeci ya da ne bileyim, düşünür, yazar vs. olmalarına gerek yok. İnsan tabiatı bu; hiçbirimiz sıradan değiliz ve sorguluyoruz. Bunu yaptığı için sevgili Behçet, plastik bir insan olmaktan çıkıyor. Gerçek, kanlı canlı bir insan. Seveni, sevmeyeni olan bir karakter. Tıpkı bizler gibi.
-Yalın ve sade bir dil kullanmayı tercih etmişsiniz. Bu sayede nitelikli okuyucu ile nasıl bir bağ kuracağınızı düşündünüz?
Zor bir soru bu. İşin en hassas tarafı. Öncelikle, hayatın içinden bir insanı anlatıyorsanız ona yarım sayfalık süslü cümleler kurduramazsınız, inandırıcılığını kaybeder. Bunun için yalın bir dil lazım. Burada devreye “Peki derinlik ne olacak?” sorusu giriyor. İlginçtir, derinlik için kapalı cümleler gerekiyormuş gibi bir algı var. İşte bunu kırmak, benim için yazmanın en eğlenceli tarafı. Katmanlar. Yazarken yapmak istediğim; akıcılığı kaybetmeden ikinci ve hatta üçüncü bir katman oluşturabilmek. İşin sakat tarafı okuyucu akıcılığa kendini kaptırdığında yani sadece romanın üst akışına girdiğinde diğer katmanlardan habersiz oluyor. Burada da nitelikli okuyucu devreye giriyor. Onlar ellerine aldıkları kitabın bir amacı olduğunu bilir ve bu sayede yazarla bir fikir münakaşasına kaptırır kendini. Pek tabii bu münakaşada yazar bir adım öndedir her zaman. İşte bunun için nitelikli okuyucu eseri iki hatta üç kere okuması gerektiğini bilir.
Peki herkes bunu yapmak zorunda mı? Hayır, değil. Kimisi de okuduklarıyla eğlenmek, zihnini boşaltmak isteyebilir. İş odur ki; katman oluşturabilirseniz, her tür okuyucuya hitap edebilirsiniz.
Bu yazıyı okuyan sevgili dostlarımın içinde “Peki ama nasıl, katman oluşturabiliriz?” diye soranlar olacaktır. Pek çok yol denenebilir ama onlara somut bir örnek verebilmek için; post modern anlatının size verdiklerinden faydalanıp katman oluşturabilirsiniz, diyebilirim.
- Hikâye ve romandan sonra bir şiir kitabı da yazmayı düşünüyor musunuz?
Tabii ki hayır. Ama bu demek değildir ki şiirden uzak duruyorum. Unutmamalı ki şiir sanatın zirvesidir. Şiir yoksa, hikâye yok, resim, heykel, müzik kısaca sanat adına hiçbir şey yok! Bu söyleyeceğim beni üzmüyor değil ama yapacağım iş şiir yazmak değil, şiirden faydalanmaktır.
-Ve kendine yazarlığı hedef seçen kişilere önerileriniz nelerdir?
Çalışacaklar, başaramayacaklar, çalışacaklar, olur gibi olacak, çalışacaklar, olacak ve ben oldum demeden çalışmaya devam edecekler. İşin sırrı bu: Sebat! Bu arada tavsiyem kendilerine iyi edebiyat arkadaşları bulmaları olacak. Çünkü süreç öyle zorlu, öyle yıpratıcı ki insan her an pes edebilir. İşte bu anlarda, yani pes etmenin bir seçenek gibi görüldüğü anlarda kendilerine destek verip yol gösterebilecek arkadaşlara ihtiyaçları olacak. Bu hocaları da olabilir. Yeter ki yanlarında işi bilen birileri olsun. Ne yazık ki bu yol öyle tek başına aşılacak bir yol değil.
- Sırada hangi çalışmalar var? Bizi ne gibi sürprizler beliyor?
Bir şey söyleyemem. Beni hangi sürprizler bekliyorsa sizi de onlar bekliyor.
SERHAT URAL








