SAĞLIK
Zübeyde Hanım Kadın Eğitim ve Sosyal Tesisi’nde kadın sağlığı konuşuldu 17 Aralık 2025 Çarşamba - 11:47:40 Kepez Belediyesi, "Yaşlı Dostu Kepez Projesi" kapsamında Zübeyde Hanım Kadın Eğitim ve Sosyal Tesisi’nde "Kadın Hastalıkları ve Sağlığı" konulu bir söyleşi düzenledi. Kepez Belediyesi, Zübeyde Hanım Kadın Eğitim ve Sosyal Tesisi’nde "Kadın Hastalıkları ve Sağlığı" konulu bir söyleşi gerçekleştirildi. Kepez Belediyesi Sağlık Merkezi Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Uzm. Dr. Perisa Sadıkoğlu, kadınların yaş alma sürecinde karşılaşabileceği sağlık değişimlerini, menopoz yönetimini, düzenli sağlık kontrollerinin önemini ve yaygın kadın hastalıklarının erken belirtilerini anlattı. Katılımcılara, sağlık konuları sade ve anlaşılır bir dille aktarılırken, kadınların kendi sağlıklarını daha yakından takip edebilmeleri ve ihtiyaç duyduklarında doğru sağlık hizmetlerine erişebilmeleri için pratik bilgiler de paylaşıldı. Söyleşi boyunca katılımcıların soruları yanıtlandı, farkındalığı artırmaya yönelik bilgilendirmeler yapıldı. Kepez Belediyesi, yaşlı dostu bir şehir anlayışının sadece mekansal düzenlemelerle sınırlı olmadığını, kadınların sağlık konusunda bilinçlenmesini, doğru bilgiye ve hizmetlere erişimini güçlendirmeyi hedefliyor. Kepez Belediyesi bu doğrultuda kadınların yaşam kalitesini artırmaya yönelik bilgilendirici ve farkındalık oluşturan çalışmalarını aralıksız sürdürecek.
17 Aralık 2025 Çarşamba - 11:43 Acil tıp eğitiminde dijitalleşme çalışmasına uluslararası kongrede ödül Diyarbakır Gazi Yaşargil Eğitim ve Araştırma Hastanesi acil tıp uzmanı Dr. Ayhan Tabur, sağlık yönetimi alanında düzenlenen uluslararası bir kongrede önemli bir başarı elde etti. Dr. Tabur’un "Acil Tıp Eğitiminde Dijitalleşmenin Öğrenim Süreçlerine Katkısı ve Sanal Simülasyon" başlıklı çalışması, 16. Uluslararası Sağlık ve Hastane Yönetimi Kongresi kapsamında en iyi poster sunumu ikincilik ödülüne layık görüldü. Sağlık Akademisyenleri Derneği (SAD) ile Kuzey Karolina Pembroke Üniversitesi (UNC-Pembroke) iş birliğinde, Antalya’da düzenlenen kongrenin başkanlığını Prof. Dr. H. Seval Akgün ve Prof. Dr. Allen C. Meadors yürüttü. Kongrede sürdürülebilir sağlık sistemleri, dijital hastanelerin organizasyonu, yönetimi ve sağlık alanında finansal okuryazarlık gibi güncel konular ele alındı. Ödüle layık görülen çalışmada, acil tıp eğitiminde dijitalleşmenin öğrenme süreçlerine katkısı bilimsel veriler ışığında değerlendirildi. Özellikle sanal simülasyon uygulamalarının, acil servis ortamında karşılaşılan yüksek riskli ve hızlı karar verilmesi gereken klinik senaryoların eğitiminde önemli avantajlar sunduğu vurgulandı. Çalışmada, sanal simülasyonların hekimlerin klinik becerilerini geliştirdiği, ekip içi iletişimi güçlendirdiği ve hata yapma riskini azaltarak güvenli bir öğrenme ortamı sağladığı ifade edildi. Kongre kapsamında sunulan posterler bilimsel özgünlük, yöntemsel yeterlilik, yenilikçi yaklaşım ve sunum kalitesi gibi kriterler doğrultusunda jüri tarafından değerlendirildi. Yapılan değerlendirme sonucunda Dr. Tabur’un posteri, en iyi poster sunumu ikincilik ödülüne layık görülerek başarı belgesi ile ödüllendirildi. Ulusal ve uluslararası düzeyde çok sayıda akademisyen, sağlık yöneticisi ve uygulayıcının katıldığı kongrede, sağlık hizmetlerinin geleceğinde dijital dönüşümün rolü kapsamlı biçimde ele alındı. Etkinlik, sağlık eğitiminde yenilikçi yaklaşımların paylaşılmasına ve disiplinler arası iş birliğinin güçlendirilmesine katkı sundu. Dr. Ayhan Tabur, aldığı ödülün acil tıp eğitiminde dijital uygulamaların yaygınlaştırılması açısından önemli bir motivasyon kaynağı olduğunu belirterek, bilimsel çalışmalarını sürdürmeye devam edeceğini ifade etti.
17 Aralık 2025 Çarşamba - 11:40 ADÜ Hastanesi’nden ailelere çağrı: "Yenidoğan taramalarını ihmal etmeyin" ADÜ Hastanesi Çocuk Metabolizma Bilim Dalı Başkanı Dr. Öğr. Üyesi Emine Göksoy, doğumdan sonraki ilk günlerde yapılan yenidoğan tarama testleri sayesinde birçok ciddi hastalığın erken teşhis edilerek kalıcı hasarların önlenebildiğini vurguladı. Aydın Adnan Menderes Üniversitesi (ADÜ) Hastanesi, Ulusal Yenidoğan Tarama Programı’nın yenidoğan sağlığı açısından taşıdığı hayati öneme dikkat çekti. ADÜ Hastanesi Çocuk Metabolizma Bilim Dalı Başkanı Dr. Öğr. Üyesi Emine Göksoy, doğumdan hemen sonra yapılan tarama testleri sayesinde birçok ciddi hastalığın erken dönemde tespit edilerek kalıcı hasarların önüne geçilebildiğini vurguladı. Türkiye genelinde Sağlık Bakanlığı tarafından yürütülen Ulusal Yenidoğan Tarama Programı kapsamında, fenilketonüri, biyotinidaz eksikliği, konjenital hipotiroidi, konjenital adrenal hiperplazi, kistik fibrozis ve spinal müsküler atrofi (SMA) gibi önemli hastalıkların tarandığını belirten Dr. Göksoy, bu hastalıkların erken tanısının bebeklerin sağlıklı bir yaşam sürdürebilmesi açısından büyük önem taşıdığını ifade etti. Doğumdan sonraki ilk birkaç gün içinde alınan bir damla topuk kanı ile yapılan tarama testlerinin hayat kurtarıcı olduğuna dikkat çeken Dr. Öğr. Üyesi Emine Göksoy, "Bu basit ancak etkili yöntem sayesinde ciddi hastalıklar erken dönemde tespit edilerek tedaviye başlanabiliyor. Böylece bebeklerde oluşabilecek kalıcı hasarların önüne geçilebiliyor" dedi. Programın başarısında ailelerin bilinçli katılımının kritik rol oynadığını vurgulayan Dr. Göksoy, ailelerin yenidoğan taramalarını ihmal etmemesi gerektiğinin altını çizdi. Yenidoğan tarama programlarının erken tanı ve tedaviyle pek çok hastalığın önlenmesine katkı sağladığını belirten Göksoy, "Bu programlar sayesinde birçok bebeğin yaşamı kurtulmakta ve sağlıklı nesillerin yetişmesine zemin hazırlanmaktadır" ifadelerini kullandı.
17 Aralık 2025 Çarşamba - 11:34 Dr. Öğr. Üyesi Melik: "Mide kanseri, sessiz ilerler ama erken teşhisle tedavi edilebilir" SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Ana Bilim Dalı’ndan Dr. Öğr. Üyesi Mehmet Ali Melik, mide kanseri ile ilgili bilgi vererek erken teşhisle tedavi edilebilir hastalık olduğunu söyledi. SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Ana Bilim Dalı’ndan Dr. Öğr. Üyesi Mehmet Ali Melik, mide kanserinin, midenin iç yüzeyini kaplayan hücrelerin kontrolsüz çoğalmasıyla ortaya çıkan ciddi bir hastalık olduğunu söyledi. Dr. Öğr. Üyesi Melik, "Ülkemizde de sık görülen ve çoğu zaman sinsice ilerleyen mide kanseri, erken teşhisle tamamen tedavi edilebilir" dedi. Uzun süren mide yanması, şişkinlik, hazımsızlık gibi şikayetlerin ‘stresten olur’ diyerek geçiştirilmemesi gerektiğini belirten Dr. Öğr. Üyesi Melik, "Bu belirtiler yeni başladıysa veya sürekli hale geldiyse bir uzman hekime başvurmak gerekir" şeklinde konuştu. Dr. Öğr. Üyesi Melik, mide kanseri belirtilerini, "Geçmeyen mide ağrısı veya rahatsızlık hissi, iştahsızlık, erken doyma, nedensiz kilo kaybı, bulantı veya kusma, katran renginde dışkı gibi durumlar" olarak sıraladı. Melik, "Her mide ağrısı kanser değildir, ama özellikle 40 yaş üstü bireylerde bu şikâyetler uzun sürüyorsa genel cerrahi veya gastroenteroloji uzmanına başvurmalıdır" ifadelerini kullandı. Dr. Öğr. Üyesi Melik, risk altındaki kişilerle ilgili bilgiler de paylaşarak, "Helicobacter pylori enfeksiyonu olanlar, ailesinde mide kanseri öyküsü bulunanlar, 50 yaş üzerindekiler, sigara, alkol kullananlar, tuzlu, tütsülenmiş ve işlenmiş gıdalarla beslenenler, az sebze-meyve tüketenler ve obez bireyler risk altında" dedi. Yaşam tarzı değişiklikleriyle bu risklerin önemli ölçüde azaltılabileceğine dikkat çeken Dr. Öğr. Üyesi Melik, "Genel Cerrahi ve Gastroenteroloji uzmanları, risk grubundaki bireylerde düzenli kontrollerin önemine özellikle dikkat çekmektedirler" şeklinde konuştu. "Erken teşhis hayat kurtarır" Erken tanı konan mide kanserinde tedavi başarısının yüzde 90’a kadar çıktığını hatırlatan Dr. Öğr. Üyesi Melik, "Bunun anahtarı endoskopidir. Endoskopi, halk arasında, kamera ile mideye bakma olarak bilinir. Ucunda kamera bulunan ince bir tüp yardımıyla mide içi görüntülenir ve şüpheli alanlardan biyopsi alınır. Ağrısız ve kısa süren bir işlemdir. Genel Cerrah ve Gastroenterologlar, 40 yaş sonrası mide şikâyeti olan herkese bu basit işlemin ihmal edilmemesini önermektedir" ifadelerine yer verdi. "Tedavi bir ekip işidir" Tedavinin hastalığın evresine göre planlandığını söyleyen Dr. Öğr. Üyesi Melik, "Erken evrede, küçük tümörler endoskopik olarak alınabilir. İleri evrede, cerrahi, kemoterapi, radyoterapi veya hedefe yönelik tedaviler uygulanır. Bu süreçte Genel cerrahi, onkoloji, gastroenteroloji, diyetisyen ve psikolojik destek ekipleri birlikte çalışır. Multidisipliner yaklaşım, tedavi başarısını artırır" dedi. "Korunmak elimizde" Dr. Öğr. Üyesi Melik, mide kanserinden korunmak için önerilerde bulunarak, "Sigara ve alkolü bırakın. Tuzlu, tütsülenmiş ve işlenmiş gıdalardan uzak durun. Sebze-meyve tüketimini artırın. Fazla kilolardan kurtulun, aktif yaşayın. Helicobacter pylori enfeksiyonu varsa tedavi olun. Mide şikâyetlerini ve aile öyküsünü ihmal etmeyin" şeklinde konuştu. Mide kanserinin korkutucu olabileceğini ancak erken tanı ve bilinçli yaşam alışkanlıkları ile önlenebilir ve tedavi edilebilir bir hastalık olduğunu belirten Dr. Öğr. Üyesi Melik, "Unutmayın, erken teşhis hayat kurtarır. Midenizin sesini dinleyin, bedeninizi ihmal etmeyin" diye konuştu.
Uzmanından gereksiz antibiyotik kullanımı uyarısı
17 Aralık 2025 Çarşamba - 10:01 Uzmanından gereksiz antibiyotik kullanımı uyarısı Kış aylarında çocuklarda sıkça rastlanan mevsimsel enfeksiyonlar aileleri tedirgin ederken, Uzm. Dr. Özge Yurtseven her ateşli hastalıkta veya kan tahlilindeki CRP yüksekliğinde antibiyotiğe sarılmanın yanlış olduğunu belirterek, "Ailelerin bu konuda bilinçli olması ve çocuklarımıza gereksiz antibiyotik kullanımından kaçınmamız gerekiyor" dedi. Düzce’de havaların iyice soğuması ve kış aylarının etkisini göstermesiyle birlikte çocuklarda görülen grip, nezle ve soğuk algınlığı vakalarında artış yaşandı. Düzce Atatürk Devlet Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Özge Yurtseven, havaların soğumasıyla grip ve nezle vakalarında artış gözlemlendiğini belirtti. Hastalık sürecinde çocuğun genel durumunun ateşin yüksekliğinden daha önemli olduğuna dikkati çeken Yurtseven, "Burada ilk dikkat edilmesi gereken çocukların klinik durumudur. Çocuğun keyfi yerinde mi, beslenmesi iyi mi, bunlara bakılması lazım. Bazen sadece burun akıntısı ve öksürükle seyreden, 2-3 günde kendini sınırlayan nezle durumları olabilir. Bu gibi durumlarda çocukların tedavisi evde yapılabilir ancak ani ve dirençli ateş yükselmesinde mutlaka hekime başvurulmalıdır" ifadelerini kullandı. "Gereksiz antibiyotik kullanımından kaçının" Her hastalıkta antibiyotik kullanımının doğru olmadığını vurgulayan Yurtseven, kan tahlillerindeki CRP (C-reaktif protein) yüksekliğiyle ilgili şu bilgileri paylaştı: "CRP yüksekliği her zaman enfeksiyon anlamına gelmez. Enflamasyon gibi başka durumlarda da bu değerlerde artış görebiliyoruz. Her CRP yüksekliğinde antibiyotik vermiyoruz. Ailelerin bu konuda bilinçli olması ve çocuklarımıza gereksiz antibiyotik kullanımından kaçınmamız gerekiyor." "Çocukların ateşi bir anda geçmeyebilir" Özge Yurtseven, 3-6 aydan küçük bebeklerin mevsimsel enfeksiyonlardan ciddi şekilde etkilenebileceğine işaret ederek, hırıltılı solunum, hızlı nefes alıp verme ve öksürük gibi durumlarda vakit kaybetmeden acil servise başvurulması gerektiğini kaydetti. Ateşin seyri hakkında da aileleri bilgilendiren Yurtseven, "Çocukların ateşi bir anda geçmeyebilir, bu süreç 2-3 gün sürebilir. Eğer ateş 3 günden uzun sürüyorsa, ateşe vücutta döküntü eşlik ediyorsa, çocukta hızlı veya zor nefes alma durumu varsa ve beslenmesi bozulmuşsa bu durumlar acildir. Ancak çocuğun genel durumu iyiyse, beslenmesi normalse ve ateş düşürücüye yanıt veriyorsa evde takip edilebilir" dedi.
’Vücut dışında 10 gün yaşayabilen HPV virüsü çocuklara bulaşabilir’
17 Aralık 2025 Çarşamba - 09:58 ’Vücut dışında 10 gün yaşayabilen HPV virüsü çocuklara bulaşabilir’ Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Dr. Öğr. Üyesi Bahtiyar Çiftci, 7-10 güne kadar vücut dışında hayatta kalabilen HPV virüslerinin anne ile aynı evde yaşayan çocuklara teorik olarak bulaşabileceğini, bu bulaşın da 25 yıl sonra rahim ağzı kanseri ya da boğaz lezyonlarına sebep olabileceğini söyledi. Medicana International Samsun Hastanesi doktorlarından Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Dr. Öğr. Üyesi Bahtiyar Çiftci, kadınlardan en çok görülen 4. kanser türü olan rahim ağzı kanseri hakkında bilgiler verdi. Aşılanmanın öneminden bahseden Çiftci, HPV virüsünden korunmak ve bulaşmasını önlemek için yapılması gereken hususlar hakkında da açıklamalarda bulundu. Yılda 340 bin kadının rahim ağzı kanseri nedeniyle hayatını kaybettiğini ifade eden Dr. Öğr. Üyesi Çiftci, "Rahim ağzı kanseri, dünyada kadınlarda en çok görülen 4. kanser türü. Bu kanserin tamamına yakının nedeni HPV virüsü. Her yıl dünyada 600 binden fazla kadında ilerlemiş rahim ağzı kanseri tanısı konuluyor ve 340 bini bundan kaynaklı olarak ölüyor. Bu ölümcül kanserden korunmak için aşılanma ve ulusal tarama programlarında var olan HPV ve smear testi ile korunmak mümkün. Bu kanserin taramaları HPV DNA testi ve pap smear testi ile yapılır. Pap smear de rahim ağzı ve vajinadan alınan sürüntü örneği patologlar değerlendiriyor. HPV DNA’da ise en yüksek riskli 15 tip taranıyor. HPV testinin kanseri tespit etme oranı yüzde 95 civarında, pap smear de ise bu oran yüzde 60 oranında" dedi. "HPV virüsü çocuğa bulaşabilir, virüs vücut dışında 10 güne kadar canlı kalıyor" Kendilerine en çok gelen sorunun virüsün evdeki çocuğa bulaşıp bulaşmayacağı yönünde olduğunu dile getiren Dr. Öğr. Üyesi Çiftci, "HPV virüsü ile ilgili en çok sorulan soru; ‘HPV pozitifim çocuğuma bulaşır mı?’ şeklinde oluyor. Evet, HPV’nin vücut dışında 7-10 güne kadar canlılığını devam ettirdiğini biliyoruz. Çocuğa bulaşabilir. Bulaş riski her zaman var. Genel hijyen kurallarına uyulması ve aşılamanın yapılmasının ardından endişe duymamalarını söylüyoruz. HPV virüsü çocuklara bulaşırsa bu virüs 25 yıl sonra rahim ağzı kanserine dönüşebilir. O anlamda bir risk taşıyabilir. HPV bulaşan çocukta ilerleyen döneme kadar bir belirti görülmez. HPV virüsü sadece rahim ağzı kanserine ya da genital kanserlere sebep olmuyor. Orofaringeal (yutma, boğaz kasları) hastalıklarına da neden olabilir. HPV virüsü cildi tuttuğu için sadece kanser yapar demek doğru değildir" diye konuştu. Virüsten korunma ve tedavi yöntemleri hakkında da bilgi veren Çiftci, "Rahim ağzı kanserinin ilk bulgusu vajinal kanama, kötü kokulu akıntı, yoğun akıntı şikayetidir. Rahim ağzı kanseri sinsi ilerleyen bir kanser türüdür. Rutin tarama bu açıdan önemli. Tarama sonucu bir bulgu göstermeyen HPV virüsünü tespit edebiliyoruz. Böylece rahim ağzı kanserinden hastaları koruyoruz. Aşı, yüksek oranda rahim ağzı kanserinden koruyuculuk sağlıyor. 26 yaşına kadar yapılan aşılama yüzde 90’ın üzerinde koruma sağlıyor. Aşılama programına 9 yaşından 45 yaşına kadar kadın ve erkeklerde yapılabilir diyoruz. Üst yaş sınırı yok. Riskli grupta 45 yaş sonrası için de aşılama önerebiliriz. Bu kanserde şüpheli lezyon bulduğumuzda ilk aşamada rahimin alınması gerekmiyor. Rahim ağzındaki şüpheli bölgenin çıkarılması yeterli oluyor. Rahim ağzında şüpheli lezyon olmadığını görene kadar rahim ağzının çıkartılması denilen bir tedavi yöntemi var. Rahim ağzının çıkartılması gebeliğe engel bir durum değil. Bu şekilde de gebelik oluşabilir. Ancak gebelikle ilgili bazı komplikasyonlar, rahim ağzı yetmezliği, erken doğum gibi durumlarla karşılaşabiliriz. Bu açıdan da işlem yapılan hastaları uyarıyoruz. HPV 16-18 pozitif hastalarda aşılanmasını öneriyoruz. Aşının içerisinde 9 en yüksek riskli HPV virüsüne karşı koruyuculuk sağlayan ajanlar var. Aşılama HPV pozitifse dahi yapılabilir. 9-15 yaş arasında 2 doz, 15 yaşından sonra ise 3 doz aşı yapılabilir" şeklinde konuştu.
"Mevsim geçişinde uykusuzluk artabilir"
17 Aralık 2025 Çarşamba - 09:58 "Mevsim geçişinde uykusuzluk artabilir" Mevsim geçişlerinde uykusuzluğun arttığına dikkat çeken Nöroloji Uzmanı Prof. Dr. Belma Doğan Güngen, "Mevsim geçişlerinde sıcaklık farkları, rüzgâr ve nem değişiklikleri vücutta fiziksel stres oluşturur. Melatonin ve kortizol gibi uyku ve stresi düzenleyen hormonlar ışık-karanlık döngüsünden doğrudan etkilenir. Mevsim geçişlerinde ışık yoğunluğu değiştiğinde uyku-uyanıklık sinyalleri de bozulabilir" dedi. İstinye Üniversitesi Liv Hospital Bahçeşehir Nöroloji Uzmanı Prof. Dr. Belma Doğan Güngen, mevsim geçişlerinde hava, sıcaklık ve ışık-karanlık döngüsündeki değişimlerin vücudun biyolojik ritmi üzerinde önemli etkiler oluşturduğunu belirterek uykusuzluğun bu dönemlerde daha sık görüldüğünü söyledi. "Ani sıcaklık değişimleri biyolojik ritmi bozabilir" Mevsim geçişlerinde sıcaklık farkları, rüzgâr ve nem değişikliklerinin vücutta fiziksel stres oluşturduğunu anlatan Prof. Dr. Güngen, üst solunum yolu enfeksiyonlarının da bu dönemlerde arttığını, bunun da uyku düzenini olumsuz etkilediğini ifade etti. "Işık-karanlık döngüsündeki değişim uykuyu etkiliyor" Vücudun biyolojik saati olan sirkadiyen ritmin ışığa en duyarlı sistemlerden biri olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Güngen, "Melatonin ve kortizol gibi uyku ve stresi düzenleyen hormonlar ışık-karanlık döngüsünden doğrudan etkilenir. Mevsim geçişlerinde ışık yoğunluğu değiştiğinde uyku-uyanıklık sinyalleri de bozulabilir" dedi. "Uykusuzluk bağışıklığı ve günlük performansı düşürüyor" Uyku sırasında metabolik atıkların temizlendiğini, beyin sağlığı, hafıza, öğrenme, hormonal denge ve doku onarımının bu sayede sağlandığını belirten Prof. Dr. Güngen, "Kaliteli uyku olmazsa bağışıklık düşer. Yorgunluk, halsizlik, odaklanma güçlüğü ve ruh halinde dalgalanmalar daha sık görülür" şeklinde konuştu. "Mevsim geçişlerinde dikkat edilmesi gerekenler" Prof. Dr. Güngen, dikkat edilmesi gereken bazı belirtilerle ilgili şu bilgileri paylaştı: "Uykuya dalmada güçlük, sürekli yorgunluk, halsizlik, dikkat ve konsantrasyon sorunları, ruh halinde belirgin değişiklikler, enfeksiyonlara yatkınlık." "Uyku düzenini korumak için öneriler" Prof. Dr. Güngen, uyku hijyeninin önemine dikkat çekerek şu önerilerde bulundu: "Her gün aynı saatte yatıp kalkın. Saat 17.00’den sonra kahve, çay, çikolata gibi uyarıcıları tüketmeyin. Yatmadan önce ışık ve gürültüyü azaltın. Elektronik cihazları yatak odasından uzaklaştırın. Ağır yemek, alkol ve sigaradan kaçının. Gündüz uykularını sınırlayın. Düzenli hafif-orta egzersiz yapın (yatmaya yakın olmamalı). Gevşeme teknikleri ve meditasyon uygulayın." "Alkol, sigara ve ağır yemekler de uyku kalitesini düşürebilir" Kafeinin uyarıcı etkisinin özellikle akşam saatlerinde uykuya geçişi zorlaştırdığını belirten Prof. Dr. Güngen, "Alkol, sigara ve ağır yemekler de uyku kalitesini düşürebilir. Elektronik cihazlardan yayılan mavi ışık melatonin üretimini baskıladığı için yatmadan en az 1 saat önce kullanımı bırakılmalıdır" ifadelerini kullandı. "Kronik hastalığı olanlar daha dikkat etmeli" Kronik hastalığı veya düzenli ilaç kullanımı olan kişilerde uyku düzeninin daha kritik olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Güngen, "Bu bireyler mutlaka 7-9 saat uyumalı ve özellikle melatonin salgısının en yoğun olduğu 00.00-03.00 saatlerini uykuda geçirmelidir" dedi. Ne zaman doktora başvurulmalı? Prof. Dr. Belma Doğan Güngen, hangi durumlarda bir uzmana başvurulması gerektiğini şöyle sıraladı: "Uykusuzluk günlük yaşamı, iş ya da okul performansını etkiliyorsa, şikâyet birkaç günle sınırlı kalmayıp devam ediyorsa, uyku hijyenine dikkat edilmesine rağmen düzelme olmuyorsa."
Kadın Hastalıkları Uzmanı Diribaş: "İnfluenza grubu virüslerin anne karnındaki bebeklere geçişi olmuyor"
17 Aralık 2025 Çarşamba - 09:51 Kadın Hastalıkları Uzmanı Diribaş: "İnfluenza grubu virüslerin anne karnındaki bebeklere geçişi olmuyor" Gebelerin gribal enfeksiyon geçirirken panik halinde bebeğe de bulaştığını düşünerek kendilerine başvurduğunu dile getiren Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Dr. Kemal Diribaş, "Özellikle kış aylarında influenza grubu virüslerin bebekler üzerine anne karnında geçişi olmuyor. O yüzden bebekler genelde etkilenmiyor" dedi. Elazığ Medilines Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Kemal Diribaş, kış mevsiminde gebelerin çok sık soğuk algınlığı kaptığını fakat bu durumdan bebeklerin etkilenmediğini belirtirken Pnömoniye dönüşen hastalıklarda klinik açısından bir risk olduğunu ifade etti. Gebelerde soğuk algınlığı özellikle kış aylarında çok sık karşılaştıklarını aktaran Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Kemal Diribaş, "Gebeler, gribal enfeksiyon geçirirken panik halinde bebeğe de bulaştığını düşünerek bizlere başvuruyorlar. Özellikle kış aylarında influenza grubu virüslerin bebekler üzerine anne karnında geçişi olmuyor. O yüzden bebekler genelde etkilenmiyor. İnfluenza grubu enfeksiyonu ağır geçiren özellikle Pnömoniye dönüşen alt solunum yolu enfeksiyonu geçirirlerse o zaman klinik açısından bizim için riskli grup oluşturuyor. Viral enfeksiyon deyip basite de almıyoruz. İlerleme ihtimali oluyor. Kişinin direncine göre bunlar ağır da geçirilebiliyor. Özellikle gebelikte immun sistem baskılandığı için bu enfeksiyonları daha ağır geçirme riski oluyor. Bu nedenle mutlaka gribal enfeksiyon geçiren gebelerin bir kliniğe başvurması gerekiyor" diye konuştu. Diribaş, "Klinik değerlendirme sonucunda hafif, orta veya ağır geçirebileceği tahmin edilerek ona göre ilaç tedavileri veriyoruz. Çoğunlukla hastalarda hafif semtptomatik tedavilerle gribal enfeksiyon 1 hafta 10 gün içerisinde kendiliğinden iyileşiyor. Gebelerin özellikle okula giden küçük çocukları varsa enfeksiyonu taşıyabiliyorlar. Gebeler daha çok hastalığı kendi çocuklarının taşıma yoluyla kapıyorlar. O yüzden gribe yakalanan çocuğu varsa veya öğretmen gebelerimiz varsa gribal enfeksiyon geçiren kişilerle özellikle kuluçka döneminde ilk 3 gün içerisinde yakın temasta bulunmamaları, solunum yoluyla bulaştığı için maske takmalarını öneriyoruz. C vitamini almalarını istiyoruz. Bol bol sıvı da alarak hastalığı daha hafif düzeyde atlatabilirler" şeklinde konuştu. (MK-CK-
DMM’den "Türkiye’ye BioNTech aşısı gelmedi" iddialarına yalanlama
16 Aralık 2025 Salı - 23:31 DMM’den "Türkiye’ye BioNTech aşısı gelmedi" iddialarına yalanlama Dezenformasyonla Mücadele Merkezi (DMM), COVID-19 salgını sürecinde Türkiye’ye ’BioNTech aşısı gelmediği’ yönündeki iddiaların gerçeği yansıtmadığını açıkladı. Dezenformasyonla Mücadele Merkezi’nin (DMM) sosyal medya hesabından yapılan paylaşımda, bazı sosyal medya mecralarında, COVID-19 salgını sürecinde Türkiye’ye ‘BioNTech aşısı gelmediği’ yönünde ileri sürülen iddiaların gerçeği yansıtmadığı belirtildi. ‘BioNTech aşısı gelmediği’ iddialarının kamuoyunu yanıltmaya yönelik dezenformasyon içerdiği vurgulanan açıklamada, şu ifadelere yer verildi: "COVID-19’a karşı geliştirilen BioNTech mRNA aşıları, klinik kullanım amacıyla doğrudan BioNTech SE firmasından temin edilmiştir. Pandemiyle mücadele kapsamında, Mart 2021 tarihinden itibaren salgının son dönemlerine kadar söz konusu aşılar mevzuata uygun şekilde tedarik edilerek vatandaşlarımızın kullanımına sunulmuştur. Öte yandan salgın gibi küresel halk sağlığı acil durumlarında, aşı ve ilaçların temininde "Acil Kullanım Ön Onayı" mekanizması tüm dünyada işletilmektedir. BioNTech mRNA aşıları da Dünya Sağlık Örgütü ve uluslararası bilimsel otoritelerin acil kullanım ön onayı değerlendirmeleri esas alınarak Sağlık Bakanlığımız Halk Sağlığı Genel Müdürlüğü tarafından temin edilmiş ve uygulanmıştır. Dolayısıyla pandemi sürecinde yürütülen tüm aşılama faaliyetleri; insan sağlığının korunması önceliğiyle, bilimsel kriterler, şeffaflık ilkesi ve hukuki mevzuat çerçevesinde titizlikle gerçekleştirilmiştir. Bu nedenle kamuoyunun, teknik ve hukuki kapsamından koparılarak dolaşıma sokulan, yanıltıcı ve gerçek dışı nitelik taşıyan iddialara itibar etmemesi önemle rica olunur."
Yeşilay Genel Başkanı Dinç: "Bağımlılıkla mücadelede en önemli tedavi yöntemi zorunlu tedavidir"
16 Aralık 2025 Salı - 18:37 Yeşilay Genel Başkanı Dinç: "Bağımlılıkla mücadelede en önemli tedavi yöntemi zorunlu tedavidir" Yeşilay Genel Başkanı Dr. Mehmet Dinç, bağımlılıkla mücadelede zorunlu tedavinin hayati öneme sahip olduğunu söyledi. Yeşilay Genel Başkanı Dr. Mehmet Dinç, Kırşehir Şube Başkanlığında yaptığı açıklamada, bağımlılıkların dünyada olduğu gibi Türkiye’de de ciddi bir problem olduğunu vurguladı. Dinç, davranışsal bağımlılıklar, kumar ve oyun bağımlılığı gibi alanların yanı sıra kimyasal bağımlılıkların da büyük tehdit oluşturduğunu belirtti. En çok sıkıntı çekilen konunun uyuşturucu bağımlılığı olduğuna dikkat çeken Dinç, "Bağımlılıklar önlenebilir ölümlerin en tehlikelileridir. Çok sayıda insanımıza mal oluyor. Bağımlılıklara adeta kitle imha silahı gibi bakmak lazım" dedi. Bağımlılıkla mücadelede eksik kalan en önemli unsurun zorunlu tedavinin toplumda uygulanabilir hale gelmesi olduğunu ifade eden Yeşilay Genel Başkanı Dinç, bu konuda yasal düzenleme bulunduğunu hatırlattı. Bir kişinin bağımlılığı nedeniyle kendisi ve başkaları için tehdit oluşturması durumunda, tedavi, eğitim ve ıslah amacıyla mahkeme kararıyla zorunlu tedaviye alınabildiğini belirten Dinç, "Kanun var ancak uygulanması noktasında sıkıntılar yaşıyoruz. Bağımlılık etkisi altındaki bireylerin her zaman gönüllü olarak tedaviye başvuramayabilir bazı vakalarda tedavinin gönüllülüğe bırakılmasının yanlış olacağını düşünüyoruz. Böyle bir kanun varken, kanunun uygulanması için ön ayak olmak gerekir" ifadelerini kullandı.
Denizli’de 36 hastaya evde hemodiyaliz hizmeti veriliyor
16 Aralık 2025 Salı - 16:20 Denizli’de 36 hastaya evde hemodiyaliz hizmeti veriliyor Denizli İl Sağlık Müdürü Uz.Dr. Berna Öztürk, Türkiye’de 2015 yılında Kamu Hastaneleri arasında ilk kez Denizli’de uygulanmaya başlanan Evde Hemodiyaliz uygulamasıyla ilgili açıklamalarda bulundu. İlde 36 hastaya ulaştıklarını aktaran Öztürk, hastaların yaşam kalitesini arttıran Evde Hemodiyaliz uygulamasının önemine dikkat çekti. Evde hemodiyaliz uygulamasının özellikle kronik böbrek yetmezliği olan vatandaşlar için büyük kolaylık sağladığını belirten Denizli İl Sağlık Müdürü Uz.Dr. Berna Öztürk; "Evde hemodiyaliz, hastalarımızın tedavilerini hastaneye gitmeden kendi ev ortamlarında güvenli bir şekilde yapabilmelerine imkan tanımaktadır. Bu sayede hem tedavi süreçleri kolaylaşmakta hem de günlük yaşamlarına daha rahat devam edebilmektedir" dedi. Uygulamanın sadece hasta konforu açısından değil, tedavi etkinliği açısından da önemli olduğuna vurgu yapan Öztürk; "Hemodiyaliz tedavileri merkezlerimizde haftanın 3 günü 4’er saat olmak üzere yapılmaktadır. Diyaliz tedavi süresini uzatmak, daha iyi ve yeterli diyalizle olacaktır. Ev hemodiyalizi sayesinde elde edilen konfor, özgürlük dışında asıl önemli kazanç hastaların daha uzun sürelerde örneğin 4 saat yerine 8 saat diyaliz alabilmesine imkan sağlamasıdır. Ayrıca evde hemodiyaliz sayesinde hastadan sıvı çekim hızı yarı yarıya düşmüş olacağından, diyaliz sırasında hastada tansiyon düşüklüğü, kramp gibi yan etkiler görülmeyecektir. Biriken zararlı maddelerin daha iyi temizlenebilmesi nedeniyle kas ve kemik yakınmalarında azalma olacak, kemik yapısında iyileşme gözlenebilecektir. Yaşam kalitesi, depresyon, uyku kalitesinde düzelme olacaktır. En önemlisi de diyaliz uygulama zamanı hastanın isteğine bağlı olarak belirlenecektir. Özellikle gece diyalizi ile tüm bir gün hastaya kazandırılacak, hasta iş okul, aile ya da başka aktiviteler için kendisine zaman ayırabilecek böylelikle yaşam alanı ve hayat kalitesi artmış olacaktır" şeklinde konuştu. Denizli İl Sağlık Müdürü Uz.Dr. Berna Öztürk, evde hemodiyaliz uygulamasının zorlu bir süreç olduğunu, 3 aylık eğitimden sonra diyaliz uygulamasını yapabileceğine kanaat getirilen hastaların bu uygulamadan yararlanmaya başladığını aktardı.Öztürk; "2015 yılında Türkiye’de ilk kez Denizli’de uygulanmaya başladığımız Evde Hemodiyaliz uygulaması kapsamında Denizli Devlet Hastanesi’nde şuana kadar 36 hastamız eğitim aldı. Eğitim verdiğimiz bu hastalardan 6’sı böbrek nakli olarak sağlığına kavuştu. Evde diyalizini kendi yapan hastalarımız ayda bir kez diyaliz merkezimize gelerek kan tetkiklerini yaptırıyor ve sonuçları nefroloji uzmanlarımız tarafından değerlendiriliyor. Yine diyaliz teknisyenimiz ve diyaliz hemşirelerimiz belirli aralıklarla hastalarımızı evinde ziyaret ederek kontrollerini gerçekleştiriyor. Hastalarımız zaman kısıtlaması olmadan aldıkları eğitimle diyalizlerini evlerinde gerçekleştiriyor. Ev hemodiyalizinden yararlanmak isteyen diyaliz hastalarını Diyaliz Merkezimize bekliyoruz" dedi.
Dünyanın ileri merkezlerinde yapılan ’hibrit aort’ ameliyatı Samsun’da başarıyla uygulandı
16 Aralık 2025 Salı - 15:32 Dünyanın ileri merkezlerinde yapılan ’hibrit aort’ ameliyatı Samsun’da başarıyla uygulandı Dünyanın ileri merkezlerinde uygulanabilen ve yüksek deneyim gerektiren hibrit aort cerrahisi, Samsun Şehir Hastanesi’nde başarıyla gerçekleştirildi. Tüm torasik aortu tutan ileri düzey hastalığı bulunan 65 yaşındaki hasta, 8 saat süren açık cerrahi ve devamında uygulanan kapalı yöntemle sağlığına kavuştu. Samsun Şehir Hastanesi Kalp ve Damar Cerrahisi Kliniği’nde önemli bir ameliyat yapıldı. Çıkan aort, aort yayı ve inen aortta aynı anda ciddi genişleme saptanan 65 yaşındaki bir hasta, açık cerrahi ve endovasküler yöntemlerin birlikte kullanıldığı iki aşamalı hibrit bir tedavi ile sağlığına kavuşturuldu. Yapılan bu operasyon, dünya literatüründe modern ve yenilikçi kabul edilen hibrit aort cerrahisi yaklaşımlarının başarılı bir örneği olarak değerlendiriliyor. Hastanın aortunun kalpten çıktığı bölümde çap 8 santimetreye ulaşırken, aort yayı ve göğüs boşluğunda devam eden inen aort segmentinde de ileri derecede genişleme mevcuttu. Bu durum, ani yırtılma ve hayati risk taşıdığı için gecikmeden müdahale edilmesini zorunlu kıldı. Tedavi planı, tüm torasik aortu kapsayan kapsamlı bir onarım hedefiyle oluşturuldu. İlk aşamada 8 saat süren açık cerrahi uygulandı Hekimlerden alınan bilgiye göre tedavinin ilk aşaması açık cerrahi yöntemiyle gerçekleştirildi ve yaklaşık 8 saat sürdü. Bu aşamada, beynin korunmasına yönelik özel dolaşım teknikleri kullanılarak güvenli bir ameliyat ortamı sağlandı. Kalpten çıkan ana damar ve aort kökü bentall yöntemi ile yeniden yapılandırıldı. Ardından aort yayı tamamen onarıldı. Aynı seansta, aortun göğüs boşluğunda devam eden bölümünün başlangıcına, ileri aort cerrahisinde kullanılan frozen elephant trunk (FET) tekniği uygulandı. Bu yöntem, hem mevcut hastalıklı segmentin güvenli hale getirilmesini hem de ikinci aşamada yapılacak kapalı işlemler için uygun bir zemin oluşturulmasını sağladı. İkinci aşamada TEVAR ile tedavi tamamlandı Aortun daha aşağı seviyelerde devam eden genişlemiş bölümü için ameliyattan iki gün sonra ikinci aşamaya geçildi. Bu aşamada kapalı yöntem tercih edildi. Kasıktan yapılan girişimle torasik endovasküler aortik onarım(TEVAR) işlemi uygulandı. İlk aşamada yerleştirilen frozen elephant trunk yapısına uyumlu şekilde yerleştirilen stent-greft sayesinde, aortun kalan riskli bölümü içten kaplandı. Böylece göğüs içindeki ana atardamar boyunca hastalıklı alanların tamamı güvenli şekilde izole edildi. Bu iki aşamalı yaklaşım, uluslararası rehberlerde önerilen "FET + tamamlayıcı TEVAR" hibrit stratejisinin klinik uygulamasını oluşturdu. Nörolojik komplikasyon gelişmedi Bu tür yaygın aort hastalıklarında en önemli risklerden biri olan felç ve omurilik hasarı gibi nörolojik komplikasyonların, uygulanan koruyucu yöntemler sayesinde hastada gelişmediği bildirildi. Ameliyat süreci ve sonrasında ciddi bir komplikasyon yaşanmazken, hastanın iyileşme sürecinin sorunsuz devam ettiği öğrenildi. Dünya literatüründe yenilikçi kabul edilen bir yöntem Hekimlerden alınan bilgiye göre uygulanan bu iki aşamalı hibrit tedavi, dünya genelinde yalnızca ileri düzey ve deneyimli merkezlerde gerçekleştirilebilen bir yaklaşım olarak kabul ediliyor. Açık cerrahinin sağladığı kalıcı onarım ile endovasküler tedavinin daha az invaziv avantajlarının birleştirilmesi, özellikle tüm torasik aortu tutan hastalıklarda modern tıbbın geldiği noktayı yansıtıyor. "Tespit edilmeseydi ani yırtılma ile oracıkta vefat edecekti" Operasyon Samsun Şehir Hastanesi Kalp ve Damar Cerrahisi Anabilim Dalı Doktor Öğretim Üyeleri Dr. İlker Hasan Karal, Dr. Emrah Ereren ve Dr. Aşkın Kılıç tarafından gerçekleştirildi. Samsun Şehir Hastanesi Kalp ve Damar Cerrahisi Anabilim Dalı Doktor Öğretim Üyeleri Dr. İlker Hasan Karal, "Bu durum kardiyolojide hiçbir sıkıntısı olmadan rutin taramada tespit edilen bir hastalıktır. Kalpten çıkan atardamarı yaklaşık 6 buçuk santimetre olmuş. 3 santimetreyi geçmemesi gerekiyor. Halk arasında balonlaşma deniyor. Bizde anevrizma deniyor. Ne kadar büyürse yırtılma riski ve hastayı öldürme riski o kadar büyük oluyor. Bu hasta damarında genişleme olduğunun farkında değildi. Tespit edilmeseydi ani yırtılma ile oracıkta vefat edecekti veya acil ameliyata alınması gerekecekti. Acil ameliyatın ölüm riski çok daha yüksektir. O yüzden belli periyotlarla vatandaşlarımızın kardiyoloji e kalp damar cerrahilerini yaptırmalarını tavsiye ediyoruz" dedi.
Bayburt’ta aile hekimlerinden ücret kesintilerine ve iş yüküne tepki
16 Aralık 2025 Salı - 13:55 Bayburt’ta aile hekimlerinden ücret kesintilerine ve iş yüküne tepki Aile hekimliği sisteminde uygulanan kontrol dışı ücret kesintileri ile artan iş yüküne tepki göstermek amacıyla Bayburt’ta aile hekimleri basın açıklaması yaptı. 2 No’lu Aile Sağlığı Merkezi önünde toplanan hekimler, mevcut uygulamaların hem sağlık çalışanlarını hem de vatandaşların aldığı sağlık hizmetini olumsuz yönde etkilediğini bildirdi. Aile hekimlerinin yaşadığı sıkıntıların dile getirildiği açıklamada, son bir yılda Aile Sağlığı Merkezlerine gelmeyen kayıtlı nüfus gerekçe gösterilerek ücret katsayılarında ciddi düşüşler yapıldığı, aile hekimleri ve aile sağlığı çalışanlarının kontrolü dışındaki nedenlerle gelir kaybına uğratıldığı ifade edildi. Açıklamada, günlük 70’i aşan poliklinik yoğunluğuna rağmen hekimlerden binlerce farklı veri girişinin beklendiği belirtilerek, bu durumun hekimi hastadan uzaklaştırdığı vurgulandı. Ücretlerin büyük bir kısmının öngörülemez performans parametrelerine bağlandığı, izin ve hastalık gibi en temel insani durumlarda dahi gelirlerin ciddi şekilde düştüğü kaydedildi. Aile hekimliğinde taban ödeme oranının yüzde 35 seviyesinde kaldığına dikkat çekilirken, ikinci ve üçüncü basamak sağlık hizmetlerinde bu oranın yüzde 72 olduğu ifade edilerek, sistemdeki dengesizliğe işaret edildi. Ayrıca, kamuda çalışan hekimlerin birçok ilde en fazla vergi ödeyen meslek grupları arasında yer aldığına dikkat çekilerek, vergi yükünün hekimlerin omuzlarında olduğu belirtildi. Hekimler üzerinden alınan yüksek vergilerin adil bir şekilde yeniden düzenlenmesi gerektiği de vurgulandı. "Bizlerden hem dedektiflik hem hekimlik yapmamız bekleniyor" Sahada uygulanan bazı düzenlemelerin hekimlik dışı sorumluluklar yüklediği belirtilen açıklamada, hakkında adli işlem bulunan ve devlet tarafından aranan kişilerin takibinin aile hekimleri üzerinden yürütülmesinin kabul edilemez olduğu ifade edildi. Aile Sağlığı Merkezine gelmeyen kayıtlı nüfus nedeniyle ücret kesintisi yapılmasının adil olmadığını savunan aile hekimlerinden, "Bizlerden hem dedektiflik hem hekimlik yapmamız bekleniyor. Açıkça söylüyoruz, biz hekimiz" sesi yükseldi. "Hekimi bilgisayar başına mahkum eden uygulamalar vatandaşın sağlık hizmetini de zayıflatır" Aile hekimleri ve aile sağlığı çalışanları, kontrol dışı nedenlerle cezalandırma anlayışından vazgeçilmesini, hekimi hastadan uzaklaştıran yönetmelik ve uygulamaların kaldırılmasını talep etti. Hekimler, sahada çalışan sağlık emekçilerinin katkısıyla hazırlanacak, adil, öngörülebilir ve gerçekçi bir düzenlemenin hayata geçirilmesi çağrısında bulundular. Açıklamanın devamında, sıklıkla değişen ve sahayla uyumsuz kriterler ile hekimlik yapmanın giderek zorlaştığı ifade edildi. Hekimlerin hastalarına ayırması gereken zamanın büyük bölümünü bilgisayar başında veri girişi yaparak geçirmek zorunda kaldığı belirtilirken, bir yıl boyunca Aile Sağlığı Merkezine gelmeyen hastaların hesabının da hekimler üzerinden kesintiye dönüştürüldüğü vurgulandı. Aile hekimleri ve aile sağlığı çalışanlarından telefon başında adeta telesekreterlik yapmalarının beklendiği kaydedildi. Açıklamada, mevcut uygulamaların hekimi hastadan uzaklaştırdığına dikkat çekilerek, "Bu ülkenin en zeki, en çalışkan ve en özverili evlatları olan sağlık çalışanlarına yönelik bu uygulamaların, başta vatandaşa karşı hafiyelik görevi olmak üzere tamamen kaldırılmasını mantığı ve vicdanı olan herkesten talep ediyoruz" denildi. "Bırakın hekimlik yapalım, tıp diplomamızın hakkını vererek çalışalım" Aile hekimleri, amaçlarının daha kaliteli muayene hizmeti sunmak ve hekimlik yapmak olduğunu vurgulayarak, hekimliği sekreterlik görevine indirmeye zorlayan yönetmeliğin kaldırılmasını istedi. Sahada çalışan aile hekimlerinin katkısıyla hazırlanacak gerçekçi bir yönetmeliğin hayata geçirilmesi çağrısında bulunulan açıklamada, hastanın en iyi şartlarda sağlık hizmeti aldığı, aile hekiminin ise insani şartlarda görev yaptığı sağlıklı bir çalışma ortamı talep edildi. Basın açıklaması, "Bırakın hekimlik yapalım, tıp diplomamızın hakkını vererek çalışalım" ifadeleriyle sona erdi.
Nükleer tıp teknikerlerinin görev alması hakkında ilk defa yeni hükümler getirildi
16 Aralık 2025 Salı - 13:10 Nükleer tıp teknikerlerinin görev alması hakkında ilk defa yeni hükümler getirildi Nükleer Tıp Hizmetleri Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik, Radyoloji Hizmetleri Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik ve Radyasyon Onkolojisi Hizmetleri Yönetmeliği Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi. Sağlık alanında Nükleer Tıp Hizmetleri Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik, Radyoloji Hizmetleri Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik ve Radyasyon Onkolojisi Hizmetleri Yönetmeliği Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi. Bu kapsamda, Nükleer Tıp Hizmetleri Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelikte yapılan düzenlemeyle şu değişiklikler yapıldı: "1219 sayılı Kanun ile sağlık meslek tanımına giren nükleer tıp teknikerlerinin görev alması hakkında ilk defa yeni hükümler getirildi. Nükleer tıp merkezlerinde çalışan mesul müdür ve merkez sorumlusunun görevleri genişletildi, kimlik kartlarına karekod zorunluluğu eklendi. Merkez sorumlusu ve uzman hekimlerin çalışma sınırları netleştirildi, 60 yaş üstü ve yüzde 60 engelli hekimler için istisna tanındı. Denetim hükümleri Özel Sağlık Tesislerinin Denetimi Hakkında Yönetmelik ile uyumlu hale getirildi. Nükleer tıp merkezlerinin planlanmasına ilişkin hükümler detaylandırıldı. Merkezlerin taşınma, birleşme, devir ve adres ve isim değişiklikleri için ayrıntılı izin ve yenileme süreçleri tanımlandı. Yaptırımlar caydırıcı biçimde yeniden düzenlendi, usulsüz faaliyete devam eden merkezler için doğrudan müeyyide öngörüldü. Radyasyon Onkolojisi Hizmetleri Yönetmeliğinin yürürlüğe girmesiyle; Mesleğini serbest olarak icra eden radyasyon onkolojisi uzmanları tarafından açılan merkezler mevzuata dahil edildi. Ruhsat ve faaliyet izin belgesi kavramı güçlendirildi. Taşınma, birleşme ve devir süreçleri ayrıntılı olarak düzenlendi. Uluslararası sağlık turizmi yetkilendirmesi eklendi. Merkez sorumlusu ve uzman hekimlerin çalışma sınırları netleştirildi, yaşlı ve engelli hekimler için kolaylık sağlandı. Mesul müdür ve merkez sorumlularının görevleri genişletildi, kimlik kartlarına karekod zorunluluğu getirildi. Denetim hükümleri Özel Sağlık Tesislerinin Denetimi Hakkında Yönetmelik ile uyumlu hale getirildi. Yasaklar ve yaptırımlar caydırıcı şekilde yeniden düzenlendi. Bir diğer değişiklik de Radyoloji Hizmetleri Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelikle geldi. Bu kapsamda yapılan değişiklikler ise şu şekilde: Radyoloji merkezlerinin yalnızca il içi taşınmasına izin verildi. Merkez sorumlusu hekimlerin görev sınırları tek merkezle sınırlandırıldı, 60 yaş üstü ve yüzde 60 engelli hekimler için istisna getirildi. Personel kimlik kartlarına karekod zorunluluğu getirildi. Usulsüz faaliyette bulunan merkezler için yaptırımlar caydırıcı hale getirildi".