SAĞLIK
06 Aralık 2025 Cumartesi - 11:18 MEAH’ta karbonmonoksit uyarısı Muğla Eğitim ve Araştırma Hastanesinde, kış aylarında artan karbonmonoksit zehirlenmelerine dikkat çekmek amacıyla kapsamlı bir farkındalık programı düzenlendi. "Sessiz Tehlike-Karbonmonoksit Zehirlenmesi" başlığıyla gerçekleştirilen etkinlik, hastane personeli ve vatandaşlar tarafından yoğun ilgi gördü. Hastanenin Çevre ve Atık Yönetimi Birimi çalışanları Aleyna Alper ve Furkan Teber ile Eğitim Birimi tarafından ortaklaşa yürütülen çalışma kapsamında, karbonmonoksit gazının özellikleri, zehirlenme anında ortaya çıkan hayati belirtiler ve alınması gereken önleyici tedbirler detaylı biçimde anlatıldı. Etkinlik çerçevesinde, hastane girişleri, poliklinik alanları ve diğer yoğun kullanım bölgelerine dikkat çekici bilgilendirme afişleri yerleştirildi. Bu afişlerle hem hastane çalışanlarının hem de sağlık hizmeti almak için gelen vatandaşların konuya ilişkin farkındalığının artırılması hedeflendi. Hastane yönetimi tarafından yapılan açıklamada, özellikle soba, şofben ve doğalgaz kaynaklı karbonmonoksit zehirlenmelerinin kış döneminde ciddi risk oluşturduğuna dikkat çekilerek, toplumun bu görünmez ve ölümcül tehlikeye karşı bilinçlendirilmesinin büyük önem taşıdığı vurgulandı. Yönetim, halk sağlığını koruma amacıyla benzer bilgilendirme faaliyetlerinin yıl boyunca kesintisiz sürdürüleceğini ifade etti.
06 Aralık 2025 Cumartesi - 11:07 Şehit yakınları ve gazilere özel poliklinik açıldı, tüm hizmetler ücretsiz sunuldu Sivas’ta şehit aileleri ve gazilere yönelik özel poliklinik hizmeti devam ediyor. İmzalanan protokol ile birlikte Diş Hekimliği Fakültesi’ne giden şehit aileleri ve gaziler, tüm hizmetlerden ücretsiz yararlanıyor. Sivas Şehit Aileleri ve Gaziler Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği ile Sivas Cumhuriyet Üniversitesi arasında işbirliği protokolü imzalandı. Protokol çerçevesinde Diş Hekimliği Fakültesine başvuran şehit yakınları ve gazilere, haftada bir gün özel poliklinik hizmeti sunuluyor. Her cuma günü fakülteye giden aileler, öğretim üyeleri ve uzman personel tarafından öncelikli olarak kabul ediliyor. Detaylı diş taramaları yapılan ailelerin tedavi masrafları ücretsiz karşılanıyor. Normal şartlarda yaklaşık 3 ay süren tedavi süreci, özel poliklinik uygulamasıyla birlikte 2 haftada sonuçlandırılıyor. "Gurur verici bir program" Uygulama ile birlikte 65 kişiye hizmet verdiklerini ifade eden Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ahmet Şengönül, "Bugün üniversitemiz için anlamlı ve gurur verici program vesilesiyle bir arada bulunmaktayız. Bildiğiniz üzere vatanımız için canlarını feda eden aziz şehitlerimizi, kıymetli emanetleri olan ailelerini ve toprakların bekası uğruna fedakarlıklar göstermiş olan kahraman gazilerimizi ve ailelerine yönelik tüm diş tedavi hizmetlerinin karşılanmasını amaçlayan bir protokol imzaladık. 31 Temmuz 2025 tarihinde Sivas Şehit Aileler ve Gaziler Derneği üniversitemiz ve Diş Hekimliği Fakültemiz arasında imzalanan bu protokol sonucunda bugüne kadar 4 aylık süreçte 25 şehit yakınımız, 40 gazi ve gazi yakını olmak üzere toplam da 65 hastanın tedavilerini başarıyla ve sağlıkla tamamlamış bulunmaktayız. Burada önemli olan husus bütün şehit yakınları, gazilerimiz ve gazi yakınlarımızın tüm tedavi talepleri yüzde yüz oranında tamamlanmıştır. Aynı zamanda bu tedaviler gerek uzman hekimlerimiz ve uzman asistanlarımız tarafından itinayla yürütülmektedir" dedi. "Teşekkürlerimi sunuyorum" Projenin dernek üyelerince olumlu karşılandığını kaydeden Sivas Şehit Aileleri ve Gaziler Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği Başkanı Fatih Deveci, "Sivas Diş Hekimliği ile yapmış olduğumuz protokol vardı. 31 Temmuz itibariyle yaklaşık olarak 65 şehit ve gazi ailemize hizmet verdiler. Buradan ailelerim adına ve şahsım adına sayın rektör hocama ve sayın dekana sonsuz teşekkür ediyoruz. Rektör hocamın dediği gibi özel bir proje oldu 2025 ve bundan sonra ki 10 yıl süre içerisinde aile yılı olması sebebi ile ‘aile yılı’ çalışma gibi de oldu bir taraftan. Bu süre içerisinde aziz şehitlerimizin emaneti olan anneleri, babaları, eşleri, çocukları ve kahraman gazilerimizin kendileri çocukları, eşiyle birlikte aile olarak ya da bireysel olarak geliyorlar. Bu anlamda üniversitemizin bize yaklaşımlarından dolayı sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum" diye konuştu. "Güzel bir imkan oldu" Diş Hekimliği Fakültesi’nde tedavi gören terörle mücadele gazisi Hakan Kaya ise, "Biz dernek yönetiminde derneği aldıktan sonra rektör hocanın da değişmesi ile beraber, rektör hocamızı ziyarete geldik. Rektör hocanın bu durumu olumlu karşılamasından memnun kaldık. Daha sonra başkanımızın girişimi ile Diş Hekimliği Fakültesi Dekanı Recai hocamızla da görüştük. Şehit ailelerinden ve gazi aileleri yakınlarından diş ile ilgili sorunları olanlar var nasıl bir proje yapabiliriz dedik. Daha sonra fakülte ile derneğimiz arasında bir protokol imzalandı. Onun üzerine sağ olsun fakülte dekanı Recai hoca burada özel bir bölüm açtı. Bu bölümde hastalarımız geliyor, sıra beklemeden randevularını alıyorlar ve ona göre diş tedavisi oluyorlar. Bugün yaptığımız programda sayın rektör hocamız kontrol etmek üzere, hem anlaşma devam ediyor mu hem de şehit ve gazi ailelerimiz memnun mu bunu öğrenmek için geldi. Diğer hastane birimlerimizde de gerçekten şehit aileleri ve gazilerimize çok imkan sağlanıyor. Hem sonuçları hocalara gösteremiyorlardı hem de kolay ulaşamıyorlardı. Rektör hocamızın gelmesi ile beraberde o engel de önümüzden kalkmış oldu. Sağ olsun yeni hastanemizin faaliyete girmesi ile birlikte rektör hocamızın, o hastanenin bir bölümünün şehit aileler ve gazilerimiz için olacağını söyledi. Buradan rektör hocama dekan hocama ve dernek başkanımıza teşekkür ediyorum. Bizim için çok güzel bir imkan oldu" şeklinde konuştu.
06 Aralık 2025 Cumartesi - 10:17 FHGC ile Medilines Hospital sağlık protokolünü yeniledi Elazığ Midilines Hospital ile Fırat Havzası Gazeteciler Cemiyeti (FHGC) arasında geçen yıl başlatılan iş birliği bu yıl da sürdürülerek üyelerin hastane hizmetlerinde indirim avantajı devam ettirildi. FHGC, üyelerine yönelik sosyal ve sağlık desteklerini sürdürmeye devam ediyor. Cemiyet bu kapsamda, Özel Elazığ Medilines Hospital ile geçen yıl uygulamaya alınan sağlık indirim protokolünü bu yıl da yenileyerek tekrar imzaladı. Protokol töreni Medilines Hospital’de gerçekleştirildi. İmza töreninde FHGC Başkanı Serkan Gürtürk ile Hastane Yönetim Kurulu Başkanı Muhittin Siğergök protokolün önemine ilişkin açıklamalarda bulundu. Protokolün hem cemiyet üyeleri hem de yakınları için önemli bir destek olduğunu belirten FHGC Başkanı Gürtürk," Bugün Medilines Hospital’da, bir yıl önce yapmış olduğumuz cemiyet üyelerimize yönelik indirim protokolünün devamı için bir araya geldik. Bir yıl boyunca üyelerimiz ve birinci derece yakınları burada tedavi gördü, ameliyat süreçleri yaşandı ve çok iyi geri dönüşler aldık. Bu süreçte sunulan hizmetlerden dolayı teşekkür ediyorum. Medilines Hospital, ilimizin gelişimi, kalkınması ve istihdam açısından önemli bir kurumdur. Bizler basın mensupları olarak bu değeri önemsiyoruz. Ayrıca sağlık turizmi anlamında da hastanemizin ciddi katkıları var. Hem il dışından hem yurt dışından birçok hasta Medilines Hospital’ı tercih ediyor. Bu bizim için kıymetli. Basına verilen değer ve sağlanan hizmetler için teşekkür ediyor, çalışmalarınızda başarılar diliyorum" dedi. Hastane Yönetim Kurulu Başkanı Muhittin Siğergök gazeteciliğin toplum açısından önemine vurgu yaparak, "Başkanımız çok güzel ifade etti. Gazetecilik ateşten gömlek gibidir; doğrular bazen can acıtır ama toplum için gereklidir. Bir kitapta okumuştum biri size ‘koynunda akrep var’ dediğinde ilk başta eleştiri gibi görünür ama aslında o akrebi görüp uzaklaştırmanı sağlar. Gerçek gazetecilik de böyledir. Biz de doğru çizgide ilerlemeye gayret ediyoruz. En genç hastanelerden biri olmamıza rağmen kısa sürede güvenilir bir konuma geldik. Geçen yıl başlattığımız protokolü bu yıl da sürdürmekten memnuniyet duyuyoruz. İnşallah Elazığ için birlikte güzel çalışmalar yapmaya devam edeceğiz. FHGC’ye ve Serkan Başkanımıza katkıları için teşekkür ediyorum" ifadelerini kullandı.
Uzmanından uyarı: "Çocukların büyük kısmı yaşamının bir döneminde çürük ile karşılaşıyor"
22 Kasım 2025 Cumartesi - 14:13 Uzmanından uyarı: "Çocukların büyük kısmı yaşamının bir döneminde çürük ile karşılaşıyor" Güven Çayyolu Tıp Merkezi Çocuk Ağız ve Diş Sağlığı Uzamanı Dr. Burcu Kurtiş, "Çocuklarda özellikle 3 ila 12 yaş aralığında diş çürüğü ve ağız-diş hastalıkları sosyal ve ekonomik açıdan toplumsal yük oluşturuyor. Dünya Sağlık Örgütü (WHO) ve Küresel Hastalık Yükü Çalışması (GBD) verilerine göre de çocukların büyük kısmı yaşamının bir döneminde çürük ile karşılaşıyor" dedi. Güven Çayyolu Tıp Merkezi Çocuk Ağız ve Diş Sağlığı Uzamanı Doktor Burcu Kurtiş, 20 -26 Kasım Ağız ve Diş Sağlığı Haftasına özel açıklamalarda bulundu. Uzm. Dr. Kurtiş, Türkiye’de ağız ve diş dağlığı verilerine bakıldığında özellikle 3 ila 12 yaş arası çocuklarda çürük, dolgu ve çekilmiş diş sayısında artış olduğunu kaydederek, Türk Diş hekimliği Birliği’nin ağız ve diş sağlığı verilerini paylaştı. Kurtiş, "5 yaş grubunda hiç çürüğü olmayan çocuk oranı yüze 30,2, 12 yaş grubunda yüzde 38,9, 15 yaş grubunda yüzde 38,8 ve 35 ila 44 arası yaş grubunda yüzde 24,2’dir. En az bir diş kaybı olanlar 5 yaş grubunda yüzde 3,4, 12 yaş grubunda yüzde 7,9, 15 yaş grubunda yüzde 16,2 ve 35 ila 44 yaş grubunda yüzde 89,3 olarak bildirilmiştir" ifadelerini kullandı. "Türkiye’de diş macunu kullanımı yıllık 85 ml" Kurtiş, 2022 yılında yapılan çalışma verilerine göre yıllık kişi başı diş fırçası kullanım oranı yüzde 0,33, diş macunu kullanım miktarının ise yıllık 85 ml olarak belirlendiğini ifade ederek," Bu oranlar toplum ağız ve diş sağlığımız için çok sağlıklı görünmemektedir. Türkiye özelinde son analizler ve meta-analizler 2015 ila 2025 döneminde diş çürüğünde yüksek görülme sıklığı bildiriyor: 2024 - 2025 yayınlarında Türkiye çocuklarında çürük görülme sıklığı meta-analizle ortalama yüzde 75,6 olarak raporlanmış, 12 yaş grubunda yüzde 66,1 gibi spesifik verilere rastlandı. Yine yerel çalışmalarda 3 ila 6 yaş ve okul çağı çocuklarında yüzde 70’lere varan görülme sıklığı bildiriliyor" diye konuştu. "Doğumdan sonra ilk bin gün rafine şeker kullanımına dikkat" Çocuklarda özellikle 3 ila 12 yaş aralığında diş çürüğü ve ağız-diş hastalıkları sosyal ve ekonomik açıdan toplumsal yük oluşturduğunu söyleyen Kurtiş, "Dünya Sağlık Örgütü (WHO) ve Küresel Hastalık Yükü Çalışması (GBD) verilerine göre de çocukların büyük kısmı yaşamının bir döneminde çürük ile karşılaşıyor. İlk süt dişi çıkar çıkmaz pedodontik muayenelerin yapılması, düzenli kontroller, ağızda ve dişlerde oluşan biyofilmin düzenli olarak temizlenmesi, beslenmenin ağız ve diş sağlığının iyileştirilme için düzenlenmesi, solunum ve çiğneme alışkanlıklarının pedodontik olarak kontrol edilmesi, uygun fırça ve diş ipi seçilerek ağız hijyeninin sağlanması gerekiyor. Doğumdan başlayarak ilk bin gün rafine şekerin diyette yer almaması, günlük su tüketiminin yeterli düzeyde olması sağlanarak çocuklarımızın ağız ve sağlıklarının iyileştirilebilmesi mümkündür" ifadelerini kullandı.
Novo Nordisk Türkiye’den klinik araştırma alanında iş birliği
22 Kasım 2025 Cumartesi - 13:33 Novo Nordisk Türkiye’den klinik araştırma alanında iş birliği Novo Nordisk Türkiye, Adana Şehir Eğitim ve Araştırma Hastanesi ile gerçekleştirdiği yeni iş birliği protokolüyle, Türkiye’nin klinik araştırma kapasitesini güçlendirecek ve yenilikçi tedavilere erişimi artıracak bir adım daha attı. Beş yıl boyunca geçerli olacak bu protokol; klinik araştırmaların yanı sıra eğitim, Ar-Ge ve bilimsel etkinliklerde ortak çalışmaları desteklemeyi hedefliyor. Novo Nordisk Türkiye, klinik araştırmalarda süreç verimliliğini artırmak, hekimlerin yeni tedavi yöntemleriyle tanışmalarını ve daha fazla hastanın yenilikçi tedavilere erişimini sağlamak için Adana Şehir Eğitim ve Araştırma Hastanesi ile iş birliğine imza attı. Şirket bu iş birliği çerçevesinde diyabet, obezite, nadir hastalıklar, kardiyovasküler gibi birçok terapi alanında çeşitli eğitim programları düzenleyerek, klinik dünyasındaki uluslararası gelişmeleri aktararak, bilimsel etkinliklerde ortak çalışmaları destekleyerek araştırma süreçlerinin daha etkin, kaliteli ve sürdürülebilir bir yapıya kavuşmasına katkı sağlayacak. 7 ülkenin klinik araştırmaları Türkiye’den yönetiliyor Yapılan açıklamaya göre şirket, Türkiye’den yönetilen bölgesel klinik araştırma merkezinde Türkiye’nin yanında Cezayir, Fas, Lübnan, Mısır, Umman, Suudi Arabistan dahil olmak üzere toplam 7 ülkedeki klinik araştırmalarını koordine ediyor. Bu merkezde 2025 yılında 34 aktif çalışmada 1.200’den fazla hasta yer aldı. Bu araştırmaların 28’i Türkiye’de gerçekleştirildi. Son 5 yılda Adana Şehir Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde diyabet, obezite ve kardiyovasküler hastalık gibi terapi alanlarında Novo Nordisk’in toplam 8 klinik çalışması yürütülürken, 2026 yılında yeni protokol kapsamında bu sayıya en az 7 yeni klinik çalışmanın eklenmesi planlanıyor. Novo Nordisk’in son 5 yılda Türkiye’de klinik araştırmalara yaptığı toplam yatırım 1 milyar TL’yi aştı ve bu yatırımların her yıl katlanarak artması hedefleniyor. Şirketin hasta odaklı yaklaşımından güç alan bu stratejik ortaklık, yalnızca klinik çalışma sayısının artmasını değil; aynı zamanda araştırma kalitesinin yükselmesini, hekimlerin bilgi birikiminin gelişmesini ve hasta yaşam kalitesine kalıcı katkı sağlanmasını hedefliyor. İş birliğini değerlendiren Adana Şehir Eğitim ve Araştırma Hastanesi Başhekimi Ortopedi ve Travmatoloji Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Osman Çiloğlu, "Şirket ile imzaladığımız bu protokol, vizyonumuzu güçlendiren stratejik bir adım niteliğinde. Bu iş birliği, klinik araştırma kapasitemizi artırmanın ötesinde; hekimlerimizin bilgi ve deneyimlerini güçlendirecek, hastalarımıza daha güncel ve etkin tedavi seçenekleri sunmamıza olanak sağlayacak. Özellikle diyabet, obezite ve kardiyovasküler hastalıklar gibi bölgemizde yaygın görülen sağlık sorunlarında, global ölçekte kullanılan en güncel tedavi seçenekleri çok daha hızlı bir şekilde hastalarımızın hizmetine sunulabilecek" dedi. Sağlık Bilimleri Üniversitesi Adana Şehir Eğitim ve Araştırma Hastanesi İç Hastalıkları Öğretim Üyesi Doç. Dr. Hilmi Erdem Sümbül, "Adana Şehir Eğitim ve Araştırma Hastanesi olarak geçmişten bugüne güçlü bir bilimsel birikimle çalışıyor ve uluslararası standartlarda araştırmalar yürütüyoruz. Şirket ile daha güzel işler başarabilmek adına imzaladığımız bu iyi niyet sözleşmesi, klinik araştırmalardaki kapasitemizi daha da güçlendirecek ve ülkemizin bilimsel katkısını ileriye taşıyacak önemli bir adım" ifadelerini kullandı. Novo Nordisk Türkiye Genel Müdürü Bike Başaklar iş birliğiyle ilgili şunları söyledi: "Adana Şehir Eğitim ve Araştırma Hastanesi ile imzaladığımız bu yeni protokol, bir iş birliğinden öte bilimsel bilginin paylaşımı, klinik deneyimin güçlenmesi ve daha fazla hastanın yenilikçi tedavilere erişmesi için atılmış somut bir adım. Amacımız, endüstri ve hastane iş birliğiyle klinik çalışma süreçlerini daha etkin hale getirerek, Türkiye’nin bölgesel araştırma gücünü artırmak ve uluslararası ölçekte fark oluşturacak projelere imza atmak. Bu iş birliğiyle hem hekimlerin öğrenme yolculuğunu destekliyor hem de hastalar için tedaviye erken erişim fırsatı oluşturuyoruz. Türkiye’nin klinik araştırmalarda bölgesel liderliğini güçlendirecek bu ortaklığın, kalıcı bilimsel değer oluşturacağına yürekten inanıyoruz."
Modern yaşamda asosyalliğin yükselişi ve nedenleri
22 Kasım 2025 Cumartesi - 11:02 Modern yaşamda asosyalliğin yükselişi ve nedenleri Eskişehir’de bulunan Psikolog Deniz Yetkinoğlu Gültekin, "Araştırmalar, dijitalleşen dünyada kişinin çok sayıda yüzeysel etkileşime sahip olmasına rağmen anlamlı sosyal bağlar kurmakta zorlandığını gösteriyor. Bu durum, ’Yalnız olduğum için değil, yalnız hissettiğim için geri çekiliyorum’ noktasına dönüşebiliyor" dedi. Psikolog Deniz Yetkinoğlu Gültekin, modern yaşamda asosyalliğin yükselişi ve nedenleriyle ilgili bilgilendirmede bulundu. Psikolog Gültekin, "Kişinin başkaları tarafından gözlenme durumunda kalabileceği; alışveriş yaparken biriyle konuşmak, gözlenmek, performans sergilemek ve sunum yapmak gibi toplumsal etkileşimlerde önemli ölçüde korku duyması ’sosyal kaygı’ olarak tanımlanır. Sosyal kaygının temelinde çoğu zaman başkaları tarafından kabul edilme ve onaylanma ihtiyacına yönelik aşırı bir hassasiyet bulunur. Kişi sosyal bir ortama girdiğinde ya da bir performans sergilemesi gerektiğinde, tüm dikkatini çevresinin tepkilerine yöneltir" şeklinde konuştu. "Kaygı arttıkça ortaya çıkan belirtiler kişinin performansını gerçekten düşürür" Sosyal kaygı yaşayan insanların, ’Beni onaylıyorlar mı?’ veya ’Yanlış bir şey mi söylüyorum?’ gibi düşüncelerle en küçük ifadeleri bile tehdit olarak algılayabileceklerini söyleyen Psikolog Gültekin, "Bu yüksek duyarlılığa çoğu zaman başarısız performans sergilemek korkusu da eşlik eder. Kaygı arttıkça fizyolojik uyarılma yükselir, kalp çarpıntısı, titreme, zihinsel dağınıklık gibi belirtiler kişinin performansını gerçekten düşürür. Böylece kişi, tam da korktuğu olumsuz değerlendirilmeyi kendi kaygısıyla tetikleyen bir döngünün içine girer" ifadelerini kullandı. "Kadınlarda sosyal kaygı daha sık görülmesine rağmen tedaviye başvuranların çoğu erkekler" Sağlık Bakanlığı’nın Türkiye Ruh Sağlığı Araştırması sonuçlarına da değinen Psikolog Gültekin, şöyle devam etti: "Yapılan araştırmaya göre sosyal kaygının 1 yıllık yaygınlığı toplumda yüzde 1.8, kadınlarda yüzde 2.3, erkeklerde ise yüzde 1.1 olduğu görülüyor. İlginç bir şekilde, kadınlarda sosyal kaygı daha sık görülmesine rağmen tedaviye başvuranların çoğu erkekler. Uzmanlara göre bunun nedeni, erkeklere toplumsal olarak yüklenen daha atılgan, daha kendini ifade edebilen olma beklentisi. Bu yüzden sosyal kaygı belirtileri erkeklerde daha fazla rahatsızlık oluşturabiliyor. Sosyal kaygı genellikle ergenlik döneminde, 13-20 yaş arasında başlıyor." "Araştırmalar, dijitalleşen dünyada kişinin anlamlı sosyal bağlar kurmakta zorlandığını gösteriyor" Sosyal geri çekilmenin ise çoğu zaman sosyal kaygının doğal bir uzantısı olduğuna dikkat çeken Psikolog Deniz Yetkinoğlu Gültekin, "Modern yaşamda geri çekilme psikolojik zorlukların yanı sıra tükenmişlik, aşırı iş yükü, dijital dünyanın sunduğu kolay ilişkiler ve duygusal yorgunluk gibi sosyokültürel faktörlerden de besleniyor. Sosyolojik araştırmalar, dijitalleşen dünyada kişinin çok sayıda yüzeysel etkileşime sahip olmasına rağmen anlamlı sosyal bağlar kurmakta zorlandığını da gösteriyor. Bu durum, ’Yalnız olduğum için değil, yalnız hissettiğim için geri çekiliyorum’ noktasına dönüşebiliyor. Pandemi sonrası dönemde yüz yüze sosyal temasın azalmasının sosyal kaygıyı artırdığına dair bulgular da bunu destekliyor" diye belirtti. "Doğru psikoterapi yöntemleriyle bu durum değiştirilebiliyor" Sosyal medyanın beslediği ’sürekli karşılaştırma’ kültürünün ise kişinin benlik algısında bozulmaya yol açarak sosyal ortamlara girme isteğini azaltabildiğini vurgulayan Psikolog Gültekin, "Bu noktada asosyallik aslında bir neden değil, kaygı, tükenmişlik, güvensizlik ve sosyal baskının birleşimiyle ortaya çıkan bir sonuç haline geliyor. Bilimsel araştırmalar, sosyal kaygı ve geri çekilmenin doğru psikoterapi yöntemleriyle güçlü bir biçimde değiştirilebildiğini gösteriyor. Bilişsel ve farkındalık temelli terapiler, kişinin hem kendi iç dünyasıyla daha sağlıklı bir ilişki kurmasına hem de başkalarının tepkilerini daha gerçekçi yorumlamasına yardımcı oluyor" dedi. "Asosyallik insani bir tepki" Psikolog Gültekin, sözlerini şu ifadelerle sonlandırdı: "Artan asosyallik bireyin zayıflığı değil, modern yaşamın karmaşık taleplerine verilen insani bir tepki. Sorunu anlamak kadar, kişinin kendisiyle ve çevresiyle kurduğu ilişkiyi yeniden değerlendirmesi de önemlidir. Çünkü sosyal ilişkiler, psikolojik iyilik hâlinin en önemli iyileştirici kaynaklarından biri olmayı sürdürüyor."
Uzmanından uyarı: "Akciğer kanserine yakalanmamak için sigaradan uzak durun"
22 Kasım 2025 Cumartesi - 10:04 Uzmanından uyarı: "Akciğer kanserine yakalanmamak için sigaradan uzak durun" Dünyada en sık görülen kanser türü olan akciğer kanseri vakalarının yaklaşık yüzde 85’inin sigarayla ilişkili olduğuna dikkat çeken Tıbbi Onkoloji Uzmanı Dr. Aynur Eken, hastalıktan korunmak için sigaradan uzak durulması uyarısında bulundu. Akciğer kanseri, dünyada görülen en sık kanser türleri arasında yer alıyor. Verilere göreyse en çok ölüme neden olan kanser türü, akciğer kanseri.Konuyla ilgili Acıbadem Adana Hastanesi Tıbbi Onkoloji Uzmanı Dr. Aynur Eken, hastalığın hem Türkiye’de hem de dünyada ciddi bir sağlık yükü oluşturduğunu ifade etti. Hastalığın kadınlar ve erkeklerde yaygın görüldüğünü belirten Dr. Eken, akciğer kanserinin genellikle ileri evrede teşhis edildiğini oysa erken evrede tespit edilmesi halinde tedavi başarısının ve yaşam süresinin belirgin şekilde arttığını dile getirdi. "Sigara tüm vakaların yüzde 85’inden sorumlu" Akciğer kanserinde en büyük risk faktörünün sigara olduğunu vurgulayan Dr. Aynur Eken, tüm akciğer kanserlerinin yaklaşık yüzde 85’inin sigarayla ilişkili olduğunu aktardı. Pasif içiciliğin sigara kullanmayan kişilerde bile riski artırdığını söyleyen Dr. Eken, hava kirliliği, radon gazı ve asbest gibi çevresel etkenlerin de önemli bir rol oynadığını anlattı. Akciğer kanserinin erken dönemde genellikle sessiz ilerlediğini belirten Dr. Eken, "Uzun süren ve karakter değiştiren öksürük, nefes darlığı, göğüs ağrısı, kanlı balgam, nedensiz kilo kaybı ve halsizlik gibi şikayetler mutlaka ciddiye alınmalı. Gecikmeden doktora başvurmak hayati önem taşıyor. Özellikle 50 yaş ve üzeri uzun süre sigara kullanmış bireylerde düşük doz tomografi ile tarama yapmak erken tanı şansını arttırıyor. Bu tarama, yüksek riskli kişilerde ise hayat kurtarıyor" ifadelerini kullandı. "Sağlığımız için sigaradan uzak durmalıyız" Korunma yollarına da değinen Dr. Eken sigara ve tütün ürünlerini bırakmanın en güçlü koruma yöntemi olduğunun altını çizdi. Pasif içicilikten uzak durmanın, yaşam alanlarını hava kirliliğine karşı güvenli tutmanın ve doktor önerisiyle düzenli risk değerlendirmesi yapmanın akciğer kanseri riskini azalttığını ifade eden Dr. Tıbbi Onkoloji Uzmanı Eken, "Farkındalık ayı boyunca toplumu bilgilendirmek, riskleri azaltmak ve erken tanıyı teşvik etmek amacıyla hareket ediyoruz. Sağlığımız için sigaradan uzak durmak, belirtileri önemsemek ve düzenli hekim kontrolünde olmak büyük fark oluşturur" diye konuştu.
Bir bebek, bir isim, bir ömürlük gönül bağı
22 Kasım 2025 Cumartesi - 09:43 Bir bebek, bir isim, bir ömürlük gönül bağı Şırnak’ta yürekleri ısıtan bir olay yaşandı. Yaklaşık 2 ay 10 gün önce Şırnak İl Emniyet Müdürü olarak göreve başlayan Volkan Sazak, halkın sevgisini kısa sürede kazanmayı başardı. Öyle ki, Veysi-Yağmur Müldür çiftinin dünyaya gelen ikiz bebeklerinden erkek olanına, emniyet müdürünün adı olan "Volkan" ismi verildi. Şırnak’ta görev yaptığı kısa süre içerisinde halkın gönlünde taht kuran İl Emniyet Müdürü Volkan Sazak, duygusal anlara sahne olan özel bir ziyaret gerçekleştirdi. Veysi-Yağmur Müldür çiftinin ikiz bebekleri dünyaya geldi. Aile, kızlarına Mira, erkek bebeklerine ise Volkan adını vererek büyük bir jestte bulundu. Bu anlamlı haberi duyan İl Emniyet Müdürü Sazak, çifti hastanede ziyaret ederek sevinçlerine ortak oldu. Baba Veysi Müldür, "Kısa bir süre olmasına rağmen halkımızda, milletimizde müdürümüzden çok memnun. Bundan dolayı bizde kendisinin adını oğlumuza vermekten şeref duyuyoruz. Müdürümüzün daha iyi hizmet edeceğine hiç kimsenin şüphesi olmasın. Her daim Şırnak halkının yanından olacağından emin olabilirsiniz" diye konuştu. "Bebeğe ismimin verilmiş olması beni için büyük bir şeref" Hastaneye tebrik ziyaretine gelen İl Emniyet Müdürü Volkan Sazak ise duygu dolu anlar yaşadı. Gözleri dolan Sazak, şunları söyledi: "Duygularımı anlatmakta zorlanıyorum. Çok heyecanlıyım. Huzurun şehri Şırnak’ta vatandaşlarımız ile yaklaşık 2 ay 10 gündür kurmuş olduğumuz güzel muhabbetin, gönül bağının bir sonucunu aldığımızı düşünüyorum. Şırnak’ımızda doğan bir bebeğe ismimin verilmiş olması benim için büyük bir şeref. Ailemize çok teşekkür ediyorum. Bu Şırnak polisi ile Şırnak halkının, aslında ne kadar iç içe olduğunu ve gönül bağlarının ne kadar güzel olduğunu, Bakanımızın bize vermiş olduğu talimatlar doğrultusunda, halkın içinde olmamızın aslında başarıyı getirdiğini bir kez daha gösterdi. Heyecanlıyım, gururluyum. Bu benim için bir şeref. Bu şerefi, bu onuru bana yaşattığı için değerli hemşerime çok teşekkür ediyorum. Çocuğumuza mutluluklar diliyorum. Aile çok önemli bizim için. Çocuk sayısı tabi ikide kalmayacak. Bu sayının daha da artmasını bekliyoruz. Her iki çocuğumuzun sağlık durumu çok iyi. Aynı zamanda beni kirvede yaptılar. Kirveliğinde gerekliliğini inşallah Şırnak örf ve adetlerine uygun olarak yerine getirmeye çalışacağız. Tekrar çok teşekkür ediyorum. Bu büyük bir şeref, jest, halkımızın bize olan güveninin bir göstergesi. Minik Volkan’ın hep yanında olacağım. Minik Volkan’ı büyüdükçe de inşallah hep beraber sizlere göstereceğiz. Uzun ömürler diliyorum, sağlık ve mutluluklar diliyorum. Sizin nezdinizde tüm Şırnak halkımıza, tüm Şırnaklı hemşerilerimize teşekkürlerimi iletiyorum". "Gece gündüz Şırnaklıların yanında olacağım sözü veriyorum" Emniyet Müdürü Sazak, tüm Şırnak halkına seslenerek, "İl emniyet müdürleri olarak, huzuru sağlamak için, asayişi en güzel şekilde sağlamak için gece gündüz demeden onların yanındayım. Bu davranışta, kardeşimin yaptığı bu jestte bunun neticelerini verdiğini gösteriyor. Gönül bağımız devam edecek Şırnaklılar ile. Her zaman onların yanında olmaya, her zaman onların arasında olmaya, gece gündüz onların yanında olacağıma bir kez daha tüm Şırnaklılara, kardeşimin huzurunda söz veriyorum. Şırnak emniyeti, Şırnak’ın huzuru için, halkının, vatandaşlarımızın, hemşerilerimizin her zaman emrinde olmaya devam edecek. Çok teşekkür ediyorum" dedi. İkiz bebekler Mira ve Volkan’ın sağlık durumlarının iyi olduğu öğrenilirken, anne ve bebekler rutin sağlık kontrollerin ardından taburcu edilecek.
Sokak lezzetleri besin zehirlenmesi riskini artırıyor
22 Kasım 2025 Cumartesi - 09:41 Sokak lezzetleri besin zehirlenmesi riskini artırıyor Sokak lezzetleri doğru ortamda hazırlanıp saklanmadığında ciddi besin zehirlenmelerine yol açabiliyor. Bu nedenle vatandaşların seçim yaparken daha dikkatli olması gerekiyor. Besin zehirlenmesi ile ilgili açıklamalarda bulunan Nev Sağlık Grubu Gastroenteroloji Uzmanı Dr. Mustafa Özel, özellikle yaz aylarında artan sıcaklıklarla birlikte sokak lezzetlerinin besin zehirlenmesi riskini önemli ölçüde yükselttiğini belirterek vatandaşları uyardı. Son dönemde yaşanan besin zehirlenmesi neticesinde ölümle sonuçlanabilen ciddi vakalar dikkat çekiyor. Hızlı, ekonomik ve lezzetli olması nedeniyle tercih edilen sokak lezzetleri; uygun olmayan saklama şartları ve hijyen yetersizliği nedeniyle tehlikeli hâle gelebiliyor. "Besin zehirlenmesi ciddi bir klinik tablo" Besin zehirlenmesinin, mikroorganizmalar veya toksinlerle kontamine olmuş gıdaların tüketilmesi sonucu ortaya çıkan bir klinik durum olduğunu belirten Dr. Özel, en sık rastlanan etkenleri şöyle sıraladı: "Salmonella, Staphylococcus aureus toksinleri, E. Coli, Clostridium perfringens, Norovirüs, Vibrio türleri (özellikle deniz ürünlerinde." "Herkes risk altında ancak bazı gruplar daha savunmasız" Bağışıklık sistemi zayıf olan kişilerin besin zehirlenmesine karşı daha hassas olduğunu vurgulayan Özel, "5 yaş altı çocuklar, 65 yaş üzeri bireyler, hamileler, kronik hastalığı olanlar ve bağışıklık sistemini baskılayan ilaçları kullananlar daha ağır seyirli tabloyla karşılaşabilir" ifadelerini kullandı. "Gıda zehirlenmesi bulaşıcıdır" Gıda kaynaklı enfeksiyonların bulaşıcı olduğuna dikkat çeken Dr. Özel, kusma ve dışkı yoluyla mikroorganizmaların çevreye kolayca yayılabileceğini, bu nedenle kapalı alanlarda hızlı bulaşma görüldüğünü belirtti. Özel, sokak lezzetlerinde riskin daha fazla olmasının başlıca sebeplerini ise Uygun olmayan saklama şartları, hijyen eksikliği, denetim eksikliği ve su kaynaklı riskler olarak sıraladı. Özel, "Et, tavuk ve deniz ürünleri tezgâhlarda uzun süre açıkta bekleyebiliyor. 5-60C arası bizim ‘tehlikeli sıcaklık bölgesi’ dediğimiz aralıktır; bakteriler bu sıcaklıklarda hızla çoğalır. Satıcıların el hijyeni, kullandıkları bıçak, tahta ve ekipmanların temizliği kritik öneme sahiptir. Çiğ ve pişmiş gıdaların aynı ekipmanla hazırlanması ciddi risk oluşturur. Sokak satıcılarının bir kısmı düzenli gıda güvenliği denetimlerinden geçmediği için risk fark edilmeden artabilir. Özellikle midye gibi ürünlerde deniz suyu temizliği çok önemlidir. Kirli sularda toplanan midyelerde ağır metal ve mikroorganizma riski yüksektir. Salata ve soslarda kullanılan suyun temiz olmaması da zehirlenmeye davetiye çıkarır" diye konuştu. En yüksek risk taşıyan sokak lezzetleri En riskli sokak lezzetlerinin başında Midye dolma ve midye tava geliyor. Midye türü besinlerde Vibrio ve Salmonella riski yüksek bulunuyor. Hemen hemen her köşe başında satılan Tavuk döner ve et döner ise yetersiz pişirme ve uzun süre sıcaklıkta beklediğinde zehirlemeye sebep olabiliyor. Avrupa’da pek çok ülkede satışı yasaklanan milli yiyeceğimiz kokoreç ise İç organ temelli kontaminasyon ve hijyen sorunları yüzünden tehlikeli. Kumpir ve garnitürlü ürünlerde mayonez ve salataların oda sıcaklığında beklemesi büyük risk taşıyor. Balık ekmek ve kızartmalar çok kullanılan yağ da pişirildiklerinde çapraz bulaşma tehlikesi taşıyor. Belirtiler genellikle 1-72 saat içinde başlıyor Belirtilerin genellikle birkaç saat içinde ortaya çıktığını belirten Özel, şikâyetlerin "Bulantı, kusma, karın ağrısı, kramp, sulu ishal, ateş, halsizlik ve nadiren kanlı ishal" olarak görüldüğünü aktardı. 24-48 saatten uzun süren kusma veya ishal, kanlı ishal, 38.5C üzeri ateş, aşırı halsizlik, bayılma hissi, dehidratasyon semptomları (ağız kuruluğu, çökük gözler) ve risk grubundaki bireylerde herhangi bir belirti ortaya çıktığında vakit geçirmeden en yakın hastaneye başvurmak gerekiyor. "Basit önlemlerle kendinizi koruyabilirsiniz" Her türlü tehlikeye ve riske rağmen sokak lezzetlerinden vazgeçemeyen vatandaşlara önerilerde bulunan Özel, "Satıcı seçimine dikkat edin. Kalabalık ve sirkülasyonu yüksek tezgâhları tercih edin. Yemeğin hazırlığını gözlemleyin. Kullanılan ekipmanların temizliğine bakın. Sıcak-soğuk zincirine dikkat edin. Sıcak yemeği sıcak, soğuk yemeği soğuk tüketin. Tezgâhta uzun süre beklemiş yiyeceklerden kaçının. Yemeğe başlamadan önce ellerinizi mutlaka yıkayın, mümkün değilse dezenfektan kullanın. Midye, tavuk ve et ürünlerine ekstra özen gösterin. Kaynağı belli olmayan midyelerden uzak durun. Tavuk ve et ürünlerinin tamamen pişmiş olduğuna dikkat edin" dedi.
Mersin’de 11 yıl ihmal edilen memedeki 8,5 kiloluk kitle ameliyatla çıkarıldı
22 Kasım 2025 Cumartesi - 09:40 Mersin’de 11 yıl ihmal edilen memedeki 8,5 kiloluk kitle ameliyatla çıkarıldı Mersin’de yaklaşık 11 yıl boyunca ihmal edilen memedeki kitle, gerçekleştirilen ameliyatla 8,5 kilo ağırlığında çıkarıldı. Mersin’de yaşayan 56 yaşındaki Kıymet Yıldızhan, yaklaşık 11 yıl önce göğsünde hafif ağrılar hissetmeye başladı. Önceleri ağrının geçici olduğunu düşünen ve ameliyat korkusu nedeniyle doktora gitmeyen Yıldızhan, yıllar içinde büyüyen kitleyle yaşamaya devam etti. Zamanla ağrıların artması, boyun ve omuz bölgesinde baskı oluşturması üzerine çocukları tarafından Toros Devlet Hastanesi’ne götürüldü. Hastanede yapılan muayene ve görüntülemelerde Yıldızhan’ın memesinde dev boyutta bir kitle tespit edildi. Bunun üzerine hasta, Genel Cerrahi Uzmanı Op. Dr. Hakan Dikme tarafından ameliyata alındı. Operasyon sırasında Yıldızhan’ın memesinden yaklaşık 8,5 kilogram ağırlığında kitle çıkarıldı. "Ben böyle bekledim, kimse beklemesin" Ameliyatının ardından konuşan Yıldızhan, uzun yıllar süren ihmalini belirterek, "Göğsüm her geçen yıl şişmeye başladı. Korktum, ameliyat olmadım. Yıllar boyu ben böyle bekledim, kimse beklemesin. Hakan hocadan Allah razı olsun, ‘Bir şey olmaz, biz yardımcı oluruz’ dedi. Ameliyatım başarılı geçti, çok şükür sağlığıma kavuştum. Kimse kendini ihmal etmesin. Ben yağ bezesi sandım, ‘önemli bir şey değildir’ dedim ve yıllar boyunca beklettim. Defalarca doktora gittim ama ameliyattan korktuğum için çıkaramadım. Şimdi ise kurtuldum çok şükür. Sağlık her şeyden önemli" diye konuştu. "21 yıldır böyle bir kitle görmedim" Ameliyatı gerçekleştiren Genel Cerrahi Uzmanı Op. Dr. Hakan Dikme, hastanın ilk geldiğinde öne eğilerek yürüdüğünü ifade etti. Dikme, "Kitle ciddi bir ağırlık yapıyordu ve boynuna, omzuna baskı uyguluyordu. Görüntülemelerde kitlenin mutlaka alınması gerektiği çok netti. Ameliyatta yaklaşık 8,5 kilo civarında bir kitle çıkardık. 21 yıldır görmedim böyle bir kitle. Yaklaşık 10-11 yıldır bu kitleyle yaşadığını öğrendik" dedi. Ameliyatın başarılı geçtiğini belirten Dikme, "Hastanın kanaması yok, dikiş bölgesi temiz. Ameliyattan bir gün sonra taburcu ettik. Bir hafta sonra kontrolüne çağıracağız" şeklinde konuştu. Memede fark edilen her kitlenin mutlaka ciddiye alınması gerektiğini de vurgulayan Dikme, "Bu kadar beklemek çok yanlış. Böyle bir durum fark edildiğinde mutlaka uzman bir hekime başvurmak gerekir. Erken tanı hem tedaviyi kısaltır, hem de muhtemel kötü sonuçların önüne geçer" ifadelerini kullandı.
Prof. Dr. Kartal: "DSÖ, antibiyotik direncini ’Sessiz pandemi’ olarak tanımlıyor"
22 Kasım 2025 Cumartesi - 09:39 Prof. Dr. Kartal: "DSÖ, antibiyotik direncini ’Sessiz pandemi’ olarak tanımlıyor" Eskişehir Osmangazi Üniversitesi (ESOGÜ) Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Elif Doyuk Kartal, antibiyotik direncini "Sessiz pandemi" olarak nitelendirdi. Kartal, gerekli önlemler alınmazsa 2050 yılına kadar dirençli enfeksiyonlara bağlı ölümlerde ciddi artış yaşanabileceğine dikkat çekti. Prof. Dr. Elif Doyuk Kartal, ‘Dünya Antimikrobiyal Direnç Farkındalık Haftası’ dolayısıyla önemli uyarılarda bulundu. 2025 yılı itibarıyla antibiyotik direncinin küresel bir tehdit düzeyine ulaştığını belirten Prof. Dr. Kartal, Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) raporlarına göre geniş spektrumlu antibiyotiklere karşı direnç düzeylerinin dünya genelinde yüzde 15 ila 40 oranında yükseldiğini vurguladı. Modern tıpta ciddi klinik sonuçlara yol açan bu durumun, ameliyatlardan kanser tedavilerine kadar pek çok alanda tedavi süreçlerini zorlaştırdığını ifade eden Kartal, akılcı ilaç kullanımının ve toplumsal farkındalığın hayati önem taşıdığını kaydetti. "Kritik patojenlerde direnç oranı yüzde 70’e ulaştı" Prof. Dr. Elif Doyuk Kartal, konuya ilişkin yaptığı açıklamada şu ifadelere yer verdi: "Antibiyotik direnci, enfeksiyon hastalıklarının yönetimini doğrudan etkileyen ve modern tıpta ciddi klinik sonuçlara yol açan bir olgu olarak, 2025 yılında önemli bir küresel tehdit düzeyine ulaşmıştır. Raporda bu durum ‘sessiz pandemi’ olarak tanımlanıyor. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) 2050’ye kadar dirençli enfeksiyonlara bağlı ölümlerde ciddi artış olabileceğini öngörüyor. DSÖ’nün son raporları, özellikle geniş spektrumlu antibiyotiklere karşı direnç düzeylerinin dünya genelinde yüzde 15-40 oranında yükseldiğine işaret etmektedir. Bazı bölgelerde kritik patojenlerde direnç oranı yüzde 70’e kadar çıkmaktadır. Rapora göre, her 6 bakteriyel enfeksiyondan biri antibiyotiklere karşı dirençli durumdadır. Takip edilen enfeksiyonların yüzde 24’ü birinci basamak antibiyotiklere yanıt vermemektedir." "Tedavi seçenekleri tükeniyor, ölüm oranları artıyor" Direnç artışının sadece sağlık açısından değil, ekonomik ve toplumsal açıdan da büyük risk taşıdığını vurgulayan Kartal: "Bu direnç artışı, sadece sağlık açısından değil ekonomik ve toplumsal açıdan da büyük risk taşıyor: Ameliyat, kanser kemoterapisi, yoğun bakım yatışı kaynaklı gelişen enfeksiyonlarda tedavi seçeneklerini ciddi şekilde sınırlamakta, tedavi süreçlerini uzatmakta ve ölüm oranlarını artırmaktadır. Gram-negatif bakterilerde görülen hızlı direnç artışı, yeni ilaç seçenekleri henüz yeterli düzeyde olmadığı için ciddi bir tıkanma oluşturmaktadır. Yanlış ve gereksiz antibiyotik kullanımı halen direncin başlıca sebeplerinden biri olarak ön plana çıkar." dedi. "Yanlış kullanım direnci tetikliyor" Direncin en büyük sebeplerinden birinin yanlış ve gereksiz antibiyotik kullanımı olduğunu belirten Prof. Dr. Kartal, açıklamasını şöyle sürdürdü: "Reçetesiz antibiyotik kullanımı, tedavinin erken kesilmesi, yanlış doz veya uygunsuz antibiyotik seçimi bakteriler üzerinde seçici bir baskı oluşturarak dirençli suşların hızla çoğalmasına yol açmaktadır. Antibiyotik direnci, yalnızca tıbbi bir problem değil; insan, hayvan ve çevre sağlığını kapsayan karmaşık bir küresel sorun olarak değerlendirilmelidir. 2025 verileri, önlem alınmadığı takdirde dirençli enfeksiyonların gelecek yıllarda çok daha büyük bir yük oluşturacağını göstermektedir. Dirençle mücadelede sadece ilaç geliştirmek yeterli değildir; elimizdeki antibiyotikleri uzun süre kullanmamamızı sağlayacak akılcı antibiyotik kullanım politikaları, bakteriyel enfeksiyon tanısını hızlı koyacak testlerin yaygınlaştırılması, toplumsal farkındalık, hem toplum hem de hastanelerde enfeksiyonlardan korunma yollarının geliştirilmesi, antimikrobiyal direncin küresel izlemi ve tabii günümüz şartlarında yenilikçi tanı tedavi yaklaşımlarının desteklenmesi en önemli başlıklardır."