Yerel Haberler
Eskişehir
25 Aralık 2025 Perşembe - 15:26 ’Otomatik Dikkatin Bilimsel Serüveni’ semineri düzenlendi Anadolu Üniversitesi Edebiyat Fakültesi tarafından düzenlenen ’Otomatik Dikkatin Bilimsel Serüveni: Son 22 Yılda Yanıldıklarımız ve Keşfettiklerimiz’ başlıklı seminer, Turuncu Salon’da gerçekleştirildi. TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi (TOBB ETÜ) Psikoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nart Bedin Atalay’ın konuşmacı olduğu seminere; Anadolu Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Psikoloji Bölümü Başkanı Prof. Dr. Aslı Aslan’ın yanı sıra öğretim elemanları ve öğrenciler katıldı. Sunumunda bilişsel süreçlerin tarihi gelişimini ve Stroop etkisini ele alan Prof. Dr. Nart Bedin Atalay, dikkatin yalnızca stratejik ve yavaş bir süreç olmadığını, çevresel ipuçlarıyla tetiklenen otomatik bir kontrol mekanizmasının devrede olduğunu ifade etti. Günlük hayattan örneklerle otomatik kontrolün evrimsel önemine değinen Atalay, "Çevre sürekli değişiyor ve biz adapte olmak zorundayız. Eğer her seferinde stratejik ve yavaş bir kontrol mekanizması kullansaydık, hayatta kalmamız zor olurdu. Otomatik kontrol, tehlike anında hızlı karar vermemizi ve enerjiden tasarruf etmemizi sağlar. Beyin enerjiyi verimli kullanmayı sever" dedi. İki dilli bireylerde dikkat süreçleri Konuşmasında laboratuvar ortamında yürütülen deneylere de yer veren Atalay, özellikle iki dilli bireyler üzerindeki dikkat çalışmalarına değindi. Dil hâkimiyetinin dikkat kontrolü üzerindeki etkilerini açıklayan Atalay, yapay zekâ ile insan beyni arasındaki ilişkiye de dikkat çekti. Modern yapay zekâ modellerinin, insan beynindeki hata düzeltme mekanizmalarına benzer şekilde çalıştığını belirten Atalay, buna karşın insan beyninin hâlâ daha esnek bir yapıya sahip olduğunu vurguladı. Seminer, soru-cevap bölümünün ardından Prof. Dr. Aslı Aslan’ın, Prof. Dr. Nart Bedin Atalay’a plaket takdim etmesiyle sona erdi.
Modern yaşamda asosyalliğin yükselişi ve nedenleri
22 Kasım 2025 Cumartesi - 11:02 Modern yaşamda asosyalliğin yükselişi ve nedenleri Eskişehir’de bulunan Psikolog Deniz Yetkinoğlu Gültekin, "Araştırmalar, dijitalleşen dünyada kişinin çok sayıda yüzeysel etkileşime sahip olmasına rağmen anlamlı sosyal bağlar kurmakta zorlandığını gösteriyor. Bu durum, ’Yalnız olduğum için değil, yalnız hissettiğim için geri çekiliyorum’ noktasına dönüşebiliyor" dedi. Psikolog Deniz Yetkinoğlu Gültekin, modern yaşamda asosyalliğin yükselişi ve nedenleriyle ilgili bilgilendirmede bulundu. Psikolog Gültekin, "Kişinin başkaları tarafından gözlenme durumunda kalabileceği; alışveriş yaparken biriyle konuşmak, gözlenmek, performans sergilemek ve sunum yapmak gibi toplumsal etkileşimlerde önemli ölçüde korku duyması ’sosyal kaygı’ olarak tanımlanır. Sosyal kaygının temelinde çoğu zaman başkaları tarafından kabul edilme ve onaylanma ihtiyacına yönelik aşırı bir hassasiyet bulunur. Kişi sosyal bir ortama girdiğinde ya da bir performans sergilemesi gerektiğinde, tüm dikkatini çevresinin tepkilerine yöneltir" şeklinde konuştu. "Kaygı arttıkça ortaya çıkan belirtiler kişinin performansını gerçekten düşürür" Sosyal kaygı yaşayan insanların, ’Beni onaylıyorlar mı?’ veya ’Yanlış bir şey mi söylüyorum?’ gibi düşüncelerle en küçük ifadeleri bile tehdit olarak algılayabileceklerini söyleyen Psikolog Gültekin, "Bu yüksek duyarlılığa çoğu zaman başarısız performans sergilemek korkusu da eşlik eder. Kaygı arttıkça fizyolojik uyarılma yükselir, kalp çarpıntısı, titreme, zihinsel dağınıklık gibi belirtiler kişinin performansını gerçekten düşürür. Böylece kişi, tam da korktuğu olumsuz değerlendirilmeyi kendi kaygısıyla tetikleyen bir döngünün içine girer" ifadelerini kullandı. "Kadınlarda sosyal kaygı daha sık görülmesine rağmen tedaviye başvuranların çoğu erkekler" Sağlık Bakanlığı’nın Türkiye Ruh Sağlığı Araştırması sonuçlarına da değinen Psikolog Gültekin, şöyle devam etti: "Yapılan araştırmaya göre sosyal kaygının 1 yıllık yaygınlığı toplumda yüzde 1.8, kadınlarda yüzde 2.3, erkeklerde ise yüzde 1.1 olduğu görülüyor. İlginç bir şekilde, kadınlarda sosyal kaygı daha sık görülmesine rağmen tedaviye başvuranların çoğu erkekler. Uzmanlara göre bunun nedeni, erkeklere toplumsal olarak yüklenen daha atılgan, daha kendini ifade edebilen olma beklentisi. Bu yüzden sosyal kaygı belirtileri erkeklerde daha fazla rahatsızlık oluşturabiliyor. Sosyal kaygı genellikle ergenlik döneminde, 13-20 yaş arasında başlıyor." "Araştırmalar, dijitalleşen dünyada kişinin anlamlı sosyal bağlar kurmakta zorlandığını gösteriyor" Sosyal geri çekilmenin ise çoğu zaman sosyal kaygının doğal bir uzantısı olduğuna dikkat çeken Psikolog Deniz Yetkinoğlu Gültekin, "Modern yaşamda geri çekilme psikolojik zorlukların yanı sıra tükenmişlik, aşırı iş yükü, dijital dünyanın sunduğu kolay ilişkiler ve duygusal yorgunluk gibi sosyokültürel faktörlerden de besleniyor. Sosyolojik araştırmalar, dijitalleşen dünyada kişinin çok sayıda yüzeysel etkileşime sahip olmasına rağmen anlamlı sosyal bağlar kurmakta zorlandığını da gösteriyor. Bu durum, ’Yalnız olduğum için değil, yalnız hissettiğim için geri çekiliyorum’ noktasına dönüşebiliyor. Pandemi sonrası dönemde yüz yüze sosyal temasın azalmasının sosyal kaygıyı artırdığına dair bulgular da bunu destekliyor" diye belirtti. "Doğru psikoterapi yöntemleriyle bu durum değiştirilebiliyor" Sosyal medyanın beslediği ’sürekli karşılaştırma’ kültürünün ise kişinin benlik algısında bozulmaya yol açarak sosyal ortamlara girme isteğini azaltabildiğini vurgulayan Psikolog Gültekin, "Bu noktada asosyallik aslında bir neden değil, kaygı, tükenmişlik, güvensizlik ve sosyal baskının birleşimiyle ortaya çıkan bir sonuç haline geliyor. Bilimsel araştırmalar, sosyal kaygı ve geri çekilmenin doğru psikoterapi yöntemleriyle güçlü bir biçimde değiştirilebildiğini gösteriyor. Bilişsel ve farkındalık temelli terapiler, kişinin hem kendi iç dünyasıyla daha sağlıklı bir ilişki kurmasına hem de başkalarının tepkilerini daha gerçekçi yorumlamasına yardımcı oluyor" dedi. "Asosyallik insani bir tepki" Psikolog Gültekin, sözlerini şu ifadelerle sonlandırdı: "Artan asosyallik bireyin zayıflığı değil, modern yaşamın karmaşık taleplerine verilen insani bir tepki. Sorunu anlamak kadar, kişinin kendisiyle ve çevresiyle kurduğu ilişkiyi yeniden değerlendirmesi de önemlidir. Çünkü sosyal ilişkiler, psikolojik iyilik hâlinin en önemli iyileştirici kaynaklarından biri olmayı sürdürüyor."
Prof. Dr. Kartal: "DSÖ, antibiyotik direncini ’Sessiz pandemi’ olarak tanımlıyor"
22 Kasım 2025 Cumartesi - 09:39 Prof. Dr. Kartal: "DSÖ, antibiyotik direncini ’Sessiz pandemi’ olarak tanımlıyor" Eskişehir Osmangazi Üniversitesi (ESOGÜ) Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Elif Doyuk Kartal, antibiyotik direncini "Sessiz pandemi" olarak nitelendirdi. Kartal, gerekli önlemler alınmazsa 2050 yılına kadar dirençli enfeksiyonlara bağlı ölümlerde ciddi artış yaşanabileceğine dikkat çekti. Prof. Dr. Elif Doyuk Kartal, ‘Dünya Antimikrobiyal Direnç Farkındalık Haftası’ dolayısıyla önemli uyarılarda bulundu. 2025 yılı itibarıyla antibiyotik direncinin küresel bir tehdit düzeyine ulaştığını belirten Prof. Dr. Kartal, Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) raporlarına göre geniş spektrumlu antibiyotiklere karşı direnç düzeylerinin dünya genelinde yüzde 15 ila 40 oranında yükseldiğini vurguladı. Modern tıpta ciddi klinik sonuçlara yol açan bu durumun, ameliyatlardan kanser tedavilerine kadar pek çok alanda tedavi süreçlerini zorlaştırdığını ifade eden Kartal, akılcı ilaç kullanımının ve toplumsal farkındalığın hayati önem taşıdığını kaydetti. "Kritik patojenlerde direnç oranı yüzde 70’e ulaştı" Prof. Dr. Elif Doyuk Kartal, konuya ilişkin yaptığı açıklamada şu ifadelere yer verdi: "Antibiyotik direnci, enfeksiyon hastalıklarının yönetimini doğrudan etkileyen ve modern tıpta ciddi klinik sonuçlara yol açan bir olgu olarak, 2025 yılında önemli bir küresel tehdit düzeyine ulaşmıştır. Raporda bu durum ‘sessiz pandemi’ olarak tanımlanıyor. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) 2050’ye kadar dirençli enfeksiyonlara bağlı ölümlerde ciddi artış olabileceğini öngörüyor. DSÖ’nün son raporları, özellikle geniş spektrumlu antibiyotiklere karşı direnç düzeylerinin dünya genelinde yüzde 15-40 oranında yükseldiğine işaret etmektedir. Bazı bölgelerde kritik patojenlerde direnç oranı yüzde 70’e kadar çıkmaktadır. Rapora göre, her 6 bakteriyel enfeksiyondan biri antibiyotiklere karşı dirençli durumdadır. Takip edilen enfeksiyonların yüzde 24’ü birinci basamak antibiyotiklere yanıt vermemektedir." "Tedavi seçenekleri tükeniyor, ölüm oranları artıyor" Direnç artışının sadece sağlık açısından değil, ekonomik ve toplumsal açıdan da büyük risk taşıdığını vurgulayan Kartal: "Bu direnç artışı, sadece sağlık açısından değil ekonomik ve toplumsal açıdan da büyük risk taşıyor: Ameliyat, kanser kemoterapisi, yoğun bakım yatışı kaynaklı gelişen enfeksiyonlarda tedavi seçeneklerini ciddi şekilde sınırlamakta, tedavi süreçlerini uzatmakta ve ölüm oranlarını artırmaktadır. Gram-negatif bakterilerde görülen hızlı direnç artışı, yeni ilaç seçenekleri henüz yeterli düzeyde olmadığı için ciddi bir tıkanma oluşturmaktadır. Yanlış ve gereksiz antibiyotik kullanımı halen direncin başlıca sebeplerinden biri olarak ön plana çıkar." dedi. "Yanlış kullanım direnci tetikliyor" Direncin en büyük sebeplerinden birinin yanlış ve gereksiz antibiyotik kullanımı olduğunu belirten Prof. Dr. Kartal, açıklamasını şöyle sürdürdü: "Reçetesiz antibiyotik kullanımı, tedavinin erken kesilmesi, yanlış doz veya uygunsuz antibiyotik seçimi bakteriler üzerinde seçici bir baskı oluşturarak dirençli suşların hızla çoğalmasına yol açmaktadır. Antibiyotik direnci, yalnızca tıbbi bir problem değil; insan, hayvan ve çevre sağlığını kapsayan karmaşık bir küresel sorun olarak değerlendirilmelidir. 2025 verileri, önlem alınmadığı takdirde dirençli enfeksiyonların gelecek yıllarda çok daha büyük bir yük oluşturacağını göstermektedir. Dirençle mücadelede sadece ilaç geliştirmek yeterli değildir; elimizdeki antibiyotikleri uzun süre kullanmamamızı sağlayacak akılcı antibiyotik kullanım politikaları, bakteriyel enfeksiyon tanısını hızlı koyacak testlerin yaygınlaştırılması, toplumsal farkındalık, hem toplum hem de hastanelerde enfeksiyonlardan korunma yollarının geliştirilmesi, antimikrobiyal direncin küresel izlemi ve tabii günümüz şartlarında yenilikçi tanı tedavi yaklaşımlarının desteklenmesi en önemli başlıklardır."
TEI’den 17 bin fidanlık 40. Yıl Hatıra Ormanı
21 Kasım 2025 Cuma - 14:56 TEI’den 17 bin fidanlık 40. Yıl Hatıra Ormanı Kurulduğu 1985 yılından bugüne Türkiye havacılık tarihine pek çok ilki ve rekoru kazandıran TEI, çalışanlarının katkılarıyla gerçekleştirdiği 17 bin fidan bağışıyla TEI 40. Yıl Hatıra Ormanı’nı oluşturdu. 2025 yılı içerisinde Türkiye’de meydana gelen orman yangınlarının neden olduğu tahribatı hafifletecek ve mevcut orman nüfusunu güçlendirecek TEI 40. Yıl Hatıra Ormanı, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın öncülüğünde başlatılan "Yeşil Vatan Seferberliği" vizyonu doğrultusunda hayata geçirildi. TEI çalışanlarının da yüksek sayıda fidan bağışlayarak yer aldığı proje, Eskişehir Orman Bölge Müdürlüğü koordinasyonuyla tamamlandı. Proje kapsamında düzenlenen ağaç dikim etkinliğine TEI Genel Müdürü Prof. Dr. Mahmut F. Akşit, Eskişehir Orman Bölge Müdür Yardımcısı Hasan Bozan, Eskişehir İşletme Müdürü Doğan Kiras ve TEI çalışanları katıldı. Törende konuşan TEI Genel Müdürü Akşit, "Bu yıl toplam 22 binin üzerinde fidan bağışladık. Bunu sadece kurum olarak gerçekleştirmedik, ciddi bir kısmı çalışanlarımızın şahsi bağışlarından oluşuyor. Türkiye, orman alanını artıran nadir ülkelerden biri. Bu konuda kurumlarımız çok iyi çalışıyor. Orman yangını olan bölgelerimize de çok hızlı bir şekilde kaybedilen ağaç sayısından fazla ağaç dikiliyor. Emeği geçen herkese teşekkür ediyorum." dedi. Eskişehir Orman Bölge Müdürlüğü adına söz alan Eskişehir Orman Bölge Müdür Yardımcısı Hasan Bozan ise konuşmasında "İnşallah bu bağış ülkemizin ormanlık alanları genişletecek ve küresel ısınmayla mücadelede önemli bir destek sağlayacak. Başta Genel Müdürümüz olmak üzere emeği geçen herkese teşekkür ediyorum." dedi. TEI 40. Yıl Hatıra Ormanı’nın yanı sıra, Eskişehir’deki orman yangını müdahalelerinde vefat eden TUSAŞ çalışanı anısına oluşturulan TUSAŞ Muharrem Can Hatıra Ormanı’na 5 bin, TEI stajyerleri için de 500’e yakın fidan bağışlayan TEI, bu sene toplam 22.500 ağaç bağışında bulundu. Doğanın korunması ve sürdürülebilir bir gelecek inşası için çalışmalarını sürdüren TEI ayrıca, Eskişehir kampüsünde yer alan 45 farklı ağaç türünde, 7 bine yakın ağaç nüfusunu da günden güne artırmaya devam ediyor.
Öğrenciler arası yemek hakkı paylaşımı artık mümkün
21 Kasım 2025 Cuma - 14:55 Öğrenciler arası yemek hakkı paylaşımı artık mümkün Anadolu Üniversitesi, yemekhane sistemine "öğrenciler arası yemek hakkı paylaşımı" özelliğini kazandırdı. Bu yenilik sayesinde yemekhanede yemek yiyemeyecek öğrenciler, o güne ait yemek haklarını önceden belirledikleri arkadaşlarına kolayca aktarabiliyor. Yeni sistem, öğrenciler arasında dayanışmayı güçlendirirken; özellikle yoğun akademik dönemlerde, sınav haftalarında ya da şehir dışına çıkılması gereken günlerde yemek hakkının boşa gitmesini önleyerek öğrenci bütçesine önemli bir katkı sağlıyor. Online devir özelliği sayesinde öğrenciler, diledikleri günün yemek hakkını tek tıkla arkadaşlarıyla paylaşabiliyor. Yemek hakkı paylaşımı, Yemekhane Bilgi Sistemi üzerinden kolaylıkla gerçekleştirilebiliyor. Yeni uygulama kapsamında öğrenciler, belirledikleri beş arkadaşından herhangi biriyle yemek haklarını paylaşma imkânına sahip. "Öğrenci dostu yeniliklerle kampüs yaşamını kolaylaştırıyoruz" Öğrenciler arası yemek hakkı paylaşımı uygulamasına ilişkin değerlendirmelerde bulunan Anadolu Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Yusuf Adıgüzel, üniversitenin tüm hizmetlerini öğrenci ihtiyaçları doğrultusunda sürekli geliştirdiklerini belirterek şu ifadeleri kullandı: "Anadolu Üniversitesi olarak tüm hizmetlerimizi öğrencilerimizin ihtiyaçlarına göre güncelliyor, kampüs yaşamını kolaylaştıracak yenilikleri hayata geçirmeye büyük önem veriyoruz. İçinde bulunduğumuz Yunus Emre Eğitim-Öğretim Yılı, bize yalnızca akademik bir çerçeve sunmakla kalmıyor; aynı zamanda Yunus Emre’nin insanı merkeze alan, birlik, gönülden verme ve kardeşlik üzerine kurulu değerlerini kampüs yaşamına yansıtma sorumluluğunu da hatırlatıyor. Bu doğrultuda sosyal destek alanlarını genişleterek 2 bin 600 öğrencimize yemek bursu imkânı sağladık. Ayrıca kampüsümüze kazandırdığımız Öğrenci Lokali ile öğrencilerimize hem bütçe dostu hem de sosyal açıdan zengin bir yaşam alanı sunuyoruz. Bunun yanında üniversite olarak Türkiye’nin en uygun fiyatlı öğrenci yemekhanesi konumumuzu kararlılıkla sürdürüyoruz. Yemekhane sistemine eklediğimiz öğrenciler arası yemek hakkı paylaşımı özelliği de bu anlayışın somut bir yansımasıdır. Öğrencilerimizin herhangi bir nedenle yemekhaneye gelemediği günlerde yemek haklarının ziyan olmadan arkadaşlarına kolayca aktarılabilmesi, kampüsümüzde dayanışmayı, paylaşmayı ve öğrenciler arasındaki güçlü bağları destekleyen bir uygulama olacak. Anadolu Üniversitesi olarak, öğrenci dostu yaklaşımımızı güçlendiren tüm bu yeniliklerle kampüs yaşamını daha nitelikli, daha destekleyici ve daha kapsayıcı hâle getirmeye devam edeceğiz."