KÜLTÜR SANAT - 13 Kasım 2015 Cuma 16:56

Altın Portakal için yarışacak uzun metrajlar belirlendi

A
A
A
Altın Portakal için yarışacak uzun metrajlar belirlendi

52. Uluslararası Antalya Film Festivali Ulusal Yarışma Bölümünde yarışacak 12 film belli oldu.

Antalya Büyükşehir Belediyesi tarafından düzenlenen 52. Uluslararası Antalya Film Festivali’nde geri sayım resmen başladı. Festivalin Ulusal Yarışma bölümünde yer alan 12 film belli oldu. Sinemamızın usta isimlerinin yanı sıra ilk filmine imza atan genç sinemacıların da yer aldığı Ulusal Yarışma’da 12 film, toplamda 14 kategoride sahiplerini bulacak Altın Portakal ödülleri için yarışacak.

52. Uluslararası Antalya Film Festivali Ulusal Yarışma Filmleri ise şu şekilde:

“Arama Moturu (Yön: Atalay Taşdiken) Dünya Prömiyeri, Artık Hayallerim Var (Yön: Nefin Dinç)Belgesel, Çırak (Yön: Emre Konuk) İlk Film Dünya Prömiyeri, Kalandar Soğuğu (Yön: Mustafa Kara) Türkiye Prömiyeri, Kümes (Yön: Ufuk Bayraktar) İlk Film, Misafir (Yön: Mehmet Eryılmaz), Muna (Yön: Serdar Gözelekli), Pia (Yön: Erdal Rahmi Hanay) Dünya Prömiyeri, Rüzgarın Hatıraları (Yön: Özcan Alper) Türkiye Prömiyeri, Saklı (Yön: Selim Evci), Sarmaşık (Yön: Tolga Karaçelik), Takım: Mahalle Aşkına (Yön: Emre Şahin)”

ARAMA MOTORU

“Mommo - Kız Kardeşim” ve “Meryem” filmleriyle Uluslararası alanda 15 ödül kazanan Atalay Taşdiken bu kez Arama Moturu ile Uluslararası Antalya Film Festivali’nde boy gösterecek. “Meryem” filmiyle 50. Uluslararası Antalya Film Festivali’nde 5 dalda ödül kazanan Taşdiken, bu yıl aynı zamanda yönetmenliğini Hacı Mehmet Duranoğlu ile beraber üstlendiği “Ah Yalan Dünyada” adlı Neşet Ertaş belgeseliyle de festival seçkisinde yer alıyor. Herkesin bir şeyler aradığı Anadolu coğrafyasıyla teknolojik bir yapı olan arama motoru arasında kurduğu ortaklıktan hareketle ironik bir mukayese denemesine girişen Taşdiken’in filmi, profesyonel oyuncu olmayan gerçek kişilerle ve çoğunlukla doğaçlama çekilmiş. Sıcak ve samimi diliyle izleyicisine keyifli bir seyir sunmaya hazırlanan “Arama Moturu”, dünya prömiyerini 52. Uluslararası Antalya Film Festivali’nde gerçekleştirecek filmler arasında.

ARTIK HAYALLERİM VAR

Ödüllü belgesel yönetmeni Nefin Dinç’in, Türkiye’nin belki de en önemli konu başlığı, ‘gençler’ hakkındaki belgeseli Artık Hayallerim Var, Ulusal Yarışma seçkisinin dikkat çekici yapımlarından. "Size bütün dünyaya duyurabileceğiniz tek bir cümle hakkı verseler o cümle ne olurdu?" sorusunun peşinden giden Dinç, Türkiye’nin 6 farklı şehrinden 72 öğrenciyle bu soruya cevap arıyor. Cümlelerini dünyaya sinema yoluyla duyurmayı seçen gençlerin etkileyici hikayesi, TRT Belgesel Günleri’nden aldığı En İyi Belgesel Ödülü’nden sonra şimdi festivalin Ulusal Yarışma’sında Altın Portakal için yarışıyor.

ÇIRAK

“İz (Reç)” ve “Halam Geldi” gibi yolu Antalya Film Festivali’nden geçen filmlerin görüntü yönetmenliğini üstlenmiş olan Emre Konuk, ilk filmi Çırak için yönetmen koltuğuna oturdu. Orta yaştaki Alim, Yakub ustanın yanında on beş yıldır çıraklık yapmaktadır. Günlerini rutin bir şekilde geçiren Alim’in hayatı, takıntıları yüzünden değişecektir. LPG’li araçların güvenliği olmadığına dair izlediği bir haberden sonra evini, dükkanının yakınına taşımaya karar vermesi, onun için dönüm noktası olur. Atmosfer yaratma becerisi ve hikaye anlatımındaki incelikleriyle dikkat çeken filmde Hakan Atalay, Çiğdem Selışık Onat, Tuğrul Çetiner, Levent Öktem, Sencar Sağdıç, Beran Soysal ve Nilüfer Açıkalın başlıca rollerde.

KALANDAR SOĞUĞU

2007’de “Umut Adası” filmiyle göçmenlik konusuna dikkat çeken genç yönetmen Mustafa Kara, geçtiğimiz hafta Tokyo Film Festivali’nden En İyi Yönetmen ve İzleyici Ödülü ile ayrılan filmi Kalandar Soğuğu ile doğduğu topraklara dönüş yapıyor. Karadeniz’in bir dağ köyünde ailesiyle yaşamakta olan Mehmet, bir yandan beslediği birkaç hayvanla günlük ihtiyaçlarını temin ederken diğer yandan büyük bir tutkuyla dağlarda maden aramaktadır. Madenden umudunu kesmişken duyduğu bir haberle yeni bir maceraya girişerek Artvin’deki boğa güreşlerine katılma kararı alır. Toronto’da büyüleyici görüntü yönetimi ve etkileyici hikayesiyle övülen film, ayağının tozuyla katılacağı Antalya Film Festivali’nde Türkiye Prömiyeri’ni gerçekleştirecek.

KÜMES

Ödüllü performanslarıyla Türkiye sinemasının önde gelen oyuncularından Ufuk Bayraktar bu kez kamera arkasına geçti. Bayraktar, hikayesi de kendisine ait olan Kümes’te hem başrollerden birini hem de yönetmenliği üstlendi. 1950’lerde bir dağ köyünde yaşayan dört çocuklu Sakine, verem olduğunu öğrendiğinde, kendince en iyi çözümü, kocası Süleyman’la kısır olan komşusu Hayriye’nin evlenmesinde bulur, böylece gözü arkada kalmayacaktır. Süleyman’la Hayriye’nin evlenmesinden kısa bir süre sonra Sakine’nin sapasağlam hastaneden taburcu olmasıyla, aynı evde yaşamaya mahkum kalan iki kadını zor günler beklemektedir. Bayraktar’ın, Süleyman’ı canlandırdığı filmde eşi Sakine rolünde Hasibe Eren, Hayriye rolünde ise Selen Domaç yer alıyor. “Kümes” Uluslararası Antalya Film Festivali’nde ilk kez seyirci karşısına çıkacak.

MİSAFİR

Dünya prömiyerini yaptığı 36. Montreal Film Festivali’nden FIPRESCI ve Jüri Özel ödülleriyle dönen misafir, yazar-yönetmen Mehmet Eryılmaz’ın “Hazan Mevsimi: Bir Panayır Hikayesi”nden sonra çektiği ikinci uzun metrajlı filmi. Baba evinden kovulduktan on yıl sonra annesinin ölüm döşeğinde olduğu haberini alarak, babası ve kardeşinin yanına dönen Nur’un amacı, dünya gözüyle annesini son bir kez görmek ve helalleşmektir ancak bu ziyaret Nur’un geçmişiyle giriştiği bir hesaplaşmaya da kapı açacaktır. Eryılmaz’ın bir önceki filminde de rol alan Zümrüt Erkin ve Fatih Al’a bu kez, Tamer Levent ve Ayten Uncuoğlu gibi usta isimlerin eşlik ettiği film, son derece sert hikayesini, olgun bir sinemasal anlatımla sarmalıyor.

MUNA

“En Mutlu Olduğum Yer” ve “Umut Üzümleri” filmlerinde yardımcı yönetmenlik yaparak başladığı sinemasal yolculuğuna, yolu Antalya Film Festivali’nden geçen ilk uzun metrajlı yönetmenlik denemesi “İnanç Odası” ile devam eden yönetmen Serdar Gözelekli yeni filmi Muna ile Ulusal Yarışma’da Altın Portakal için yarışacak. Başrollerini Leyla Göksun, Turgay Aydın, Kaan Çakır, Pınar Balkış, Suzan Genç ve Erkan Taşdöğen’in paylaştığı film, yarışmadaki diğer filmlerden farklı bir coğrafyada geçen hikayesiyle dikkat çekiyor. Gazze’de yaşayan altı yaşındaki Muna ve ailesinin evi, bir gece İsrailli askerler tarafından basılır. Mutfak dolabına saklanan Muna, sabah olduğunda tek başına kaldığını fark eder ve sokaklarda ailesini aramaya başlar. Kısa bir süre önce çocuğunu kaybeden Ela, savaş mağduru insanlara yardım etmek için Yeryüzü Doktorları’na katılarak Gazze’ye gelen bir cerrahtır. Ela ve Muna’nın yolları Gazze sokaklarında kesişir.

PİA

Genç yönetmen Erdal Rahmi Hanay’ın üçüncü uzun metrajlı filmi Pia, Doğu Anadolu’da ücra bir köyde geçen ölüm ve hayat döngüsü temalı bir öykü anlatıyor. Haydar, ölen karısına mezar yeri aramak için at arabasıyla çıktığı yolculuğunda birçok kasaba dolaşır. Ayaz ise yıllar önce ölen annesinin mezar yerini bulup bir mezar taşı koymak için dedesiyle beraber yolculuğa çıkar. Babası Haydar’ın yıllar önce annesinin tabutuyla geçtiği yerlerden geçip annesinin mezarını bulmaya çalışır. Başlıca rollerde Oktay Çağla, Doğukan Altıparmak, Ali Sultan Salik, Zühre Hanay ve Taies Ferzan’ın yer aldığı film, festivalde dünya prömiyerini gerçekleştirecek. Hanay’ın “Saba” adlı ikinci filmi de 2012’de Antalya’da Uluslararası Yarışma’da yer almıştı.

RÜZGARIN HATIRALARI

Bol ödüllü ilk filmi “Sonbahar” ile Türkiye sinemasının yakın dönem klasiklerinden birine imza atan ve kariyerine “Gelecek Uzun Sürer” ile devam eden yönetmen Özcan Alper, son filmi Rüzgarın Hatıraları’nda bu kez Anadolu coğrafyasının kayıp zenginliğinin peşinde. II. Dünya Savaşı’nın son günlerinde muhalif şair ve ressam Aram’ın, Türkiye’den kaçmak zorunda kalmasıyla birlikte, evrakları gelene dek SSCB - Gürcistan sınırındaki küçük bir dağ köyünde saklanmasıyla başlayan film, Aram’a yolculuğunda yardımcı olan Mikahil ve onun evinde kalan Meryem ile yeni gelişmelere gebedir. Montpellier Film Festivali kapsamında CİNEMED’de senaryo birinciliği ve Rotterdam Film Festivali Huberts Bals fonundan da senaryo desteği alan filmde, Alper’in ilk fimi “Sonbahar”daki performansıyla adından söz ettiren Onur Saylak’ın yanı sıra, Mustafa Uğurlu, Sofya Khandamirova, Murat Daltaban, Ebru Özkan ve Tuba Büyüküstün, gibi önemli isimler de yer alıyor. Geçtiğimiz yıl Antalya Film Forum’un Work in Progress ödülünün sahibi olan “Rüzgarın Hatıraları”, Türkiye prömiyerini festivalin Ulusal Yarışma’sında gerçekleştirecek.

SAKLI

İlk uzun metrajlı filmi “İki Çizgi”nin prömiyerini 45. Antalya Film Festivali’nde gerçekleştiren Selim Evci, 2013 yapımı ikinci filmi “Rüzgarlar”dan sonra çektiği ve başrollerini İlhan Şeşen, Settar Tanrıöğen, Türkü Turan, Pelin Akil ve Ümit Çırak’ın paylaştığı Saklı ile yeniden Ulusal Yarışma’da Altın Portakal için yarışıyor. Dünya prömiyerini Montreal Film Festivali’nin ana yarışmasında gerçekleştiren “Saklı”, vakur kişiliğiyle tanınan bir müzisyen olan Mahir Bey ile kızının arkadaşı Duru arasındaki, ortaya çıkması an meselesi olan saklı bir ilişki ve bu ilişkinin yansımalarına odaklanıyor.

SARMAŞIK

İlk uzun metrajlı filmi “Gişe Memuru” ile 47. Uluslararası Antalya Film Festivali’nde üç dalda ödül kazanan yönetmen Tolga Karaçelik, dünya prömiyerini Sundance Film Festivali’nin Dünya Sineması yarışmasında gerçekleştiren Sarmaşık ile bir kez daha Altın Portakal için yarışıyor. Sarmaşık gemisi, Mısır’dan yük aldıktan sonra tahliye limanına yola çıkar. Sefer devam ederken geminin armatörü iflas eder ve Mısır’a vardıklarında armatörün liman parasını ödemediği anlaşılır, geminin üstünde haciz vardır. Gemi, demirleme alanına çekilir. Mürettebattan altı kişi ise pasaportlarına el konularak gemide bırakılır. Böylece yiyecek ve içeceğin de iyice azalmasıyla gemi, insanın insanı avladığı bir alana dönüşür. Toronto Film Festivali’nin resmi seçkisinde de yer alan ve son olarak Adana’da En İyi Yönetmen ve En İyi Erkek Oyuncu Altın Koza’sını kazanan filmde son zamanların en başarılı erkek oyuncularından Nadir Sarıbacak ile Özgür Emre Yıldırım, Kadir Çermik, Hakan Karsak, Osman Alkaş ve Seyithan Özdemir rol alıyor.

TAKIM: MAHALLE AŞKINA

Emmy ödüllü reklam, belgesel ve televizyon yönetmeni Emre Şahin, 46. Uluslararası Antalya Film Festivali’nde En İyi Film Altın Portakal’ı için yarışan “40”ın ardından yeni uzun metrajı Takım: Mahalle Aşkına ile bir kez daha Ulusal Yarışma’da. Geçtiğimiz haftalarda vizyona giren ve hem eleştirmenler, hem de seyirciden övgü toplayan filmin kahramanı aslında İstanbul’un plazalarla kuşatılmış bir mahallesindeki halı saha! Borcuna rağmen sahalarını inşaat şirketine satmak istemeyen Soyugüzel ailesinin çocukları Turgay ve eski futbolcu ağabeyi Tufan, içinde bulundukları kötü durumdan kurtulmanın çözümünü büyük ödüllü bir sokak futbolu turnuvasına katılmakta bulur. Başarılı olmaları için de yardımlarına, babaları Rıza’nın ‘yetenekli futbolcular defteri’ yetişir. Senaryosunda İnan Temelkuran’ın da imzası bulunan filmin renkli oyuncu kadrosu ise Fırat Tanış, Cezmi Baskın, Rozet Hubeş, Erkan Kolçak Köstendil, Mehmet Özgür, Özgür Emre Yıldırım, Pascal Nouma, Sinan Bengier ve Emre Tilev gibi isimlerden oluşuyor.

Bunlar Da İlginizi Çekebilir
İstanbul Paribu Cineverse, Emaar Square Mall’daki yeni "ScreenX Salonu" ile sinema deneyimini yeniden tanımlıyor Paribu Cineverse, Emaar Square Mall’da hayata geçirdiği Türkiye’nin en büyük ScreenX salonu ile sinema teknolojilerinde yeni bir dönemin kapılarını araladı. Birden fazla yeni nesil sinema teknolojisini aynı salonda buluşturan bu özel deneyim alanı; görüntü, ses ve konforu bütünsel bir yaklaşımla ele alarak izleyicilere alışılmışın ötesinde bir sinema deneyimi sunuyor. Paribu Cineverse, Emaar Square Mall’da hayata geçirdiği yeni ScreenX salonu ile sinema teknolojilerinde önemli bir adım attı. Ana perdenin yanı sıra yan duvarlara kadar uzanan panoramik görüntü alanı sayesinde izleyiciyi filmin merkezine taşıyan salon, görüntü, ses ve konforu bütünsel bir yaklaşımla ele alarak sinemayı yalnızca izlenen değil, yaşanan bir deneyime dönüştürüyor. Türkiye’de ilk kez Paribu Cineverse Emaar Square Mall’da 19 Aralık’ta, "Avatar: Ateş ve Kül" filmiyle kapılarını açan yeni ScreenX salonu, yalnızca ana perdeyi değil; salonun yan duvarlarına doğru genişleyerek izleyicinin tüm görüş alanını kapsıyor. Bu sayede sahneler izleyiciyi çevreliyor, seyir deneyimi daha derin ve etkileyici bir boyut kazanıyor. "Bu format seyircide bir filmin izleyicisi olma değil; o sahnenin içinde yaşıyor olma hissini uyandıracak" CGV Mars Cinema Group Dijital Sinema Sistemleri Müdür Yardımcısı Ferhat Ersoy, ScreenX formatlı yeni salonda seyircilere sunulacak olan yüksek teknoloji sinema deneyimiyle ilgili şu ifadelere yer verdi: "Bugün burada açmış olduğumuz salon ’ScreenX’ formatında gösterim yapacağımız bir salon. Bu format ana perdenin yanı sıra yan duvarlarda da görüntü verme esasına dayanıyor. Bu sayede izleyiciler ana perdede akan sahnenin devamını salonun sağ ve sol duvarlarında da izleyerek filmin tamamen içerisindeymiş gibi bir his yaşayabiliyor. Biz geleneksel sinemada hep ana perdeye ve tek bir merkeze odaklanıyoruz fakat bu sahnenin sağında ve solunda da akan görüntü olduğu zaman ve bunu ayarlanabilen, yatabilen koltuklarla birleştirdiğimiz zaman izleyici bütün bir filmi hiç kaçırmadan izleyebiliyor olacak. Bu da seyircide bir filmin izleyicisi olma değil; o sahnenin içinde yaşıyor olma hissini uyandıracak." "Seyirci ’ben bu filmi izlemiyorum, ben bu filmi yaşıyorum’ diyecek" ScreenX formatının geleneksel sinemaya göre pek çok farklı ve özel deneyim sunduğuna değinen Ferhat Ersoy, "Bu formatın geleneksel sinemadan ayrılan en büyük özelliği ana perdenin haricinde sağ ve sol duvarlarda da görüntünün olması. İzleyici burada öncelikle standart bir sinema filmini izlermiş gibi izlemeye başlayacak; yani perdeye odaklanacak ve perdeyi izleyecek. Ardından bir anda sağında ve solunda da görüntüler akmaya başlayınca, ’ben bu filmi izlemiyorum, ben bu filmi yaşıyorum’ diyecek. Elbette ki özel ses sistemimiz sayesinde görüntüyle birlikte ses de izleyiciyi kapsadığında izleyici adeta filmin bir kahramanı olacak. Misafirlerimiz tüm konforuyla ve rahatlığıyla o filmin bir karakteri ve oyuncusu olabilecek" dedi. "ScreenX formatını sinemanın geldiği son versiyon olarak adlandırıyoruz" Aksoy, son dönemlerde artan seyirci sayısının yeni nesil sinema deneyimine olumlu yönde katkı sunacağına inandığını belirterek, "Diğer formatlardan farklı olarak biz burayı ’sinemanın son versiyonu’ olarak adlandırıyoruz çünkü tek bir teknolojiyle sınırlı değil; farklı teknolojilerin ve farklı tasarımların bütünleştirdiği bir salon. Bu noktada özellikle yılın son aylarında yükselen seyirci sayıları, bizi hem bu yıl için hem de gelecek yıllar için umutlandırıyor. Başka bu salonumuz olmak üzere bütün seyircilerimizi ve sinemaseverlerimizi bu sinema salonumuza bekliyoruz" şeklinde konuştu. "Aksiyon sahnelerinde sanki biz de onlarla beraber uçuyormuşuz, birlikte yüzüyormuşuz gibiydi" Yeni salonda filmin ilk izleyicilerinden olan Dilara Pınaryolu, salonun çok keyifli ve gerçek bir deneyim sunduğunu dile getirerek, "Daha önce hiç deneyimlemediğimiz bir şeydi. İlk başta çok şaşırdık, yanlarda ekran olduğunu görmek garip geldi ama sonrasında filmin tamamen içine girebildik. Hele ki böyle bir filmde gerçekten bizi o dünyanın içine aldı diyebilirim. Özellikle aksiyon sahnelerinde yan ekranlar çok kullanıldı; o sahnelerde sanki biz de onlarla beraber uçuyormuşuz, birlikte yüzüyormuşuz gibiydi. Bizim için çok güzel bir deneyimdi" dedi. "Filmin içinde bulunmak ve her açıdan her duyguya hitap eden bir şeyin içinde yer almak çok keyifliydi" İzleyicilerden Itır Ataç salonla ilgili düşüncelerini, "Sinemayı çok seviyorum, film izlemekten de çok keyif alıyorum. İlk kez böyle bir şey deneyimledim, çok güzeldi. Filmin içinde bulunmak ve her açıdan her duyguya hitap eden bir şeyin içinde yer almak çok keyifliydi. Bir yandan da sanki evdeymiş gibi bir rahatlık vardı, hem de normal bir sinema salonunda filmi sadece tek bir açıdan izlerken burada 3 farklı perdeden izleyebilmek çok güzel bir deneyim oldu" diyerek aktardı. "Gerçekten oradaymışım gibiydi, filmi sanki içinde izliyormuşum gibiydi" Son olarak Parla Evliyazade ilk kez karşılaştığı yeni nesil film izleme deneyimiyle alakalı olarak, "Çok güzeldi, kendimi oradaymış gibi hissettim. Çok heyecanlıydı, ilk kez böyle bir deneyim yaşadım, çok güzeldi. Gerçekten oradaymışım gibiydi, filmi sanki içinde izliyormuşum gibiydi. Kesinlikle bir daha geleceğim, herkese de öneriyorum" ifadelerini kullandı. ScreenX ile görüntüde sınırlar ortadan kalkıyor Paribu Cineverse Emaar Square Mall’daki ScreenX salonu, Türkiye’de birden fazla yeni nesil sinema teknolojisini aynı salonda buluşturan, eşi benzeri olmayan bir deneyim alanı olarak öne çıkıyor. Türkiye’de ilk ve tek olan yeni nesil RGB lazer projektör ile 4K çözünürlükte sunulan kusursuz görüntü kalitesi; bu kaliteyi izleyiciye en doğru şekilde yansıtan özel geliştirilen sinema perdesi, ScreenX formatında sunulan Türkiye’nin en geniş görüntü alanı ile sinema deneyimini zirveye taşıyor. 16,92 x 9,14 metre ölçülerindeki salon, Türkiye’nin en büyük ScreenX perdesine ev sahipliği yapıyor. Öte yandan özel tasarım geniş ve ayarlanabilir koltuklar ile izleyicinin maksimum konforla filme odaklanmasını hedefleyen 176 kişilik kapasiteye sahip bu yeni salon, sinemayı yalnızca izlemekle kalmadan, seyirciye adeta filmin içinde yer veren bir deneyim yaşamak isteyen tüm sinemaseverleri bekliyor.
İstanbul İnmede belirtilere dikkat: "1 dakika bile çok önemli" Dünyada ve Türkiye’de her yıl çok sayıda kişiyi yaşamdan koparan inmenin önlenebilir bir rahatsızlık olduğunu aktaran uzmanlar, "Belirtileri ‘Geçer’ diye düşünmemek lazım. Bazen küçük bir güçsüzlük ya da uyuşmayla başlayıp yaşamı tehdit eden seviyelere ulaşabiliyor. Yaş ilerledikçe inme için risk artıyor, genç popülasyonda da artık tansiyon, şeker, kalp rahatsızlıklarını fazlaca görüyoruz, inme sıklığının arttığını net bir şekilde söyleyebiliriz. Hasta, ne kadar hızlı ve erken başvurursa başarı oranımız o kadar yüksek. Bazen 1 dakika bile çok önemli" dedi. İnme (felç) her yıl çok sayıda kişiyi yaşamdan koparırken uzmanlar uyarıyor. Ümraniye Eğitim ve Araştırma Hastanesi Nöroloji Bölümü Eğitim ve İdari Sorumlusu Doç. Dr. Nevin Pazarcı ve Girişimsel Radyoloji Uzmanı Dr. Mustafa Demir inmenin yüzde kayma, çekilme, konuşmada bozulma, aynı taraf kol ya da bacakta güçsüzlük, kol ve bacak bölgesinde uyuşma gibi belirtileri olduğunu aktardı. İnmede risk faktörlerine dikkat edilmesi gerektiği söyleyen uzmanlar, hastalığın önlenebilir olduğunu söyleyerek tedavisine ilişkin konuştu. Genellikle ileri yaş hastalığı olarak düşünüldüğü belirtilirken gençlerde de olabildiğine dikkat çekildi. Geçmişte inme sebebiyle hastanelerine getirilen 45 yaşındaki Şef Rüzgar Sünbül’ün başarılı tedavisine yönelik de bilgi verilirken Sünbül ise yaşadıklarını anlattı. "Hastaneye gelişlerin 112 üzerinden olmasını tercih ediyoruz, çok fazla vakit harcayabiliyorlar" "Dünyada inme sıklığı oldukça artıyor çünkü hem yaş artıyor hem farkındalık artıyor" diyerek sözlerine başlayan Doç. Dr. Nevin Pazarcı, "İnme bazen uyuşma bazen konuşmada takılma, konuşamamayla, bilinç değişiklikleriyle baş dönmesi, dengesizlik, çift görme gibi problemlerle geliyor. Ani olarak gelişen beyinde bir damarın tıkanması ya da kanaması şeklinde ortaya çıkan tabloları inme olarak değerlendiriyoruz. Yaş ilerledikçe inme için risk artıyor çünkü inmeye yol açacak hastalıkların sıklığı da artıyor. Tansiyon, şeker, yüksek kolesterol, sedanter yaşam, sigara ciddi bir risk faktörü. Genç hastalarda gördüğümüz inmelerde biraz daha genetik, damarın kendi yapısına ait faktörler mevcut. Kadınlarda özellikle doğurganlık çağında, gebelik, doğum, doğum sonrası lohusalık dönemi ve kullanılan gebelik önleyici ilaçların getirdiği bir takım farklı inme tablolarını da görebiliyoruz. Kesinlikle hastaneye gelişlerin 112 üzerinden olmasını tercih ediyoruz çünkü kendi imkanlarıyla gelmek isterken çok fazla vakit harcayabiliyorlar" ifadelerini kullandı. "İnme sıklığının arttığını net bir şekilde söyleyebiliriz" Belirtilere kulak vermenin önemine dikkat çeken Doç. Dr. Pazarcı, "Geçer, hafif bir şey, gitmeyelim’ diye düşünmemek lazım. Bazen küçük bir güçsüzlük ya da uyuşmayla başlayıp birkaç saat sonrasına ciddi yaşamı tehdit eden, hayatın kalan kısmında büyük zorluklar çıkartabilecek seviyelere ulaşabiliyor. Genç popülasyonda da artık tansiyon, şeker, kalp rahatsızlıklarını fazlaca görüyoruz. Bu nedenle inme sıklığının arttığını net bir şekilde söyleyebiliriz. Hem girişimsel olarak damar içi işlemlerle tedavi yapılırken her zaman tıkalı ya da yırtılmış bir damar görmeyebiliyoruz. O durumlarda da uyguladığımız damar yolundan verdiğimiz yüksek seviyedeki kan sulandırıcılarla erken dönemde müdahale yapılabiliyor. Tıkanıklığa bağlı inmelerde ilk 4,5 saat içerisinde hastanede olmuş olmak çok değerli. Hastalığı tedavi etmek değil önlemek hedeflerimiz. Hastalarımızın büyük çoğunluğu Rüzgar Bey gibi toparlıyor. İnme önlenebilir bir hastalık, inme gelişmeden önce risk faktörlerinin kontrol altında tutulması çok değerli" diye konuştu. "Hasta ne kadar erken başvurursa tedavideki başarı oranımız o kadar yüksek" Geçmişte inme tedavisi gerçekleştirdikleri hastasının durumuna yönelik konuşan Uzm. Dr. Mustafa Demir, "Uzun süre önce Rüzgar Bey geldiğinde bilinç tamamen kapalıydı. Sağ tarafında hem kol hem bacakta belirgin güç kaybı vardı, tamamen felçliydi. Şikayetleri ortalama 1,5 saat önce başlamıştı, acile başvurmuş, inme düşünülünce hızlıca bize geldi. Görüntülemeyle tıkalı damarı bulup pıhtıyı çıkarma işlemi yaparak tedavi ettik. Vatandaşların en çok dikkat etmesi gereken nokta; şöyle biliniyor, ‘İnmenin ya da felcin tedavisi yoktur’. Tedavideki en önemli faktör; zaman. Hasta, ne kadar hızlı, erken başvurursa tedavideki başarı oranımız o kadar yüksek. 1’inci saat ile 3-4 saat sonra tedavi ettiğimiz hasta arasında ciddi farklar var. Bazen 1 dakika bile çok önemli. Hasta geldiği zaman acilde görüntülemesini yapıyoruz, damarsal bir durum var mı? Atan pıhtı veya bir yırtılması varsa tespit edip hemen tedavi etmek, o anki acil problemini çözdükten sonra neden olan altta bir rahatsızlık var mı? Bulmak için sonraki süreçte araştırma yapıyoruz. Altta yatan hastalıklar olabiliyor; kalp ritim bozuklukları, damar daralmaları, bazı genetik hastalıklar inmeye neden olabilecek hastalıklar. Tedavide bir kateter yardımıyla beyne ulaşıyoruz, beyindeki tıkalı damarı bulup bazen kateterlerle bazen stentlerle pıhtıyı çıkarıp tedavi ediyoruz. Hastaya göre değişmekle ortalama 2-3 saatlik bir işlem. Genelde şu bulgularla başlar; yüzde kayma, kolda güç kaybı, ağız kenarında kayma. Genelde hastaların yüzüne soğuk su dökme, başka bir uyarıcı vererek tedavi etmeye çalışılır tamamen yanlış, zaman kaybettirdiği için ekstra zararı var" dedi. "Konuşuyorum sanıyorum ama anlamıyorlar" Mutfağa gönül verdiğini söyleyen Şef Rüzgar Sünbül, "3,5-4 sene önce geldim, rahatsızlığı evde yaşadım. Kendime geldikten sonra önce konuşuyorum sanıyorum ama dışarıda anlamıyorlar, hiç konuşamadım, sadece sesler geliyordu. Şu anda şefim zaten yemek yapıyorum, yazıyorum, konuşuyorum. Ellerim, ayaklarım hatta gözlerim boşa düştü, kemer kullanıyordum, bir türlü takamadım. Bulanık görmeye başladım, ne oluyor diyorum, ‘Herhalde kahvaltı yapmadım, kahve içmedim’ gibi aklıma gelen oydu. Pıhtıyı hiç bilmiyorum o zamana kadar araştırmadım, sonra öğrendim ki böyle bir hastalık varmış. Öncesinde hiçbir şeyim yoktu. Şansım; Ümraniye Hastanesi benim için çok iyiydi" şeklinde konuştu.
Kocaeli "Üç Jokerli Konken" Almanya’da beğeni topladı Kocaeli Şehir Tiyatroları, Almanya’da düzenlenen 10. Türk-Alman Tiyatro Festivali’ne bu yıl sevilen oyunu "Üç Jokerli Konken" ile damgasını vurdu. Tek perde olarak sahnelenen komedi oyunu festival programının öne çıkan yapımlarından biri olurken, seyirciler oyunu dakikalarca ayakta alkışladı. Kocaeli Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı Şehir Tiyatroları, 10. Türk-Alman Tiyatro Festivali için gittiği Almanya’da büyük beğeni topladı. Şehir Tiyatroları’nın hem güldüren hem de düşündüren oyunu "Üç Jokerli Konken" bu kez yurtdışında izleyicisiyle buluştu. Festivalde salonu dolduran tiyatroseverler, oyunun hem güçlü oyunculuklarına hem de sahne üzerinde kurduğu samimi ve eğlenceli atmosfere adeta hayran kaldı. Almanya’da büyük ilgiyle karşılanan "Üç Jokerli Konken" özellikle konusuyla dikkat çekti. Oyun, üç yakın arkadaşın yıllardır süren konken buluşmalarında beklenmedik sırlar, kırılmalar ve komik çatışmalarla dolu yüzleşmeye dönüşmesini konu alıyor. Bu üç arkadaşın evrensel dostlukları da bu yanıyla izleyiciyi hem güldürdü hem de duygu dolu anlar yaşattı. İzleyiciden özgü dolu yorumlar Oyun sonunda yapılan söyleşide seyirciler, özellikle karakterlerin içtenlikli performansları ile oyunun ritmi ve sahneleme dili hakkında övgü dolu yorumlarda bulundu. Festival yetkilileri, Kocaeli Şehir Tiyatroları’nı Türk tiyatrosunun Almanya’da güçlü temsilcisi olmayı sürdürmesinden dolayı tebrik etti. Kocaeli Şehir Tiyatroları, uluslararası festivallerde yer almaya devam ederek hem Türkiye’yi hem de kentin kültür sanat vizyonunu gururla temsil etmeyi sürdürüyor.
Hatay Evladından bahsederken gözyaşlarına boğulan anneanne, depremde kaybettiği kızının emaneti olan torunlarına hem annelik hem de babalık yapıyor Hatay’da asrın felaketinde kızını, damadını ve 10 aylık torununu kaybeden Arzu Keser, depremden sağ kurtulan Ayaz ve Ada Naz isimli torunlarına hem annelik hem de babalık yapıyor. Evladının ismi geçtiğinde gözyaşlarına boğulan Keser, kızının kokusunu aldığı torunu Ada Naz’ın kendine her ‘anne’ deyişinde derinden yaralanıyor. Kahramanmaraş merkezli depremde en çok hasara uğrayan Hatay’da binlerce bina yerle bir olurken, yaklaşık 25 bin insan hayatını kaybetmişti. Antakya ilçesi Güzelburç Mahallesi’nde bulunan 600 Evler Sitesi, depremin ilk saniyelerinde yerle bir olmuş ve yaklaşık bin 200 kişiye mezar olmuştu. Depreme 600 Evler Sitesi’nde yakalanan Berberoğlu ailesinden; 29 yaşındaki anne Muazzez Berberoğlu, 29 yaşındaki baba Sezer Berberoğlu ve 10 aylık Edanaz Berberoğlu enkazda can verirken, Ayaz ve Ada Naz kardeşler 2 gün sonra enkaz altından kurtarılarak yaşama tutundular. Depremde vefat eden çiftten geriye kalan 10 yaşındaki Ayaz ve 5 yaşındaki Ada Naz kardeşlereyse anneneleri Arzu Keser ve dedeleri Hasan Keser sahip çıktı. Depremde kaybettiği kızının kokusunu aldığı torunlarına gözü gibi bakan anneanne Keser, torunlarıyla birlikte oyunlar oynuyor ve ödevlerinde yardımcı olurken dede ise torunlarıyla dışarıya çıkıp geziyor ve kız torununun saçını yapıyor. Kız torunun kendisine her ‘anne’ diye hitabında derinden yaralanan anneanne Keser, kızını hatırladığındaysa göz yaşlarına hakim olamıyor. "Torunlarımı kokladığım zaman kızımı koklamış gibi hissediyorum Torunlarını kokladığı zaman depremde kaybettiği kızının kokusunu alıyormuş gibi olduğunu ifade eden Arzu Keser, "Eşimle birlikte torunlarımıza bakıyoruz. Depremde kızım, damadım ve 10 aylık torunum vefat etti. Kızım ve ailesi, depremde 600 konutlarda oturuyorlardı. Torunlarım enkaz altındayken eşim çıkarttı. Torunlarım kızımın bana emanetleri oldu. Torunum Ayaz, okula gidiyor. Okuldan geldiği zaman dersleri ile ilgileniyorum. Bütün gün Adanaz’la birlikte evde vakit geçiriyoruz, kahvaltı yapıyoruz, yemek yiyoruz ve oyunlar oynuyoruz. Markete gitmeyi çok seviyor ve dedesiyle markete gidiyor. Onu anaokuluna yazdırdım ama bazen anaokuluna gitmek istiyor bazen de gitmek istemiyor. Bana anne demesini ben hiç istemedim. Adanaz ilk konuşmaya başladığında bana anne, eşime de baba dedi. Adanaz sürekli bana anne diyor, anne demesin hiç istemiyorum ve bu durum beni çok yaralıyor. Torunlarımı kokladığım zaman kızımı koklamış gibi hissediyorum. Torunlarımı kokladığımda çok farklı duygular hissediyorum. Torunum Adanaz’ı kokladığım zaman veya banyo yaptırdığım zaman sanki kızımın kokusunu alıyorum. " dedi. " Onlara asla ben anne veya baba olamam, çünkü onların anne ve babaları var" Çevresindeki insanlardan takdir gördüğünü ifade eden Arzu Keser, " Çevrimdekiler bu çocukların başında iyi ki siz varsınız diyorlar. Onlara asla ben anne veya baba olamam, çünkü onların anne ve babaları var. Onlar anne ve baba dedikleri için ben de o şekilde kabul ediyorum. Torunum Ayaz her şeyi biliyor. Ayaz ile konuşmaya başladığında anneanne demesini istemedim nene demesini istedim. Ayaz bana nene diye hitap ediyor ama Adanaz anne diyor. Bu durum beni biraz yaralıyor. Çilem Hanım’dan Allah razı olsun. Tanıştığımız ilk günden beri hiç bizi bırakmadı. Ben ona çocuklarımın iyilik melek teyzesi diyorum. Çocuklarımızın her ihtiyacında yanımızda oldu. Ona minnet borçluyuz. Böyle günlerde tanımak istemezdim ama Allah böyle bir günde tanışmayı nasip etti" şeklinde konuştu. "Çocuklar anne ve babalarını kaybetmişlerdi, dede ve nenesi çocukların anne ve babası olmuştu" Depremin ilk zamanlarında tanıştığı ailenin acısına ortak olan ve 2 kardeşe destek olan yardımsever Çilem Artan, "6 Şubat depremleri ilk gününden itibaren yardım faaliyetlerini yürütmeye başladım. Depremin ilk haftasında Arzu Hanım’la tanıştık. Burada herkesin yüreğini ısıtan bir ambiyans var. Kendimizi biraz kötü hissettik ve ilk günlere geri döndük. O yüzden kelimelerim tükendi. Ayaz ve Adanaz’ı tanıdığım ilk zamanlarda çok kötü durumdaydılar. Çocuklar anne ve babalarını kaybetmişlerdi. Dede ve nenesi çocukların anne ve babası olmuştu. Ciddi anlamda sıkıntılar yaşıyorlardı. Benim kurduğum çadırda yaşıyorlardı sonra konteynere yerleştirdik. Hayırseverlerin yardımıyla bu evde kirada oturmaya başladılar. Burada daha bir sıcak su yuvarları oldu. Her türlü desteği sağlamaya çalışıyoruz. Onların sıcak bir yuvaya ihtiyacı var. Onların bir evleri olmasını istiyoruz. Burası 4 katlı bir bina her artçı depremde ilk günlere geri dönüyorlar. Bu yüzden müstakil bir ev olmasını istiyoruz. Ayaz’ın hikayesi beni çok derinden etkiledi. Depremde iki gün boyunca enkazın altında kalıyor. Dedesi Ayaz’ı kurtarmaya geldiğinde Ayaz, ‘Dedeciğim korkma bir amca gelip bize ışık tuttu ve kardeşime süt verdi. Sonra senin geleceğini’ söyledi. Onları bırakmadık, vazgeçmedik ve yürek ısıtan bir iyiliğe şahit oluyoruz. Adanaz önceden konuşmuyordu ama ilk defa bu şekilde konuştu. Sürekli eliyle yüzünü kapatırdı. Depremde elleri göğsünden kapalı şekilde duruyordu. Depremden sonra da nenesinin göğsüne koyardı kimse yüzünü göremezdi. İlk defa yüzünü gösterdi ve konuşmaya başladı ve bu da bizim için çok ayrı bir an yaşandı" ifadelerini kullandı.
Ankara Karayollarının huzur ve güvenliği Otoyol Jandarma Timlerine emanet Karayollarında görevli Jandarma Otoyol Timleri, sorumluluk bölgelerinde meydana gelebilecek tüm olaylara karşı aldıkları tedbirlerle huzur ve güvenliğin sağlanmasına yardımcı oluyor. Her an teyakkuzda olan Otoyol Timleri, trafik kazaları ve benzeri durumlara müdahalenin yanı sıra suç ve suçlularla mücadelede de etkin rol üstleniyor. Ekim 2024’te kurulan Jandarma Otoyol Timleri, karayollarında yaşanabilecek her türlü olumsuz duruma karşı tek kolluk kuvveti olarak müdahale ediyor. Uyguladıkları önleyici tedbirlerle sorumluluk bölgelerindeki olayları en aza indirmeyi hedefleyen Otoyol Jandarması, trafik güvenliğinin sağlanmasın yanı sıra tüm asayiş olaylarına karşı da mücadele ediyor. ‘Önleyici Olma’ esasıyla hareket eden ekipler, vatandaşların can ve mal güvenliği için daima göreve hazır halde bulunuyor. 27 ilde, 3 bin 524 kilometrelik alanda yaklaşık 4 bin personelle hizmet veren Otoyol Jandarma Timleri, 27 jandarma komutanlığı, 26 karakol komutanlığı ve 3 tesis koruma takımı olmak üzere 56 ana birlikten oluşuyor. "Amacımız, emniyet, asayiş ve trafik görevlerini bütüncül hizmet anlayışı ile bir arada yürütmek" Ankara Otoyol Jandarma Komutanlığında görevli Otoyol Tim Komutanı Astsubay Üstçavuş Yusuf Ergün, kuruluş amaçlarının bütüncül hizmet anlayışına dayandığını belirterek, "Otoyollarda, emniyet, asayiş ve trafik görevlerini bütüncül hizmet anlayışı ile bir arada yürütmek ve farklı birimlerin olay yerine intikalinden kaynaklı vatandaş mağduriyetini önlemek üzere Jandarma Genel Komutanlığı tarafından, ‘Otoyol Jandarma Komutanlıkları’ teşkil edilerek, 15 Ekim 2024 tarihi itibariyle kurularak faaliyete başlamıştır" dedi. "Otoyol jandarması olaylara ilk müdahaleyi yapmakla görevlidir" Görev ve faaliyetleriyle ilgili açıklamalarda bulunan Astsubay Ergün, "Otoyol Jandarması Timleri sorumluluk bölgesindeki yol ağı ve tesislerde önleyici asayiş ve trafik hizmetleri yürütmekle birlikte meydana gelen olaylara ilk müdahaleyi yapmakla görevlidir. Adli Asayiş Timleri meydana gelen olaylar ve trafik kazalarının soruşturmasını yürütmekle görevlidir. Motosiklet Timleri, Otoyol Jandarması Timleri ile aynı görevleri yapmakla birlikte trafiğe kapanan yollarda daha hızlı müdahale için kullanılmaktadır. Teknik Denetim ve İnceleme Timleri ise özellikle yük ve yolcu taşıyan ağır vasıtaların muayene esasları doğrultusunda denetimini yapmakla görevlidir" ifadelerini kullandı. "Toplum odaklı kolluk yaklaşımını benimsiyoruz" Önleyici bir anlayışı benimsediklerini ifade eden Astsubay Ergün, "Otoyol Jandarma Komutanlıklarınca, toplum odaklı kolluk yaklaşımı benimsenerek, vatandaşlarımızın herhangi bir trafik kazası veya asayiş olayına maruz kalmadan daha hızlı tedbirleri almak, sürücülerin ve diğer yol kullanıcılarının denetimlerini daha etkili ve hızlı bir şekilde yerine getirmek gibi caydırıcı roller üstlenilmiştir" ifadelerine yer verdi. "Bu yıl 5 bin 631 suçlu ve aranan şahıs yakalanmıştır" 2025 yılında, sorumluluk bölgeleri olan Ankara - Niğde Otoyolu ile Anadolu Otoyolu’nda 5 binden fazla suçlu ve aranması bulunan şahsı yakaladıklarını belirten Astsubay Ergün, "Ankara Otoyol Jandarması olarak 1 Ocak-31 Ekim 2025 tarihleri arasında 418 Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) ile 418, Kaçakçılık İstihbarat, Harekat ve Bilgi Toplama Dairesi Başkanlığı (KİHBİ) ile 129, 5 bin 83 asal ve 1 göçmen olmak üzere toplamda 5 bin 631 suçlu ve aranan şahıs yakalanmıştır" diye konuştu. "Otoyol Jandarma Komutanlıkları mağduriyetlerinin ortadan kaldırılmasına en üst seviyede katkıda bulunmaktadır" Kendilerini diğer ekiplerden ayıran farklarla ilgili de konuşan Ergün, "Trafik Jandarması Timleri sorumluluk alanlarında adli olaylar dışında meydana gelen trafik kazalarının aydınlatılması ile trafik güvenliği kapsamındaki diğer tüm tedbirleri almakla görevliyken, Otoyol Jandarma Komutanlıklarının teşkili ile meydana gelen adli, idari olaylar ve trafik kazalarında doğrudan tek bir birim tarafından müdahale edilmesi hususu vatandaşların mağduriyetlerinin ortadan kaldırılmasına en üst seviyede katkıda bulunmaktadır" ifadelerine yer verdi. "Yaklaşık 4 bin personel görev yapmaktadır" Ülke genelindeki 27 komutanlıkta 4 bine yakın personelin hizmet verdiğini ifade eden Ergün, "Otoyol Jandarma birimlerinde görev yapmak amacıyla; 27 Otoyol Jandarma Komutanlığı, bu komutanlıklara bağlı 26 Otoyol Jandarma Karakol Komutanlığı ve köprü koruma görevlerini yürütmek üzere 3 Tesis Koruma Komutanlığı olmak üzere toplam 56 ana birlik teşkil edilmiştir. Ana birlik karargahlarında ve bu birliklere bağlı, farklı görev ihtiyaçlarına göre teşkil edilmiş bin 6 otoyol jandarması timinde yaklaşık 4 bin personel görev yapmaktadır" diye konuştu. "Suçla mücadelede kayda değer sonuçlar elde edilmiştir" Toplumsal huzurun sağlanmasında başarılı sonuçlar elde edildiğine değinen Ergün, "Geride kalan bir yıl içerisinde otoyol jandarma timleri asayiş ve trafik olaylarına yönelik faaliyetlerini kesintisiz ve etkin bir şekilde sürdürmüştür. Trafik alanında gerçekleştirilen denetim ve devriyelerle hız ihlallerinin azaltılmasına, kazaların önlenmesine ve meydana gelen trafik olaylarına hızlı müdahale edilmesine katkı sağlamıştır. Asayiş yönünden ise otoyollarda meydana gelen olaylara süratle müdahale edilerek kamu düzeninin bozulmasının önüne geçilmiş, aranan şahıs ve aranan araçlara yönelik icra edilen uygulamalarla suçla mücadelede kayda değer sonuçlar elde edilmiştir" dedi.