SAĞLIK
Göğüs hastalıkları uzmanı Mardin’deki toz taşınımına karşı uyardı 01 Mayıs 2024 Çarşamba - 15:31:59 Mardin Eğitim ve Araştırma Hastanesi Göğüs Hastalıkları Uzmanı Dr. Fulya Uluorman, toz taşınımına karşı özellikle solunum yolu hastalarını uyardı. Çöl tozu taşınımı sebebiyle solunum yolu hastalarını uyaran Göğüs Hastalıkları Uzmanı Dr. Fulya Uluorman, "Maalesef ki mevsim geçişlerinde bunu daha çok görüyoruz. Şu anda da Nisan ayı olması gereği ile çöl tozları sonucu çevrede bir hava kirliliği söz konusu. Bunun sonucu olarak da birtakım hava yolu hastalıkları ortaya çıkıyor. Göğüs hastalıkları olarak bizi ilgilendiren hava yolu hastalıklarıdır. Astım, KOAH ve karaciğer hastalarında çöl tozları sonucu tetiklenmeler oluyor. Bu hastalık mevcut olmayan ama bronş duyarlılığı olan kişileri de etkiliyor. Uzayan öksürükler, nefes darlığı gibi şikayetlere neden oluyor. Bu süreçler sağlıklı bireyleri de etkiliyor. Maske kullanımına dikkat etmek gerekiyor. Bu şartlarda etkilenmemeleri imkanı yok ama en aza indirmek için bu kurallara dikkat edilmeli" dedi. İlaç kullanan hastaların, zorunlu olmadıkça evden çıkmamaları ve ilaçlarını düzenli kullanmaları gerektiğini hatırlatan Uzman Dr. Fulya Uluorman, "Tedavide bazı ilaçlar söz konusu özellikle akciğer hastalarının düzenli kullanmaları gerekiyor. Özellikle astım ve KOAH hastalarının da kullanması gerekiyor. Toz alerjisi olan ve toza karşı duyarlılığı olan kişilerin de kullanmakta olduğu alerji ilaçları söz konusu. Bunları devam etmeleri gerekiyor düzenli olarak. Bunları kullanmalarına rağmen yine de sıkıntı yaşayan kişilerde poliklinik hizmeti şeklinde ya da acil serviste birtakım destekleyici ek ilaçlar ve tedaviler görebilirler. Çöl tozundan sağlıklı bireyler de etkilenebilir. Sağlıklı bireylerde boğazda kaşıntı, öksürük atakları ve gözlerde sulanma gibi birtakım sorunları neden olabiliyor. Bu süreci yönetebiliyorlar ve çok büyük sıkıntı yaşamadıkları takdirde bunun geçici bir süreç olduğunu söylüyoruz. Ama sıkıntı yaşıyorlarsa mutlaka tıbbi destek almaları gerekecektir" diye konuştu.
01 Mayıs 2024 Çarşamba - 12:19 Uzmanlardan kene uyarısı: “Kesinlikle çıplak elle dokunmayın” Van’da sağlık uzmanları, havaların ısınmasıyla birlikte ortaya çıkan kenelerden bulaşan Kırım Kongo Kanamalı Ateşi (KKKA) virüsüne karşı vatandaşları uyardı. Havaların ısınmasıyla birlikte kenelerin aktivitesi artmaya başladı. Kırım Kongo Kanamalı Ateşi virüsü, kırsal kesimlerde kentlere oranla daha fazla görülüyor. Hastalık genellikle yanlış müdahalenin bir sonucu olarak ateş, halsizlik, iştahsızlık, kas ağrısı, baş ağrısı, bulantı, kusma, ishal ve ağır vakalarda kanama gibi belirtilerle kendisini gösteriyor. Van’da görevli sağlık uzmanları, KKKA’den korunmak için tarla, bağ, bahçe ve piknik alanları gibi kene yönünden riskli alanlara gidilirken kenelerin vücuda girmesini engellemek amacıyla bireysel tedbirlerin alınması gerektiği uyarısında bulundu. “Herhangi bir aşı henüz geliştirilmemiştir” Konuya ilişkin konuşan Van İl Sağlık Müdürlüğü Halk Sağlığı Uzmanı Dr. Ferdane Şeyma Toplu, hastalığın genellikle enfekte kenelerin vücuda tutunması ve kan emmeleri sırasında bulaştığını belirtti. Kenelerin enfekte ettiği hayvanlardan ve hastalığa yakalanan kişilerden de hastalığın bulaştığını ifade eden Dr. Toplu, “KKKA ile mücadelede kullanabileceğimiz herhangi bir aşı henüz geliştirilmemiştir. Bu nedenle kişisel koruyucu önlemlerin alınması hastalığın kontrolünde ön planda yer alır. Bağ, bahçe, tarım arazisi, orman ve piknik alanları gibi kene açısından riskli alanlara gidilirken mümkün olduğunca vücudu örten giysiler giyinmelidir. Pantolon paçaları çorapların içine sokulmalı ve kenenin elbiseler üzerinde rahatça saptanabilmesi amacıyla açık renkli kıyafetler tercih edilmelidir. Riskli alanlardan dönüşte ise kişiler hem kendi hem de çocuklarının vücutlarını saçlı deri, kulak arkası, ense, koltuk altları, kasıklar ve diz arkası dahil olacak şekilde vücutlarında bir kene tutunması olup olmadığını kontrol etmelidir” dedi. “Çıplak elle öldürülmemeli ve patlatılmamalıdır” Vücutta saptanan kenenin çıplak elle dokunmamak kaydıyla uygun bir araç kullanarak vücuttan uzaklaştırılması gerektiğini dile getiren Toplu, “Eğer bu mümkün değilse en yakın sağlık kuruluşuna başvurmalıdır. Burada önemli olan kenenin vücuttan bir an önce uzaklaştırılmasıdır. Çünkü kenenin vücuda tutulu olarak kaldığı süre uzadıkça hastalığın kişilere bulaşma ihtimali de artmaktadır. Vücuda tutunan bir kene veya hayvanların üzerinde bir kene saptanırsa bu keneler kesinlikle çıplak elle öldürülmemeli ve patlatılmamalıdır. Keneleri vücuttan uzaklaştırmak amacıyla üzerine sigara basmak, alkol, kolonya, gazyağı gibi kimyasal maddeler dökmek gibi yöntemlere başvurulmalı. Vücuduna kene tutunan bir kişi 10 gün süreyle kendisini ateş, halsizlik, kas ağrısı, baş ağrısı, mide bulantısı, kusma veya ishal yönünden kontrol etmelidir. Eğer bu semptomlardan biri veya birkaçı gelişirse kişi en yakın sağlık kuruluşuna başvurmalıdır” diye konuştu. Van Eğitim ve Araştırma Hastanesi Enfeksiyon Hastalıkları Uzmanı Uzman Dr. Esra Gürbüz ise, KKKA hastalığının havaların ısınmasıyla birlikte kenelerin aktif hale gelmesiyle görülen bir enfeksiyon hastalığı olduğunu belirterek, “Kene aracılığıyla bulaş gerçekleşen kişilerde iştahsızlık, ateş, ani yükselen ateş, bulantı, kusma, kas ve baş eklem ağrılarıyla seyreden, ağır vakalarda ise kanamalarla seyreden ölümcül ciddi bir enfeksiyon hastalığıdır. Hyalomma cinsi keneler tarafından bulaştırılan bu enfeksiyon, Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde görülmekle birlikte, bu kenelerin doğal yaşam alanı olan Doğu Anadolu’nun kuzeyi, İç Anadolu’nun kuzeyi ve Orta Karadeniz Bölgesi’nde endemik olarak görülmektedir. Van ilinde ise çevre illerinden özellikle Bitlis, Hakkari ve Ağrı gibi illerde de sık görülen ciddi bir hastalıktır” şeklinde konuştu.
Dahiliye vaka güncellemeleri toplantısı
28 Nisan 2024 Pazar - 13:44 Dahiliye vaka güncellemeleri toplantısı SANKO Üniversitesi Hastanesi Nefroloji Bölümü tarafından ‘‘Dahiliye Vaka Güncellemeleri” toplantısının ikincisi düzenlendi. Bir otelde Gaziantep ve çevre illerden alanında uzman hekimlerin katıldığı toplantıda, dahiliye alanındaki birbirinden farklı vakalarda güncel tedavi yöntemleri ile ilgili bilgiler paylaşıldı. SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı, Nefroloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mehtap Akdoğan, açılışta yaptığı konuşmada “Dahiliye Vaka Güncellemeleri Toplantımızın ikincisini düzenlemekten mutluluk duyuyoruz. Gösterdiğiniz ilgi, toplantılarımızı düzenlemek konusunda ne kadar doğru karar verdiğimizin göstergesidir. Toplantılarımızın devamlılığı, genç hekimlerimizin gösterdiği ilginin sonucudur” dedi. Teorik bilgilerin farklı kaynaklardan edinilebilirken, bu tür toplantılarda interaktif bir şekilde karşılaşılan vakalara yönelik uygulanan tedavi seçeneklerinin paylaşılmasının çok değerli olduğunu kaydeden Prof. Dr. Akdoğan, “Hastalarımızı tedavi ederken, bir taraftan da akademisyen olarak görevimiz bölgemizdeki uzman hekimlerle yeni ve farklı tedavi seçenekleri ile ilgili bilgi paylaşımına öncülük yapmaktır. Bu toplantılardaki amacımız, bölgemizdeki hekim ve hastalar için yenilikçi tedavilere aracılık etmektir” ifadelerini kullandı. Prof. Dr. Akdoğan, açılış konuşmasının ardından “İki Yetmezlikli Hasta (Karaciğer - Böbrek)” konulu sunum gerçekleştirdi. Memorial Hastanesi Gastroenteroloji Bölümü’nden Prof. Dr. A. Emre Yıldırım ve Gaziantep 25 Aralık Devlet Hastanesi İç Hastalıkları Bölümü’nden Uzm. Dr. Erengül Pektaş “Hepatorenal Sendromlu Vaka Çözümlemeleri” konusuna değindi. Sirotik Hastalarda Akut Böbrek Hasarı konusunda olgu sunumu yapan Prof. Dr. Yıldırım ve Uzm. Dr. Pektaş, özellikle ayırıcı tanının önemi konusuna vurgu yaptı. Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı’ndan Doç. Dr. Sezgin Barutçu ve SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı’ndan Araştırma Gör. Dr. Muhammed Aslan “Gastroenterolojik Vaka Çözümlemeleri” konusunda bilgiler paylaştılar. Sunumların ardından katılımcılarla vaka tartışmaları gerçekleştirilerek, sorular yanıtlandı.
Bu belirtiler varsa Lohusa Sendromu yaşıyor olabilirsiniz
28 Nisan 2024 Pazar - 13:11 Bu belirtiler varsa Lohusa Sendromu yaşıyor olabilirsiniz Doğum sonrası başlayıp ortalama 6 hafta devam eden lohusalık sürecinde anneler duygusal, biyolojik, fiziksel, toplumsal, psikolojik değişiklikler yaşıyor. Medicana Sağlık Grubu Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Op. Dr. Kerime Nazlı Salihoğlu, “Anneler doğumun ardından kendilerini mutsuz, karamsar, üzgün hissedebilir. Hayattan zevk alamama, bebeğine yeterli sevgi hissedememe, dışarı çıkmak istememe, aşırı uyku hali ve aşırı iştah ya da tam tersi uykusuzluk ve iştahsızlık gibi durumlar yaşayabilir. Bu süreçte aile ve eşlerin anneye desteği çok önemlidir” dedi. Medicana Sivas Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Op. Dr. Kerime Nazlı Salihoğlu, doğum yapan her 100 kadından 10-15’inde lohusa sendromunun görebileceğini söyledi. Lohusa sendromu belirtilerini anlatan Op. Dr. Nazlı Salihoğlu, sendrom döneminde aile desteğinin önemli olduğunu söyledi. Lohusalık sürecinin önemli olduğunu söyleyen Salihoğlu, “Bazen hastalarımız, kadınlarımız bu durumu gizledikleri için ya da çok farkına varamadıkları için ortaya çıkması da gecikebilir. Toplumda her doğum yapan kadında lohusa sendromu görülme riski vardır. Her 100 doğum yapan kadının 10-15 ‘inde de görülebilir. Aslında bu oranlar daha fazla ama kadınlar paylaşmadıkları için oranlar biraz daha düşükmüş gibi algılanıyor. Doğumu zor olan hastalarımızda, travmatik bir doğum yaşamışsa, prematüre bir doğum yaşamışsa, daha önce gebelik döneminde depresyon şikayeti varsa, ailesi ile ve eşiyle problemi olan hastalarımızda lohusa sendromu risk altındadır. Daha önce gebelikte anksiyete ya da sosyo-ekonomik düzey olarak düşük seyreden hastalarımızda lohusa sendromunu daha fazla görüyoruz. Yapılan çalışmalarda; normal doğum yapanlarda, sezaryen doğuma oranla, daha fazla lohusalık sendromu görüldüğü belirtiliyor. Çalışan annelerde de çalışmayan annelere oranla daha fazla görülüyor’’ şeklinde konuştu. “Herkeste görülebilen ve tedavisi mümkün olan bir durum” Salihoğlu, bu süreçte annelerin bebeği reddetme, kötü davranma, beslememe durumunun olduğunu belirterek “Bazen lohusalık sendromunda, bebeğini kucağına aldığında yeterli sevgi hissedemediğini söyleyen anneler oluyor. Ya da ‘Anne olamadım mı?’ diye düşünenler oluyor. Bebeği reddetme durumu görülebiliyor. Bazen kötü davranma, emzirmeme, bakımını yapmama gibi tepkilerle karşılaşabiliyoruz. Bu süreçte anneler bebeğine gerçekten kötü davranma meyillin de olabiliyorlar. Bu süreçte mutlaka psikolojik ve psikiyatrik destek almalarını öneriyorum. Mutlaka eşiyle, hekimiyle, aile hekimiyle ya da kadın doğum hekimiyle mutlaka paylaşılmalı. Çünkü bunlar önlenemeyen şeyler değildir. Herkeste görülebilen bir durumdur. Tedavisi olmayan bir durum değildir. Genelde konuşarak ya da bazen psikolog desteği alarak da ortadan kaldırılabilir. Bazen psikoza kadar ilerleyebilir. O zamanda ilaç tedavisi ya da psikiyatrik destekte öneriyoruz mutlaka. Bu süreçte aileye ve eşe çok fazla destek düşüyor’’ ifadelerini kullandı. “Kendimizi yıpratmamızın bir anlamı yok’’ Op. Dr. Salihoğlu, Lohusalık Sendromuna yakalanan annelerin egzersiz yapmalarını, yürüyüş yapmalarını ve eşleriyle vakit geçirmelerini önerdiğini ifade ederek, “Bazen eve yeni bir bebek gelmenin heyecanıyla bütün ilgi bebeğe kayabiliyor. Anne burada kendini değersiz, sevilmediğini, artık ikinci planda olduğunu hissedebiliyor. Bazen bu hissiyatta annelerimizi lohusalık sendromuna sokabiliyor. O yüzden ailede bebeğe bakımı açısından destek olup, eşler yeri geldiğinde mutlaka annelerimizle birlikte ayrıntılı vakit geçirmeliler. Annemize bu süreçte en önemli tavsiyem mutlaka kendisine vakit ayırmasını öneriyorum. Bolca dinlenmesini, uyku düzenini oturtmasını, ailesinden bebek için yardım almasını, eşiyle birlikte yalnız olarak dışarı çıkıp birlikte vakit geçirmelerini öneriyorum. Ya da annemizin arkadaşlarıyla birlikte vakit geçirmesini öneriyorum. Bolca egzersiz yapabilir, yürüyüş yapabilir, televizyon izleyebilir, sosyal medyada anne bloklarını takip edebilir. Hayatta her şey rol olduğu gibi annelikte bir roldür ve oynadıkça, öğrendikçe bizler öğreneceğiz. O yüzden kendimizi yıpratmamızın bir anlamı yok. Mutlaka önemli olan sevgi temeline dayalı, bebeğiyle birlikte vakit geçirerek bu süreci birlikte atlatabileceklerini düşünüyorum” ifadelerine yer verdi.
Doç. Dr. Alıcı: "Yılda 200 bin kişiye inme iniyor"
28 Nisan 2024 Pazar - 11:17 Doç. Dr. Alıcı: "Yılda 200 bin kişiye inme iniyor" Sağlık Bilimleri Üniversitesi Adana Şehir Eğitim ve Araştırma Hastanesi Kardiyoloji Uzmanı Doç. Dr. Gökhan Alıcı, şah damarındaki tıkanma ile gelişen ve halk arasında “inme” olarak bilinen hastalığın yaşlanan nüfusla birlikte önemli bir sağlık sorunu haline geldiğini ve yaşlanan nüfusla birlikte her geçen yıl artış gösterdiğini bildirdi. Alıcı, “beynin bir bölgesine giden dolaşımın birkaç dakikadan daha fazla kesilmesiyle bölgedeki beyin hücrelerinin tahrip olması sonrasında hastada gelişen görme, konuşma, vücudun belli bölgelerinde hareket ya da his kaybı durumu” olarak tanımlanan inmenin her yıl yaklaşık 200 bin kişide görüldüğünü ifade etti. İnme hastalığında risk faktörlerinin genetik etkenler ve ilerleyen yaş dışındaki büyük çoğunluğunun önlenebilir olduğuna vurgu yapan Doç. Dr. Gökhan Alıcı, “Tütün mamulleri ve alkol gibi zararlı alışkanlıklar damarlarda plak oluşumunu artırdığından inme risk faktörleri arasında ilk sıralarda yer alıyor” dedi. Hipertansiyon, halk arasında şeker hastalığı olarak bilinen diyabet, yüksek kolesterol, fiziksel aktivite eksikliği, hareketsiz yaşam ve bunun doğal sonucu olan obezitenin diğer risk faktörlerini oluşturduğunun altını çizen Doç. Dr. Alıcı, yağ, şeker ve tuz oranı yüksek beslenme alışkanlığının da inme riskini artırdığını ifade etti. Şah damarı tıkanıklığı denince en çok korkulan durumun inme olduğunu belirten Alıcı, “Beyin dokusunun nörolojik sisteminde kalıcı ya da geçici olarak fonksiyon bozukluğunun en önemli nedenini şah damarı tıkanıklığı oluşturuyor. Ülkemizin yaklaşık 85 milyon nüfusunun her yıl 200 bin’inde inme vakası görülüyor” uyarısında bulunarak, şöyle devam etti: “İskemik inme yani temel olarak damarın tıkanmasına, kan akımının iletilmesinde yetersizlik olmasına bağlı inme gelişmesi durumudur. Toplumda gelişen inmelerin yaklaşık yüzde 80’i iskemiye, yaklaşık yüzde 20’si de başta hipertansiyon olmak üzere çeşitli nedenlerden kaynaklanan kanamaya bağlı olarak gelişmektedir. Beyne pıhtı atması olarak ifade edilen durum şah damarındaki tıkanmadan kaynaklanmaktadır.” Damar tıkanıklığı yapan her şeyin şah damarını da tıkadığını belirten Alıcı, “Damarlar her yerde aynı, yani aynı risk faktörleri geçerli. Yaşın ilerlemesi, şeker, tansiyon, sigara, erkek olmak, ailede damar hastalığına yatkınlık ve yüksek kolesterol. Tedavide bunları modifiye ediyoruz. Yani tıkanmaya yol açan nedenleri ortadan kaldırmaya çalışıyoruz. Yapacağımız tedavi eşlik eden risk faktörlerine göre değişiyor” dedi. Doç. Dr. Gökhan Alıcı, eskiden belli bir yüzdenin üzerinde tıkanıklık varsa hastayı felç bırakmışsa bunların tek tedavi yönteminin ameliyat olduğunu anımsatarak, şöyle devam etti: “Oysa artık stentleme işlemi yapıyoruz. Tıkalı yere stent yerleştirip pıhtı atmaması için orayı stabilize ediyoruz. Eğer hastadaki darlık yüzde 60’ın üzerinde değilse risk faktörlerini ortadan kaldırıyoruz. Rutin taramayı herkese önermiyoruz ancak, hastanın çok fazla risk faktörü bir arada ise anjiyo ya da ilaçlı tomografi ile oradaki darlığın seviyesini ölçebiliyoruz.” Doç. Dr. Alıcı, aniden gelişen inme vakalarındaki belirtilere de dikkati çekerek, şu uyarılarda bulundu: “Yüz, kol veya bacakta vücudun tek tarafında görülen his ve güç kaybı, bilinç bulanıklığı, konuşmada zorlanma ya da hiç konuşmama, dengesiz yürüme, yutkunma güçlüğü, tek gözde ya da her iki gözde gelişebilen görme kaybı, ani başlayan baş ağrısı ve baş dönmesi inme belirtisi olabilir. Bu nedenle hastaların bu tür belirtilerde vakit geçirmeden en yakın sağlık kuruluşuna başvurmalarını tavsiye ediyoruz.” İnmeden sonra tam iyileşmenin mümkün olup olmadığının da halk arasında en fazla yöneltilen sorular olduğunu belirten Doç. Dr. Alıcı, “İnme tedavisi görüp normal hayatına dönen çok sayıda hasta bulunmakla birlikte, burada belirleyici unsur beyindeki hasarın derecesidir. Erken tanı ve hızlı müdahale ile beyindeki hücre hasarının ilerlemesini önleyebiliyoruz” dedi. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından 2023 yılında açıklanan verilere göre, 2020 yılında 507.938 kişi hayatını kaybetti. Ölümlerin 183.109 (%36)’unun nedeni kalp damar sistemi hastalıklarından kaynaklandı. Aynı yıl inmeden ölüm kaydı sayısı 35.880 olup tüm ölümlerin %7,2’i ve kalp damar hastalıkları kaynaklı ölümlerin %19,6’sına karşılık geliyor. Bu veriye göre 2020 yılında her on beş dakikada bir Türk insanı inme nedeniyle kaybedildi.
"Birbirimize Candan Bağlıyız" kan projesi
28 Nisan 2024 Pazar - 11:13 "Birbirimize Candan Bağlıyız" kan projesi Türk Kızılay’ın, Adana Valiliği himayesinde, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı Adana Bölge Müdürlüğü iş birliğinde “Birbirimize Candan Bağlıyız” sloganıyla hayata geçirdiği kan bağışı 30 Nisan Salı Günü İstasyon Meydanı’nda gerçekleşecek. Türk Kızılay 1. Genel Başkan Yardımcısı Ramazan Saygılı, Kan bağış oranlarının düşüş gösterdiği kış koşulları ile Ramazan ayının ardından kan stoklarını belirli bir seviyenin üzerine çıkarmayı hedeflediklerini belirterek, tüm kan dostlarını Salı günü İstasyon Meydanı’nda buluşmaya davet etti. Ramazan Saygılı, Adana Valisi Yavuz Selim Köşger’in himayelerinde, İletişim Başkanlığı Adana İl Müdürlüğü ve Türk Kızılay iş birliğiyle; tüm kamu kurum ve kuruluşları ile özel sektörde düzenli kan bağışının teşvik edilmesi amacıyla bir iş birliği protokolü imzaladıklarını anımsatarak, şunları kaydetti: “Türk Kızılay’ımız, ‘İyiliğin gücüyle birey ve toplumun dirençliliğini arttırmak, insan onurunu korumak ve ıstırabını dindirmek için çalışmak’ misyonu ile 1868 yılından bu yana her koşulda, yerde ve zamanda ihtiyaç halinde bulunan insanların umudu olurken; ülkemizin kan ihtiyacının karşılanması amacıyla yürüttüğü faaliyetlerle büyük başarılara imza atmaktadır. Ülkemizin kan ihtiyacının karşılanması amacıyla düzenli kan bağışı bilincinin güçlendirilmesi ve bireylerin düzenli kan bağışına teşvik edilmesi hususlarında yürütülen faaliyetler kapsamında; Türk Kızılay Orta Akdeniz Bölge Kan Merkezi Müdürlüğü ile Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı Adana Bölge Müdürlüğü önemli bir iş birliği gerçekleştirildi.” Saygılı, iki kurum arasında imzalanan söz konusu protokol kapsamında 30 Nisan Salı günü Adana İstasyon Meydanı’nda düzenlenecek kan bağışı etkinliğinin amacına ulaşacağına inandığını kaydetti. Adana Valiliği’nin destekleriyle gerçekleştirilecek ve tüm kamu kurum ve kuruluşlarının katılım sağlayacağı etkinliğin saat 09.00’da başlayıp, gün boyu devam edeceği bildirildi. Birbirimize Candan Bağlıyız Türk Kızılay tarafından hayata geçirilen "Birbirimize Candan Bağlıyız" kampanyası, ülke çapında kan bağışı bilincini artırmayı ve düzenli bağışların oranını yükseltmeyi amaçlamaktadır. Kış şartları ve Ramazan ayı gibi dönemlerde genellikle azalan kan stoklarını güçlendirmek için başlatılan bu kampanya, her sağlıklı bireyi kan bağışı yapmaya teşvik ediyor. Türk Kızılay, 69 kan bağış merkezi, 18 bölge kan merkezi ve 300’den fazla mobil araç ile desteklenen geniş bir ağ kullanarak, 2 bin 920 uzman personel ile hizmet veriyor. Bu kampanyada, 18-65 yaş aralığındaki sağlıklı bireylerin, erkekler için üç ayda bir ve kadınlar için dört ayda bir kan bağışı yapmaları öneriliyor.
İEÜ Medical Point, çocuk sesleriyle şenlendi
28 Nisan 2024 Pazar - 11:13 İEÜ Medical Point, çocuk sesleriyle şenlendi İzmir Ekonomi Üniversitesi Medical Point Hastanesi, yıllardır destek sağladığı Sevgi Evleri çocukları için hastane bahçesinde şenlik düzenledi. Medical Point Hastaneler Grubu Yönetim Kurulu Başkan Vekili Veysi Kubba, “Biz, Medical Point ailesi olarak çocuklarımızın sağlıklı bir şekilde büyümesine ve gelişmesine katkıda bulunmaya kararlıyız. Onların yanında olmak ve geleceğe umutla bakmalarını sağlamak bizim en büyük misyonlarımızdan” dedi. İzmir Ekonomi Üniversitesi (İEÜ) Medical Point Hastanesi, yıllardır destek sağladığı Sevgi Evleri çocuklarının eğlenceli ve hoş vakit geçirmesi için Ço0cuk Şenliği düzenledi. Hastanenin bahçesinde gerçekleşen etkinliğe, Sevgi Evleri çocuklarının yanı sıra hastane çalışanlarının çocukları ve hastaneye tedavi için gelen hastaların çocukları da katıldı. Şişme oyuncakların kurulduğu, Bubble Show’un yer aldığı şenlikte çocuklar boyama yaparak, maskotlarla eğlenceli oyunlar oynadı. İzmir İtfaiyesi Çocuk Kulübü’nün kurduğu su parkurunda da, çocuklar minik itfaiyeci olma şansı yakaladı. İtfaiye kostümleri giyerek, itfaiye hortumu kullanan çocuklar parkura yoğun ilgi gösterdi. "Her türlü desteğe kararlıyız" Düzenlenen şenliğe katılan ve çocuklarla tek tek ilgilenen Medical Point Hastaneler Grubu Yönetim Kurulu Başkan Vekili Veysi Kubba, sağlıklı yetişen çocukların, sağlıklı toplumlar oluşturacağını ifade ederek, “Bugünün çocuk ve gençleri yarının doktorları, hemşireleri sağlık çalışanları olacak. Biz Medical Point Ailesi olarak, onların yanında olmak ve sağlıklı bir gelecek için gereken her türlü desteği sağlamak için kararlıyız. Bu doğrultuda, tüm çabamız onları korumak ve desteklemek için. Çocuklarımızın neşelerine ortak olduğumuz için mutluyuz” ifadelerini kullandı.
Çocuklarda bahar aylarında görülen alerjik nezlenin 10 belirtisi
28 Nisan 2024 Pazar - 11:00 Çocuklarda bahar aylarında görülen alerjik nezlenin 10 belirtisi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Bölümü’nden Uz. Dr. Aşkın Güra Bayık, çocuklarda alerjik nezle ve tedavisi hakkında bilgi verdi. Memorial Antalya Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Bölümü’nden Uz. Dr. Aşkın Güra Bayık, çocuklarda alerjik nezle ve tedavisi hakkında bilgi verdi. Bahar aylarının çocuklar için zor geçebileceğine dikkat çeken Bayık, “Bahar aylarında burun akıntı veya tıkanıklığı (rinit) nedeni ile doktora başvuran çocukların yaklaşık yarısı alerjik rinittir. Allerjik rinit ya yıl boyu sürer ya da mevsimsel gelişir. Mevsimsel alerjik rinitte genellikle çiçek açmayan ve polenleri rüzgar ile saçılan bitkiler etkendir” dedi. Alerjik nezlenin sıklıkla bahar aylarında, özellikle bitkilerdeki tozlaşma döneminin başlamasıyla, üst solunum yollarını etkilediğini ifade eden Bayık, kaşıntılı ve sulu burun akıntısı, hapşırma krizleri, burunda yanma, gözlerde kızarıklık ve yanma, gözlerde kaşıntı ve sulanma, hırıltılı solunum, horlama, geçici koku kaybı, genizde, damakta kaşıntı ve kulaklarda tıkanma gibi belirtiler olabileceğini söyledi. “Alerjik nezleye astım eşlik edebilir” Alerjik nezleye astım eşlik edebileceğini kaydeden Bayık, “Evlerde bulunan çiçek ve bitkilerin polenlere karşı duyarlı olan çocukları çok fazla etkilemezken; açık havada, yeşillik alanlarda, ormanda, kırda görülen bitkilerin alerjik nezle şikayetlerinin artmasına neden olabilir. Alerjik nezleye polenlerin yanı sıra; evdeki toz, hayvan tüyleri, tütün dumanı gibi alerjenler de yol açabilmektedir. Alerjik nezlesi olan çocuklarda astım da görülmesi sık karşılaşılan bir durumdur. Bu nedenle aileler çocukta öksürük ve hırıltı belirtilerine karşı dikkatli olmalıdır. Çocukluk yaşlarında ilk belirtilerini veren hastalığın, kişinin tüm hayatı boyunca birlikte yaşamayı öğrenmesi gereken bir durum haline gelebilir” ifadelerini kullandı. “Alerjiye neyin neden olduğunu bulmak önemli” Bayık, çocukta alerjik nezleden şüphelenildiği durumlarda ise aile alerjiye neden olan etkenleri fark edebileceği gibi alerjiye neden olan maddeyi tespit etmek için cilt veya kan testlerine ihtiyaç da duyulabileceğini kaydetti. Bayık, “Testlerin sonucunda, çocuğun belli bir alerjene karşı duyarlı olduğu tespit edildiği takdirde, bu alerjiye yönelik tedaviye başlanabilir” dedi. “İlaç tedavisinin yetersiz kaldığı yerde aşı fayda sağlıyor” “Alerjik nezle tedavisinin ilk adımı alerjiye neden olan alerjenlerden kaçınmaktır” diyen Uz. Dr. Aşkın Güra Bayık, şunları kaydetti: “Eğer çocuktaki alerjik nezle polenlere karşı gelişiyorsa, tozlaşmanın sıkça görüldüğü aylarda, çocuğu yeşil alanlardan mümkün olduğunca uzak tutmak gerekebilir ya da tedavi altında yeşil alanlarda bulunması sağlanmalıdır. Çevresel korunma yöntemlerinin yetersiz kaldığı durumlarda, ilaç tedavisi etkili bir yöntem olacaktır. Bu ilaçlar sadece belirtilerin görüldüğü günlerde kullanıldıklarında bile, çocuğun şikayetlerini gidermeye yardımcı olabilir. İlaç tedavisi de yetersiz kaldığında çocuklarda aşı tedavisi, “immünoterapi” uygulanmaktadır. Çocuğun duyarlı olduğu alerjenlerin artan dozlarda çocuğa verilmesiyle bağışıklık sistemini düzenlemeyi amaçlayan aşı tedavisi, bir süre sonra vücudun bu alerjenleri doğal karşılayabilmesini sağlamaktadır.”
Doç. Dr. Solay: “Kırım Kongo Kanamalı Ateşi’nin kan ve vücut sıvıları yoluyla bulaştığını biliyoruz”
28 Nisan 2024 Pazar - 10:27 Doç. Dr. Solay: “Kırım Kongo Kanamalı Ateşi’nin kan ve vücut sıvıları yoluyla bulaştığını biliyoruz” Etlik Şehir Hastanesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Kliniği’nde görev yapan Doç. Dr. Aslı Haykır Solay, kene ısırması sonucu bulaş olan Kırım Kongo Kanamalı Ateşi’nin kan ve vücut sıvıları yoluyla bir başka insana bulaşabileceğini dile getirdi. Uzmanlar, genellikle Mayıs ve Eylül ayları arasında ortaya çıkan ve Kırım Kongo Kanamalı Ateşi Hastalığı’nı (KKKA) insanları bulaştırabilen kenelerin, iklim değişikliği sonucu kene ısırması nedeniyle acil servise başvuran hasta sayısında artış olduğuna dikkati çekiyor. Özellikle Çorum, Yozgat, Tokat, Sivas, Giresun, Gümüşhane, Erzincan ve Erzurum hattında kene vakalarının yoğun şekilde görüldüğünü aktaran uzmanlar, dış ortamda çalışan vatandaşları ve piknikçileri keneye karşı önlem alma konusunda uyarıyor. Etlik Şehir Hastanesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Kliniği’nde görev yapan Doç. Dr. Aslı Haykır Solay, İHA muhabirine yaptığı açıklamada, kenenin insan vücudundaki her yere tutunabileceğine vurgu yaparak, “Kene salyasında anestezik bir madde vardır ve bunu hissetmeyiz. Bu nedenle piknik, hayvan bakımı gibi riskli bölgelere giderken mutlaka uzun kıyafetlerin giyilmesi gerekir. Açık renkte ve vücudu örten kıyafetler giyilmeli. Mümkünse çizme değilse çorabın içerisine girecek şekilde ayakkabı giyilmeli. Riskli bölgelerde kesinlikle çıplak ayakla dolaşılmamalı. Orada bulunulan süre içerisinde koruyucu kıyafetler bulunacak ve zaman zaman da vücut kene var mı yok mu diye kontrol edilecek” diye konuştu. Riskli bölgelerden uzaklaştıktan sonra vücudun kontrol edilmesi gerektiğini belirten Solay, “Kene tespit ettiysek eğer ve vücudumuza tutunmamışsa kapalı bir kutuya koyup bertarafı sağlanmalı. Vücudumuzda kene görürsek kesinlikle elle çıkarmıyoruz. Başından tutularak çıkarılması lazım çünkü elle tutulduğu zaman kenenin parçalanma ihtimali var ve virüsü dışarı çıkarma ihtimali var” açıklamasında bulundu. Kene ısırması sonucu KKKA virüsünün ateş, baş ağrısı, bulantı, kusma, ishal, yaygın kas ağrıları ve kanama gibi belirtiler gösterdiğini söyleyen Solay, “Belirtilerin hepsinin birden olmasına gerek yok. Riskli teması olan ya da hasta bir kişiyle temas öyküsü olan bireyde bu belirtilerden herhangi birinin olması halinde mutlaka doktora başvurmalıdır. Kene tutması sonrası bu belirtileri ortalama 1 ila 3 günde bekleriz. Hastadan hastaya bulaştığında ise 5 ila 6 gündür ama bu süre 14 güne kadar uzayabilir. O yüzden bu hastaları 14 gün boyunca takip etmemiz lazım” dedi. Kene ısırması sonrası virüsün kan ve vücut sıvılarına temas yoluyla bulaştığına dikkati çeken Solay, şu uyarılarda bulundu: “Solunum yoluyla bulaş net olarak kanıtlanmamıştır ama kan ve vücut sıvıları yoluyla bulaştığını biliyoruz. Bu nedenle hasta kişilerin çıktılarına temas etmemek lazım. Bu şekilde bulaşan vakalar var. Hastalık geçildikten sonra virüs idrar yoluyla atılım 6 hafta devam etmekte bu nedenle hastaların kıyafetleri dezenfekte edilmeli, düzgün temizlenmeli. Girdiği tuvalet ayrı olmalı ve çamaşır suyuyla yıkanmalı.”
Türkiye’de alanında geleneksel hale gelen ilk ve tek kongre
27 Nisan 2024 Cumartesi - 15:38 Türkiye’de alanında geleneksel hale gelen ilk ve tek kongre Bolu’da 21-28 Nisan Ebeler Haftası’nda 25-28 Nisan tarihlerinde düzenlenen 7. Uluslararası Koru Gebelik Doğum Lohusalık Kongresi tüm heyecanıyla devam ediyor. Yaklaşık 450 kişinin katılım sağladığı kongrede Prof. Dr. Aydan Biri, “Ülkemizde ilk ve tek kongre, 7’ncisine ulaşmış olmaktan dolayı da çok mutluyuz. Doğum işi toplumdaki herkesi ilgilendiriyor” dedi. Bolu Dağı mevkiinde bulunan temiz havasıyla dikkat çeken Bolu Koru Otel’de geleneksel hale gelen Uluslararası Koru Gebelik Doğum Lohusalık Kongresi’nin 7’ncisi 25 Nisan’da başladı. Kongre’nin oluşturulmasında büyük payda sahibi olan Prof. Dr. Aydan Biri, Prof. Dr. Deniz Sayıner ve Nesibe Üzel öncülüğünde bir araya gelen doğum hekimlerinin yanı sıra perinatoloji uzmanları, ebeler, hemşireler, yenidoğan hekimleri ve doğuma katkı sağlayan birçok branş uzmanı da kongrede yerini aldı. Yaklaşık 450 kişinin katılım sağladığı kongre, Türkiye’de ilk ve tek olarak geleneksel halde düzenleniyor. Modern doğum hekimliği ve ebelik hizmetleri açısından önemli bilgiler, araştırma sonuçları ve deneyimlerin paylaşıldığı bilimsel oturumlarda katılımcılar bilgilendirildi. 3’ncü gününde de katılımın yoğun olduğu kongrede çeşitli oturumlar yapıldı. Kongre’nin oluşturulmasında büyük payda sahibi olan Prof. Dr. Aydan Biri, Prof. Dr. Deniz Sayıner ve Nesibe Üzel kongre hakkında İHA’ya özel açıklamalarda bulundu. “Doğum işi, toplumdaki herkesi ilgilendiriyor” Kongrenin sonuçlarından hem katılımcıların hem de kendilerinin keyif aldığını ifade eden Prof. Dr. Aydan Biri, “Enerjisi çok yüksek, çok güzel bir kongre. Temel iki özelliği var bir defa, çok disiplinli bir kongre. Doğuma dahil olan bütün sağlık profesyonellerinin bir arada olduğu ve uluslararası bir kongre. O yüzden hazırlık aşaması da biraz uzun ve emek isteyen bir kongre oluyor. Sonuçlarından hem katılımcılar hem de bizler keyif alıyoruz, memnun oluyoruz. Çünkü doğum işi en temel iş. Doğum işi, toplumdaki herkesi ilgilendiriyor. Kadınlar, ebeler, hekimler, anneler, babalar, herkes yani doğumun bir parçası. Dolayısıyla bütün boyutlarıyla doğumu ele alıyoruz. Daha çok böyle paneller şeklinde deneyimlerin, güncel bilginin uygulamaların hem bilim ışığında hem de klinik pratiklerin tartışıldığı keyifli bir kongre oluyor. O yüzden katılımcıların kendilerine mutlaka bir şey katarak gittikleri bir süreç yaşıyoruz kongre boyunca. Geri bildirimler de zaten sürdürmemizi ve heyecanımızı arttırıyor. Sürdürme isteğimizi artırıyor. Çok çeşitli başlıklarımız kongre boyunca var. Doğumun pozisyonundan mekanına kadar uygulanacak rahatlatıcı metotlardan sürecin tümüne göz atan daha çok doğum temasında bir kongre. Ülkemizde ilk ve tek kongre, 7’ncisine ulaşmış olmaktan dolayı da çok mutluyuz” dedi. “Vücudumuzdaki her süreci konuşuyoruz ve tartışıyoruz” Kongrede en ince detaylara kadar doğum süreçlerini ele aldıklarını dile getiren Prof. Dr. Biri, “Vücudumuzdaki her süreci konuşuyoruz ve tartışıyoruz. Sorunlarını anlamaya çalışıyoruz. Onları daha iyi nasıl yönetebiliriz, anlamaya çalışıyoruz. Dolayısıyla aslında belki de en temel ihtiyacımız olan önce fonksiyonları ve normali sonra süreçlerdeki anormallikleri ve onları iyileştirmeyi ama doğum herkesin ihtiyacı olan bir şey. Dolayısıyla çok çeşitli dokunuşlarla geniş bir yelpazede hem çalışmalarımızı hem kongremizin detaylarını sürdürüyoruz” diye konuştu. “Çok değerli nitelikli sunumların yapıldığı araştırmaların paylaşıldığı çok kıymetli bir kongre” Kongreye çok geniş katılımın olduğunu söyleyen Anadolu Ebeler Derneği Başkanı Nesibe Üzel, “Bu kongre şu an büyük bir başarıyla gerçekleşiyor. Çok geniş bir katılım var. Ulusal düzeyde zıt fikirlerde ve doğum ekseninde doğum hizmetlerinin iyileştirilmesi, gebelik doğumuyla lohusalık tüm süreçleri alan multidisipliner olması sebebiyle herkesin de kendi mesleki limitasyonları içerisinde çok değerli nitelikli sunumların yapıldığı araştırmaların paylaşıldığı çok kıymetli bir kongre olarak düşünüyorum bu kongreyi. Bu kongrenin 1’incisi 2017 yılında gerçekleşti. İlkinde de uluslararası bir konfeti ve bu yıl 7’ncisini gerçekleştiriyoruz. Türkiye özelinde yapılması gereken iyileştirmelerin global düzeyinde başarıyla yapılmış olan çok önemli akademisyenleri ağırlamış bir konu ve aynı zamanda, bu yılın ayrı bir özelliği daha var; Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu, Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk tarafından, çocukların 23 Nisan’ı varsa onu da doğurtan ebelerin de bir haftası olmalı diyerek 23 Nisan’ı da içinde kapsayacak şekilde bir ulusal ebelik haftamız var. Ve bu ulusal ebelik haftası normalde globalde Dünya’da da 5 Mayıs Dünya ebeler günü olarak kutlanırken bize özel 21-28 Nisan’da o ebelik haftası kutlanmaktadır. Anadolu Ebeler Derneği olarak da bu kongrenin böyle bir paydaşı olmaktan, böyle güzel bir haftada olmaktan gerçekten büyük bir mutluluk duyuyoruz” ifadelerini kullandı. “8’nci kongrenin hazırlıklarına başladık” Kongrenin oluşturulmasında büyük katkısı bulunan Anadolu Ebeler Derneği Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Fatma Deniz Sayıner, “Bu kongrenin şöyle bir önemi var; Kongre belki de Dünya’da tek doğum konusunun gebelik, doğum ve lohusalık konusunun ele alındığı ve gelenekselleşen 7’ncisi yapılan tek kongre. Kongrede, doğumun özellikle doğum ekibi diye tanımladığımız en önemli iki sağlık profesyoneli olan kadın doğum hekimleri ve ebelerin bir arada olduğu zaman bu ekibin içerisine, bebek sağlığı için yenidoğan hekimlerinin de eklendiği konunun ilgili uzmanlarının da davet edildiği uluslararası bir kongre. Uluslararası Kongre’ye yurt dışından gelen konuşmacılarımız var. 155 konuşmacısı olan panelleri, kurslarıyla son derece ilgi çeken bir kongre. Yaklaşık 450 katılımcısı olan bir kongre. Kongre boyunca ebelerin ve kadın doğum hekimlerini mesleğini ve daha fazla gelişimine katkı verecek ve ihtiyacı olan konularda da kurslar düzenlenmekte. Kongremize ilgi her geçen yıl giderek artmakta ve ülkenin her bir bölgesinden katılımcı olmakta. Özellikle bizi bu yıl En çok heyecanlanan katılımcılardan deprem bölgesinde çalışan hekim ve ebe arkadaşlarımızın burada olması. Ayrıca konteyner kentte çalışan 11 ilde mor yerleşkelerde ‘Anadolu Ebeler Derneği’ adına çalışan ebe arkadaşlarımızı burada konuk etmiş olmaktan son derece mutluyuz. Başarılı bir kongre geçiyor diye düşünüyorum. Katılımcıları dinlediğimizde bu geri bildirimler bizim için çok daha önemli, ama ben kendi adıma kongre başkanı olarak ve gerçekten kongrenin gidişatından çok mutlu olduğumu ifade etmem gerekir, 8’incisi yapmak üzere de çok büyük bir heyecan taşıdığımızı ve hazırlıklarına daha burada kongre bitmeden başladığımızda belirtmek istiyorum. Bu hafta bizim için ayrıca önemliydi. 21-28 Nisan haftası Ulusal Ebelik Haftamız Atatürk’ün herhalde bu mesleğe hafta olsun, günü olsun diye hediye ettiği tek hafta evlilik haftası olsa gerek. Onun için gururla kutladığımız bir hafta. Ulusal Ebelik Haftamızın meslektaşlarımıza annelere, bebeklere ve tüm topluma kutlu olmasını diliyorum” dedi.
Obezite hastalığında uzmanından korkutan açıklama
27 Nisan 2024 Cumartesi - 13:17 Obezite hastalığında uzmanından korkutan açıklama Kocaeli Üniversitesi ev sahipliğinde düzenlenen 4. Preoperatif Protein Kalori Kısıtlama Sempozyumu’na dünyadan 15 bilim insanı katılarak obeziteye yönelik çalışmalarını aktardı. Harvard Üniversitesi’nden sempozyuma katılarak önemli açıklamalarda bulunan Uzman Doktor Furkan Burak, "Amerika’da nüfusun yüzde 75’i ya fazla kilolu ya da obezite hastası. Türkiye maalesef Avrupa’da obezite oranının en yüksek olduğu ülke. Çocukluk çağı obezitesi de yüzde 20’lere kadar yükseldi" dedi. Kocaeli Üniversitesi ev sahipliğinde düzenlenen 4. Preoperatif Protein Kalori Kısıtlama Sempozyumu, dünyanın en önemli bilim insanlarını bir araya getirdi. Amerika Birleşik Devletleri’nden Harvard Üniversitesi, Clevland Klinik, California Üniversitesi ile Avrupa’dan Manchester Üniversitesi, Leiden Üniversitesi ve Zürih Üniversitesi’nden 15 bilim insanının konuşmacı olarak yer aldığı sempozyumda, ameliyat öncesi protein kısıtlaması konusunda yapılan çalışmalar aktarıldı. "15 bilim insanı Kocaeli’ye geldi" Sempozyumla ilgili bilgi paylaşan KOÜ Rektörü Prof. Dr. Nuh Zafer Cantürk, "Amerika’dan, Avrupa’nın çeşitli ülkelerinden arkadaşlarımız ameliyat öncesi protein kalori kısıtlaması ya da protein kalori kısıtlamasıyla yaşlanmanın nasıl önlenebileceğine dair çalışmalarını sempozyumda aktarıyor. Bilim insanlarını üniversitemizde ağırlamaktan mutluluk duyuyoruz. Daha önce Leiden’da ve Boston’da benzer toplantı yapmıştık. Arkadaşlarımızın burada olması bizim için gurur verici. Fakültemizden mezun olan Doktor Furkan Burak Harvard Boston’da çalışıyor, kendisi bizim gururumuz. Uluslararası iş birliklerimiz devam edecek. Zaten Harvard ile süren programımız vardı. Asıl hedefimiz insanlarımızın öz güvenini arttırmak, bizim de bir şeyler yapabildiğini, konuşabildiğini göstermek. Her zaman söylüyorum, nereden olduğunuz değil, nerede olduğunuz önemli. Nerede olduğunuzu gösterebilmek için de gayret, merak olmalı. Amacımız Kocaeli Üniversitesi’ni ve arkadaşlarımızı iyi bir noktaya getirmek. Yurt dışından 15 arkadaşımız Kocaeli’ye geldi" diye konuştu. "Temel bilim çalışmalarının testlerini insan üzerinde başlatıyoruz" Sempozyuma katılan Endokrinoloji Uzmanı Doktor Furkan Burak, "Harvard Tıp Fakültesi’nde öğretim üyesiyim. Ayrıca Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi mezunuyum. Dünyanın dört bir yanında bir araya gelen bilim insanları; kalori kısıtlamasının yaşlanmaya, insan ömrüne etkisine, cerrahi stres, kemoterapi, radyoterapi veya kanser tedavisi gibi konularda komplikasyonları, yan etkilerini azaltmak için çalışıyor. Harvard Tıp Fakültesi’nden Clevland Klinik’e, California, Zurich Üniversitesi gibi bütün araştırmacıları Kocaeli’de. Çalışmalarımızı birleştirip temel bilim çalışmalarının testlerini insan üzerinde başlatıyoruz. Bu büyük işlere Türkiye’yi de dahil etmek bizim için gurur kaynağı. Türkiye’deki meslektaşlarımız da ciddi çalışmalar yapıyor. Bu çalışmaları dünyanın yaptığı işlerle birleştirip boyutlarını daha da arttırmak en büyük amacımız. Biz sempozyumda da obeziteyi çalışıyoruz. Kaloriyi artırınca nasıl oluyor, iş obeziteye nasıl gidiyor, hastalıkla nasıl oluşuyor, obezite ile gelen sorunları nasıl tedavi edebiliriz diye çalışıyoruz" şeklinde konuştu. "Türkiye maalesef Avrupa’da obezite oranı en yüksek ülke" Beynin hiçbir zaman kilo vermeyi sevmediğini belirten Dr. Burak, "Bu sebeple hastayı daha kapsamlı tedavi etmek gerekiyor. Amerika’da nüfusun yüzde 75’i ya fazla kilolu ya da obezite hastası. Türkiye maalesef Avrupa’da obezite oranı en yüksek ülke. Dolayısıyla obezite 5-10 yıl ömrümüzden alıyor. Hayat kalitemizi ciddi azaltıyor, 100’den fazla başka hastalığa yol açıyor. Topyekûn önce öğrenerek, anlayarak bilim insanları ve hekimlerimizi destekleyip tolumla beraber bu hastalığı tedavi etmemiz gerekiyor. Ameliyatın faydalı olduğu durumlar var ama öncelikli tedavi tıbbi tedavidir. Tıbbi tedavi önceden çok mümkün değildi ama son 3-4 yıldır geliştirilen tıbbi tedaviler var. Çocukluk çağı obezitesi yüzde 20’lere kadar yükseldi. Ekstra önlemler almazsak bu durum daha da kötüye gidecek. Artık diyabeti, hipertansiyonu çocuklarda görmeye başladık. Bu çok korkunç bir şey. Çocuklarda diyabetin komplikasyonları daha hızlı ilerliyor. Okullardan başlayarak yeme alışkanlıklarını düzeltip, proses edilmiş yiyeceklerden uzak tutmamız gerekiyor. Davranışsal olarak da bir şekilde müdahale edip önüne geçmezsek büyük sorunlar devam edecek" ifadelerini kullandı. Harvard’da görevli Dr. Keith Özaki de yiyecek ve içeceklerin cerrahi komplikasyonlara olan etkisini ve cerrahi komplikasyonların nasıl diyetle azaltabileceğini çalıştığını belirtti. Cleveland Clinic’te çalışan Dr. Chris Hine ise kalori kısıtlamasının ve diyetin sağlıklı ömrü uzatması konusundaki çalışmaları hakkında bilgi verdi.